31 Ekim 2019 Perşembe

40- Mümin suresi (Hubeyb öndeş meali)

Mümin

1- Ha, Mim.

2-3- Kitabın kısım kısım indirilişi, devamlı üstün olan, devamlı bilen, cezayı gerektiren işlerin bağışlayanı, tevbenin kabul edeni, sonucu [cezası] şiddetli olan, uzunluk [bağış] sahibi Allah'tandır. Ondan başka hiçbir Tanrı yoktur. Dönüş sadece onun [emrinedir].

4- Allah'ın ayetleri hakkında, ancak gerçeği örtmüş olanlar mücadele eder. Artık, onların beldelerde dönmeleri/gezmeleri seni aldatmasın.

5- Onlardan önce de Nuh'un milleti ve onlardan sonraki taraftarlar da yalanladı. Her bir topluluk kendi Elçilerini yakala[yıp cezalandır]maya meyillendi. Gerçeği, onunla [yalanla] geçersiz saymak için Yalanla mücadele ettiler. Derken, onları yakaladım. Artık, sonucum [cezalandırmam] nasıl olmuş?

6- İşte, RAB'binin kelimesi, gerçeği örtmüş olanlara karşı şunun gibi hak oldu [kesinleşti] : kesinlikle onlar, ateşin dostlarıdırlar.

7-9- Arş'ı taşıyanlar ve onun [Arş'ın] çevresindeki kimse[ler], RAB'lerinin övgüsüyle tenzih eder, ona inanır ve inanmış olanlar için bağışlanma dilerler. "RAB'bimiz! Rahmet ve bilgi bakımından, her şeyi kuşattın. Artık, tevbe etmiş ve senin yoluna uymuş olanları bağışla. Onları, kızgın ateşin azabından koruyup sakındır. RAB'bimiz! Onları ve onların babalarından, eşlerinden ve soylarından¹ düzgün-iyi kimseleri onlara söz verdiğin Adn cennetlerine girdir. Gerçekten sen, devamlı üstünsün, hakimsin/hikmetlisin. Onları, çirkinliklerden [kötülüklerden] koru. O gün, kimi çirkinliklerden [kötülüklerden] koruduysan, artık ona rahmet etmişsin [demektir]. İşte şu, büyük kurtuluşun ta kendisidir." [derler]².

¹: "men= من" birinci "hum=هم" zamirine bağlıdır. İkinci "hum=هم" zamirine de bağlı olabilir. Buna göre "...Onlara ve onların Atalarından, eşlerinden...düzgün-iyi kimselere söz verdiğin Adn cennetlerine..." şeklinde de çevrilebilir. (Beydavi)

²: "derler" [يقولو] sözü takdiridir. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

10- Doğrusu: gerçeği örtmüş olanlara "Elbetteki Allah'ın kızgınlığı, sizin kendi benliğinize olan kızgınlığınızdan daha büyüktür. Siz, inanca davet olundunuz, ardından gerçeği örttünüz" [diye] seslenilir.

11- "RAB'bimiz! Bizi iki defa öldürdün ve bize iki defa hayat verdin. Artık, cezayı gerektiren işlerimizi itiraf ettik. Artık hiçbir yola çıkış yok mudur?" dediler.

12- İşte şu [yaşadığınız azap], şu sebepledir: Allah'a, kendisi tek [sayılarak] dua edildiğinde, gerçeği örtüp görmezden gelmiştiniz. Eğer ona şirk koşulursa [ortak sayılırsa], inanırdınız. O halde hüküm, yüce olan, büyük olan Allah'ındır.

13- [O] size ayetlerini [mucizelerini] gösteren ve size gökten bir rızık indirendir. Ancak, samimi bir şekilde yönelen kimseler düşünüp öğüt alır.

14- Kafirler [gerçeği örtenler] nefret etse bile, Allah'a dini ona adayanlar olarak dua edin.

