30 Haziran 2019 Pazar

6- Enam suresi (hubeyb Öndeş meali)

 1- Övgü, bütünüyle, gökleri ve yeri (evreni) yaratan; karanlıkları ve aydınlığı¹ yapan Allah'adır. Sonra da gerçeği örtmüş olanlar RAB'lerine adil/denk² tutuyorlar.


 ¹: burada "karanlıklar" kelimesi çoğul gelirken, "aydınlık" kelimesinin tekil gelme nedenini bunların mecaz olarak "hak (gerçek)" ve "batılı (yalanı)" kasıt etmesinden kaynaklı olabilir. (Fahreddin Razi)


 ²: "ortak yapıyorlar" manasında (Mücahid) veya "onun kullarını ona denk, onunla eşit seviyede Tanrılar yapıyorlar" manasında (Duru-l mensur) veya "onun sıfatlarını, onun dışındaki şeylere atıf ediyorlar" (müfredat : عدل) manasındadır.


 2- O, sizi çamurdan¹ [çamurun bir kısmı ile] yaratandır. Sonra bir süre sonu belirledi. İsimlendirilmiş [belirlenmiş] bir süre sonu, kendisinin katındadır. Sonra da siz şüpheli tartışmaya giriyorsunuz.


 ¹: buradaki (من) harfi, çamurun tamamı ile değil, bir kısmıyla yaratıldığını gösteriyor. Bilimsel olarak da böyledir. Çamur (طين), su ve toprağın karışımıdır. Çamurda bulunan elementlerin bir bölümü insanda mevcuttur. Örneğin insanın %60'ı sudur çamur zaten sudan meydana gelir. %3'ü azottur, Azot toprakta da mevcuttur. Haricen, oksijen, fosfor, hidrojen, kalsiyum da insan ve toprakta ortak olarak mevcuttur. (TÜBİTAK: elementlerin doğadaki dönüşümü, kimyaca. Com: insan vücudundaki elementler, gencziraat. Com: toprak kimyası)


 Ayette "sizi (insanları) çamurdan [bir kısmı ile] yaratan" ifadesini, gelenekte genellikle "atanız ademi çamurdan yarattı" şeklinde yorumlanır (kurtubi ilgili ayet) ancak olayı bilimsel açıdan yorumlayacak olursak bu şekilde bir tevil (yorum) yapmaya gerek yoktur.


  İnsan, bir kadının ve bir erkeğin bir araya gelmesi sonucu oluşur. Bu esnada her iki taraftan gelen su vücutta üretilir. Vücut bunları aldığı gıdalar sayesinde üretir. Bu gıdalar da ya hayvansal, ya da bitkisel kaynaklıdır. Hayvansal gıdalar da dolaylı olarak yine bitkilerden besin alır. Bitkiler de Besni topraktan ve sudan aldığı için onların da kaynağı yine topraktır. Yediğimiz her şeyin kaynağı toprak ve su olduğu için, hepimizin özü çamurdan yaratılmıştır. (Fahreddin Razi)


 3- O, göklerde ve yerde [tüm evrende] Allah'tır¹. Sırrınızı ve açıkta olanınızı biliyor; elde ettiklerinizi de biliyor.


 ¹: burada "Allah" ismi özel bir isim değil, sanki sıfat olarak kullanılmış gibidir. Sanki "o, göklerde ve yerde (evrende) Tanrıdır/Tanrı olarak tanınmış olandır" denilmiş gibidir. Yoksa "Allah, gökte ve yerdedir" manasında değildir.


  Mesela "zeyd, doğuda ve batıda halifedir[زيد الخليفة في الشرق والغرب]" denirken, Zeyd'in doğuda ve batıda halife olarak yaşadığını değil, o bölgede halife olarak tanınmış olduğu, onun kanunlarının geçerli olduğu kasıt edilmiştir. (kurtubi ilgili ayet) Aynı şekilde burada, "göklerde ve yerde Tanrı o'dur" manasındadır. Zuhruf 84. Ayette olduğu gibi.


 4- Kendilerine bir ayet[cinsin]den yani RAB'lerinin ayetlerinden ne geldiyse ondan ancak uzaklaşıcı olmuşlardı.


 5- Kendilerine geldiği zaman Gerçeği (Hakkı) yalanlamışlardı. Kendisini maskara yapmaya çalışmakta oldukları (vahyin) haberleri kendilerine yakında gelecektir.


 6- Kendilerinden önce bir nesil[türün]den kaç tanesini helak ettik, hiç görmediler [bilmediler]¹ mi? Size hiç vermediğimiz imkan olarak onlara yerde imkan sağladık.² Üzerlerine göğü³ (yağmuru) bol bol gönderdik. Altlarından akan ırmaklar yaptık. Ardından cezayı gerektiren işleri sebebiyle onları helak ettik. Kendilerinden sonra bir başka nesil inşaa ettik.


 ¹: Arapçada, "görmek(اري)", "bilmek(علم)", "korkmak(خوف )" eylemleri, birbiri yerine kullanılabilir. Örneğin fil suresinin 1. Ayetinde "RAB'binin fil ashabına ne yaptığını görmedin mi?" denilir. Halbuki peygamber bunu görmedi (لم يري) sadece, Allah'ın kendisine haber vermesi sayesinde bunu bildi (علم). Bu Ayette görmek, "bilmek" anlamındadır.


 ²: "temkin=تمكين" kelimesi "mekkentuke=مكنتك" ve "mekkentu leke=مكنت لك" olarak kullanılır. İkisi de aynı anlamdadır. (Mecazu-l kur'an: Ebu Ubeyde)


 ³: "gök" mânâsına gelen "sema = سماء" kelimesi, yerden yukarıda olan her şey için kullanılır. "ard= أرض" kelimesi "aşağı taraf" ; "sema" kelimesi ise "yukarı taraf" manasında kullanılır. (müfredat : أرض) her şeyin seması onun yukarı tarafıdır. her sema, altındakiler için "sema" sayılır. Her ard (yer) üst tarafında bulunanlar için "ard" sayılır. (müfredat : سما) Buna göre ilk muhatabı olan insanlar için "sema" derken o insanların yukarıda gördükleri her şeyi kasıt etmektedir. Yıldızlar, bulutlar, yağmur, gökyüzü... Hepsi "sema" diye anlatılır.


 Mesela şair atının sırtını anlatırken "ipek gibi kırmızıdır GÖĞÜ/seması (üst tarafı) [وأحمر كالديباج أما سماؤه فَرَيّا]" demiştir. Üst tarafında olan her şeye "sema" denir. Hatta çamur, ot, yağmur ve evin çatısı için, yerden yukarıda olması nedeniyle "sema" denilmiştir. (kurtubi, bakara 19. Ayet) bir başka şair, yağmuru şu sözlerinde "gök" diye anlatmıştır. . "Gök bir topluluğun arzına(bölgesine) düştüğü zaman... [إذا سقط السماء بأرض قوم]" (kurtubi ilgili ayet)


 7- Şayet yazılmış bir metin içinde bir kitabı senin üzerine [parça parça] indirmiş olsaydık ve ona elleri ile dokunsalardı, gerçeği örtmüş olanlar mutlaka "bu ancak apaçık bir sihirdir!" derlerdi.


 8- "Ona bir Melek¹ indirilseydi ya?" dediler. Bir Melek indirmiş olsaydık, iş mutlaka tamamlanmış olurdu. Sonra kendilerine göz açtırılmazdı.


 ¹: Melek, köken olarak "gönderilen mesaj, mektup, Elçi" gibi manalarda kullanılmaktadır. İlk muhatabın bu varlıkları gökten (uzaydan) gelen bir varlık çeşidi olarak inandığı malumdur. (müfredat : الك ،ملك, kurtubi bakara 30) 


 Bu varlıklara inanmak, varlıklarının "Gayb" alanında olması sebebiyle "körü körüne inanışçılık" değildir. Örneğin, bir kişi evrenin çok uzak bir noktasında bembeyaz bir boşluk olduğunu iddia etse, bu iddia doğrulanamaz ve yanlışlanamaz. Çünkü bu iddia "Gayb" noktasındadır. Ancak bunu iddia eden kişinin daha önceden bulunduğu her iddia zamanla doğrulanmış ise, bu iddiasına da inanılır.


 Kur'an'ın 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir bilgi vermemesi ve "Gayb" alanında olduğunu söylediği pek çok bilginin (mesela ahiret) doğruluğuna kanıt olması sebebiyle henüz doğrulanmış olmayan diğer iddialarına inanmak mantığa aykırı değildir.


 9- Onu bir melek yapmış olsaydık, onu mutlaka bir kişi olarak yapardık. Karıştırıyor oldukları ne ise onu kendilerine yine karıştırırdık.


 10- Elbetteki senden önceki elçiler de maskara edilmek istenmişti. Derken, onlarla alay etmiş olanları, maskara yapmaya çalışmakta oldukları [şey] kuşattı.


 11- "Yerde [dünyada] gezin, aynı zamanda¹ yalanlayanların sonucunun nasıl olduğuna bakıp düşünün.²" de.


 ¹: bu ayet "summe=ثم" kelimesinin "sonra" manasında olmadığını gösteriyor. Ayet "gezin ondan sonra görün"manasında Değil. "gezin aynı zamanda bunları yapanların akıbetinin nasıl olduğuna bakın" manasındadır.


 ²: bu kelime ile araştırmak, gözlem yapmak, düşünmek de kast edilir. (müfredat : نظر)


 12- "Göklerde ve yerde [tüm evrende] bulunanlar kimindir?" de, "Allah'ındır. Rahmeti, kendi benliğine (nefsine) yazdı. Kendisinde hiçbir şüphe olmayan kıyametin gününe kadar sizi mutlaka topluyor." de. Kendi benliklerini kayba uğratmış olanlar (evet!) onlar inanmıyorlar.


 13- Gecede ve gündüzde duran/dinlenen ne varsa onundur. Hemde o, devamlı işitendir, devamlı bilendir.


 14- "Göklerin ve yerin [tüm evrenin] başlatıcısı/ayıranı¹ olan Allah'ın haricinde mi bir veli edineyim? Hâlbuki o yediriyor ve kendisi yedirilmiyor." de. "Kesinlikle ben, teslim olmuş kimselerin önderi² olmak [ile] emir olundum." de. Sakın müşriklerden [gerçeği örtenlerden] olma!


 ¹:"fatara=فطر" fiili bir şeyi açmak/ayırmak ve ibraz etmek manasındadır. (İbni faris Mekayısi-l lugat :فطر) ayırma/yarma manası da verilmiştir. (Lisanu-l Arap: فطر) başlatıcı yani ilk yaratan manası da verilmiştir. (Zamahşeri:belegat esası :فطر) 
Bu verilen anlamlar tamamen big bang ile bağdaşır. Çünkü big bang anında bütün madde tek bir noktada bitişik iken ayrılmıştır. Bu durum, ilgili kelimenin "yarma/ayırma" anlamıyla ve Enbiya 30. Ayeti ile alakalıdır. "Başlatma" manası ise evrenin başlangıcının olmasıyla alakası vardır. 


 ²: "Evvel=أول" kelimesi önder, kendisine uyulacak kişi, öncü, başta gelen manasındadır (müfredat : أول)


 15- "Kesinlikle ben, RAB'bime isyan ettiysem, büyük bir günün azabından korkarım" de.


 16- O gün, kim ondan [azaptan] geri çevirilir ise, [Allah] ona rahmet etmiş [demektir]. Apaçık başarı, işte budur.


 17- Eğer, Allah sana bir zarar temas ettirirse, artık onu [o zararı] ondan [Allah'tan] başka hiç bir kaldırıcı yoktur. Eğer, sana bir hayır temas ettirir ise [bil ki] o her şeye imkanı olandır.


 18- O, kullarının üstünde egemendir (kahir). O hakimdir/hikmetlidir, haberdardır.


 19- "Şahitlik olarak hangi şey daha büyüktür?" de. "Allah, benimle sizin aranızda devamlı şahittir. Bu kur'an, kendisiyle sizi ve ulaşmış kimseleri uyarmam için bana vahiy oldu." de. Gerçekten siz, Allah ile birlikte başka bir Tanrı olduğuna kesinlikle şahitlik ediyor musunuz? "Ben şahitlik etmiyorum!" de. "O sadece bir tek Tanrı'dır. Kesinlikle ben, sizin şirk [ortak] koştuklarınızdan beriyim." de.


 20- kendilerine kitap vermiş olduğumuz [kimseler], onu [kur'an'ı]¹ oğullarını tanımakta oldukları gibi tanıyorlar². Kendi benliklerini kayba uğratmış olanlar (evet!) onlar inanmazlar.


 ¹: "onu tanıyorlar" yani (يعرفونه) ifadesindeki zamir, kur'an'a işaret ediyor. Kur'an'da yazanların, kendilerine kitap verilmiş kimselerin bildiği, kendi kitaplarından tanıdığı şeyler olduğunu (ki, tüm kutsal kitaplar, aynı yaratıcı tarafından geldiği için benzerlik olması beklenir) vurguluyor.


 Zamirin -adı geçmiyor olsa da- peygambere işaret etmesi de mümkündür. Çünkü o dönemde bazı din bilginlerinin hz. Muhammedin kutsal kitaplarda anlatılan peygamber olduğunu bildiğini ve onu kutsal kitap sayesinde gayet iyi tanımakta olduğu söylenir. (Asım Köksal, islam tarihi)


 ²: o dönemki Yahudi, Hristiyan ve diğer "kitap verilmiş" kategorisine dahil kişilerin, bir peygamber beklediğine dair bazı veriler mevcuttur.


 Bugün bile mektubu mevcut olan büyük roma imparatoru heraklius'un, peygamberin mektubuna verdiği cevapta da bellidir.

Mektupta şöyle yazmaktadır:

“Roma İmparatoru Heraklius’tan, İsa tarafından da kutsal kitapta açıklanmış bulunan Tanrı’nın elçisi Muhammed’e: Elçin tarafından sunulan mektubu aldım ve seni İncil’de Tanrı’nın elçisi olarak gördüğüme şahadet ederim. Meryem’in oğlu İsa da seni bildirmiştir. Romalılara sordum, sana inanmaktadırlar ama kabul etmeleri mümkün değildir. Eğer itaat etmiş olsalardı onlar için iyi olacaktı. Seninle beraber olmayı ve sana hizmet etmeyi… dilerdim.”


 [kaynak: Nadia Maria El Cheikh, Byzantium Viewed by the Araps, s. 45 | mektubun görselleri ve harici kanıtları Radidikici. Com sitesinde "hz. Muhammedin mektupları" başlıklı makalede mevcuttur.]


 21- Allah'ın üzerinden bir yalan uydurmuş veya onun ayetlerini [mucizelerini] yalanlamış kimselerden daha zalim kimdir? Gerçek şu ki, zalimler kazanamazlar.


 22- Onları topluca bir araya toplayacağımız sonra da şirk [ortak] koşmuş olanlara "İddia etmekte olduğunuz ortaklarınız nerede?" diyeceğimiz günü [an].¹


 ¹: "Gün" anlamındaki "yevme=يوم" kelimesi mensuptur. Yani son harfi üstün harekelidir. Mensup olmasını sağlayan ise gizli bir "An!" yani "uzkur=اذكر" emridir.


 23- Sonra onların fitnelerinin [sonucu]¹ "RAB'bimiz Allah'a yemin olsun ki biz müşrik [ortak koşanlar] değildik." demelerinden başkası hiç olmadı.


 ¹: muzaf'ın hazf edildiği ve cümlenin [عاقبة فتنتهم] yani "Fitnelerinin akıbeti (sonucu)" manasında olduğu söylenmiştir. (Fahreddin Razi)


 24- Bak, kendi kendilerine nasıl yalan söylediler? Uydurmakta oldukları kendilerinden sapıp kayboldu.


 25-26- Onlardan [müşriklerden] sana kulak veren kimseler var. Onu [kur'an'ı] anlamamaları için¹ kalplerinin üzerine kalkanlar ve kulaklarının içine bir ağırlık yaptık.² Onlar her ayeti [mucizeyi] görseler onlara [o mucizelere] inanmazlar. Hatta, seninle mücadele ederek sana geldikleri zaman, gerçeği örtmüş olanlar, ondan [kur'an'dan] şiddetle geri çevirerek ve kendileri de ondan [kur'an'dan] uzaklaşarak "Bu ancak öncülerin-öncekilerin satırlarıdır [uydurmalarıdır]" derler.


 ¹: cümle bire bir çeviri yapılsa "onu anlarlar diye..." şeklinde olurdu. Mana olarak "anlamamaları için" olduğu için böyle çeviri yapıldı.


 ²: Bu ayetten, Allah'ın kendi keyfine göre insanların kur'an'ı anlamasını engellediği sonucu çıkmaz. Gerek bağlamında anlatıldığı üzere onların müşrik (Allah'a ortak yapan) olması, gerekse diğer ayetlerde anlatıldığı üzere, insanın eylemine karşılık Allah'ın doğru yola iletmesi veya yoldan çıkarması (soldaki sure; sağdaki ayet numarası : 4:155, 63:3, 10:74, 40:35, 13:27) insanın eylemine karşılık Allah'ın eylemde bulunduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu ayette onların kendi iradeleriyle suçlu olmalarından dolayı, kur'an'ı anlamalarının Allah tarafından engellenmiş olduğu belirtilmektedir. Bugün kur'an'da her okuduğu yerden bir mantıksızlık ve çelişki bulduğunu zanneden insanlar da bu kapsama giriyor.


 27- Ateşin karşısında durdurulup da "Ne olurdu bize keşke geri döndürülseydik de RAB'bimizin ayetlerini [işaretlerini] yalanlamasaydık¹ ve İnançlılardan olsaydık." dedikleri o vakit² görseydin...


 ¹: "nukezzibe=نكذّبَ" ve "nekune=نكون" ifadelerini nasb eden yani üstün hareke ile son harflerini "e" olarak okutan, onların cevap cümleleri olmasından dolayıdır. Burada "ve=و" harfi "fe=ف" yerine kullanılmıştır. (Fahreddin Razi)


 ²:Ayette geçmiş zaman manasında olan (إذ) kullanılmıştır. Eğer (إذا) kullanılmış olsaydı "diyecekleri..." şeklinde geleceği anlatmış olurdu. Geçmiş zaman olarak anlatma nedeni, ya olayın kesinlikle olacağını belirtmek için (kurtubi de bunu savunur) ya da Allah'ın zamandan bağımsız olmasından kaynaklıdır. Allah için her şey bir "an" (burada "an" kavramı bile fazla olur) içinde olup bitmiştir. Bu nedenle Allah olayları olmuş bitmiş bir şekilde anlatmaktadır.


 28-29- Hayır! Önceden gizliyor oldukları kendileri için açığa çıktı. Geri çevrilselerdi, kendisinden engellenmiş olduklarına mutlaka yine döner ve "Biz yönlendirilmiş/var edilmiş/yeniden diriltilmiş¹ değilken, başka bir [hayatımız] yoktur. ancak dünya(ilk) hayatımız vardır." derlerdi. Onlar, kesinlikle ve kesinlikle yalancılardır.


 ¹: "bease=بعث" fiili yönlendirmek, var etmek, yeniden diriltmek anlamlarındadır. (müfredat :بعث)

Bu ifade, önceki ifadeden ayrı olarak başlı başına onların farklı bir sözünden bahsediyor olabilir.

Bir nevi "biz, yaratılmış bir şey değiliz ki iddia ettiğiniz gibi bir yaratıcı bizi yeniden başka bir hayatta(ahiret hayatında) yeniden yaratacak olsun?" dedikleri anlatılmaktadır.


 Önceki cümleyle bağlantılı olup, dünyaya geri çevrilmiş olsalar yine "Biz Allah tarafından buraya yönlendirilmiş değiliz," veya "yeniden diriliş olmadı" diyecekleri belirtilmiştir.


 30- RAB'lerinin karşısında duruldukları o vakit görseydin... [RAB'leri] "Bu gerçek değil miymiş?" dedi. Onlar "Tabiki, RAB'bimize yemin olsun [gerçekmiş]" dediler. [RAB'leri] "O halde gerçeği örtmekte olmanız sebebiyle azabı tadın!" dedi.


 31- Allah'ın karşılamasını (mahşeri) yalanlamış olanlar kaybetmiştir. Nihayet, 'saat' kendilerine aniden geldiği zaman, sırtlarının üzerinde kendi yüklerini (günahlarını) taşıyarak "Ondaki [dünya hayatındaki] eksiklerimiz sebebiyle eyvah bize!" derler. Dikkat! Yüklendikleri ne kötüdür!


 32- En yakın¹/ilk hayat (dünya hayatı) ancak bir oyun ve oyalanmadır. Korunup sakınanlar için ahiret [son] yurt daha hayırlıdır. Artık akıl etmiyor musunuz?


 ¹: "dünya =الدنيا" kelimesi, kur'an'da içinde bulunduğumuz gezegen manasında kullanılmaz. Bu manada "ard =أرض (yer)" kelimesi kullanılır. "Dünya=الدنيا" kelimesi ise "en yakın, en aşağı, ilk" manalarına gelir. (müfredat : دنو) kur'an'da "son" mânâsına gelen "ahiret" kelimesinin karşısında kullanılması da, "en yakın/ilk hayat" manasında olduğunu destekler. Yaşadığımız hayat, ilk; öldükten sonraki hayat ise son hayattır.


 Kelime farkını bilmeyen ve meal üzerinden hareket ederek kur'an'da hata arayanlar bu ayetle duhan 38. Ayet arasında bir çelişki iddia ederler. Halbuki, bu Ayette "dünya" kelimesi kullanılmakta ve HAYATA vurgu yapmakta iken, duhan 38. Ayette "gökler ve yer" kelimesi kullanılmış, MEKANA ve AMACA vurgu yapılmıştır. Bu nedenle çelişki ayetlerde değil; hata arayan kişilerde bulunmakta.


 33- Gayet iyi biliyoruz ki: kesinlikle o söyleyenler seni üzüyor. Kesinlikle onlar seni yalancı kabul etmiyorlar²; fakat zalimler Allah'ın ayetlerini [mucizelerini] içten kabul ettikleri halde³ reddediyorlar.


 ¹: buradaki (قد) edatı, mazi fiilin başına gelince "-mış, - miş" anlamını verirken, muzari fiilin başına gelince fazlalık ve çokça yapma anlamı vermektedir.

Örneğin şiirde:

"ولكنه قد يهلك المال نائله

Fakat, o malı ona nail olan çokça(قد) helak ediyor"


 (Zamahşeri:keşşaf, beydavi)


 ²: Ebu Ubeyde, buradaki (يكذب) fiilini, if'al babından yani "yukzibu" şeklinde okumuştur. (kurtubi) if'al babından olan bu kelime, birinin yalan söylediğini bulmak demektir. (müfredat : كذب, zamahşeri:keşşaf) bu kıraat tercih edildi. Peygamberin herkes tarafından "güvenilir (emin)" diye tanınması, hatta o dönemi inkarcı kişilerin bile "biz seni yalanlamıyoruz, bizim yanımızda sen sadık/doğru söyleyen birisin. Biz, sadece senin bize getirdiğini (vahyi) yalanlıyoruz" demesi (kadı beydavi) bu tercihi destekliyor.


 ³: (müfredat : جحد)


 34- Elbetteki senden önceki elçiler de yalanlanmıştı. Yardımımız kendilerine [elçiler'e] gelinceye kadar, yalanlanmaya ve eziyete uğramaya karşı sabır ettiler. Allah'ın kelimelerini¹ değiştirici hiçbir [şey mevcut] değildir. Elbetteki, elçilerin haberlerinden [bir kısmı] sana gelmiştir.


 ¹: "kelimeler" manasında olan (كلمات) kelimesi, kur'an'da tekil ve çoğul kalıbı ile pek çok manada kullanılır. Bazen "kanun" bazen "ödül, karşılık" bazen "Allah'ın kitabındaki sözleri" bazen de "verilen sözler".


 Burada Elçiler'e yardım ve zafer için verdiği sözü kasıt ediyor.

Ayetin bağlamında yardımdan bahsediyor oluşu ve Saffat 171-173 ayetlerinde "kelimeyi" yardım ve zafer olarak açıklıyor oluşu bunu gösteriyor.


 35- Eğer, onların ilgiyi kesmesi sana büyük olduysa [ağır geldiyse] yerine içine bir tünel veya göğün içine bir yükseltici aramaya gücün yetti ise [bunu yap]¹ da onlara bir ayet/delil getirirsin. Şayet Allah tercih etseydi mutlaka onları doğru yol (hidayet) üzerine toplardı. O halde sakın bilgisizlerden olma!


 ¹: hazf edilmiştir (Müşkül i'rab-ul kur'an)


 ²: "şae=شاء" fiili "e'sera=آثر" yani "tercih etti" anlamındadır. (Maturidi: İbrahim 4)


 36- Sadece duyanlar cevap olumlu cevap vermeyi diler. Ölülere¹ [gelince] Allah onları yeniden diriltir sonra da kendisine geri döndürülür.


 37- Onlar "Ona RAB'binden bir (başka)¹ ayet/mucize [kısım kısım] indirilse ya?" dediler. "Gerçekten Allah, herhangi bir ayeti/mucizeyi [kısım kısım] indirmeye imkanı olandır; fakat onların çoğunluğu bilmiyor." de.


 ¹: onlara zaten mucize gelmiş olduğu diğer ayetlerde belirtildi. (Bakara 99, 153) burada kasıt ettikleri ise daha farklı mucizelerdir.


 38- Yerde [dünyada] kımıldanan[türün]den ne varsa ve iki kanadıyla uçan kuş[türün]den ne varsa hepsi mutlaka sizin emsalinizde birer topluluklardır(ümmetlerdir)¹. Kitapta² hiçbir şeyden eksik bırakmadık. Sonra RAB'lerine doğru bir araya toplanacaklardır.


 ¹: İnsanlara benzer "toplumlar" oluşları, bir açıdan da hüküm bakımından bizim gibi olduklarını gösteriyor. Gerek onlara karşı davranışlarımız olsun, gerekse onların hükümleri olsun bizim gibidirler. Maide 32 ve İsra 33 ayetlerinde haksız/gereksiz yere hiçbir "cana" zarar verilmemesi emir edilmiştir. Dolayısıyla da kurban haricinde hayvanlara da zarar vermemek gerekir.

Peygambere isnat edilen şu hadis de bu konuyu destekler:

"kim boşuna bir kuşu öldürür ise, [o kuş] kıyamet günü Allah'a gelir ve 'RAB'bim! bu [kişi] beni boşuna öldürdü, benden faydalanmadı...' diye şikayet eder" (Fahreddin Razi)


 Ayrıca yargı konusunda da bize benzemektedirler.

Hesap günü ile ilgili ayetlerde "her insan yaptığının karşılığını alacaktır" demek yerine "her NEFİS(CANLI) yaptığının karşılığını alacaktır" (Zümer 70) demesi de, hayvanların dahi hesap göreceğini göstermektedir. Sınamada olan tek varlık insan değildir. Her canlı bir amaç için yaratılmıştır. Ayrıca peygambere isnat edilen şu hadis de bu görüşü destekler:

"Allah'ın Elçisi birbirleriyle boynuzlaşan iki koyun gördü ve bana "Ey Eba Zer, bunların niçin boynuzlaştıklarını biliyor musun?" dedi, "Hayır" dedim. Allah'ın Elçisi "Fakat Allah biliyor ve aralarında hüküm verecektir." buyurdu Ahmed b. Hanbel, Müsned c. 5, s. 162 (Taberi,)


 ³: kitaptan kasıt, enam 59. Ayette "yaş, kuru her şey bu kitapta" diye anlatılan ve buruc suresinin 21-22 ayetlerinde kur'an'ın kendisinde bulunduğu anlatılan "levhi mahfuz (korunmuş levha)" olmalıdır. 

 ''levhi mahfuz'' -yüksek ihtimalle- evreni kasıt etmektedir. Çünkü determinizme göre evrenin bir sonraki adımı tamamen belirlidir. Mikro dünyadan makro dünyaya kadar her şey belirli kanunlara göre hareket ettğine göre evren sanki yazılmış bir kitap gibidir. Zamanı geldikçe içindekiler gerçekleşmektedir. ''levhi mahfuz'' ile kastı edilenin bu olduğunun delili ise şu ayettir: ''...Doğrusu: siz, yeniden dirilişe kadar, Allah'ın kitabında [yazısında] kalmıştınız...'' (Rum 56)

Bu ayette insanların içinde bulunduğu mekan (evren) ''Kitap'' olarak tanıtılmıştır. 

Bunun kur'an olduğu da söylenmiştir (Fahreddin Razi) ancak "her şey" denilmektedir. "şey" varlığı bilinen ve kendisinden haber verilen her şeyi kapsar (müfredat : شيء) bu özellikler sadece korunmuş levhadadır.


 Kur'an olması da mümkündür. Ancak o zaman "hüküm ve yönlendirme konusunda eksik değildir" olarak anlamak gerekir. Çünkü kur'an, insanı her alana yönlendirir.


 39- Ayetlerimizi[mucizelerimizi] yalanlamış olanlar karanlıklar içinde sağırdır ve dilsizdir. Allah kimi tercih ediyorsa ona [yolu] kaybettiriyor; kimi tercih ediyorsa¹, onu dosdoğru bir yolun üzerine yerleştirir.


 ¹: bu manada olan ayetlerde "kimi tercih ediyor?" sorusunu sorarak diğer ayetlerden Allah'ın sadece tercihe göre tercihte bulunduğunu anlıyoruz. Örneğin Rad 27. Ayette "Allah [samimi bir şekilde] kendisine yönelen kimseye hidayet ediyor [doğru yola iletiyor]" diyerek, tercihin yine doğru tercihe dayandığını görüyoruz.


 40-41- "Allah'ın azabı size gelse veya 'saat' size gelse, Allah'ın haricindekilere mi dua ederseniz? Eğer dürüst kişiler idiyseniz bana haber verin!¹" de. "Hayır! Yalnız ona [Allah'a] dua edersiniz, o da tercih ederse kendisine [kaldırması için] davet ettiğiniz [sıkıntıyı] kaldırır ve şirk [ortak] koştuğunuzu unutursunuz." de.


 ¹: "e raeyte=أرأيت" fiili, "ehbirni=أخبرني" yani "bana bildir, haber ver" manasındadır. (müfredat :رأي)


 42- Elbetteki senden önce de her bir topluluğa da göndermiştik. Ardından, kendilerinden yalvarmaları beklendiğinden dolayı kendilerini perişanlık ve sıkıntı ile yakaladık.


 43- Kendilerine 'perişan edişimiz [azabımız]' geldiği o vakit yalvarmaları gerekmiyor muydu? Ama kalpleri katılaştı ve bulunmakta oldukları eylemleri kendilerine şeytan süsledi.


 44- Ardından kendisiyle hatırlatıldıklarını (zikir olunduklarını) unuttukları anda onların üzerine her şeyin kapılarını açtık. Sonunda, kendilerine verilmiş [şeylere] sevindikleri zaman aniden kendilerini yakaladık. Ne beklersin? onlar tamamen ümit kesenler [oldular].


 45- Ardından, zulüm etmiş olan milletin arkası kesildi. Övgü, alemlerin [varlıkların] RAB'bi Allah'ındır.


 46- "Bana haber verin: Allah işitme işlevinizi/algılamanızı¹ ve görme işlevinizi alsa; kalplerinizin üzerini kapatsa, Allah'ın haricinde onları size getirecek bir Tanrı kimdir? " de. Bak, ayetleri nasıl halden hale çevirip açıklıyoruz sonra onlar şiddetle yüz çeviriyorlar.


 ¹: işitme manasında olan (سمع) kelimesi tekil olduğu halde, bakışlar manasında olan (ابصار) kelimesi çoğul gelmiştir.


 47 - "Eğer, Allah'ın azabı size aniden hemde¹ açıkça gelse, zalimler milletinden başkası helak edilir m? Bana haber verin!" de.


 ¹: (Halil b. Ahmet: kitabu-l Ayn: او)


 48- Elçileri ancak müjdeci'ler ve uyarıcılar olarak gönderdik. Artık, kim[ler] inandı ve (kendilerini) düzeltti ise, artık [bilsinler ki] kendileri üzülmez bir haldeyken kendilerine herhangi bir korku yoktur.


 49- Âyetlerimizi [işaretlerimizi]yalanlamışkkimselere [gelince] onlara hadlerini aşmakta olmaları sebebiyle azap dokunur.


 50- "Size, " Yanımda Allah'ın hazineleri var." demiyorum, gaybı [gizliliği] bilmiyorum ve "kesinlikle ben bir meleğim" demiyorum. Ben ancak bana vahiy edilene bağlı oluyorum." de. "kör ve gören¹ denk olur mu? Artık düşünmüyor musunuz?" de.


 ¹: bu ifade ya bir temsil, ya da mecaz içerir. "kör" ile gerçeği örten; "gören" ile de gerçeği görüp inanan kasıt edilmiştir.


 51- RAB'lerine doğru bir araya toplamaktan korkanları bununla uyar. Kendileri için ondan [RAB'lerinden] beride herhangi bir veli ve herhangi bir şefaatçi [mevcut] değildir. Beklenir ki onlar korunup sakınır.


 52- Gün başında ve sonunda (her vakitte) RAB'lerine kendisinin yüzünü [kendisini]¹ isteyerek dua edenleri küçümseyip kovma. Onların hesabından hiçbir şekilde senin üzerine [sorumluluk] yoktur; senin hesabından hiçbir şekilde onların üzerine [sorumluluk] yoktur ki onları küçümseyerek kovup da acımasızlardan olasın?


 ¹: yüz ile bir şeyin tamamı kasıt edilir (müfredat : وجه, keşşaf sahibi, ilgili ayet)


 53- işte bunun gibi, onları birbiri ile fitneledik[ayırt ettik¹] sonunda² "aramızdan Allah'ın kendilerine büyük iyilikte bulundukları bunlar mıdır?" diyorlar. Allah, şükredenleri en iyi şekilde bilen değil midir?


 ¹: fitne aynı zamanda "sınama" mânâsına da gelir. Altını ateşe atarak iyisini kötüsünü ayırt etmeye "fitne" denilmektedir.(müfredat : فتن) İnsanların arasında kimin iyi-kötü olduğunu ayırt ederek ortaya çıkarmak da bu olaya benzediği için sınamaya fitne denilmiştir.


 ²: buradaki lam harfi 'lamu-l akıbet' olduğu için (Beydavi) böyle çeviri yapıldı. Genel mealler buna dikkat etmediği için ".....(böyle) desinler diye (böyle yaptık)" şeklinde meal etmiştir.


 54- Ayetlerimize[mucizelerimize] inananlar sana geldikleri zaman, "Selam [esenlik] üzerinize olsun, RAB'biniz, rahmeti "Sizden kim bilgisizce herhangi bir kötü eylemde bulundu dahası ondan [o eyleminden] sonra tevbe etti ve (halini) düzeltti ise [bilsin ki] gerçekten o, çok bağışlayandır, bir rahimdir." diye kendi benliğine [görev olarak] yazdı." de.


 55- İşte, suçluların yolunun iyice belli olması için, ayetleri [işaretleri] bunun gibi halden hale çevirip açıklıyoruz.


 56- "Gerçekten ben Allah'tan beride sizin dua ettiklerinize¹ kulluk etmekten engellendim." de. "Sizin keyiflerinize bağlı olamam. Aksi taktirde yolu kaybetmişim ve yolu bulanlardan değilmişim [demektir]." de.


 ¹: "tedunehum=تدعونهم" anlamındadır. Aid zamiri olan "hum=هم" atılmıştır [hazf edilmiştir].


 57- "Gerçekten ben, RAB'bimden (gelmiş) ve sizin kendisini¹ yalanlamış olduğunuz bir açık kanıt üzerindeyim. Kendisini acele istediğiniz [şey] yanımda yoktur." de. Hüküm ancak Allah'ındır. O; [gerçeği ve yalanı] ayıranların en hayırlısı olarak hakkı [gerçeği] anlatıyor.


 ¹: Normalde zamirin "Açık kanıt" ifadesine işaret etmesi için "ha=ها" dişi zamirinin kullanılması gerekirdi. Ancak mana itibariyle eril zamir olan "hu=ه" kullanılmıştır. (Beydavi)


 58- "Kendisini acele istediğiniz [şey] yanımda olsaydı, benimle sizin aranızda 'iş' mutlaka tamamlanırdı. Hâlbuki Allah, zalimleri gayet iyi bilendir." de.


 59- "Gayb'ın [görünmeyenin] anahtarları onun [Allah'ın] yanındadır. Onları [anahtarları] ancak o [Allah] biliyor. Karada ve denizde (bütün dünyada)¹ bulunanları o biliyor. Bir yapraktan ne düşüyorsa onu ancak o biliyor, yerin [dünyanın] karanlıklarında bulunan bir tanecikten, yaştan² ve kurudan ne varsa ancak apaçık bir kitaptadır.


 ¹: kur'an'da zıt kelimeler bir arada kullanıldığı zaman bütünlük ifade eder. "gökler" ve "yer" ifadesinin bir arada kullanıldığı takdirde bütün evreni kasıt etmesi; "Doğu" ve "batı" ifadelerinin bir arada kullanıldığı taktirde her yönü kasıt etmesi gibi, "kara" ve "deniz" gibi zıt kelimeleri bir arada kullanıldığı zaman bütün dünyayı kapsar.


 ²: bu ifadelerin mecaz olması da mümkündür. Örneğin Yaş ile "canlının"; kuru ile "ölünün"; düşen yaprak ile "düşük doğan çocuğun" ve tanecik ile "düşük olmayan çocuğun" kasıt edilmesi mümkündür (kurtubi ilgili ayet)


 60- O, sizi gecede vefat ettirendir. Gündüzde ne kazandığınızı¹ biliyor. Sonra isimlendirilmiş bir süre sonu tamamlansın diye onun [gündüzün] içinde sizi yönlendiriyor/yeniden diriltiyor. Sonra dönüş yeriniz onadır. Sonra bulunmakta olduğunuz eylemlerinizi size haber verir.


 ¹: (mekayıs-l luga: جرح maddesi)


 61- O, kullarının üstünde egemen'dir. Birinize ölüm geldiği zaman elçilerimiz eksiksiz olarak onu [Ölümü geleni] vefat ettiriyor, [bu zamana kadar] size bir takım kayıtçılar gönderiyor.


 62- Sonra, [vefat edenler] gerçek mevlaları[sahipleri]Allah'a geri çevrilir. Dikkat! Hüküm onundur. Hemde o, hesap soranların en hızlısıdır.


 63- "Siz yalvararak ve gizlenerek kendisine "Yemin olsun bizi bundan kurtarırsa mutlaka ama mutlaka şükredenlerden olacağız!" [diye] dua ederken, karanın ve denizin (dünyanın) karanlıklarından sizi kurtaran kimdir?" de.


 64- "Allah, ondan ve her perişanlıktan sizi kurtarıyor. Sonra da siz şirk [ortak] koşarsınız." de.


 65- "O, üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azabı üzerinize yönlendirmeye veya sizi taraflar halinde karıştırmaya ve birbirinize birbirinizin perişanlığını [azabını] tattırmaya imkanı olandır. Bak, ayetleri [işaretleri] nasıl halden hale çevirip açıklıyoruz. Onların anlamaları beklenir.


 66- Kendisi gerçek olduğu halde senin milletin onu yalanladı. "Ben size asla bir vekil değilim" de.


 67- [kur'an'ın¹] her bir haberinin, karar bulma [gerçekleşme] yeri/zamanı vardır. Yakında bileceksiniz.


 ¹: haberden kasıt edilenin kur'an'ın haberleri olduğu da söylenmiştir (Zamahşeri:keşşaf) bu görüş ayetin bağlamına uygun düşüyor. Buna göre buradaki (نباٍ) kelimesinin sonundaki tenvin muzafun ileyh'in hazf edildiğini gösteriyor. Mana itibariyle (نبأ القرآن) şeklinde olur.

Ki gelişen bilim sayesinde kur'an'da anlatılan yaratılış olaylarının gerçekliğini görüyoruz (Enbiya 30, müminun 14, Fussilet 9-12, Yasin 38-40, şems 1-2, ve birçoğu)


 68-69- Ayetlerimiz konusunda [alay etmeye ve yalanlamaya]¹ dalanları gördüğün zaman, onlar onun haricinde bir konuya-olaya dalıncaya kadar onlardan vazgeç. Şeytan sana kesinlikle unutturursa hatırladıktan sonra zalimler milletiyle birlikte oturma. Korunup sakınanlara, onların hesabından hiçbir şekilde [sorumluluk] yoktur; fakat hatırlatma [sorumluluğu] vardır. Onların da korunup sakınmaları beklenir.


 ¹: Nisa 140. Ayete bakınız.


 70- Dinlerini oyun ve oyalanma edinmiş ve dünya [en yakın/ilk] hayatının kendilerini kandırmış olduğu [kimseleri] bırak. Herhangi bir benlik (nefis), elde ettikleri sebebiyle [eyleminin getirisinden] mahrum olmasın¹ diye onunla hatırlat. Ona [herhangi bir benliğe] Allah'tan beride herhangi bir veli ve devamlı bir şefaatçi yoktur, her bir bedeli denkleştirse, kendisinden alınmaz. İşte bunlar elde ettiklerinden dolayı [eylemin getirisinden] mahrum olanlardır. Kendileri için kaynar sudan bir içecek ve gerçeği örtüp göz ardı etmekte olmalarından dolayı can yakıcı bir azap vardır.


 ¹: "ibsal=ابسال" kelimesinin bu ayette "eylemin getirisinden mahrum olmak" anlamında olduğu da söylenmiştir. (müfredat: بسل)


 71- "Allah'tan beride bize fayda ve zarar vermeyenlere mi dua edelim? Allah bize yol gösterdikten sonra, kendisinin "Bize gel!" [diyerek] kendisini doğru yola (hidayete) çağıran dostları olan, şeytanların yerde hayran bir halde kendisini ayartıp şaşırtmış¹ olduğu [kimse] gibi topuklarımız üzerine geri mi çevrilelim?" de. "Gerçekten, Allah'ın doğru yolu (hidayeti) doğru yolun (Hidayetin) ta kendisidir. Alemlerin [tüm varlıkların] RAB'bine olalım diye bize emir edildi." de.


 ¹: (Keşf ve-l beyan)


 72 - "Bir de "Yönelişi (namazı) ayakta tutun ve ona (karşı gelmekten) sakının!" diye [bize emir edildi].¹" Kendisine doğru bir araya toplanacak olduğunuz O'dur.


 ¹: Bu ayet, baştaki "en=أن" sebebiyle önceki ayetteki (أمرنا) yani ''bize emir edildi''sözüne atıftır.


 73- Gökleri ve yeri [tüm evreni] hak ile [gereğince] yaratmış olan o'dur. "Ol" diyeceği ardından sözünün Hak olacağı günü [an]! Sur'un içine üfleneceği gün, yönetim (mülk) sadece onundur. Gayb'ın [görünmeyenin] ve açıkça görünenin bilenidir. O, hakimdir/hikmetlidir, haberdardır.


 74- Bir vakit İbrahim hata eden(Azer)¹babasına "bir takım putları[Allah'tan alıkoyanları]² mı Tanrılar ediniyorsunuz? Kesinlikle ben, seni ve topluluğunu apaçık bir sapma [yoldan çıkış] içinde görüyorum." demişti.


 ¹: Azer, babasının adı değil bir lakap veya "ihtiyar, aksak inanca sahip kişi, hata eden" manasında bir sıfat veya onların dilinde azarlama manasında bir kelimedir. Tevrat | Genesis 11:27 de, İbrahim'in babasının adı "terah" diye anlatılır. Kur'an bu Ayette üstte dediğimiz gibi sıfat veya onların dilinde azarlama manasında kullanmıştır. Babasının "Azer" adında bir puta taptığı için hazf edilmiş bir muzaf olup cümlenin (عبد آزر) yani "Azerin kulu" manasında olması da mümkündür. (Fahreddin Razi, zamahşeri:keşşaf, kurtubi, ez zad'ul mesir, taberi) yinede bazıları bunun isim olduğu konusunda ısrar etmiş ve babasının iki isme sahip olduğunu söylemiştir. Bu mümkündür elbette. Mesela tevratta İbrahim'in başta "avram" isminde olduğu Tanrının onun ismini "İbrahim" yaptığı anlatılır. (Tevrat |Genesis 17:5)


 ²: "putlar" manasında olan (اصنام) kelimesinin, Allah'a kulluk etmekten alıkoyan her şeye kullanılması da mümkündür. (müfredat :صنم)


 75- işte bunun gibi, yakin [kesin] inananlardan olsun diye İbrahim'e göklerin ve yerin (Evrenin) Melekutunu[sistemini]¹ gösteriyorduk.


 ¹: buradaki (ملكوت) kelimesi, yönetim, sahiplik mânâsına gelen (ملك) kelimesinden gelmiştir. Mübalağa amacıyla sonuna vav ve te harfleri eklenmiştir. Tıpkı (رهبوت) gibi (müfredat : ملك, ez zad'ul mesir, ilgili ayet)


 Evrenin yönetimi, onun sistematik yapısıdır. Teizm argümanı olarak buna "teleolojik argümanı" denir. Öncülleri ile yazmak gerekirse:

1- her sistemin bir dizayn edeni vardır.

2- evren bir sistemdir.

3- evreni tasarlayan, dizayn eden bir yaratıcı (Allah) vardır.