15-16- Derecelerin devamlı yükselteni olan, Arş'ın sahibidir.¹ Karşılaşma gününe yani² kendilerinden herhangi bir şeyin Allah'a³ karşı saklanamayacağı, onların bariz olacakları, [apaçık ortaya çıkacakları] güne [karşı] uyarması için kullarından tercih ettiği kimseye kendi emrinden olan Ruh'u atar. [O gün gelince] "Krallık, bugün kimindir? Tek olan, Egemen olan, Allah'ındır." (denilir).

¹: "rafiu-d dereceti=رفيع الدرجات" ifadesi özne [müpteda], "zu-l Arşi=ذو العرش" ifadesi ise yüklemdir[haberdir]. (Halebi: i'rab-ul kur'an)

²: 16. Ayetteki "yevmE=يوم" kelimesi, "telaki=تلاق" kelimesinden bedeldir. (Halebi: i'rab-ul kur'an)

³: "Allah" ismi yerine "O" zamiri kullanılarak "Ona karşı..." şeklinde [yani عليه şeklinde] de okunmuştur. (zamahşeri: keşşaf)

17- Bugün her canlı, elde ettiği ile karşılık bulur. Bugün, zulüm [haksızlık] yoktur. Gerçekten Allah, hesabı çok hızlı olandır.

18- Onları, vakti daralan güne [karşı] uyar. O vakit, onlar yutkunur haldeyken, kalpleri gırtlakların dibindedir. Zalimlerin, hiçbir sıcak [dostu] ve de kendisine gönülden itaat edilen hiçbir şefaatçisi yoktur.

19- Gözlerin hain olanını ve göğüslerin sakladıklarını biliyor.

20- Allah, Hak ile [gereğince] karar verir. Ondan [Allah'tan] beride dua ettikleri¹ hiçbir şeye karar veremezler. Gerçekten Allah, devamlı işitenin, devamı görenin ta kendisidir.

¹: "yeduvnehum=يدعونهم" takdirindedir. "Hum=هم" zamiri atılmıştır. Bir başka kıraat'te "teduvne=تدعون" yani "sizin dua ettiğiniz kimseler" şeklinde (Beydavi, kurtubi,) olması da bunu gösteriyor.

21- Yerde [yeryüzünde] hiç gezip de kendilerinden önce olan kimselerin sonucunun nasıl oldu[ğuna] bakıp düşünmediler mi? Onlar [önceki kimseler] kuvvet bakımından ve yerdeki [yeryüzünde bıraktıkları] eserler bakımından kendilerinden daha güçlüydüler. Ardından Allah, cezayı gerektiren işleri sebebiyle onları yakaladı. Onlar için, Allah'tan [gelen herhangi bir cezaya karşı]¹ hiçbir koruyucu olmadı.

¹: "min Allahi=من الله" ifadesi, bir nevi "min akıbeti-l llahi=من عقبة الله" yani "Allah'ın sonucundan [cezasından]" manasındadır.

Eğer "min va'kin min Allahi=من واقٍ من الله" yazmış olsaydı "Allah'tan gelen herhangi bir koruyucu olmadı" anlamında olurdu.

22- Onlara kendilerinin Elçileri açık kanıtlarla gelirdi, ardından onlar [Elçilerin hak olduğu gerçeğini] örtüp görmezden geldiler. Derken, Allah onları yakaladı. İşte şu [yaşadıkları] bundan dolayıdır. Gerçekten o, güçlüdür, sonucu [cezalandırması] şiddetli olandır.

23-24- Elbetteki Musa'yı, Firavun, haman ve Karun'a açık kanıtlarla ve apaçık bir yetki-delil ile göndermiştik. Ardından, onlar "[O], çokça yalan söyleyen bir sihirbazdır!" dediler.

25- Ardından [Musa] katımızdan olan Hakkı [gerçeği] onlara getirdiğinde "Onunla birlikte inanmış olanların oğullarını öldürün; onların kadınlarını hayatta bırakın" dediler. Kâfirlerin [gerçeği örtenlerin] planı ancak bir kayboluşun içindedir.