 İbrahim peygamber bu argüman sayesinde yaratıcıyı bulmuş ve o putların Tanrı olamayacağını fark etmiştir.


 76- Ardından, gece onun üzerini örtünce, bir parlayan yıldız görüp "RAB'bim budur!" demişti. [parlayan yıldız] kaybolunca "ben, kaybolanları sevmiyorum" dedi.


 77- Ardından Ay'ı ışık saçarak doğucu¹ halde görünce "RAB'bim budur!" demişti. [Ay] kaybolunca "Andolsun, RAB'bim bana hiç yol göstermemiş olsaydı kesinlikle yolu kaybedenlerden olurdum." dedi.


 ¹: (müfredat : بزغ)


 78-79- Ardından Güneşi ışık saçarak doğucu bir halde görünce "RAB'bim budur, bu en büyüktür!" demişti. [Güneş] kaybolunca "Ey milletim! Kesinlikle ben, sizin şirkinizden [Allah'a ortak kabul etmenizden] beriyim" dedi. "kesinlikle ben, Hanif [doğruya yönelmiş] olarak, yüzümü sadece, gökleri ve yeri [tüm evreni] başlatmış/ayırmış² olana çevirdim. Ben, müşriklerden [Allah'a ortak kabul edenlerden] değilim." dedi.


 ¹: İbrahim, gördüğü ve Tanrı sandığı varlıkların aslında "sonradan var olmuş" olduğunu fark ederek, "ilk yaratıcı" olanı felsefi olarak fark ediyor. Buna "kelam kozmolojik argümanı" denir. Bu argümanı öncülleri ile yazarsak;


 1- her başlayanın, sonradan oluşanın kendi dışında bir nedeni(yaratıcısı) vardır

2-evrenin bir başlangıcı vardır (big bang)

2-1-yani evreninde bir nedeni vardır


 3-evrenin nedeni onu aşkın zamansız mekansız maddeden bağımsız bir bilinç yani tanrı(Allah) olmalıdır.


 Bu neden ;

Zamansız ve maddeden bağımsızdır çünkü zaman ve madde birbiri ile bağlantılı olarak büyük patlama ile başlamıştır

Bu neden Bir bilinçtir. Çünkü "büyük patlama sıradan bir patlama değil. Her yönü ile çok iyi hesaplanmış ve düzenlenmiş bir oluşumdur" - Paul davies -

Büyük patlamanın dizayn edilmiş olması bir bilincin onu dizayn ettiğinin kanıtıdır.


 Bu durum, hem yaratıcıyı hemde evren içinde "yaratıcı" olduğu sanılan varlıkların (güneş, put, ay, yıldız) yaratıcı olmadığını ve onların yaratılmış olduğunu göstererek, müşriklerin mantıksal açıdan haksız çıktığını gösteriyor.

²: Enam 14. ayetin dipnotuna bakınız.


 80- Milleti kendisiyle tartıştı, [İbrahim] "kendisi bana yol göstermişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz?" dedi. "Kendisine [Allah'a] şirk koştuğunuz [Allah'a ortak kabul ettiğiniz şeylerden] korkmuyorum. Ancak, RAB'bimin bana herhangi bir şeyi tercih etmesinden [korkuyorum].¹ RAB'bim bilgi bakımından her şeye genişledi [kuşattı]. Artık öğüt almayacak mısınız?


 ¹: 'Buradaki istisna munkatı istisnadır. Yani: istisna edilenin, istisna edilenlerden aynı türden olmadığı bir istisnadır. Türkçede genel olarak böyle bir istisna kullanılmaz. Ancak arapçada mevcuttur. Örneğin

دخل الضُّيُوفُ القاعَةَ إِلاَّ كِلاَبَهُمْ .

"Köpekleri müstesna misafirler salona girdi.


 Mesela, köpekleri "misafir" kategorisinde değildir, ancak munkatı istisna olduğu için böyle söylenmiştir. İlgili ayet de böyle bir istisna uygulanmış olabilir.


 81- "Şirk koştuklarınızdan [Allah'a ortak kabul ettiklerinizden] nasıl korkayım? [Allah'ın] kendileri hakkında size herhangi delili [kısım kısım] hiç indirmemiş olduğu [şeyleri] Allah'a şirk koşmaktan [ortak kabul etmekten] korkmuyorsunuz ki. Artık, (bu) iki gruptan hangisi emniyete daha Haktır [layıktır]? Eğer, bilmekte idiyseniz [cevap verin!]" [dedi].


 82- İnanmış ve inançlarına herhangi bir zulmü asla karıştırmamış olanlar (evet!) işte, yolu bulanlar olarak 'emniyet' kendilerine ait olanlar bunlardır.¹


 ¹: kur'an'ın bir ayetini başka bir ayetle tefsir eden kişi, peygamberimizdir. Müslümanlar, bu ayetteki "inançlarına zulmü karıştırmamış" ifadesini sordukları zaman peygamberimiz "siz, lokman'ın oğluna ''[Allah'a] ortak yapmak çok büyük bir zulümdür(lokman 13. Ayet)" dediğini duymadınız mı?" demiştir. (Taberi)


  Ancak, inanca zulmü karıştırmak, şirk (Allah'a ortak yapmak) ile sınırlı değildir. Çünkü Lokman 13. Ayette nekre kullanılarak, '[Allah'a] ortak yapmanın' büyük zulümlere sadece biri olduğu söylenmiştir. İnanç "öldürmeyin, dinde zorlama yoktur" (İsra 33, Maide 32, bakara 256) dediği halde inanç hatta görüş farklılığı yüzünden masum insanları öldürenler ve bunu da "din" adı altında yapanlar da, "inançlarına zulmü karıştırmış" kategorisine girer.


 83- Kendi milletine karşı İbrahim'e verdiğimiz (mantıksal) kanıt¹ işte budur! Kimi tercih ediyorsak onu derecelerle yükseltiyoruz. Kesinlikle RAB'bin hakimdir/hikmetlidir, devamlı bilendir.


 ¹: enam 75. Ayetten buraya kadar anlatılan mantıksal kanıtları kasıt edilmiştir.


 84- Ona [İbrahim'e] İshak'ı ve Yakub'u bağışladık. Her birine yol gösterdik. Nuh'a da, daha önceden yol gösterdik, onun soyundan [bazılarına] yani Davud'a, Süleyman'a, Eyüb'a, Yusuf'a, Musa'ya ve Harun'a da. İşte, güzellik edenlere bunun gibi karşılığını veririz.


 85- Zekeriya'ya, Yahya'ya İsa'ya ve İlyas'a [da doğru yol gösterdik]. her biri düzgün-iyi kişilerdendi.


 86- İsmail'e, Elyas'a, Yunus'a ve Lut'a [da doğru yol gösterdik]. Her birini Alemlere [varlıklara] karşı fazlalıklı/üstün kıldık.


 87- Atalarından, soylarından ve kardeşlerinden [bazılarını]¹ da... Onları seçip topladık ve onları dosdoğru bir yola ilettik.


 ¹: "min =من" harfi cerr'i, bir kısmı [yani "baziyyet"] anlamında kullanılıyor.


 88- İşte bu, Allah'ın kullarından kimi tercih ediyorsa¹ ona kendisiyle yol gösterdiği 'yol rehberidir(hidayetidir)'. Şayet şirk koşmuş [Allah'a ortak kabul etmiş] olsalardı bulunmakta oldukları eylemleri kendileri hakkında mutlaka boşa çıkardı.


 ¹: "kimi tercih ediyor?" sorusunu sorunca, "Allah kendisine yönelen kimseye yol gösteriyor." (Rad 27) ayeti bize cevap veriyor. Demekki ilk adım insandan, sonrası Allah'tan geliyor.


 89- İşte kendilerine kitabı, hikmeti ve nebiliği [peygamberliği] vermiş olduklarımız bunlardır. Artık, bunlar [muhataplar] bunları örtüp göz ardı ederse [bilsinler ki] bunlara [kitaba, hikmete, peygamberliğe] karşı kafir [göz ardı eden] olmayan bir milleti bunlara vekil etmiştik.


 90- İşte, Allah'ın kendilerine yol gösterdikleri bunlardır. O halde sadece onların doğru yolunu planla/idare et.¹ "Buna karşı sizden herhangi bir ücret istemiyorum. O, Alemlere [varlıklara] sadece bir hatırlatmadır." de.


 ¹: (müfredat: قدد: bkz: واقْتَدَّ الأمر: دبّره)


 91- "Allah, herhangi bir beşere herhangi bir şeyden indirmedi" dedikleri o vakitte Allah'ı, gücünün hakkıyla tanıtmadılar¹. "Musa'nın bir doğru yol rehberi (hidayet) ve bir aydınlık (nur) olarak getirdiği, sizin kendisini açığa vurarak ve pek çoğunu gizleyerek kağıt üzerine yazılı parçalar haline getirdiğiniz (o) kitabı kim indirdi? Sizin ve Atalarınızın bilmedikleri size öğretildi" de. "Allah [indirdi]" de. Sonra, onlar oynarken kendi dalışlarına bırak onları.


 ¹: Bu ifade genellikle "Onu bilmediler, yüceltmediler" olarak açıklanmıştır. (e-s Sıhah fi-l lugat: قدر, kurtubi) ancak ayetin geriye kalan kısmı bu ifadenin ne olduğunu açıklıyor. Bir nevi "Önceden Allah'ın indirdiği bir kitabın varlığını kendileri de söyledikleri halde şimdi 'Allah hiçbir kimseye bir şey indirmedi' diyerek Allah'ı yanlış tanıttılar" denilmektedir.


 92- Bu, kendisini indirdiğimiz, önündekileri doğrulayan; kentlerin annesini [Mekkeyi]¹ ve çevresinde kim varsa [hepsini] uyarman için mübarek olan bir kitaptır.² Ahirete [son hayata] inanlar, kendilerinin yönelişini (namazı) korumaya çalışanlar olarak buna (bu kitaba) inanırlar.


 ¹: "Şehirlerin annesinin halkını" yani "ehle ummi-l kura=أهل أم القرى" anlamındadır. Muzaf (أهل) hazf edilmiştir. (kurtubi)


 ²: Ayette, peygamber muhatap alınarak "litunzira=لتنذر" yani "Senin uyarman için" denilmiştir. Peygamberin elçilik görevi, sadece mekke ve çevresi ile sınırlıdır. Peygamberin elçilik görevi, mekke ve çevresi ile sınırlı olduğu için, Allah'ın "bütün dünyayı..." demesi beklenemez. Ancak kur'an evrenseldir. Kur'an'ın bütün insanlara gelmiş olduğu En’am 90 ve kalem 52 gibi birçok Ayette söylenmiştir.


 93- Allah'ın üzerinden bir yalan uydurmuş veya kendisine hiçbir şey hiç vahiy edilmediği halde "bana vahiy edildi!" diyen kimseden ve "Allah'ın indirdiğinin benzerini ben indireceğim." diyen kimseden daha zalim kimdir? (o) zalimleri ölümün dalgaları içinde iken, melekler "canınızı çıkarın! Allah'a karşı, gerçek olmayanı söylüyor olmanız nedeniyle ve onun ayetlerinden[mucizelerinden] yana büyüklük taslamakta olduğunuz nedeniyle, bugün alçaklığın azabıyla cezalandırılıyorsunuz!" [diyerek] kendi ellerini uzatacakları¹ o vakit, görseydin…


 ¹: Normalde "Kendi Ellerinin uzatıcılar iken" manasındadır. Ancak fail bazen muzari fiil [geniş zaman fiili] olarak kullanılabilir.


 94- Tıpkı, ilk defasında yarattığımız gibi elbette bize teker teker gelmiştiniz ve size verdiklerimizi sırtınızın arkasına [geride] bırakmıştınız. Kendilerinin içinizde ortaklar olduğunu iddia ettiğiniz şefaatçi'lerinizi de sizinle beraber görmüyoruz. Elbetteki aranız kesilmiş ve iddia etmekte olduklarınız sizden sapıp kaybolmuştur.


 95- Gerçekten Allah, tanenin ve çekirdeğin yarıcısıdır. [Allah] ölüden, diriyi çıkarıyor¹; diriden ölünün çıkarıcısıdır. İşte bu, Allah'tır. O halde nasıl oluyor da [gerçeklerden yalanlara] ters döndürülüyorsunuz?


 ¹: "Abiyogenez" canlılığın, cansızlıktan geldiğini savunur. Bunu reddeden "biyogenez" ise, canlılığın ancak canlıdan gelebileceğini savunur. Ayetteki bu ifade abiyogenezin mümkün olduğuna işaret ediyor. Biyogenizin geçerli olması da bu ayete aykırı değildir.


 96- Sabahlamanın yarıcısdır. Geceyi bir rahatlık-dinlenme olarak; güneşi ve ay'ı ise bir hesap olarak yaptı. İşte bu, bilen, aziz Allah'ın belirlemesidir.¹


 ¹: bilimsel olarak, evrendeki her şeyin bir fizik yasasına göre, belirli bir şekilde çalışıyor olduğu malumdur. (bkz: determinizm) bu da evrendeki her şeyin rastgele bir şekilde tesadüfen hareket ettiğini değil; bir güç(Allah) tarafından belirlenmiş bir harekete göre çalışmakta olduğunu göstererek belirleyen bir gücün (Allah'ın) var olduğunu gösteriyor.


 97- Yıldızları karanın ve denizin (dünyanın) karanlıklarında kendileriyle doğru yol bulursunuz diye sizin için yapan o'dur [Allah'tır]. Bilen herhangi bir millet için ayetleri [mucizeleri] açıkladık.¹


 ¹: özellikle "bilen" topluluk için ayetlerin[mucizelerin] açıklandığı söyleniyor. Gerçekten de öyledir. Gerek kur'an ayetleri olsun, gerekse evrenin ayetleri [sistemi] olsun, bunları ancak bilen insanlar tam olarak anlıyor. Kozmoloji bilmeyen bir insan, evrendeki ve Kur'an'daki kozmoloji ile ilgili ayetleri, bilen bir insan gibi tam olarak anlayamaz. Biyoloji bilmeyen bir insan, biyoloji ile ilgili ayetleri, bilen biri gibi tam olarak anlayamaz.


 98- Sizi, bir tek canlıdan¹ inşaa eden o'dur. Artık, bir barınma yeri ve emanet yeri [vardır].² Anlamakta olan herhangi bir millet için ayetleri [mucizeleri] açıklamıştık.


 ¹: hücre teorisine göre bütün canlılık bir tek hücreden meydana gelmiştir. Buna göre ayetteki "bir tek canlı" ile kasıt ilk hücredir.


 ²: "barınma yeri" ifadesinden maksat anne rahmi, "emanet yeri" ifadesinden maksat ise babadır. (lisanul Arab: قرر)


 99- Gökten¹ bir su indiren o'dur. Ardından, onunla [o suyla] her şeyin bitkilerin'den çıkardık². Ardından onlardan [bitkilerden], kendisinde üst üste binmiş tane çıkarmakta olduğumuz bir yeşillik; Hurma[türün]den, tomurcuğun'dan, sarkmış salkımlar; üzümler'den cennetler[bahçeler]; benzeyen ve benzemeyen zeytin ve nar çıkarıyoruz. Ürün verdiği ve olgunlaştığı zaman, onların ürünlerine bakıp düşünün. Gerçekten işte bunlarda, inanan herhangi bir millet için mutlaka ayetler [mucizeler] vardır.


 ¹: "gök" kelimesi buluta, yağmura, evin çatısına, bitkilere, gökyüzüne kısacası: yerden yukarıdaki her şeye kullanılabilir. (Enam 6. Ayetin dipnotuna bakınız)


 Suyun gökten inmesi yağmur olabileceği gibi, uzaydan gelmesi de olabilir. Çünkü araştırmalara göre dünyadaki su uzaydan gelmiştir. (kaynak: BBC dergi - okyanusların oluşumu)


 ²: dikkat edilirse, bitkilerin oluşumu, sudan sonra anlatılmıştır. Çünkü bitkilerin gelişmesi için suya ihtiyaçları vardır. Aerobik bitkiler haricinde bitkilerin su olmadan, oluşup ürün vermesi neredeyse imkansızdır. Çünkü canlılar bilhassa bitkilerin hidrojen ve oksijene ihtiyacı vardır. Dünya, ilk başlarda yeterince suya sahip değildi. Haliyle bitkilerin oluşumu sudan sonra meydana gelmiştir. (bu bilgileri "Dr. Melik kara, yerküre ve atmosferin oluşumu" adlı yazısından ve farklı kaynaklardan teyit edebilirsiniz) ayet bilimle tamamen paralellik gösteriyor.


 Başta Allah'ın üçüncü şahıs olarak anlatılıp bu kısımdan itibaren birinci şahıs çoğul olarak "Biz" diye anlatılması iltifat sanatı ile ilgilidir.


 100- Cin¹ [türünü] Allah'a ortaklar saydılar. Onları [Allah] yarattı, onlar herhangi bir bilgi olmaksızın ona [Allah'a] saçmalayarak oğullar ve kız çocukları uydurdular. O münezzehtir ve onların yakıştırdıklarından yücedir.


 ¹: cin, sözlükte duyu organlarından gizli kalan, algı ötesi mânâsına gelir. (müfredat : جن) burada kasıt edilenlerin melekler olduğu da söylenmiştir. Çünkü melekler de algı ötesindedir. (kurtubi, beydavi)


 Enam 8. ayetin dipnotuna bakınız.


 101- Göklerin ve yerin [tüm evrenin] örneksiz yaratıcısıdır. Ona ait herhangi bir çocuk nasıl olabilir? Onun herhangi bir dişi dostu hiç olmamıştı, her şeyi yarattı ve o her şeyi devamlı bilendir.


 102- İşte o RAB'biniz Allah'tır. Ondan [Allah'tan] başka, hiçbir Tanrı yoktur. Her şeyin yaratıcısı'dır, artık o her şeyin üzerine bir vekil iken ona kulluk edin.


 103- O, bakışları idrak ederken [kavrarken], bakışlar onu [Allah'ı] idrak edemez [kavrayamaz]. O Latif'tir, devamlı haberdardır.


 104- "RAB'binizden size basiretler [kalp bakışları/sağlam kanıtlar]¹ gelmiştir. Artık kim bakarsa bu kendi benliğinin (nefsinin) lehinedir; kim körlük ettiyse o kendi aleyhinedir. Hâlbuki ben size bir devamlı kayıtçı değilim." [de].²


 ¹: Kalp bakışı (müfredat : بصر) veya burhan [en sağlam kanıt] anlamındadır. (İbni faris:Mekayısi-l lugat: بصر)


 ²: kur'an'da ve diğer metinlerde cümlenin, fiilin, haberin, harfin, tamlayanın, sıfatın kısacası her şeyin "hazf" edilmesi çok sık görülür. Hazf, aklen anlaşılır. Önceki ayetlerde örneği verildi. Bu ayette de "kul=قل" emri hazf edilmiştir çünkü okuyucu tarafından anlaşılmaktadır.


 105- İşte ayetleri bunun gibi halden hale çevirip açıklıyoruz. Onlar sonucunda "Sen ders aldın¹." diyorlar, onu (kur'an'ı) herhangi bir bilen millete açıklamak için [ayetleri halden hale çevirip acıkıyoruz].²


 ¹: Bugün de benzeri bir iddianın nonteist (dinsiz) kesim tarafından görülmesi ilginçtir. Kur'an'da anlatılan olayların ve mucizelerin diğer eski metinlerden alıntı olduğunu iddia etmektedirler. Halbuki, kur'an'ın kendisi öncekileri doğrulayan bir kitap olduğunu çeşitli ayetlerde vurgulamıştır.


 Hepsinin kaynağı, aynı yaratıcı olduktan sonra benzerlik olması gayet normaldir. Eğer benzerlik olmasaydı "madem Allah daha önce de kitap göndermiş neden kur'an'da anlatılan şeylerin benzerini diğer kitaplarda da görmüyoruz?" denilecekti. Ki, denildi de, kur'an'ın anlattığı bazı olaylar diğer kaynaklarda mevcut değildir.


 Mucizeler konusunda kur'an'ın bu kitaplardan alıntı yaptığını düşünmek saçmadır.

Kuranın bulunduğu çağda herhangi bir konuda binlerce iddia varken kur'an'ın bunların arasında sadece doğru bilgiyi seçmesi mümkün değil.


 Bir insanın bulunduğu çağda kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir ayeti olmayan aksine isabetli ve bağdaşabilen ayetleri olan bir kitap yazması da imkansızdı.

Sadece bu olay bile kuranın insan elinden çıkmadığına kanıttır!


 ²: İlk "lam=ل" harfi akıbet lam'ıdır; ikinci "lam=ل" harfi esas anlamındadır. (Beydavi)


 106-107- RAB'binden sana vahiy edilene bağlı ol. Ondan [Allah'tan] başka hiçbir Tanrı yoktur. Müşriklerden [Allah'a ortak kabul edenlerden] ilgiyi kes¹. Allah, [zorlamayı]² tercih etseydi onlar şirk [ortak] koşmazlardı. Seni onların üzerinde bir kayıtçı yapmadık ve sen onlara bir vekil değilsin.


 ¹: Bunca açıklamaya rağmen müşrik olmaya devam edenlere karşı elçi'ye verilen emir "ilgiyi kes" olduğu halde halen islamın "ya müslüman ol ya da öl!" mantığında olduğu nasıl iddia edilebilir?


 ²: "şae=شاء" fiili geçişli bir fiil olduğu için (Enam 80) bir nesne aranır. Burada nesnesi hazf edilmiştir. Ayet "velev şae Allahu en yukrihehum =ولو شاء الله أن يُكرههم" yani "Allah onları zorlamayı tercih etseydi" takdirindedir.


 108- Allah'tan beridkilere¹ dua edenlere hakaret etmeyin. Aksi halde onlar hadsizce, bilgisizce Allah'a hakaret ederler. İşte, her topluluğa bunun gibi kendi eylemlerini süsledik. Sonra dönüş yerleri, sadece RAB'lerine doğrudur. Ardından [RAB'leri] bulunmakta oldukları eylemlerini kendilerine haber verir.


 ¹: Bu ifade "yeduvnehum=يدعونهم" takdirindedir, aid zamiri olan "Hum=هم" zamiri atılmıştır. Atıldığını kabul etmezsek ayet "Allah'tan beride dua edenlere hakaret etmeyin" anlamında olur.


 109-110- Yeminlerinin tüm gücü [ile] Allah'a ant içtiler: Şayet kendilerine herhangi bir ayet [mucize] gelirse mutlaka ama mutlaka ona [mucizeye] inanacaklarmış. "Ayetler [mucizeler] sadece Allah'ın katındadır." de. O [mucizeler] geldiği zaman tıpkı buna ilk defasında hiç inanmadıkları gibi inanmayacaklarını, gönüllerinin ve bakışlarının¹ döndürüleceğini ve onları kendi taşkınlıkları içinde şaşkın halde bırakacağımızı² [Allah] size fark ettirmedi³.


 ¹: "tukallebu efidetuhum ve ebsaruhum=تُقلَّب افئدتهم و ابصارهم" olarak da okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf) bu okuyuşa göre çeviri yapıldı.


 ²: İltifat sanatı uygulanarak üçüncü şahıstan birinci çoğul şahısa geçildi.


 ³: "Ma =ما" olumsuzluk anlamındadır, "yuşiru=يشعر" fiilinin faili Allah'tır.


 111- Kendilerine melekleri kısım kısım indirsek, ölüler onlara konuşsa ve her şeyi onların karşısına kabileler halinde bir araya toplasak bile onlar inanacak değillerdi. Ancak, Allah'ın [zorlamayı] tercih etmesi durumunda [inanırlardı] ;fakat onların çoğunluğu cahillik ediyor.


 112- işte bunun gibi, insanın ve cinin şeytanlarının¹, aldatıcılar olarak sözün yaldızını birbirlerine vahiy ederlerken, her bir nebi için birer² düşman [olduklarına] hüküm ettik³. RAB'bin [zorlamayı] tercih etseydi onu yapmazlardı. Artık onları uydurmalarıyla birlikte bırak.


 ¹: "şeyatine-l ins ve-l cin=شياطين الانس و الجن" ifadesi, çeviride de yazıldığı üzere, isim tamlamasıdır. (Fahreddin Razi) genellikle "Lafzi izafet tamlaması" olduğu kabul edilerek "İnsan ve cin şeytanları" şeklinde anlam verilmiştir


 ²: buradaki (عدو) kelimesi tekil gelmiştir. Çoğulu ( أعداء) şeklindedir. Ancak tekil geldiği halde çoğul olarak kullanılması mümkündür. (Fahreddin Razi)


 ³: ayetteki (جعل) fiili, "yaptı, kıldı, seçti, hüküm etti" manalarına gelir.(müfredat :جعل) bu Ayeti "düşman olduklarını belli etti, hüküm etti," manasında anlayanlar vardır. (Fahreddin Razi, ilgili ayet) örneğin Fussilet 9. Ayette, aynen (جعل) fiili kullanılmaktadır. Ayet "... Ona denkler olduğunu hüküm ediyorsunuz..." manasındadır. Buradan anlaşılıyor ki, bu Ayette de "hüküm etti" manasındadır.


 113- Ahirete [son hayata] inanmayanların gönülleri ona [yalana] eğilim göstermesi için, onu uygun bulması için ve kazanıcı [kazanacak] olduklarını kazanmaları için [sözün yaldızını birbirlerine vahiy ederler].¹


 ¹: "li=ل" harfleri önceki ayetteki "birbirlerine vahiy ederler" ifadesine bağlıdır (zad'ul mesir).


 114- "Allah'ın dışında bir hakem mi arayayım? Hâlbuki kendisi, kitabı ayırtlanmış¹ olarak indirmiş olandır." [de]² Kitabı kendilerine vermiş olduklarımız onun RAB'lerinden hak ile [gerekli olarak] indirilmiş olduğunu biliyorlar. Artık, sakın şüpheli tartışmaya girenlerden olma!


 ¹: buradaki ''ayırt edilmiş" ifadesi "gerçeği ve yalanı açıklamış helali ve yasağı açıklamış, hükümleri açıklamış, din işlerinde yeterli hükmü beyan etmiş" anlamındadır. (maverdi, kadı beydavi, taberi, mukatil bin Süleyman) bu ifadede "kur'an yeterlidir" diyenlere delil vardır. Ancak, bu ifade, kur'an dışı hiçbir şeye bakmamak gerektiği sonucu çıkmaz. Çünkü kur'an, insanı yönlendirir. Örneğin namazın şeklini vermek yerine pek çok Ayette "Rüku edenlere beraber Rüku edin" diyerek uygulamaya bakmamız gerektiğini söyler.


 ²: ayette "onlara... de" manasında olan (قل لهم) ifadesi hazf edilmiştir. (Müşkül i'rab-ul kur'an)


 115- RAB'binin kelimesi¹ doğruluk ve adalet bakımından tamamlandı. Kendisini devamlı bilen, devamlı işiten iken onun kelimeleri için hiçbir değiştirici yoktur.


 ¹: "kelimeler" manasında olan (كلمات) kelimesi, kur'an'da tekil ve çoğul kalıbı ile pek çok manada kullanılır. Bazen "kanun" bazen "ödül, karşılık" bazen "Allah'ın kitabındaki sözleri" bazen de "verilen sözler". Bu durumda "Allah'ın verdiği sözlerin önüne kimse geçemez, kimse onları değiştirmez" anlamındadır.


 "Kelime" ile kasıt edilenler kutsal metinler de olabilir. Bu durumda Tevrat ve İncil de dahil hiçbir kutsal metin değiştirilemez. Nasıl peygamberin zamanında binlerce insanın hafızasında korunması sebebiyle kur'an'a herhangi bir ekleme çıkarma yapılamadıysa aynı şekilde ilk baştan beri binlerce insanın hafızasında olan Tevrat ve İncile de ekleme ve çıkarma yapılamaz. Ancak kur'an'ın bahsettiği tahrif, kitap halkının anlam bakımından gerçekleştirdiği bir tahriftir. tıpkı bugün bazılarının kur'an'ın anlamını saptırmak için yanlış tefsir yapması ve kelimelere olmayan anlamları eklemesi gibi. (Fahreddin Razi de aynı görüştedir. Bkz: enam 91)

Yahudi ve Hristiyan grupların içlerinden pek çok grubun Tevrat ve İncili metin olarak değil; anlam bakımından tahrif ettiğinin en açık kanıtı şudur: Bugün yahudi ve Hristiyanlar aynı Tevrata inandıkları halde, Yahudiler Tevrat'ı baz alarak, İsa'nın gerçek peygamber olmadığını söylerken, Hristiyanlar aynı Tevrat'ı baz alarak İsa'nın gerçek peygamber (veya bazılarına göre Tanrı) olduğunu iddia etmektedir. Yine Hristiyanların içinden yehova şahitleri ve uniteryanlar aynı İncili baz alarak İsa'nın Tanrı olmadığını söylerken, diğer Hristiyan grupları aynı İncili baz alarak isa'nın Tanrı olduğunu söylemektedir. Bu durum, kutsal metinleri metin olarak değil; anlam bakımından bazı grupların tahrif ettiğini ispatlıyor.


 116- Eğer, yerde [dünyada] bulunan kimselerin çoğunluğuna gönülden itaat edersen sana Allah'ın yolunu kaybettirirler. Onlar [başka bir şeye] değil ancak zanna bağlı oluyorlar. Onlar ancak saçmalıyorlar.


 117- Gerçekten RAB'bin doğru yolu bulanları daha iyi bilen iken kendisinin yolundan sapan kimseleri daha iyi bilendir.


 118- Artık, ayetlerine inançlı idiyseniz, kendisine Allah'ın adı anılmış olanlardan yeyin.


 119- Size, -kendisini [yemeye] şiddetli bir şekilde mecbur olduklarınız müstesna- haram edilenler ayırt edilmişken, size ne var ki kendisine Allah'ın adı anılmış olanlardan yemiyorsunuz? Gerçekten çoğunluk kendi keyifleriyle bilgisizce mutlaka saptırıyor. Gerçekten RAB'bin haksızlık edenleri en iyi bilendir.


 120- kasıtlı günahın açığını ve kapalı olanını bırakın. Gerçekten, kasıtlı günahı elde edenler kazanmakta oldukları [şeyler] sebebiyle yakında cezalandırılacaklar.


 121- Kendisine Allah'ın adı hiç anılmamış olanlardan yemeyin. Kesinlikle bu haddi aşmaktır. Kesinlikle şeytanlar velilerine sizinle mücadele etmeleri için vahiy ederler. Onlara gönülden itaat ederseniz [bilin ki] kesinlikle siz mutlaka müşriksiniz [demektir].


 122- Bir ölü¹ iken kendisine hayat verdiğimiz ve kendisi için insanların içinde kendisiyle yürüyeceği bir aydınlık (nur) yaptığımız kimse, misali kendisinden herhangi bir çıkışın olmadığı karanlıklar içindeki kimse gibi midir? İşte, kafirlere [gerçeği örtenlere] bulunmakta oldukları eylemleri bunun gibi süslendi.


 ¹: buradaki bütün ifadelerin mecaz olması mümkündür. "ölü" ile bilgisiz kimse kasıt edilmiştir. Buna göre mana "bir bilgisiz idi kendisi, ardından kendisine bilgiyle hayat verdik" olur.

Örneğin şöyle bir beyit mevcuttur:

وفي الجهل قبل الموت موت لأهله فأجسامهم قبل القبور قبور وإن امرأ لم يحي بالعلم ميت فليس له حتى النشور نشور

"Bilgisizlik, bilgisizler için ölümden önce bir ölümdür, Cesetleri kabirlerden önce kabirdir onların

İlimle hayat bulmamişsa bir kişi ölüdür, Artık öldükten sonra dirilişe kadar onun için diriliş olmaz."


 Bu ifadenin, kendisi yanlış yolda iken, hidayet bulan herkesi kasıt etmesi de mümkündür. Yine, kafir ve müslümanı temsil ediyor da olabilir.

Aydınlık, kur'an'ı ve hidayeti; karanlıklar ise yalanları ve sapıklığı kasıt ediyor. (kurtubi)


 123- İşte, her bir kentin içinde kendi suçlularının büyüklerini [başkanlarını]¹ meydana getirdik ki kendi kendilerinden başkasına tuzak kuramaz ve [bunun] farkında değilken onda [bulundukları kentte] tuzak kursunlar.²


 ¹: "suçlularını" [مجريم] kelimesi "büyükler" [اكابر] kelimesinin muzafun ileyh'idir. Yani bu ifade bir isim tamlamasıdır. (Beydavi)


 ²: Bir nevi "sadece kendi kendilerini tuzağa düşürebilir bir haldeyken tuzak kursunlar da kendi tuzaklarına düşsünler diye böyle yaptık." anlamındadır.


 124- Kendilerine herhangi bir ayet [mucize] gelince "Allah'ın elçilerine verilenlerin benzeri bize verilene kadar asla inanmayacağız!" dediler. Allah, elçiliğini-mesajını nereye yerleştireceğini en iyi bilendir. Suç işlemiş olanlara tuzak kurmakta olmaları nedeniyle, Allah'ın katından bir eziklik ve çok şiddetli bir isabet edecektir.


 125- Artık, Allah kime doğru yolu göstermeyi istiyorsa onun göğsünü İslam [yaratıcıya teslimiyet ve barış] için genişletir; kime yolu kaybettirmeyi istiyorsa onun göğsünü sanki göğe kalkıyor gibi sıkışık bir dar hale getirir. İşte bunun gibi, Allah inanmayanların üzerine kirliliği (azabı)¹ meydana getirir.


 ¹: (müfredat : رجس)


 126- Bu sapasağlam bir yol olarak RAB'binin doğru yoludur. Düşünüp öğüt alan herhangi bir millet için ayetleri ayırtlamıştık/açıklamıştık.


 127- RAB'lerinin katında 'Esenlik yurdu (daru-s selam)' kendilerine aittir. O, bulunmakta oldukları eylemleri sebebiyle kendilerinin velisidir.


 128- Onları toplu halde bir araya toplayacağı günü [an!]¹ "Ey Cin birliği! İnsanlardan çokluk [yararlanmak]² istemiştiniz " [denilir]³. İnsanlardan onların [cinlerin] velileri olanlar "RAB'bimiz, birbirimizle geçinmek istedik ve bize süre sonu yaptığın (bu)süre sonuna ulaştık." dediler. [RAB'leri] "İçinde kalıcı olduğunuz durağınız ateştir! Ancak Allah'ın tercih ettiği hariç." dedi. Kesinlikle RAB'bin hakimdir/hikmetlidir, devamlı bilendir.


 ¹:baştaki (يومَ) kelimesinin mensup oluşu, hazf edilmiş bir "An'' [اذكر] emrinin olduğunu gösteriyor. (Zamahşeri:keşşaf)


 ²: (Kurtubi)


 ³: ''Denilir'' ifadesi gizlenmiştir.(ez zad'ul mesir, Fahreddin Razi)


 129- İşte, elde etmekte oldukları sebebiyle zalimleri bunun gibi birbirlerine veli yaparız.


 130- "Ey Cin ve İnsan birliği! Size âyetlerimi okuyan ve bu karşılaşma gününüzü [bildirerek] sizi uyaran sizden olan elçiler size hiç gelmedi mi?" Onlar "kendi kendimize(nefsimiz) karşı şahitlik ettik." dediler. Dünya [ilk] hayatı onları kandırdı ve kendi kendilerine (nefislerine) karşı, kendilerinin kâfirler [gerçeği örtenler] olduklarına şahitlik ettiler.


 131- İşte bu [elçilerin gelişi] RAB'binin, halkı bihaber olan kentleri kendi zulümleri sebebiyle¹ hiç helak edici olmamasından [dolayıdır].


 ¹: bazen muzafun ileyh(tamlanan) hazf edilip, muzaf (tamlayan) bundan bedel olarak harfi tarif veya tenvin alır. (Meryem 4 ve yasin 40 ,İlhami haktan Arapça dil bilgisi) burada (بظلمٍ) kelimesindeki tenvin, hazf olduğunu gösteriyor. Buna göre (بظلمهم) yani "zulumleri sebebiyle" manasındadır.


 Bunun, hal manasında olarak "[RAB'binin] zalimce helak edici olmamasından.." manasında olması da mümkündür. (zamahşeri:keşşaf)


 132- Her birinin kendi eylemlerinden dereceleri vardır. RAB'bin onların eylemlerinden bihaber değildir.


 133- RAB'bin zengindir, rahmetin sahibidir. Eğer, tercih ederse sizi götürür ve sizden sonra, tercih ettiğini [yerinize] geçirmeyi diler. Tıpkı, sizi bir başka milletin soyundan inşaa ettiği gibi..


 134- Gerçekten size ne söz veriliyorsa o mutlaka gelicidir. Hâlbuki siz, aciz bırakıcılar [kaçıp gidecekler]¹ değilsiniz.


 ¹: (Ebu Ubeyde:mecazu-l kur'an)


 135- "Ey milletim! Konumunuz üzerinde-imkanınız yettiğince eylemde bulunun [bakalım!]¹ kesinlikle ben de eylemde bulunacağım. Ardından, yurdun sonucunun kimin lehine olacağını yakında bileceksiniz. Gerçekten, zalimler başarılı olamazlar.


 ¹:" ale mekenetikum=علي مكانتكم" ifadesi, her iki anlama da gelebilir. (zamahşeri:keşşaf) bu ifade emir değil; tehdittir.


 136- Allah'a, onun ekinden ve sağmal hayvanlardan ortaya çıkardıklarından bir pay seçip kendi iddiaları ile "Bu, Allah'a; şu ortaklarımıza aittir." dediler. Artık, ortaklarına ait olana [gelince] o, Allah'a ulaşmıyormuş; Allah'a ait olana [gelince] o, ortaklarına ulaşıyormuş. Ne kötü hüküm veriyorlar!


 137- İşte bunun gibi, kendilerinin ortakları 'evlatlarını öldürmeyi' müşriklerden [Allah'a ortak kabul edenlerden] çoğuna süsledi. Sonunda¹ onları yok ediyorlar ve sonunda dinlerini onlara karşı karıştırıyorlar [karışık gösteriyorlar]. Allah [zorlamayı]² tercih etseydi bunu yapmazlardı. O halde onları uydurmalarıyla birlikte bırak.


 ¹: 'akıbet bildiren lam'dır. (ez zad'ul mesir, ilgili ayet)


 ²: "şae=شاء" fiili geçişli bir fiil olduğu için (Enam 80) bir nesne aranır. Burada nesnesi hazf edilmiştir. Ayet "velev şae Allahu en yukrihehum =ولو شاء الله أن يكرههم" yani "Allah onları zorlamayı tercih etseydi" takdirindedir


 138- Kendi iddialarınca "Bunlar dokunulmaz sağmal hayvanlar ve ekindir. Bunları ancak tercih ettiğimiz kimseler yiyebilir. Bir takım sağmal hayvanlar vardır, bunların sırtları haram edildi." dediler. Bir takım sağmal hayvanlar vardır, -kendisine karşı bir uydurma olarak- onlara Allah'ın adını anmazlar. Uydurmakta oldukları [şeyler] sebebiyle kendilerine karşılığını verecektir.


 139- "Bu sağmal hayvanların karınlarında bulunanlar, yalnızca erkeklerimiz içindir; eşlerimize haram kılınmıştır¹" dediler. Eğer, [karınlarında bulunan] ölü olursa bunda onlar [kadın ve erkek hepsi] ortakmış. [Allah] onların yakıştırmasının karşılığını verecektir. Gerçekten o, hakimdir/hikmetlidir, bir devamlı bilendir.


 ¹: bu ifade onların ataerkil bir toplum olduklarını gösteriyor. Kur'an'da kadınlara yönelik pozitif ayrımcılıklara bakarken, kur'an'ın hitap ettiği toplumun ataerkil olduğunu göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekiyor.


 140- Evlatlarını akılsızca, bilgisizce öldürmüş ve Allah'ın kendilerine rızık ettiklerini, Allah'ın üzerinden bir uydurma yoluyla haram etmiş olanlar kaybetmiştir. Onlar yoldan sapmıştır ve [en başından beri] doğru yolu bulanlardan değillerdi.


 141- Çardaklı ve çardaksız cennetleri [bahçeleri]; hurmaları, tarımı, farklı farklı yiyeceklerini; benzeyen ve benzemeyen zeytini ve nar'ı inşaa eden o'dur. Ürün verdiği zaman onların ürünlerinden yiyin ve hasat [kesip toplama] günü, [ürünlerin] hakkını (sadakasını) verin ve israf etmeyin. Gerçekten o, israfçıları sevmiyor.


 142- Sağmal hayvanlardan¹ bir yük taşıyıcı ve döşek olarak [inşaa eden o'dur]. Allah'ın size rızık ettiklerinden yeyin, şeytanın izlerine bağlı olmayın. Kesinlikle o [şeytan], size apaçık bir düşmandır.


 ¹: "enam =انعام" kelimesi ile, deve, koyun, keçi, inek gibi sağmal hayvanlar kasıt ediliyor. Enam 143-144 ayetlerinde, "enam" kelimesinin bu sayılan hayvanlardan olduğunu söylemesi ve Nahl 66. Ayette bunların sağım hayvanı olduğunu söylemesi, bunu ispatlıyor.


 143-144- Sekiz sınıfı¹ [inşaa eden o'dur.]² Koyundan iki, keçiden iki... "İki erkeği mi? Yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinin onun üzerine sarıp sola bıraktığı³ ne ise onu mu haram etmiş? Eğer dürüst idiyseniz bana herhangi bir bilgiyle haber verin!" de. Bir de deveden iki ve inekten iki [toplamda sekiz sınıfı inşaa etti].⁴ "İki erkeği mi? Yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinin onun üzerine sarıp sola bıraktığı ne ise onu mu haram etmiş? Yoksa, Allah bunu vasiyet ettiği o vakit siz şahitler miydiniz?" de. O halde, herhangi bir bilgi olmaksızın insanlara yolu kaybettirmek için Allah'ın üzerinden bir yalan uydurmuş kimseden daha zalim kimdir? Gerçekten Allah, zalimler milletine yol göstermez.


 ¹: "ezvac=أزواج" kelimesi kur'an'da ''sınıf, çeşit" manasında da kullanılmıştır. (vakıa 7 ) Türkçede "çift kişilik" dediğimizde "iki kişilik" olarak anlarız. Ancak, bu kelime arapçada tek kişi için bile kullanılabilir. (kurtubi)


 ²: "semaniyete=ثمانيةَ" kelimesi 141. ayetteki "inşaa etti" fiili sebebiyle mensuptur.


 ³: "iştemelet=اشتملت" fiili, "sarıp sola bırakmak" manasındadır. Mesela aynı kelime ile (الاشتمال بالثوب) denilir ki "insanın, onu [elbiseyi] sarıp, sol tarafına bırakması" manasındadır (müfredat: شمل)


 ⁴: "koyundan iki," ifadesine bağlıdır. (Müşkül i'rab-ul kur'an)


 145- "Bana vahiy edilenlerde '[Kendiliğinden] ölmüş veya akan kan veya domuzun eti -ki kesinlikle o kirlidir- veya kendisiyle Allah'ın haricinde [bir şey adına] kesilen bir 'haddi aşma sebebi' olmadığı sürece onları [sağmal hayvanları] yiyen bir yiyiciye haram kılınmış [bir şey] bulamıyorum." de. Artık, sınırı aşmayı istemeksizin ve düşmanlık etmeksizin (bunları yemeye) mecbur kalmış kimse [bilsin ki] kesinlikle RAB'bin çok bağışlayandır, rahimdir.


 146- Sadece¹ yahudiliği seçmiş olanlara her pençe/tırnak² sahibini haram ettik. İnekten ve koyundan, yani o ikisinin iç yağını da haram ettik. Ancak, o ikisinin sırtlarının veya bağırsaklarının taşıdığı veya kemiğe karışan [yağ] hariç [bunları haram etmedik]. İşte bu [haramlar] ölçüyü kaçırmaları nedeniyle kendilerini cezalandırmamızdır ve kesinlikle biz, doğru söyleyenleriz.


 ¹: "ale=على" harfinin başa gelmesi, olayın sadece onlara mahsus olduğunu ispatlıyor. Eğer cümle "ve harramne ale-lleziyne hedu=و حرمنا على الذين هادو" şeklinde olsaydı, bu olayın onlara mahsus olmadığını söylemek mümkün olurdu. (bkz: hasr edatı)


 ²: kelime iki anlama da gelebilir. (müfredat : ظفر)


 147- Artık, seni yalanladılar ise "RAB'biniz geniş bir rahmet sahibidir. Onun perişan edişi [azabı] suçlular milletinden geri çevirilmiyor." de.


 148- Şirk koşmuş [Allah'a ortak kabul etmiş] olanlar "Allah [zorlamayı] tercih etmiş olsaydı biz ve atalarımız şirk koşmazdık [ona ortak kabul etmezdik]. Hiçbir şeyi de haram etmezdik." diyecekler. İşte, kendilerinden öncekiler de perişan edişimizi [azabımızı] tadıncaya kadar bunun gibi yalanladı. "Yanınızda herhangi bir bilgiden [bir eser] varsa, bizim için [ortaya] çıkarın." de. Ancak zanna bağlı oluyorsunuz, siz ancak saçmalıyorsunuz.


 149- "Yeterli hüccet [delil] sadece Allah'a aittir." de. Allah [zorlamayı] tercih etseydi, mutlaka size topluca doğru yolu gösterirdi.


 150- "Hadi, ''Allah bunu haram etti'' diye şahitlik eden şahitlerinizi getirin!" de. Şahitlik ederlerse onlarla birlikte şahitlik etme! Ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış olanların ve ahirete [son hayata] inanmayanların keyiflerine bağlı olma. Hemde onlar RAB'lerine adil/denk tutuyorlar.


 151-153- "Hadi gelin, RAB'biniz size neyi kutsal/vacip¹ yaptıysa onu okuyayım: ona herhangi bir şeyi ortak yapmamanız, anneye-babaya iyilik etmeniz, çocuklarınızı fakirlikten öldürmemeniz," -(çünkü) sizi ve onları biz rızıklandırıyoruz biz!- "Çirkin işlere (fuhuşlara) açığına ve kapalısına yaklaşmamanız, Allah'ın haram ettiği herhangi bir canlıyı haksız yere öldürmemeniz [kutsaldır]. İşte bu, kendisiyle size vasiyet ettiğidir. Akıl etmeniz beklenir. Bir de yetimin malına, kendisi şiddetine (rüşd çağına)² ulaşıncaya kadar ancak en güzel şekilde yaklaşmanız, ölçüyü ve tartıyı hakkaniyetle tam yapmanız [kutsaldır]." de. Herhangi bir canlıya kendi genişliğinden [gücünden] başka [görev] yüklemeyiz. Konuştuğunuz zaman, yakınlık sahibi (birinin aleyhine)³ olsa bile, adil olun. Allah'ın anlaşmasına vefa gösterin. İşte bu, öğüt alırsınız diye kendisiyle size vasiyet ettiğidir. Kesinlikle bu sapasağlam olarak benim doğru yolumdur.⁴ O halde ona bağlı olun. (Farkl) yollara bağlı olmayın, aksi takdirde sizi onun yolu konusunda gruplaştırır. İşte bu, korunup sakınırsınız diye kendisiyle size vasiyet ettiğidir.


 ¹: "haram =حرم" kelimesi dilimizde "yasaklı" manasında kullanılmakta, ancak arapçada daha geniş kapsamlı bir kelimedir. Örneğin kur'an, kabeye "mescidi haram" der. "girilmesi yasak, dokunulması yasak ibadethane" manasında değildir. "kutsal kılınmış ibadethane" manasındadır. Ayrıca, bu kelimenin "vacip [şart]" manasında olduğu da söylenmiş ve şu ifade örnek verilmiştir:

(فان حراما لا أرى الدهر باكيا على شجوه إلا بكيت على عمرو)

"Ömür boyu ne zaman onun üzüntüsüne ağlayan birini görürseme Benim de Amr’a ağlamam vaciptir." (Enbiya 95-100 zad'ul mesir)


 ²: "eşudde=اشد" ile Nisa 6. Ayetteki rüşd yani aklen olgunluk çağı anlatılıyor.


 ³: bu ayeti Nisa 135. Ayet tefsir etmektedir. Bu nedenle çeviriye bu ifadeler yazıldı.


 ⁴: ayetler birbirini tefsir ederler. Fatiha 5. Ayette anlatılan "sıratı müstakim" bu üç ayette sayılan emir ve yasaklardır.


 154- Dahası, güzellik etmiş¹ olana (nimeti) tamamlamak için, her şeye bir açıklama olarak, bir doğru yol rehberi (hidayet) ve rahmet olarak Musa'ya kitabı verdik. Onların RAB'lerinin karşılaşmasına (mahşere) inanmaları beklenir.


 ¹ "Güzellik etmiş olanlara" şeklinde çoğul olarak "ellezine ahsenu=الذين احسنو" şeklinde de okunmuştur. (Zamahşeri:keşşaf)


 155- Bu [kur'an]¹, kendisini indirdiğimiz mübarek bir Kitaptır. O halde, ona bağlı olun ve korunup sakının. Rahmet olunmanız beklenir.


 ¹: Zamirin Tevrata işaret etmesi mümkün değildir. Çünkü tevrat dişi; kur'an ise eril bir kelimedir. İşaret eril geldiğine göre en yakındaki eril kelimeye yani vahye/kur'an'a işaret eder.


 156-157- "Kitap, sadece bizden önceki iki takıma indirildi ve kesinlikle biz onların öğretilerinden gerçekten bihaberdik." dememeniz için¹ veya "Şayet kitap bize indirilseydi mutlaka onlardan daha çok doğru yolda olurduk" dememeniz için [kur'an'ı indirdik]². Artık RAB'binizden size bir açık kanıt, bir doğru yol rehberi (hidayet) ve bir rahmet gelmiştir. Artık, Allah'ın ayetlerini [mucizelerini] yalanlamış ve onlardan şiddetle kaçınmış kimseden daha zalim kimdir? Ayetlerimizden [mucizelerimizden] şiddetle kaçınanlara, şiddetle kaçınmakta olmalarından dolayı azabın kötüsü [ile] karşılık vereceğiz.


 ¹: birebir çeviri yapılsa "....dersiniz diye" şeklinde yazılırdı. Ancak mana olarak "dememeniz için" [الا تقولو] olduğu için böyle çeviri yapıldı.


 ²: baştaki (أن) önceki ayetteki (انزلنا) yani "indirdik" fiiline bağlıdır.


 158- Meleklerin gelmesinden veya RAB'binin gelmesinden¹ veya RAB'binin bazı ayetlerinin[mucizelerinin] gelmesinden başkasını beklemiyorlar². RAB'binin bazı ayetlerinin geldiği gün, daha önce hiç inanmamış veya (inanıp da) inancında herhangi bir iyilik elde etmemiş herhangi bir canlıya inancı fayda sağlamaz. "Bekleyin. Gerçekten biz de bekleyiciyiz." de.


 ¹: Bu ifade "RAB'binin emrinin gelmesinden" manasında olup, muzaf olan "emir=امر" kelimesi hazf edilmiş olabilir. Tıpkı "Ben RAB'bime gidiciyim" (Saffat 99) âyetinin aslında "Ben RAB'bimin emrine gidiciyim" manasında olması gibidir.


 ²: baştaki (هل) soru bildirir. Ancak, devamında (إلا) edatı, bunun (ما) manasında olduğunu gösteriyor. Zaten çoğu Ayette soru, red etme manasında kullanılıyor. Buna "istifhamı inkari" denir.


 159- Gerçekten, dinlerini gruplaştırmış ve taraftarlar olmuş [kimselere gelince] Kesinlikle herhangi bir şey konusunda, sen onlardan değilsin. Onların işi, sadece Allah'a kaldı. Sonra, [Allah] yapmakta oldukları(şeyler) kendilerine haber verir.


 160- Kim herhangi bir güzellik [meydana] getirirse onun [getirdiği güzelliğin] on misli kendisi için vardır; kim, herhangi bir çirkinliği [kötülüğü meydana] getirirse ancak onun [o kötülüğün] misli olarak karşılık bulur. Hemde kendileri zulüm olunmaz bir haldedirler.


 161- "Gerçekten, RAB'bim beni dosdoğru bir yola; ayakta bir dine iletti. Yani hanif [doğruya meyil etmiş] İbrahim'in dini görüşüne... O, müşriklerden [Allah'a ortak kabul edenlerden] değildi." de.


 162-163- "Kesinlikle benim yönelişim(namazım), ibadetim [kurbanım], yaşamım ve ölümüm, alemlerin [varlıkların] RAB'bi Allah içindir, Onun hiçbir ortağı yoktur. İşte bununla emir olundum ve ben müslümanların önderiyim¹" de.



 ¹: çoğu mealde bu kelimeye "ilk" manası verilse de, bir Arapça sözlük yazarı olan Ragıp isfehani, bu ayetleri "ben Müslümanların önderi, imamı, kendisine bağlı olduğu kişiyim" diye açıklamaktadır (müfredat : أول)


 164- "Kendisi her şeyin RAB'bi iken Allah'tan başka bir RAB mi arayayım?" de. Her bir canlı ancak kendisine kazanıyor. Herhangi bir yüklenici (günahka) diğerinin yükünü (günahını) yüklenmez. Sonra dönüş yeriniz sadece RAB'binizedir. Ardından, kendisinde ayrılığa düşmekte olduğunuz konuda size haber verir... 


 165- Sizi, yerin [dünyanın] halifeleri seçen ve size verdikleri hakkında sizi sınamak için derecelerle sizi birbirinizden üstün kılan o'dur. Kesinlikle RAB'bin, sonucu seri olandır. Kesinlikle o, mutlaka çok bağışlayandır, rahimdir 

6 Haziran 2019 Perşembe

5- Maide suresi (hubeyb Öndeş meali)

Maide suresi


1- Ey inanmış olanlar! Sözleşmelere (akitlere) vefa gösterin. Sağmal hayvanların yırtıcı olmayanları, siz ihramlıyken avı helal saymamanız şartıyla size helal edildi. Ancak, size okunup teşvik edilenler hariçtir. Gerçekten Allah, istediğini yapıyor.


2- Ey inanmış olanlar! Allah'ın işaretlerini¹, kutsal ay'ı², hediye kurbanı, [o kurbanlıkların] kolyelerini³ (bile), RAB'lerinden bir ikramı ve razı oluşu arayarak kutsal eve (beytü-l haram) yönelenleri ihlal⁴ etmeyin. İhramdan çıktığınızda avlanın. Herhangi bir milletin, kutsal mescitten (Mescidi haram'dan) sizi şiddetle geri çevirdiler diye, (sizde oluşturdukları) kini, sakın sizi haksızlık etme suçuna sevk etmesin. İyilik ve takva [korunup sakınma] konusunda destekleşin; kasıtlı suç ve düşmanlıklar konusunda destekleşmeyin. Allah'a (karşı gelmekten) sakının! Gerçekten Allah, sonucu [cezası] şiddetli olandır.

¹: Hac işaretleri kasıt ediliyor. Kasıt edilenin "din" olduğu da söylenmiştir. (kurtubi, kadı beydavi ilgili ayet)

²: kutsal aylar, kur'an'da anlatılmaz. Muhatabı bildiği için, kur'an tekrar etme gereği duymaz. "ay" ne kadar tekil geliyor olsa da,[ (ال) takısı sebebiyle, istiğrak yoluyla] geneli kapsaması da mümkündür. Bu sebeple "kutsal aylar" manası verilebilir.

³: "Boyunlarına kolye takılmış hediye kurbanlarının kolyelerine bile zarar vermeyin" şeklinde açıklanmıştır. (Zamahşeri:keşşaf) bu durumda "kolyeler (القلائد)" ifadesinin başındaki "el=ال" takısı muzafun ileyh'ten ivazdır. İfade aslında "kaleide elhediy=قلائد الهدى" yani "kurbanlıkların kolyelerine" takdirindedir.

⁴: bunların ihlali, özetle: haç işaretlerinin hafife alınması, saygısızlık yapılması, Hacca gelenleri engellemek, hacca gönderilen özel kurbanları çalmaya kalkışmak…

3- [Kesilmeksizin]¹ ölmüş hayvan, kan, domuzun eti, Allah'tan başkası [adına] seslenilerek kurban edilenler², boğularak öldürülen-ölen³, vurularak [dövülerek veya kendisine bir şey atılarak]⁴ öldürülen, yuvarlanarak-düşerek ölen, boynuzlanarak ölen ve yırtıcı hayvanın yediği size haram kılındı; ancak [ölümünü] sizin tamamladığınız⁵ (hayvanlar) hariç, [onlar helaldir]. Sunak üzerinde kesilenler ve şans okları ile kısmet aramanız da [haram kılındı]. İşte bunlar, haddi aşmaktır. Bugün (bu dönem), gerçeği örtmüş olanlar dininiz'den umudu kestiler, o halde onlardan çekinmeyin ve benden çekinin. Bugün (bu dönem), sizin için dininizi kemale erdirdim [tamamladım], size nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için islama [barış ve yaratıcıya teslimiyete] razı oldum. Artık, kim kasıtlı suça (günaha) yönelici olmamak şartıyla, şiddetli açlık içinde (bunları yemeye) mecbur kalırsa, [bilsin ki] kesinlikle Allah, çok bağışlayandır, rahimdir.

¹: (müfredat : موت)

²: (müfredat: هلل)

³: Biri tarafından veya kendiliğinden bir kaza sebebiyle boğularak ölen hayvan anlamındadır. (müfredat: خنق, kurtubi, zad'ul mesir)

⁴: (Müfredat: وقذ, kurtubi)
Ayrıca bu ifade, kurbana eziyet etmeyi de yasaklamaktadır. Çünkü bir kurbanı döverek veya herhangi bir şeyle vurarak öldürmek ona bir eziyettir.

⁵: "zeket=زكاة" aslen "tamamlamak" anlamındadır. (kurtubi, zad'ul mesir) Yani "Ölümünü sizin tamamlamış olduğunuz helâldir" anlamındadır. İstisna, sadece "yırtıcı hayvanların yediği" ifadesinden yapılan bir istisna olabilir. Bu durumda "yırtıcı hayvanın saldırısına uğramış ama ölümü sizin elinizle gerçekleşmiş olanlar helâldir" anlamındadır. İstisna, "boğularak öldürülen" kısmından itibaren yapılan bir istisna olabilir. Yani "Düşerek, boğularak, boynuzlanarak ölmek üzere iken ölümü sizin elinizden olanlar size helâldir" anlamındadır. (Fahreddin Razi)

⁴: "Dininizi kemale erdirdim [tamamladım]." cümlesinden itibaren yazanlar, ara cümle olarak öncekinden  bağımsız gibi görünüyor olsa da bağlıdır. Çünkü dini tamamlamak, ancak din içi hükümleri tamamlamak ile olur. Bu ayet de hükümleri tamamlamaktadır.

4- Kendilerine helal kılınanın ne olduğunu sana soruyorlar, "Temiz olanlar ve yırtıcı hayvanlardan eğitmen olarak öğretmiş olduğunuz ne ise o size helal kılındı. Onlara [o hayvanlara], Allah'ın size öğrettiğinden öğretiyorsunuz. O halde, [o hayvanların] size karşı tuttukları[yakaladıkları]ndan yeyin, üzerlerine Allah'ın ismini anın ve Allah'a (karşı gelmekten) sakının. Gerçekten Allah, hesabı seri olandır.

5- Bugün temiz olanlar helal kılındı. Kendilerine kitap verilmiş olanların yemeği size helâldir; sizin yemeğiniz de onlara helâldir. İnançlı kadınlardan iffetli/özgür olanları ve sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan iffetli/özgür kadınlar¹, korunmuş [iffetli] olarak, iffetsiz olmamak ve zina arkadaşları edinenler olmamanız şartıyla kendilerine mehirlerini verdiğiniz zaman [size helâldir]. Kim, inancı göz ardı ederse [bilsin ki] eylemi boşa gitmiştir. Hemde o, ahirette [son hayatta] kaybedenlerdendir.

¹: kendilerine kitap verilmiş kimselerden yani Yahudi, Hristiyan, sâbiî ve belki daha adını duymamış olduğumuz diğer grupların kadınlarıyla evlilik yapmak, kafir veya müşrik olmadıkları sürece bu ayete göre helâldir. Gerçeği, yani islamın doğruluğuna kanıtları görmemiş birisi, kafir [gerçeği örten] olamaz. İsa'yı Tanrı olarak görmeyen bir Hristiyan da müşrik olamaz. Günümüzde halen isa'nın Tanrı olmadığına inanan Hristiyanlar mevcut.

Bazıları bu ayetin bir nevi tarihsel olduğunu ve nesh olduğunu iddia etmiştir. Ancak bu ayet, son gelen ayetlerden olduğu için, önce gelen evlilik yasağı ayetleri bu ayeti nesh edemez. Önce gelenin sonra geleni nesh etmesi olamaz. Kaldı ki, kur'an'ın hiçbir ayeti diğerini hükümsüz bırakamaz. Her ayet duruma göre geçerlilik kazanır.
Bazıları ise bu ayet ve tevbe 31. Ayeti bir araya getirip "kitap ailesi (Yahudi ve Hristiyanlar) da müşrik olmuştur. Kitap ailesi ile evliliğe onay, müşrikler ile evliliğe onay demektir" demiştir. Ancak bu bayağı bir zorlama yorumdur. Çünkü kur'an kitap halkından olan herkesin müşrik olmadığını ve içlerinden doğru kimselerin olduğunu belirtmiştir. (Alimran 110-115)

Kur'an'ın, Yahudi veya Hristiyan olan kişilerle evliliğe onay verip, müşrik (bakara 221) ve kafir [gerçeği örten] kişilerle (Mumtehine 10) evliliği yasaklama nedeni ise, dönemsel olarak ele alırsak güvenlik amaçlıdır. Çünkü hem tarih hemde kur'an şu gerçeği gösteriyor ki: tarihte müslümanlara en yakın davrananlar özellikle de Hristiyanlar olmuştur. Müşrikler ise, İslama ve müslümanlara oldukça düşmanca davranmıştır.

6- Ey inanmış olanlar! Yönelişe (namaza) doğru kalktığınız zaman, yüzünüzü ve dirseğe kadar¹ ellerinizi yıkayın. Başınızı mesh edin ve iki topuğunuza kadar ayaklarınızı [yıkayın]². Cünüp olmuşsanız temizlenin. Hasta veya bir yolculuk üzerindeyseniz veya sizden biri tuvaletten gelmiş ise veya kadınlarla birliktelik yaşamışsanız, ardından da su bulamıyorsanız[kullanamıyorsanız], temiz bir yeryüzüne teyemmüm edin, ardından yüzünüz ve elleriniz ile ondan [bir parçayı] mesh edin. Allah, (bunu) size herhangi bir zorluk [olması] için istemiyor; fakat sizi temizlemek için ve nimetini size tamamlamak için istiyor. Şükretmeniz beklenir.

¹: "ila=إلى" harfi cerr'i, "-e kadar, o kısımda dahil" manasındadır. Yani dirsek de yıkanmak zorundadır. Gelenekte bazıları dirseği yıkmanın gerekmediğini savunmuş olsa da, bu tarz konularda riskten en uzak olanı tercih etmek gerekir. Hemde elçinin dirseğini yıkamış olduğuna dair kaynaklar (Zamahşeri:keşşaf) varken dirseği yıkamak gerekir. Bu kadar basit konular üzerinde durmaya, tartışmaya gerek yoktur. İsrail oğulları, ineğin rengini sorarak aşırı detaya girmişti. Kur'an onların bu tutumunu eleştiriyor iken (bakara 68-71) bize düşen onlar gibi olmamaktır.

²: Bu ifade, "erculEkum=أرجلَكم" ve "erculİkum=أرجلِكم" olarak iki şekilde de okunmuştur. (Zamahşeri:keşşaf)
İlkinde "ayaklarınızı yıkayın" manasına, diğerinde "ayaklarınızı mesh edin" mânâsına gelir.
Elçinin, bir takım kişilerin abdest alırken topuk kısmının kuru kaldığını görünce onları kınamış olduğu söylenir [Ebu Davud taharet 44]. Delil çokluğu, ilk okuyuşu destekler.

³: "vecede=وجد" fiili, sadece "bulmak" manasıyla sınırlı değildir. Mesela su kullandığı takdirde hastalığı artacak biri suyu bulsa bile "suyu kullanmaya imkan bulamayan" kategorisine girer. Örneğin Maide 89. Ayette aynı fiil, "[bunları yapacak maddi imkan] bulamayan" manasında kullanılıyor.

7 - Allah'ın size olan nimetini ve pekiştirilmiş anlaşmasını -ki, "işittik ve gönülden itaat ettik" dediğinizde onunla karşılıklı pekiştirilmiş anlaşma yapmıştınız- hatırlayıp anın. Allah'a (karşı gelmekten) sakının. Kesinlikle Allah, göğüslerin özünü devamlı bilendir.

8- Ey inanmış olanlar! Allah için hakkaniyet ile gözeten şahitler olun. Bir milletin (sizde oluşturduğu) kini, sakın sizi adaletsizlik yapma suçuna sevk etmesin! Adil olun, o takvaya [korunup sakınmaya] daha yakındır. Allah'a (karşı gelmekten) sakının. Gerçekten Allah, eylemlerinizden devamlı haberdardır.

9- Allah, inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlara söz verdi: kendileri için bir bağışlanma ve çok büyük bir ödül vardır.

10- gerçeği örtmüş ve ayetlerimizi [işaretlerimizi] yalanlamış olanlar (evet!) işte onlar, kızgın ateşin (Cahim'in) dostlarıdırlar.

11- Ey inanmış olanlar! Allah'ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani bir millet size ellerini uzatmaya kalkışmıştı, ardından onların ellerini sizden çekmişti. Allah'a (karşı gelmekten) sakının. İnançlılar, sadece Allah'a güvenip dayansın (tevekkül etsin).

12- Elbetteki Allah, israil'in oğullarının pekiştirilmiş anlaşmalarını almış ve kendilerinden on iki başkan yönlendirmişti. Allah "Kesinlikle ben, sizinle birlikteyim. Eğer, yönelişi (namazı) ayakta tutar, zekâtı verir, elçilerime inanır, onlara yüceltme ile birlikte yardım eder¹ ve Allah'a güzel bir ödünç olarak ödünç verirseniz sizin hakkınızda çirkinlerinizi [kötülüklerinizi] tamamen örtüp kaybederim ve alt taraflarından ırmaklar akan cennetlere sizi mutlaka girdiririm. Bundan sonra, sizden kim gerçeği örtüp göz ardı ettiyse, [bilsin ki] yolun ortasını kaybetmiştir.

¹: (müfredat : عزر)

13-  Ardından, sağlam sözlerini bozmuş olmaları nedeniyle, onları lanetledik [rahmetimizden engelledik] ve kalplerini kaskatı yaptık. Onlar, 'kelimeyi' yerinden oynatıyor [tahrif ediyor]. Kendisiyle hatırlatıldıkları (vahiy)'den bir payı unuttular. Kendilerinden pek azı hariç, onlardan bir ihanete muttali olmaya [görmeye] ara vermezsin (sürekli ihanet görürsün). Artık, onları affet ve hoşgörülü ol.¹ Kesinlikle Allah, güzellik edenleri seviyor.

¹: Allah, bizzat kendisinin eleştirdiği ve rahmetinden engellemiş olduğunu söylediği yahudilere karşı, elçisi'ne "hoşgörülü davran" demekte ve bize onu örnek almamız gerektiğini söylemektedir. (Ahzab 21) Ama maalesef bugün çoğu müslüman, kendi inancından olmayan insanları geçin, kendisiyle aynı inanca sahip müslümanlara karşı görüş farklılığı sebebiyle tekfir edip düşman kesilmektedir. Asırlardır müslümanı, bir başka müslümanın katili yapan en önemli sebep, görüş farklılığına saygı duymamaktır.

Ayrıca bu ayet, bizimle aynı inançtan olmayan kişilere hoşgörülü olmamız gerektiğinivbelirtmektedir. Sırf inancı bizim inancımızdan farklı diye herhangi bir insana düşman olmamız gerekmez. (Mumtehine 8)

14- "Gerçekten biz, hristiyanız" demiş olanlardan [bir kısmının] pekiştirilmiş anlaşmalarını aldık. Ardından, kendisiyle hatırlatıldıkları (vahiy)'den bir payı unuttular. Ardından, kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlıklar ve sevgisizlikler yapıştırdık. Yakında Allah, tasarlamakta oldukları [şeyleri] kendilerine haber verecektir.


15- Ey kitap halkı! Kitap(lar)dan¹ gizlemiş olduğunuz² (şeylerin) bir çoğunu size açıklayan, bir çoğunu affeden elçimiz size gelmiştir. Allah'tan bir nur ve³ apaçık bir kitap size gelmiştir.

¹: istiğrak yoluyla, [cins ismi olarak] "kitaplar" manasında da olabilir. Ki doğru olan da budur. Çünkü elçi, sadece bir kitabı değil, tüm kitapları açıklıyordu.

²: arapçada bir şeyin tamamını söyleyip, bir kısmını kasıt etmek dediğimiz bir olay vardır. (bkz: belegat | zikru-l bad, iradetu-l kul) burada da "siz" diyerek içlerinden sadece gerçeği örten din adamları kasıt edilmiştir.

³: buradaki "ve =و" sıla olarak kullanılmış olabilir. Bu takdirde manası "bir nur yani apaçık bir kitap size gelmiştir" manasındadır.

16- Allah onunla [apaçık kitap ile] Rızasına uyan kimse[ler'i], esenlik yollarına yumuşakça iletiyor, kendi izniyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıyor ve onları dosdoğru bir yola yumuşakça iletiyor.

17- "Gerçekten Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir" diyen kimseler, elbetteki gerçeği örtmüştür. "O halde Allah, Meryem'in oğlu Mesih'i, onun annesini ve yerdeki [dünyada] kimseleri topluca helak etmeyi istese, Allah'tan herhangi bir şeye sahip (engel) olacak kimdir?" de. Göklerin, yerin [tüm evrenin] ve ikisi arasındakilerin(Evrenin içindekilerin) krallığı (mülk) Allah'a aittir. Tercih ettiğini yaratıyor. Allah, her şeye imkanı olandır.

18- Yahudiler ve Hristiyanlar, "Biz, Allah'ın oğullarıyız ve onun sevgilileriyiz" dediler. "Ohalde cezayıgerektiren işleriniz sebebiyle neden size azap ediyor? Aksine! Siz, [Allah'ın] yaratmış olduklarından bir beşersiniz. [Allah] kimi tercih ediyorsa onu bağışlıyor, kimi tercih ediyorsa ona¹ azap ediyor. Göklerin, yerin [tüm evrenin] ve ikisinin asında (içinde) bulunanların krallığı (mülk) Allah'a aittir. Dönüş, sadece onadır.

¹: bu manada olan ayetlerde "kimi tercih ediyor?" sorusunu sorarak diğer ayetlerden Allah'ın sadece tercihe göre tercihte bulunduğunu anlıyoruz. Örneğin Rad 27. Ayette "Allah [samimi bir şekilde] kendisine yönelen kimseye hidayet ediyor [doğru yola iletiyor]" diyerek, tercihin yine doğru tercihe dayandığını görüyoruz.

19- Ey kitap ailesi! Elçiler'den [gelenlerin] ara vermesi üzerine "bize bir müjdeci[türün]den ve bir uyarıcı[türün]den [kimse] gelmedi" dersiniz¹ diye elçimiz sizin için açıklayarak size gelmiştir. Artık, müjdeciler ve uyarıcılar size gelmiştir. Allah, her şeye imkanı olandır.

¹: bugün bizim için bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak kur'an gelmiştir. Bu nedenle biz de bu sözü söyleyemeyiz.

20- Bir zamanlar Musa, milletine "Ey milletim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayıp anın. Hani içinizde nebi'lrt meydana getirdi, sizi yöneticiler yaptı ve size âlemlerden [tüm varlıklardan] hiç birine hiç vermediğini size verdi." demişti.

21- "Ey milletim! Allah'ın size yazdığı (bu) kutsal yere [bölgeye]¹ girin; arkanıza geri dönmeyin. Aksi halde kaybedenler olarak dönersiniz."

¹: "Arz=الأرض" bazen tüm dünyayı, bazen ise bir bölgeyi kasıt etmek için kullanılır.

22- "Ey Musa, gerçekten orada [o yerde] çok zorba bir millet var. Kesinlikle biz, [onlar] oradan çıkana kadar asla oraya [o yere] girmeyeceğiz. Eğer, oradan çıkarlarsa, kesinlikle biz gireceğiz." dediler.

23- Korkanlardan iki kişi -Allah, o ikisine nimet verdi- "Onlara karşı, (bu) kapıya/bölüme girin. Artık, girdiğiniz zaman kesinlikle siz galipsiniz. İnançlı idiyseniz, sadece Allah'a güvenip dayanın (tevekkül edin)" dedi.

24- "Ey Musa! Kesinlikle biz, orada [o yerde] onlar [bulunmaya] devam ettiği sürece asla oraya [o yere] girmeyeceğiz. O halde sen ve RAB'bin gidin de ikiniz savaşın. Kesinlikle biz, işte burada oturacağız." dediler.

25- [Musa] "RAB'bim! kesinlikle ben, kendim ve kardeşim haricinde [kimseye] hüküm edemiyorum. Artık, bizimle (bu) hadlerini aşanlar milletinin arasını ayır." dedi.

26- (RAB'bi) "Onlar, (bu) yerde şaşkın bir haldeyken kesinlikle o [kutsal bölge] kendilerine kırk sene haram olmuştur. Artık, (bu) hadlerini aşanlar milletine tasalanma." dedi.

27-28-29- Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini Hak ile [gereğince] okuyup teşvik et. Hani onlar birer kurban [yakınlaşma vesilesi] olarak kurban sunmuşlardı, ardından O ikisinden birinden (kurban) kabul edildi, diğerinden hiç kabul edilmedi. [kurbanı kabul edilmemiş olan] "Seni mutlaka ama mutlaka öldüreceğim!" dedi.  [kurbanı kabul edilmiş olan] "Allah, sadece sakınanlar'dan (geleni) kabul eder. Şayet, beni öldürmek için elini bana uzatmışsan, [bil ki] ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Kesinlikle ben, alemlerin [tüm varlıkların] RAB'binden korkarım. Kesinlikle ben, benim kasıtlı suçum ve kendi kasıtlı suçun ile¹ yerleşmeni, böylece ateşin dostlarından olmanı istiyorum." dedi.

¹: "bi=ب" harfi cerr'i, "zeyd'e uğrandı [مُر بزيد]" sözünde olduğu gibi meful anlamında değildir. Tıpkı "Kılıcı ile çıktı [خرج بسيفه]" sözünde olduğu gibi hal anlamındadır. (müfredat : باء)

Bazıları soru hemzesinin hazf edildiğini iddia ederek "Benim suçumun ve kendi suçunun [cezasına] uğramanı ister miyim?" manası verir. (kurtubi) bazıları da "la=لا"'nın hazf edildiğini iddia ederek "...uğramamanı istiyorum" manası verir. (Halebi:duru-l mes'un)

30- Ardından, kendi benliği (nefsi) kendisine [kurbanı kabul olmayana] kardeşini öldürmeyi isteterek itaat ettirdi de onu öldürdü. Ardından, kaybedenlerden olarak sabahladı.

31- Ardından Allah, kardeşinin ayıbını [cesedini] nasıl gömeceğini kendisine göstermek için yerin içini araştıran-eşen bir karga yönlendirdi. "Yazıklar olsun bana! Bu karga gibi olup kardeşimin ayıbını [cesedini] gömmekten aciz miyim?" dedi. Böylece, pişman olanlardan olarak sabahladı.

32- İşte bu cinayetten¹ dolayı İsrail'in oğullarına² onu "Herhangi bir canlıya karşılık olmaksızın veya yerde herhangi bir bozguna karşılık olmaksızın herhangi bir canlıyı öldürmüş kimse sanki topluca insanları öldürmüş gibidir; ona [herhangi bir canlıya] hayat veren kimse sanki topluca insanlara hayat vermiş gibidir." diye³ yazdık. Elçilerimiz, kendilerine açık kanıtlarla elbette gelmişti. Dahası, bundan sonra onlardan pek çoğu, yerde (halen) İsrafçıdır [haddi aşanlardır].

¹: "Min ecli ze'like=من أجل ذلك" ifadesi "min İcli ze'like=من إجل ذلك" yani "Bu cinayetten dolayı" anlamındadır. (müfredat : أجل)

²: "İsrail oğullarına" demesi sadece onlara mahsus olduğunu göstermiyor. Çünkü bu hükmü nesh eden herhangi bir ayet yoktur. Aksine, İsra 33. Ayet bu ayeti destekler.
Ayrıca İsrail'in oğullarına yönelik ayetlerin aynı ve benzeri ifadelerle bütün insanlara da söylenmiş olduğunu bazı ayetlerde de görüyoruz. Örneğin bakara 47. Ayette, İsrail oğullarına verilen bir fazlalık anlatılırken,  İsra 70. Ayette adem oğluna (yani tüm insanlara ) verilen bir fazlalık anlatılır. Buradan anlaşılıyor ki, İsrail oğullarına yönelik ayetler, sadece onlara mahsus değildir. Bazıları enam 146. Ayette "yahudilere... iç yağını haram ettik" ayetinde bahsedilen gıdaların müslümanlara yasak olmadığını söyleyerek, Maide 32. Ayetin evrensel olmadığını savunmuş olsa da, enam 146. Ayette bir "sadece yahudilere" manasında "Hasr" kullanılmıştır. Maide 32. Ayette böyle bir mahsus kılma ifadesi yoktur.

³: Tevratta doğrudan "Ey İsrail oğulları, kim, bir canlıyı bir canlıya veya yerde bir bozguna karşılık olmadan öldürdü ise..." şeklinde yazmaz. Eski metinlerde mecaz pek çok görülür. Tevratta genesis 4:10 bölümünde kayyinin kardeşi Habili öldürmesi üzerine söylenen sözün tefsirinde, bu ayet aynen kur'an'ın dediği gibi tefsir edilmiştir. Bu demektir ki, kur'an bu Ayette tevratı tefsir etmiştir.

33- Allah ve Elçisi ile harp etmeye, yani¹ yerde [dünyada] bir bozguna [teröre]² gayret edenlerin cezası, sadece [suçun şiddetine göre]³ şiddetle öldürülmeleri veya asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazdan parçalanmaları veya sürgün (bu) yerden [bölgeden] sürgün edilmeleridir. İşte bunlar, dünyada [ilk hayatta] kendilerine bir rezilliktir. Ahirette [son hayatta] kendilerine çok büyük bir azap vardır.

¹: arapçada (و) harfi, bazen sıla maksadıyla kullanılmıştır. (kurtubi, bakara 53. Ayette kaynakları mevcut. Haricen bakara 42. Ayette و harfinin kullanımı bunu ispatlıyor) bir nevi, önceki cümleyi tanımlamak, ayete "yani" manası katmak için kullanılmıştır.
Buna göre Ayette "Allah ile, Elçisi ile harp etmeye çalışan veya yerde [dünyada] bozguna gayret eden" manasında değildir. Bozguna [teröre, baskıya, yol kesmeye, vb şeylere] gayret eden kişi, Allah ve Elçisi ile harp etmeye çalışmış demektir.

Genel tefsirler, "Allah ve Elçisi ile harp etmeye" ifadesini mecaz olarak kabul etmiş "Allah'ın dostları (müslümanlar) ve Elçisi ile harp etmeye çalışmak, islam ülkelerine saldırı yapmak" olarak tefsir etmiştir.
Bazıları ise, ayetin "barış anlaşmasını bozan kitap ailesi" hakkında indiğini söylemiştir. (kurtubi, nesefi, kadı beydavi, İrşad Ebu-s su'd, Fahreddin Razi, keşşaf sahibi, mevdudi, el mizan ilgili ayet)
Bu yorumlar ve arapçada (و) harfinin bu şekilde bir kullanımının da olması, ayeti bu şekilde anlamak gerektiğini gösteriyor.

²: "fesat/فساد" kelimesi "düzeltme/barış" mânâsına gelen (صلح) kelimesinin tersidir (müfredat : صلح).  Kur'an'da genel olarak böyle kullanılır. Düzeltmek/barışmak, kapsamına, insanlara yardım etmek, toplumun insanlığın lehine bir şeyler yapmak girer. Aynı şekilde bunun tersi olan eylemler: insanlara zarar vermek, terör, zulüm, baskı,  tecavüz etmek, yol kesmek, doğayı katletmeye, dengesini bozmaya ve ülkeyi bozmaya çalışmak "fesat/فساد" kapsamına girer.
Örneğin fesat kelimesi, Neml 34. Ayette, bir kenti yok etmek, halkını perişan etmek manasında kullanılmıştır.

Ayrıca bu çıkarımı, tarihi veriler de destekliyor. Bu ayetin iniş sebebi hakkında birkaç farklı yorum olsa da, hepsinin ortak noktası bu ayetin terör suçu, ülkede kaos çıkarmak üzerine inmiş olduğu yönündedir. Mesela bazıları "kitap ailesinden savaş çıkarmamak üzere yapılan anlaşmayı bozan kimseler üzerine inmiştir" der. Haricen, pek çok yorumcunun, bu ayeti terör, hırsızlık, yol kesmek, gibi suçların cezası olarak yorumluyor oluşu (taberi) bu çıkarımı destekler.

Kur'an'ı negatif olarak savaşçı bir mantıkla yorumlayan kişiler, fesat kapsamını genişleterek, dini eleştirmeyi ve inkarcı olmayı da fesat kapsamına katmıştır. Fakat bu görüş, başta Nisa 140 olmak üzere, inkarcı ve alaycı kimselere nasıl davranmamız gerektiğini anlatan birçok ayetle çelişir.
Nisa 140. Ayette, Allah'ın ayetlerini karşı inkarcı olan hatta alay eden kimselere karşı, bize "başka bir konuya-söze dalıncaya kadar, onlarla birlikte oturmayın" denir. Mümtehine 8. Ayette dini uğrunda bize savaş açmayan ve sürgün etmeyen kimselere karşı iyilik yapmamıza müsaade edilir. Böyleyken, sırf inkarcı ve alaycı diye birini "fesat" kapsamına almak bu ayetle çelişir.

³: Nahl 126. Ayette bir suça ancak misli bir ceza verilmesi emir ediliyor. Bundan dolayı, bu ayetteki cezalar, suçun derecesine göre verilir. Örneğin, adam öldüren birine ölüm cezası; doğayı katleden birine sürgün cezası; halkı şiddetli bir şekilde işkence ile öldüren birine el ayak çapraz kesme cezası verilebilir. Bazıları buna "insanlık dışı" olarak bakmaktadır. Ancak, işlenen suç insanlık dışı olunca, verilen cezanın da "insanlık dışı" olması eleştiriye kapalıdır.

34- Ancak kendilerini kontrolünüz altına almanızdan [ele geçirmenizden] önce tevbe etmiş olanlar hariçtir. Artık, Allah'ın çok bağışlayan olduğunu, Rahim olduğunu bilin.

35- Ey inanmış olanlar! Allah'a(karşı gelmekten) sakının, ona [Allah'a] vesile [sevgi ve arzu ile yaklaşmak için neden]¹ arayın ve onun [Allah'ın] yolunda Cihad [çaba sarf] edin. Başarılı olmanız beklenir.

¹: bu manalar sözlüklerde ve Arapça şiirlerde mevcuttur (müfredat : وسل, kurtubi, ez zad'ul 37-38 ayetleri)

"vesile" ile kasıt edilen, insanlar değildir. Tevbe 99. Ayette bu durum infak olarak açıklanmıştır.

36- Gerçeği örtmüş olanlar [hakkında] doğrusu şudur ki, şayet yerde bulunanlar ve onlarla birlikte onların misli, sırf kıyamet gününün azabından [kurtulmak için] bunları feda etsinler diye kendilerine ait olsa, kendilerinden kabul olunmaz. Kendileri için can yakan bir azap vardır.

37- Ateşten çıkmayı isterler, halbuki ondan çıkacak değiller. Onlar için devamlı¹ bir azap vardır.

¹: "mukiym =مُقِيم"  kelimesi ismi fail olarak "ikame =اقيام" ile aynı babtan yani if'al babından gelmiştir. Bu ayet, "ikame =اقيام" kelimesinin "devamlılık" manasında olduğunu ispatlıyor.

38- Hırsız erkek¹ ve hırsız kadına [gelince], Allah'tan bir caydırma olarak, elde ettikleri² sebebiyle bir karşılık olarak o ikisinin ellerini kesin³. Allah, sürekli üstündür, hakimdir/hikmetlidir.


¹: "es-sarigu=السارق" ifadesinin başındaki "el=ال" takısı cins ismi olarak "Hırsız erkekler" manasındadır. Yani ayet mana olarak "hırsız erkekler ve hırsız kadınlar" anlamındadır.

Buradaki hırsızlık yapan kişinin yaptığı hırsızlığın kur'an'a göre "hırsızlık" olması için, öncelikle kişiyi hırsızlığa mecbur bırakan bir nedenin olmaması gerekir. Maide 3. ve bakara 173. Ayetlerde, haram edilen yiyecekler sayılıyor ve "kim de mecbur kalırsa" diyerek, mecbur kalmış birine günah olmadığı belirtiliyor. Buna göre "ihtiyaçlar, haramları mubah yapar" hükmüne ulaşıyoruz. Bu nedenle bir çocuk açlıktan ölecek bir halde olduğu için bir ekmek çalsa veya bir başkası başka nedenlerle mecbur kaldığı için hırsızlık yapsa, bu ayetteki cezalar verilemez! Çünkü kendisi buna mecbur kalmıştır. Bunun için şunlar gereklidir
-Kamu buna engel olmak için gerekli şeyleri yapmalıdır.
-kur'an'ın dediği gibi, ihtiyaçtan fazlası verilmelidir.
-Yoksulluk gibi, hırsızlığa mecbur bırakan hiçbir neden olmamalıdır.

Bu şartlar altında hırsızlık olmayacaktır. bunlara rağmen halen hırsızlık yapan kişi, hırsızlığı bir meslek haline getirdiğinden yapmıştır. Bu durumda da kur'an'ın verdiği cezalara hiçbir hırsızlık mağduru itiraz etmeyecektir.

Bununla birlikte hırsızın hatasını telafi etmesi kendisinden cezayı kaldırabilir. Çünkü hırsızlıktan daha şiddetli olan fesat [eşkiyacılık, terör] girişiminden vazgeçen kişi bile Maide 33-34 ayetleri doğrultusunda affediliyor.

²: İllet, hırsızın elde ettiği yani çaldığı şeylere bağlanmıştır. Buradan, hırsızlık yapan kişinin, elde ettiği [çaldığı] şeyleri, kendi iradesiyle iade etmesinin cezayı kaldıracağına bir işaret olabilir.

Ayetin bu ifadesini baz almamakla birlikte, hırsızın çaldığı malı yakalanmadan önce iade eden birinin ceza almayacağını savunan vardır. (Fahreddin Razi)

³: "eller" mânâsına gelen "eyd=ايد" kelimesi kur'an'da "güç, kuvvet" manasında kullanıldığı için "gücünü kesin/engelleyin, hapis edin" manası verenler vardır. Dil bakımından itiraz edilecek bir tarafı yoktur. Çünkü sözlüklerde de bu manada kullanıldığı malumdur (müfredat : يدي) günümüzde bir başka taraf ise ise, "kesin" ifadesinin, Yusuf 38. Ayette bu kelimenin "elleri yaralamak" manasında kullanılmasını delil alarak "ellerini yaralayın" manasında olduğunu söylemiştir. Ancak, bu ayetin 14 asırdır ezici bir çoğunluk tarafından "ellerini kesin" olarak anlaşıldığını unutmayalım.

Her ne olursa olsun, ilk dip notta açıkladığım üzere, kur'an'ın burada verdiği cezalar anlattığım şartlar altında gayet yerindedir. Hırsızlık mağduru olan bir kimse bu cezalara itiraz etmeyecektir.

39- O halde, kim kendi zulmünden sonra tevbe etmiş ve (hatasını) düzeltmiş ise, [bilsin ki] kesinlikle Allah, çok bağışlayandır, rahimdir.

40- Allah, kimi tercih ediyorsa¹ ona azap ediyorken ve kimi tercih ediyorsa onu bağışlıyorken göklerin ve yerin [tüm evrenin] yönetiminin kendisine [Allah'a] ait olduğunu hiç bilmedin mi? Allah, her şeye imkanı olandır.

¹: Allah'ın tercihi, keyfi değildir. bu manada olan ayetlerde "kimi tercih ediyor?" sorusunu sorarak diğer ayetlerden Allah'ın sadece tercihe göre tercihte bulunduğunu anlıyoruz. Örneğin Rad 27. Ayetteki "Allah [samimi bir şekilde] kendisine yönelen kimseye hidayet ediyor [doğru yola iletiyor]" ifadesi tercihin yine doğru tercihe dayandığını görüyoruz.

41- Ey Elçi! Ağızları ile "inandık!" demiş ve kalpleri hiç inanmamış olanlardan ve yahudiliği seçip yalanı çokça dinlemiş olanlardan küfr [gerçeği örtme] konusunda yarışanlar seni üzmesin. Onlar, 'kelimeleri' [yerlerine] koyulmalarından sonra oynatırken (tahrif ederken), sana hiç gelmemiş olan, "Bu size verildiyse onu alın; bu size hiç verilmezse dikkat edin!" diyen bir diğer millete çokça kulak verdi. Kendisine Allah'ın bir fitne (azap) istediği kimseye [gelince], Allah'tan (gelecek) herhangi bir şeye, sen onun [o kimsenin] lehine asla sahip (engel) olamazsın. Kalplerini Allah'ın temizlemeyi hiç istemediği [kimseler] işte bunlardır. Kendilerine dünyada [ilk hayatta] bir rezillik vardır. Kendilerine ahirette [son hayatta] çok büyük bir azap vardır.

42- Yalana çokça kulak verdiler, [dinlerini] kökünden bitireni¹ çokça yediler. Artık, sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan ilgiyi kes. Eğer, onlardan ilgiyi kesersen sana hiçbir şekilde asla zarar veremezler. Hüküm verirsen aralarında hakkaniyetle hüküm ver. Kesinlikle Allah, hakkaniyetli davrananları seviyor.

¹: (müfredat: سحت)

43- Seni nasıl hakem seçiyorlar? İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat kendilerinin yanında. Dahası, bundan sonra yüz çeviriyorlar. İşte bunlar kesinlikle inançlı değildir.

44- İçinde bir yol rehberi (hidayet) ve aydınlık (nur) bulunurken Tevratı kesinlikle biz indirdik. Teslim olmuş Nebi'lerimiz, Allah'ın kitabından (hükümleri) kendilerinden korumaları istenmiş olması sebebiyle, onunla yahudilere, rabbanilere [RAB'be adanmış olanlara] ve din adamlarına hüküm ediyorlar. Onun [kitabın] üzerine şahitler olmuşlardı. Artık, insanlardan çekinmeyin, benden çekinin ve ayetlerimi düşük bir bedele satmayın. Kim[ler], Allah'ın indirdiği ile hiç hüküm etmediyse, [bilsin ki] asıl kâfirler işte kendileridir.

45- Onlara üzerine [görev olarak] onda [Tevratta] "Can, cana karşılık; göz, göze karşılık; burun, buruna karşılık; kulak, kulağa karşılık; diş, dişe karşılıktır.¹ Yaralamalar, karşılıklıdır. Artık, kim bunu (bu kısas hakkını) bağışlarsa [bilsin ki] bu (bağışlaması) kendisine bir kefarettir. Kim[ler], Allah'ın indirdiği ile hiç hüküm etmediyse, [bilsinler ki] asıl zalimler işte kendileridir²" diye yazdık.

¹: (Tevrat | çıkış: 21:23-25)

²: Önceki ayette kafir olduklarını söylerken, bu ayetten zalim olduklarını söyleme sebebi şu olabilir:
ilkinde bir hükmün Allah'tan olduğunu bildikleri halde farklı bir şey arayanlardan bahsetmişti. Bundan dolayı onlara "gerçeği örten" denildi. Bu Ayette ise, adalet ilkesi anlatıldı. Bu adalet hükmünü bildiği halde bu hükmü engelleyen biri, mazlum birine zulüm etmiş olacağı için zalim olacaktır. Bu sebepten dolayı, bunu yapanlara "zalim" denildi.

46- Tevrat'tan, önünde bulunanları bir doğrulayan olarak Meryem'in oğlu İsa'yı onların [Nebi'lerin] izleri üzerine onların peşine taktık (gönderdik). İncili, kendisinde bir yol rehberi (hidayet) ve aydınlık (nur) varken, Tevrat'tan önünde bulunanları bir doğrulayan olarak ve korunup sakınanlar (muttakiler) için bir yol rehberi (hidayet) ve bir öğüt olarak ona [İsa'ya] verdik.


47- Bir de İncilin halkı, Allah'ın onda indirdiği [hükümler] ile hüküm etsin diye¹ [İncili, İsa'ya verdik]. Kim[ler] Allah'ın indirdiği ile hiç hüküm etmediyse, [bilsinler ki] asıl hadlerini aşanlar işte kendileridir.

¹: Mevcut okuyuş üçüncü şahıs emir kipi ile "li yahkum=ليحكم" şeklinde, yani "İncil halkı hüküm etsin" anlamındadır.

Bir başka okuma şeklinde "En li yahkum=ان ليحكم" şeklindedir. (Zamahşeri:keşşaf) çeviride bu okuyuş esas alındı.

Başka bir okuma şeklinde "liyahkume=ليحكمَ" yani "hüküm etmeleri için" şeklinde olması (kurtubi,zamahşeri:keşşaf) da bu verilen manayı destekler.

48- (O) Kitap'tan¹ önünde bulunanları doğrulayan ve ona karşı bir koruyup gözeten olarak kitabı sana Hak ile [gereğince] indirdik. Artık, onların arasında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve Hak'tan sana gelen hakkında onların keyiflerine bağlı olma. Sizden her biri için, birer kanun ve rota yaptık. Allah tercih etmiş olsaydı, sizi mutlaka bir tek toplum (ümmet) yapmıştı; fakat size verdikleri konusunda sizi sınamak için [böyle oldu]. O halde, yararlı işlerde (hayırlarda) yarışın. Topluca dönüş yeriniz sadece Allah'adır. Ardından, kendisinde ayrılığa düşmekte olduğunuz ne ise onu size haber verir.

¹: "el kitap =الكتاب" kelimesi, kökeni vahiy olan yazıların tamamını kapsar. Yani kur'an, önünde bulunanlardan sadece kökeni vahiye dayalı olanları doğrulamaktadır. Çünkü önünde bulunan kutsal metinler, insanların bozması sebebiyle tamamen ilahi kaynaklı değildir. Kur'an, sadece vahye dayalı ifadeleri tasdik eder.

Tanrının tek ve benzersiz oluşu;
Tevrat | 2. Samuel 7: 22 "Yücesin, ey Egemen RAB! Bir benzerin yok, senden başka Tanrı da yok!"

İncil | markos 12: 32 “ ‘Tanrı tektir ve O'ndan başkası yoktur’ demekle doğruyu söyledin"

Ve daha birçok kutsal kitapta kur'an ile ortak mesajlar, tek Tanrı inancı, benzer yaratılış olayları ve hükümler bulunur.

Bu benzerlik, nonteist grubun iddia ettiği gibi, bu kitapların "kopya" olduğunu değil; hepsinin aynı Allah'tan gelmiş olduğunu ispatlar. Bir sanatın başka bir sanat eserine benzemesi aynı sanatçının eseri olduğunu gösterir.

49- Aralarında, Allah'ın sana indirdiği ile hüküm et, onların keyiflerine bağlı olma ve Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmı hakkında seni fitnelemelerine [karşı] dikkatli ol diye [sana kitabı indirdik]¹. Artık, yüz çevirdiler ise, bil ki Allah, cezayı gerektiren işlerinin bazısını kendilerine isabet ettirmeyi istiyor. Doğrusu, insanlardan çoğunluğu kesinlikle hadlerini aşanlardır.

¹: "Enihkum=أن احكم" ifadesi, "kitabı indirdik" cümlesine atıf olmuştur. Sanki (وأنزلنا إليك أن أحكم) denilmiş gibidir (Fahreddin Razi)

50- Artık sadece cahiliyenin hükmünü mü arıyorlar? Yakinen-kesin olarak inanan bir millet için, hüküm bakımından Allah'tan daha güzel olan kimdir?

51- Ey inanmış olanlar! [belirli]¹ yahudileri ve [belirli] hristiyanları veliler² edinmeyin. Onlar, birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları veli edinirse [bilsin ki] kesinlikle kendisi de onlardandır. Gerçekten Allah, zalimler milletine yol göstermez.

¹: "El-yehud=اليهود" ve "En-nasara=النصارى" kelimelerinin başındaki "el=ال" takıları, belirli bir sınıf yahudi ve hristiyanlar olduklarını gösteriyor. Bu belirli sınıf da müslümanlara zulüm edenlerdir. Bunun delili Ankebut 46, Mümtehine 8-9 ayetleri ve ayetin sonundaki "Allah, zalimler milletine yol göstermez" ifadesidir.

"el=ال" takısının belirli bir sınıfı kasıt ettiğine en açık örnek tevbe 31 ve Alimran 173 ayetlerindeki kullanımlarıdır. Eğer bu ayette "yahudi ve hristiyan" şeklinde tekil gelmiş olsaydı bu durumda "el=ال" takısının cins ismi olduğunu, böylece de tüm yahudileri ve hristiyanları kapsadığını söyleyebilirdik.

²: "Veli=ولى" kelimesi rehber, otorite, idareci gibi anlamlara gelir. (müfredat : ولي, bakara 257)


52- Ardından, kalplerinde hastalık bulunanları onların içine koşuşurken, "Bize kuşatıcı bir felaket isabet etmesinden çekiniyoruz" derken görürsün. Artık, Allah'ın bir fetih veya kendi katından bir emir getirmesi umulur. Böylece de onları, kendi benliklerinde (nefislerinde) sır yaptıkları [şeyler] üzerine pişman olarak sabahlarlar.

53- İnanmış olanlar, "kesinlikle kendilerinin mutlaka ve mutlaka sizinle beraber olduklarına dair yeminlerinin gücü [ile] Allah'a ant içenler bunlar mıydı?" diyorlar. Onların [kalplerinde hastalık bulunanların] eylemleri boşa çıktı, kaybedenler olarak sabahladılar.

54- Ey inanmış olanlar! Sizden kim[ler] dininden dönüş yaparsa, [bilsin ki] Allah yakında, kendilerini sevdiği kendilerinin de onu [Allah'ı] sevdiği, inançlılara karşı daha alçak gönüllü, kafirlere [gerçeği örtenlere] karşı daha izzetli [üstün, mağlup olmayan], Allah'ın yolunda Cihad [çaba sarf] eden, herhangi bir kınayıcının kınamasından korkmayan bir millet getirecektir. İşte bu [sayılanlar] Allah'ın, kimi tercih ediyorsa ona verdiği ikramıdır. Hemde Allah, [imkanı] geniştir, devamlı bilendir.

55 - Veliniz, sadece Allah'tır, elçisi'dir, yönelişi (namazı) ayakta tutan (devam ettiren) ve rüku edenler [tevazu gösterenler]¹ olarak zekâtı veren o inanmış olanlardır.

¹: Bir kelime her zaman için gerçek manada kullanılmaz. Yerine göre mecaz manada kullanılır. Rüku, bildiğimiz namazda boyun eğme hareketidir, Tıpkı bir atın sahibine boyun eğmesi gibi. Bazen  "boyun eğmek, alçak gönüllü davranmak, yumuşak başlı olmak, tevazu göstermek" gibi mecaz olarak kullanılır.(müfredat : ركع, ez zad'ul mesir)


56- Kim Allah'ı, elçisini ve inanmış olanları veli edinirse, [bilsin ki] Allah'ın taraftarları, galiplerin ta kendileridir.

57 - Ey inanmış olanlar! sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan, dininizi bir alay konusu ve oyun edinmiş olanları ve kafirleri veliler edinmeyin. Eğer, inançlı idiyseniz Allah'a (karşı gelmekten) sakının.

58- Birbirinizi yönelişe (namaza) çağırdığınız zaman, onu bir alay konusu ve oyun edinirler. İşte bu, onların Akıl etmeyen bir millet olmalarından dolayıdır.

59- "Ey kitap halkı! Sırf Allah'a, bize indirilen (vahye), bizden önce indirilen (vahye) inandık diye ve çoğunuz¹ fasık [haddini aşan] diye mi bizden hoşlanmıyorsunuz?" de.

¹: Kitap halkının hepsinin aynı olmadığı çeşitli ayetlerde anlatılmaktadır. (Alimran 113-114-115)

60- "Allah'ın katında 'eylemin getirisi' olarak bundan daha şerlisini size haber vereyim mi? Kendisine Allah'ın lanet etmiş [rahmetinden engellemiş] olduğu, kendisine gazap etmiş olduğu kendilerinden maymunlar ve domuzlar yapmış olduğu kimseler ve tağut'a kulluk etmiş kimseler¹ (evet!) işte onlar, konum bakımından daha şerlidir, yolun ortası konusunda [yolu] daha çok şaşırmıştır.

¹: "abede-t tagut=عبد الطاغوت" ifadesi, "men leanehu=من لعنه" ifadesinin mahalline atıftır. Bir başka kıraat'te "ve men abedu= ومن عبدو" şeklinde olması da bunu gösteriyor. (Zamahşeri:keşşaf)

61- Size geldikleri zaman "inandık!" dediler. Hâlbuki küfürle [gerçeği örterek] girmişlerdi ve onunla [küfürle] çıkmışlardı. Hâlbuki Allah, onların saklamakta oldukları [şeyleri] daha çok bilendir.

62- Kendilerinden çoğunu kasıtlı suç, düşmanlıklar ve [dinlerini] kökünden kazıyanı yemek konusunda yarışırlarken görüyorsun. Bulunmakta oldukları eylemler cidden ne kötüdür!

63- Rabbaniler [RAB'be adanmış kullar] ve din adamları onların kasıtlı suç (günah) söylemlerinden ve [dinlerini] kökünden kazıyanı yemekten engelleselerdi ya? Tasarlamakta oldukları cidden ne kötüdür!

64- Yahudiler, "Allah'ın eli bağlanmıştır [cimridir]¹" dediler. Dedikleri sebebiyle elleri bağlanıldı [esir edildiler]² ve lanetlendiler [rahmetten kovuldular]. Aksine, nasıl tercih ediyorsa öyle harcarken, onun iki eli[iki gücü]³ açıktır. RAB'binden sana indirilen, onlardan pek çoğunu saldırganlık ve gerçeği örtmek bakımından mutlaka artırıyor. Kıyamet gününe kadar onların arasına düşmanlıklar ve nefretler attık. Her ne zaman, harp için bir ateş yaktılar ise, Allah onu[ateşi] söndürdü⁴. Allah, bozguncuları sevmiyorken, yerde [dünyada] bozguna [teröre] hayret ediyorlar.

¹: (müfredat : غل)

²: elin bağlanması, mahsur olmak anlamındadır. Mesela, "falanca kimse bir şeyle esir alındı, bağlandı" denirken bu ayetteki kelime ile "[غل فلان]" denir. (müfredat : غل) bu ifade, kıyamet günü onların bağlanacak olduğunu ifade etmektedir (kurtubi, kadı beydavi). "Eğer ahirette olacak bir şey ise, Ayette neden gelecek zaman kipi değil de geçmiş zaman kipi kullanıldı?" sorusuna da "Olayın kesinlikle gerçekleşeceğini vurgulamak için geçmiş zaman kipi kullanılmıştır. Tıpkı 39:68; 75:8,9; 25:30; 7:44-48; 6:128; 20:125,126; 23:112-114 ayetlerinde olduğu" denebilir.

Bunun, "asıl onlar cimridir" manasında olması da mümkündür.

³:  "el" arapçada mecaz olarak, güç, mülk, nimet, yetki anlamındadır. Hatta bazen zaid olarak bile kullanılabilir. (müfredat : يدي, kurtubi ) iki elden kasıt, dünyadaki yetkisi ve ahiretteki yetkisi manasında olabilir. Yahudilerin "Allah cimridir" demesinden dolayı, Allah bir nevi "ahirette de olsa dünyada da olsa cömertim. Dünyada rızık ile, ahirette de bağışlama ile cömertim" demiştir.

Bazıları "iki eli" ifadesinden hareketle Allah'ın, bir insan gibi eli olduğunu iddia ediyor olsa da anlamsız bir fikirdir. Sebebiyse arapçada eli kolu olmayan varlıklar için bile "eli, iki eli" kelimeleri "güç" manasında kullanılır. Mesela "adaletin iki eline düştü" denir ki "adaletin gücüne, mülküne düştü (yakalandı)" manasındadır (müfredat : يدي, Zamahşeri:keşşaf)


65- Kitap halkı, inanmış ve korunmuş olsaydı, mutlaka onlardan kötülükleri tamamen örtüp yok ederdik ve onları 'Naim'in cennetlerine mutlaka girdirirdik.

66- Şayet onlar Tevrat'ı, İncili ve kendilerine RAB'lerine kendilerine indirileni sürekli olarak gereğince uygulamış olsalardı, mutlaka üstlerinden (gelen nimetlerden) ve ayaklarının altından (topraktan gelen nimetlerden) yerlerdi. Onlardan orta yollu bir topluluk (ümmet) vardır. Onlardan pek çoğuna [gelince ise] onların eylemleri ne çirkindir!


67- Ey Elçi! RAB'binden sana indirileni duyur. Eğer, hiç yapmazsan, onun mesajını duyurmamış [olursun]. Allah, insanlardan seni koruyor. Kesinlikle Allah, kafirler [gerçeği örtenler] milletine yol göstermez.

68- "Ey kitap ailesi! tevrat'ı, incili ve size RAB'binizden indirilen [vahyi] sürekli olarak gereğince uygulayana kadar herhangi bir şey (din) üzerinde değilsiniz." de. RAB'binden sana indirilen [vahiy] onlardan pek çoğunu taşkınlık ve küfr [gerçeği örtüp göz ardı etme] bakımından mutlaka artırıyor. Artık, kafirler [gerçeği örtenler] milletine tasalanma.


69- Kesinlikle,¹ inanmış olanlar, yahudiliği seçmiş olanlar, sabii'ler ve hristiyanlar [evet! bunlardan]² kim[ler] Allah'a ve ahiret [son] gününe inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş ise, onlara herhangi bir korku yoktur. Hemde onlar üzülmez bir haldedirler.

¹: bu Ayette "sâbiîler" kelimesinin, mensup olarak (sabiin= صابئين) şeklinde gelmesi gerekirken, merfu olarak (sabiun= صابؤن) şeklinde gelmesinden dolayı, bazıları gramer hatası olduğunu iddia etmiştir. Fakat bu hata değil, dil bakımından bunun birkaç izahı vardır:

Ayetteki "inne=ان" nasb edatı değildir, "evet" anlamında kullanılmıştır. Örneğin bir şair şunu demiştir:
ويقلن شيب قد علاك وقد كبرت فقلت إنه]
"[kadınlar] 'başın ağardı ve sen yaşlandın' derler. [ben de] evet (İNNEh=انه) dedim.]"
Burada "inne=إن" "evet" anlamında kullanılmıştır. (kurtubi)

Başka bir cevap şöyledir:
Burada bir takdim ve tehir vardır. [takdim ve tehir, bir cümlede özne nesne ve yüklemin, konuyu vurgulamak amacıyla yer değişmesidir. Örneğin "müminler Allah'a güvensin" cümlesi, normalde "felyetevekkelil müminune ale Allah=فليتوكل المؤمنون على الله" şeklindedir. Ancak, "müminler ANCAK Allah'a güvenir" manası vermek için "ale Allahi felyetevekkelil müminun =على الله فليتوكل المؤمنون" şeklinde bir yer değiştirme yapılabilir.]

Buna göre, ayetin takdiri şöyledir:
" والصابئون والنصارى كذلك.....
.......Sâbiîler ve Hristiyanlar da bunun gibidir" sâbiîler kelimesi, yeni bir cümlenin müptedası olduğu için merfu olmuştur. (kurtubi, zamahşeri:keşşaf)

Ibni kesir ve ubey, bu kelimeyi burada normal bir şekilde mensup okumuştur. Ibni Mesud ise (يا أيها الذين آمنوا والذين هادو والصابؤن) şeklinde muhatap alarak okumuştur (zamahşeri:keşşaf) mana olarak hepsi aynıdır.

²: burada (منهم) hazf edilmiştir (zamahşeri:keşşaf )

70- Elbetteki, İsrail'in oğullarının pekiştirilmiş anlaşmalarını almıştık ve kendilerine elçiler göndermiştik. Her ne zaman, kendilerine benliklerinin (nefislerinin) keyif almadığı [bir şey] ile bir elçi geldiyse bir grubu yalanladılar. Bir grubu ise öldürüyorlar.

71- Herhangi bir fitne [azap] olmayacağını sandılar, ardından kör ve sağır davrandılar, sonra Allah onların tevbelerini kabul etti, sonra onlardan pek çoğu (yine) kör ve sağır davrandılar. Hâlbuki Allah, onların eylemlerini bir devamlı görendir.

72- "Allah, Meryem'in oğlu Mesih'in kesinlikle ta kendisidir." demiş olanlar, elbette gerçeği göz ardı etmiştir. Mesih "Ey İsrail'in oğulları! RAB'bim ve RAB'biniz olan Allah'a kulluk edin! Doğrusu şu ki, kim Allah'a şirk [ortak] koşarsa, [bilsin ki] Allah ona cenneti haram etmiştir ve onun barınma yeri ateştir. Zalimlere hiçbir yardımcı yoktur." dedi.

73- "Allah, kesinlikle üçün üçüncüsüdür" demiş olanlar, elbette gerçeği göz ardı etmiştir. Bir tek Tanrıdan başka hiçbir Tanrı yoktur. Eğer, söyledikleri konusunda hiç son vermezlerse, onlardan¹ gerçeği göz ardı etmiş olanlara can yakıcı bir azap mutlaka ama mutlaka dokunacaktır.

¹: genelde buradaki "onlardan (منهم)" sözünün zaid olduğu söylenmiştir. Ancak tevil etmeye gerek yoktur. Kur'an'da yazan ne ise onu söylemek gerekir.

İlk başta bu sözü söyleyen kimselerin "Gerçeği göz ardı etmiş" olduğu haber verildi. Sonraki cümlede ise, bu sözü duyup da halen devam eden kimseler için "Gerçeği göz ardı etmiş" denildi. Çünkü bu sözü, bilmeden söyleyen kimseye uyarı gelmedi ise ceza verilemez. Bu Ayette ise muhatapların bu uyarıyı duyduğu halde halen bu gerçeği göz ardı etmeye devam ederlerse "gerçeği göz ardı etmiş" olacağı bildirildi. Bundan dolayı "Onlardan" diyerek sınırlama yapılmıştır.
Eğer, aksi olsaydı bugün yeterince Tevhid dinini tanımayan bir Hristiyan sadece yetiştiği ortam nedeniyle bu sözü söylüyor diye "kafir" sayılacak olsaydı, bu bir nevi adaletsizlik olurdu.

74- Artık, Allah'a tevbe etmeyecekler mi? Ondan bağışlanma istemeyecekler mi? Halbuki Allah, çok bağışlayandır, rahimdir.

75- Meryem'in oğlu Mesih ancak kendisinden önce Elçilerin gelip geçmiş olduğu bir Elçi'dir. Onun [Mesih'in] Annesi de çok dürüst bir kadındı. İkisi de yemek yerlerdi¹. Kendilerine ayetleri nasıl açıkladığımıza bakıp düşün. Sonra, [Gerçeklerden yalanlara] nasıl da baş aşağı çevrildiklerine bakıp düşün.

¹: "Mesih Tanrıdır" diyenleri ve sonraki ayetlerde geleceği üzere, Meryem'e "Tanrı" diyenleri akla davet etmek için söylenilen bir ifadedir. Bir nevi "İsa ve Meryem birer Tanrı olsaydı neden insanlar gibi yemek yesinler ki? Onlar da sizin gibi birer insan oldukları için yemek yerlerdi." denilmiştir.

76- "Allah'tan beride, sizin için ne zarara ne de faydaya [hiçbir şeye] sahip olamayan [şeylere] mi kulluk ediyorsunuz? Halbuki Allah, devamlı işitendir, devamlı bilendir." de.

77- "Ey kitap halk! Dininiz konusunda haksız yere aşırıya gitmeyin. Önceden [yolu] kaybetmiş, pek çoğuna [yolu] kaybettirmiş ve kendileri yolun eşit olanını kaybetmiş bir milletin keyiflerine uymayın!" de.

78- İsrail'in oğullarından gerçeği örtmüş olanlar, Davud'un bir de Meryem'in oğlu İsa'nın lisanı üzerine lanetlendiler [rahmetten engellendiler]. İşte bu, onların isyanları sebebiyledir. Onlar, haksızlık etmekteydiler.

79- Onlar, tanınmayan [kötülük] konusunda birbirlerini engellemezlerdi, onu [kötülüğü] yaparlardı. Yapmakta oldukları cidden ne kötüdür!

80- Onlardan pek çoğunu, gerçeği örtmüş olanları kendilerine veli (rehber) yaparken görüyorsun. Benliklerinin (nefislerinin) kendileri için önden hazırladıkları yani Allah'ın kendilerine kızması [cezası] cidden ne kötüdür! Onlar, azabın içinde kalıcıdır.

81- Şayet Allah'a, nebi'ye ve ona indirilmiş olana inanıyor olsalardı, onları veliler edinmezlerdi; ama onlardan pek çoğu hadlerini aşanlardır.

82- İnsanların, inanmış olanlara düşmanlık bakımından en şiddetlisi olarak mutlaka ama mutlaka yahudileri ve şirk [ortak] koşmuş olanları bulacaksın. Onların, inanmış olanlara sevgi bakımından en yakını olarak mutlaka ama mutlaka "Gerçekten biz, hristiyanlarız" demiş olanları bulacaksın. İşte bu, onlardan din bilginleri, ruhbanlar bulunması ve onların büyüklük taslamamalarından dolayıdır.

83- Elçi'ye indirileni işittikleri zaman, Hak'tan [geleni] tanıdıklarından dolayı, onların gözlerini yaştan dolup taşarken görürsün. "RAB'bimiz! İnandık, artık bizi şahitlerle birlikte yaz." derler.

84- "Bize ne var ki, Allah'a ve Hak'tan bize gelene inanmayalım ki? RAB'bimizin, bizi düzgün-iyi kişiler milletiyle birlikte girdirmesine umuyoruz."

85- Derken, Allah söyledikleri sebebiyle alt taraflarından ırmaklar akan, içinde kalıcı oldukları cennetler [ile] kendilerini ödüllendirdi. İşte bu, güzellik [iyilik] edenlerin karşılığıdır.

86- Gerçeği örtüp göz ardı etmiş ve ayetlerimizi [kanıtlarımızı] yalanlamış olanlar (evet!) işte onlar, kızgın ateşin (cahim) dostlarıdır.

87- Ey inanmış olanlar! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram etmeyin ve haksızlık etmeyin. Gerçekten Allah, haksızlık edenleri sevmez.

88- Allah'ın size rızık ettiklerinden helal ve temiz olarak yeyin. Kendisine inançlı olduğunuz Allah'a (karşı gelmekten) sakının!

89- Allah, yeminlerinizdeki boş-söz gelimi [söylediğiniz şeyler] sebebiyle sizi sorumlu tutmaz; ama sözleştiğniz yeminler sebebiyle sizi sorumlu tutar. O halde bunun kefareti, kendi ailenize yedirdiğinizin orta [seviyesin]den on yoksula yedirmek veya onları giydirmek veya herhangi bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Artık, (bunları yapmaya) hiç [imkan] bulamamış¹ kimseye üç gün oruç [tutmak gerekir]. İşte bunlar, yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizin kefaretidir. İşte, Allah ayetlerini bunun gibi size açıklıyor. Şükür etmeniz beklenir.

¹: "bulmak" yani (وجد) fiili, bu ayetten anlaşıldığı üzere, "imkan bulamamak" anlamına da gelir.

90- Ey inanmış olanlar! İçki, kumar, dikili taşlar [putlar] ve şans okları, sadece şeytanın eylemlerinden bir kirliliktir. O halde, ondan uzaklaşın, başarılı olmanız beklenir.

91- Şeytan içkide ve kumarda sadece aranıza düşmanlıklar ve nefretler koymayı, Allah'ın hatırlatmasından (zikir'den) ve yöneliş'ten (namazdan) sizi şiddetle geri çevirmeyi istiyor. Artık, son verecek misiniz?

92- Allah'a gönülden itaat edin, elçi'ye gönülden itaat edin ve dikkatli olun. Artık, yüz çevirseniz, elçi'ye [düşenin] sadece apaçık bir duyuru olduğunu bilin.

93- İnanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlara inandıkları ve düzgün-iyi eylemlerde bulundukları, sonra sakındıkları ve inandıkları, sonra sakındıkları ve güzellik [iyilik] ettikleri zaman, yemiş oldukları konusunda herhangi bir günah/yanlışa meyil ediş [mevcut] değildir. Allah, güzellik edenleri seviyor.

94- Ey inanmış olanlar! Allah, kimin gayb'ta (yalnızlıkta) kendisinden korktuğunu bilsin (açığa çıkarsın)¹ diye, ellerinizin ve mızraklarınızın kendisine ulaşacağı av'dan bir şey ile sizi mutlaka ama mutlaka sınayacaktır. Artık, kim bundan sonra hakka tecavüz ettiyse [bilsin ki] kendisi için can yakan bir azap vardır.

¹:insan eylemlerinin bilgisinin ancak ortaya çıktıktan sonra Allah tarafından bilindiğini düşünenlere göre Allah'ın bilgisi, sadece kendisinin belirlediği olaylar için vardır. Henüz ortaya çıkmayan bir eylemin bilgisi yoktur. Buradaki sınama amacı da, iradenin açığa çıkıp Allah'ın bilmesidir.

Ancak, iradenin sonucunun Allah tarafından bilindiğini düşünenlerin görüşünü kısaca şöyle anlatabiliriz;
Arapçada, "görmek(اري)", "bilmek(علم)", "korkmak(خوف )" eylemleri, birbiri yerine kullanılabilir. Örneğin fil suresinin 1. Ayetinde "RAB'binin fil ashabına ne yaptığını görmedin mi?" denilir. Halbuki peygamber bunu görmedi (لم يري) sadece, Allah'ın kendisine haber vermesi sayesinde bunu bildi (علم). Bu Ayette görmek, "bilmek" anlamındadır. Buradan hareketle, bu ayetteki "bilsin" ifadesini, "görsün, ezeli ilmi ile bildiğini görsün (açığa çıkarsın)" şeklinde anlamak mümkündür.

95- Ey inanmış olanlar! Siz ihramlı iken av'ı öldürmeyin! Kim onu [av'ı] kasten öldürürse, işinin vebalini tatması için, kabe'ye ulaşacak bir hediye [kurbanı] olarak, kendisine adalet sahibi iki [kişinin] hüküm edeceği sağmal hayvan[türün]den öldürdüğünü misli veya bir kefaret yani yoksulları doyurmak veya buna denk bir oruç tutmak onun¹ [öldürenin] cezasıdır. Allah, geçmişi affetti. Kim, tekrar (aynı hatasına) dönerse Allah kendisinden intikam alır. Allah, daima üstündür, intikam sahibidir.

¹: "cezauhu=جزاؤه" şeklinde de okunmuştur (Zamahşeri:keşşaf). Bu okuyuş diğerlerine göre daha açık olduğu için tercih edildi.

96- Size ve kafilelere bir geçimlik olarak, Denizin av'ı ve yemeği sizin için helal kılındı. İhramda olduğunuz sürece, karanın av'ı size haram kılındı. Kendisine doğru bir araya toplanmakta olduğunuz Allah'a (karşı gelmekten) sakının.

97- Allah; kutsal ev olan kabe'yi, kutsal ay'ı (ayları)¹, hediye [kurbanı] ve [kurbanlıkların] kolyelerini insanlar için bir kalkınma yaptı. İşte bunlar, Allah'ın göklerde ve yerde bulunanları bildiğini ve Allah'ın her şeyi bir devamlı bilen olduğunu bilmeniz içindir.

¹: cins ismi olarak "bütün kutsal aylar" manasında olabilir. (Zamahşeri:keşşaf)

98- Allah'ın sonucunun [cezasının] çok şiddetli olduğunu ve Allah'ın çok bağışlayan olduğunu, bir rahim olduğunu bilin.

99- Elçi'ye ancak duyurmak [düşer]. Hâlbuki Allah, açığa vurduğunuzu ve gizlediğinizi biliyor.

100- "Pis olan ve temiz olan, pis olanın çokluğu hoşuna gitmiş olsa bile, eşit olmaz. Artık, Allah'a (karşı gelmekten) sakının ey sağlıklı akıl sahipleri! Başarılı olmanız beklenir." de.

101- Ey inanmış olanlar! Sizin için açığa vurulursa sizi üzecek şeyler hakkında sormayın. Kur'an'ın [kısım kısım] indirilişi sürecinde onlar [o şeyler] hakkında sorarsanız, sizin için açığa vurulur. Allah, onları [o şeyleri] affetti. Allah çok bağışlayandır, bir halimdir.

¹: Kur'an yetmişten fazla ayette "Akıl etmez misiniz? Düşünmez misiniz? Atalarınız yanlış yolda olabilir, düşünün, araştırın" mealindeki emirleri ile ve sorgulayan müslümanlara örnek olarak kehf dostlarını (Ashabı kehf'i) örnek vererek (kehf 14-15 ayetleri) sorgulamaya teşvik eder. Bu Ayette sorgulamayı yasaklayan bir ifade yoktur, açıklandığı taktirde, hoşa gitmeyecek, pişman edecek ve yükü daha da ağır bir hale getirecek olan konular hakkında sormak yasaklanmıştır.
bakara suresinin 67-71 ayetlerinde, İsrail oğullarının, kesilecek kurban hakkında aşırı detay sorarak işin içinden çıkılamaz bir hale getirmeleri örnek verilebilir. Eğer kendilerine kurban emir edildiği anda hemen kesmiş olsalardı durum kendileri için zorlaşmayacaktı.

Bu çıkarımın doğru olmadığını düşünenlere bu ayetle ilgili şu rivayetler de örnek verilebilir:

Bir rivayete göre: peygamber herkese sorduğu sorunun cevabını vermek üzere yüksek bir yere çıkmıştı. Birisi, "benim babam kim?" diye sorunca, peygamber ona babasının ismini vermişti. O şahsın annesi de "sen, annenin cahiliye kadınları gibi olmadığına (zina yoluyla seni dünyaya getirmediğine)  nasıl emin olabilirsin? Eğer öyle yapmış olsaydım beni herkesin içinde rezil edecektin" demiştir (kurtubi) mesela bu olay, Ayette "sizin için, açığa vurulduğunda sizin için çirkin olacak..." ifadesini destekliyor.

Hac emri verildiği zamanda, birisi peygambere ısrarla "her sene mi?" diye sormuştu. Peygamber ilk başta cevap vermese de, ısrarın üzerine "hayır, ancak 'evet' demiş olsaydım, her sene farz olurdu ve siz buna güç getiremez, bundan dolayı günahkar olurdunuz" demişti (kurtubi, mevdudi)

Peygambere isnat edilen şu hadis de bu konuyu destekler:

“Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helâk etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz.” (Buhârî, İ’tisâm 2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130-131. Ayrıca bk. Tirmizî, İlim 17; Nesâî, Hac 1; İbni Mâce, Mukaddime 1)

102- Sizden önceki bir millet onlar [o şeyler] hakkında sormuştu sonra onlardan dolayı kafirler [gerçeği örtenler] olarak sabahlamışlardı.

103- Allah bahire'den, saibe'den, vasile'den ve ham'dan¹ herhangi bir (kanun) yapmamıştır; fakat gerçeği örtmüş olanlar, Allah'ın üzerinden (bu) yalanı uyduruyor. Onların çoğunluğu akıl etmiyor.

¹: bu kelimelerin anlamları hakkında birçok yorum yapılmıştır. Mesela bahire: on doğum yapan devenin serbest bırakılmasını anlatır. Bu deveye binilmez ve yük yüklenmez. Saibe: merada serbest bırakılan devedir. Sudan ve yemden men edilmez. Deve beş defa doğurduğu zaman bu şekilde serbest bırakılır. (müfredat : بحر, سيب) anlamları ne olursa olsun, bunlar Arapların kendi kendine uydurduğu şeylerdir. Bu Ayette, insanların kendi kendine hükümler uydurup bu hükümlere bağlılığı eleştiriliyor.

104- kendilerine "haydi Allah'ın indirdiğine ve elçisi'ne gelin!" denildiği zaman, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz ne ise o bize yeterli" dediler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve yol bulamıyor olsalar da mı?¹

¹: Bu ayet, sorgulayan müslüman olmaya sevk eden bir ayettir. İnsanların geneli, bulunduğu coğrafyanın inancını tercih etmektedir. Bu nedenle atalarımızın yoluna, bulunduğumuz coğrafyanın yoluna ve inancına değil; sadece delillere bakmalıyız. Delilin götürdüğü yere gitmeliyiz. Sorgulayan inanca karşı çıkanlar, bu ayetten bihaberdir.

105- Ey inanmış olanlar! Kendi benliklerinize [bakma sorumluluğu] size [düşer]. Siz yol bulduğunuz/aradığınız¹ zaman, yolu kaybetmiş kimse[ler] size zarar veremez. Topluca dönüş yeriniz sadece Allah'adır. Ardından, bulunmakta olduğunuz eylemlerinizi size haber verir.

¹: "ihtida=اهتداء" çoğunlukla "doğru yolu bulmak" anlamında olsa da bazen "doğru yolu aramak" anlamına da gelir. (müfredat: هدى)

106- Ey inanmış olanlar! Vasiyet sürecinde birinize ölüm geldiği zaman, aranızdaki bir şahitlik¹, sizden adalet sahibi iki kişinin veya siz yerde yolculuk yaptınız da ardından ölümün felaketi size isabet ettiyse sizin haricinizden [sizden olmayan] diğer iki kişinin [şahitliğidir]. Eğer şüphelendiyseniz, yöneliş'ten (namazdan) sonra o ikisini alıkoyarsınız, böylece o ikisi "Herhangi bir yakınlık sahipleri olsalar bile, onu [yeminimizi] herhangi bir paraya satmıyoruz ve Allah'ın şahitliğini gizlemiyoruz. Kesinlikle biz [bunu yaparsak] o zaman [bilin ki] mutlaka kasıtlı suçlulardanız" [diye] Allah'a yemin ederler.

¹: "şehadetun beynekum=شهادةٌ بينَكم" olarak da okunmuştur (Zamahşeri:keşşaf) bu okuyuşa göre çeviri yapıldı.

107- Artık, o ikisinin bir kasıtlı suça layık [o suçu işlemiş] oldukları açığa çıktıysa, onlara karşı hak istemiş olanlardan (mirasçılardan) o [suçlu] iki kişinin yerine geçen, [ölene] daha yakın iki kişinin [şahitliği gerekir]. Ardından "Kesinlikle ikimizin şahitliği, o ikisinin şahitliğinden daha hak'tır [uygundur]. İkimiz, haksızlık etmedik. Kesinlikle biz [bunu yaparsak] o zaman kesinlikle biz zalimlerdeniz." [diye] Allah'a yemin ederler.¹

¹: Bu Ayet gramer ve hüküm bakımından kur'an'ın en zor ayetidir. (kurtubi)

108- İşte bu, şahitliği kendi yüzüne [usulüne] göre [yerine] getirirsiniz diye veya onların yeminlerinden sonra bir takım yeminlerin reddedilmesinden korkarsınız diye en yakındır. Allah'a (karşı gelmekten) sakının ve dinleyin. Allah, hadlerini aşanlar milletine yol göstermez.

109- Allah'ın elçileri toplayacağı günü [an]. Ardından [Allah] "Ne cevap aldınız?" der. Onlar "Bizi ait hiçbir bilgi yoktur. Kesinlikle sen, Gayb'ları [gizlilikleri] çokça bilensin" derler.¹

¹: Allah, her şeyi en iyi bilen olduğu halde bu soruyu, insanları şahit etmek için soruyor. Bilmediğinden değil. Zamahşeri bu olayı şöyle güzel bir misal ile özetler:

Bir kral kendisine karşı isyana kalkan isyancıların bir mağdura yaptıklarını bildiği halde, hesap sormak ve suçluyu azarlamak için isyancıları ve mağduru huzuruna çağırır. Suçlunun mağdura ne yaptığını bilmesine rağmen suçluyu azarlamak için mağdura "bu isyancı sana ne yaptı?!" diye sorar. Mağdur kişi, suçu krala havale etmek, ona olan güvenini belirtmek ve başına gelen felaketin büyüklüğünü belirtmek için "onun bana ne yaptığını zatı alileri daha iyi bilir efendim" der.

110- Bir zamanlar Allah, "Ey Meryem'inoğlu İsa! Sana ve annene olan nimetimi hatırlayıp an! Hani sen beşikte iken ve genç olarak insanlarla konuşurken seni 'Kutsal ruh (Ruh'ul kudüs)' ile güçlendirmiştim. Hani sana kitabı, hikmeti, tevratı ve incili öğretmiştim. Hani benim iznim sayesinde kuşun biçimini çamurdan yaratıyor, ardından onun içine üflüyordun, böylece benim iznim sayesinde bir kuş oluyordu. Körü ve cüzzam hastasını iznim sayesinde iyileştiriyordun. Hani benim iznim sayesinde ölüleri çıkarıyordun. Hani İsrail'in oğullarını senden çekmiştim. Hani açık kanıtlarla onlara gelmiştin, onlardan gerçeği örtmüş olanlar "Bu ancak apaçık bir sihirdir" demişti.

111- Hani havarilere "Bana ve elçime inanın!" diye vahiy etmiştim. Onlar "İnandık, bizim müslümanlardan [teslim olanlardan] olduğumuza şahit ol." demişlerdi.

112- Hani havariler "Ey Meryem'in oğlu İsa! RAB'bin, üzerimize kısım kısım bir 'Maide [sofra]' indirebilir mi?" demişlerdi. [İsa] "İnançlı idiyseniz, Allah'tan sakının!" dedi.

113- Onlar "ondan [Maide'den] yemeyi, kalbimizin tatmin olmasını, bize doğru söylemiş olduğunu bilmeyi ve bunlara karşı şahitler'den olmayı istiyoruz" dediler.

114- Meryem'in oğlu İsa, "Ey Allah'ım¹! RAB'bimiz! Bizim için gökten, öncekilerimize-öncülerimize ve sonrakilerimize-diğerlerimize bir bayram ve senden bir ayet [mucize] olacak [topluca]² bir 'Maide' indir. Sen, rızık verenlerin en iyisi (hayırlısı) olarak bizi rızıklandır." dedi.

¹: buradaki (اللهم) kelimesi "Ey Allah'ım"şeklinde bir sesleniş manasındadır. (Zamahşeri:keşşaf)

²: buradan if'al babından (أنزل) derken, önceki ayetlerde tef'il babından (ينزل) denilmişti. Sanki bir nevi şöyle deniliyor "havariler kısım kısım indirilmesini istemişti, isa ise onların istediğinin daha fazlasını hemen topluca verilmesini istemişti"

115- Allah "Kesinlikle ben onun [Maide'nin] üzerinize kısım kısım indiricisiyim. [bundan] sonra sizden kim gerçeği örterse, [bilsin ki] kesinlikle ben kendisine âlemlerden [varlıklardan] herhangi birine kendisini uygulanmadığım bir azap olarak mutlaka azap ederim." dedi

116- Bir vakit, Allah "Ey Meryem'in oğlu İsa! İnsanlara sen mi "Allah'tan beride beni ve annemi iki Tanrı edinin¹" dedin?" demişti². [İsa] "seni tenzih ederim. Bana herhangi bir hak olmayanı söylemek, benim için [mümkün] olmaz. Eğer, onu söylemiş idiysem sen onu bilmişsindir. Benliğimde (nefsimde) olanı bilirsin; ben senin benliğinde (nefsinde) olanı bilmem. Gerçekten sen, Gayb'ları çokça bilensin." demişti.

¹: İncil veya tevratta böyle bir emir yoktu. Ama Hristiyanlar arasında bu şekilde bir inanca sahip olanlar vardı. Hristiyanlardan yehova şahitleri bu konuda şunu söylerler:

Kutsal Kitap Tanrı’nın ezelden ebede kadar var olduğunu söyler (Mezmur 90:1, 2; 93:2). Tanrı’nın bir başlangıcı olmadığı için bir annesinin olması da mümkün değildir. Üstelik Meryem Tanrı’yı rahminde taşımış olamaz, çünkü Kutsal Kitap göklerin bile O’nu alamadığını açıklar (1. Krallar 8:27).

Meryem’e özel bağlılık gösterilmesiyle ilgili ilk belirtiler MS dördüncü yüzyılın sonlarında görülür. Bu tarihlerde Katolik Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nda devlet dini olmuştu. Bunun sonucunda geçmişte putperest olan birçok kişi sözde Hıristiyan haline geldi. Aynı zamanda kilise Kutsal Yazılarla çelişen üçleme öğretisini benimsedi.

Üçleme öğretisi yüzünden kilise üyelerinin çoğu, İsa Tanrı ise Meryem’in de Tanrı’nın annesi olduğu sonucuna vardı. MS 431’de Efesos’taki bir kilise konsili resmen Meryem’in “Tanrı’nın Annesi” olduğunu ilan etti. Bu konsilden sonra Meryem’e aşırı bağlılık gösterme, hatta Meryem’e tapınma yaygınlaştı. Pagan kökenli kişiler kiliseye katıldıkça, Artemis (Roma dininde Diana) ve İsis gibi bereket tanrıçalarının yerini Bakire Meryem tasvirleri ve ikonları aldı.

MS 432’de, Papa III. Sixtus Roma’da “Tanrı’nın Annesi” onuruna bir kilise inşa edilmesini emretti. Bu kilise, Roma’nın doğum tanrıçası Lucina onuruna dikilmiş eski tapınağa yakın bir alanda inşa edildi. Bir yazar bu kiliseyi, “Roma’nın Hıristiyanlaşmasından sonra paganlara ait Yüce Ana tapınmasının Meryem tapınmasına dönüşmesinin kalıcı simgesi” olarak tanımlar (Mary—The Complete Resource).(jw org)

²: kur'an'da bazen geçmiş zaman kipi ile geleceği anlattığı görülür. Bu ayetlerde anlatılan olaylar kıyamet günü olacak olsa da, kesinlikle olacağımı belirtmek maksadıyla "olmuş" gibi anlatılıyor.

117- "Kendilerine ancak bana emir ettiğin [şeyleri] söyledim yani RAB'bim ve RAB'biniz olan Allah'a kulluk edin!" [dedim]. Onların içinde bulunduğum sürece onlara karşı devamlı şahittim. Ardından, beni vefat ettirdiğin zaman sen onların üzerinde bir devamlı gözetleyiciydin. Hemde sen, her şeye devamlı bir şahitsin."

118- "Onlara azap edersen [bilirsin ki] kesinlikle onlar senin kullarındır; eğer kendilerini bağışlarsan sen daima üstünsün, hakimsin/hikmetlisin."

119- Allah "Bu, dürüstlere dürüstlüklerinin fayda vereceği gündür. Kendileri için alt taraflarından ırmaklar akan, içinde kalıcı oldukları cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu; onlar da ondan razı oldu. İşte bu, çok büyük bir başarıdır." dedi.

120- Kendisi her şeye imkanı olan iken, göklerin, yerin [tüm evrenin] ve ikisinin arasındakilerin (içindekilerin) yönetimi sadece Allah'ındır.