26- Firavun, "Beni bırakın da Musa'yı öldüreyim ve RAB'bine dua etsin! Gerçekten ben, dininizi değiştirmesinden veya yerde [bu bölgede] bozgunu açığa çıkartmasından korkuyorum" dedi.

27- Musa "Gerçekten ben, hesap gününe inanmayan her büyüklenenden kendi RAB'bime ve sizin RAB'binize sığındım." dedi.

28-29- Firavun'un Ailesinden/halkından, inancını gizleyen bir kişi "Siz "RAB'bim Allah'tır" diyen bir kişiyi öldürüyor musunuz? Hâlbuki size RAB'binizden açık kanıtlarla gelmişti. Eğer yalancı [biri] idiyse, yalanı kendisinin aleyhinedir; eğer dürüst [biri] idiyse, artık size söz verdiğinin bazısı size isabet eder. Gerçekten Allah, İsrafçı olan [haddi aşan] çokça yalan söylen bir kimseye yol göstermez. Ey milletim! Siz, yerde [bölgede] üstün iken, yönetim bugün sizindir. Artık, (o azap) bize geldiyse Allah'ın perişan edişinden (azabından) yana bize yardım edecek kimdir?" dedi. Firavun "size, kendi gördüğüm [şeylerden] başkasını göstermiyorum ve sizi olgun olan yoldan başkasına iletmiyorum." dedi.

30-31- İnanmış olan [kişi] "Ey milletim! Gerçekten ben, taraftarların günün benzerinden yani Nuh'un milletinin, Ad [milletinin], semud [milletinin] ve onlardan sonrakilerin devam eden durumlarının benzerinin sizin üzerinize [olmasından] korkuyorum. Hâlbuki Allah, kullar için herhangi bir zulmü istemez." dedi.

32-34- "Ey milletim! Gerçekten ben, sesleniş gününün yani arkanızı dönenler olarak [kaçar bir halde] yüz çevirdiğiniz günün sizin üzerinize [olmasından] korkuyorum. Sizin için, Allah'tan [gelen herhangi bir şeye karşı] hiçbir sarılacak [koruyacak] yoktur. Allah, kime yolu kaybettirirse, ona hiçbir yol gösteren yoktur. Elbetteki, önceden de Yusuf size açık kanıtlarla gelmişti. Ardından, onun getirdiklerinden yana siz şek [şüphe, kararsızlık] içinde bulunmaya ara vermediniz. Sonunda helak olduğu zaman "Allah, ondan sonra herhangi bir Elçi asla göndermeyecek" dediniz. İşte bunun gibi, İsrafçı olan, şüpheci kimseye Allah yolu kaybettirir."

35- "[Onlar], kendilerine gelmiş herhangi bir yetki-delil olmaksızın Allah'ın ayetleri [işaretleri] hakkında mücadele edenlerdir. Allah'ın katındaki ve inanmış olanların katındaki kızgınlık büyüdü. İşte, zorba olan her büyüklenenin kalbini Allah bunun gibi damgalar."

36-37- Firavun "Ey haman! Bana bir köşk yap. Belki sebeplere [araçlara] yani göklerin sebeplerine [araçlarına] ulaşırım da Musa'nın RAB'binin (karşısına) dikilirim. Gerçekten ben, onun mutlaka bir yalancı [olduğunu] düşünüyorum." dedi. İşte, Firavun'a kendi eyleminin çirkini [kötüsü] bunun gibi süslendi ve (o) yoldan [doğru yoldan] geri çevrildi. Firavun'un hilesi, ancak bir kuruyuş [yok oluş] içindedir.

38-39- O inanmış kişi "Ey milletim! Bana uyun ki sizi olgun olan yola ileteyim. Ey milletim! Gerçekten ahiret [son hayat], barınma yurdunun ta kendisi iken bu dünya [ilk] hayatı, sadece bir geçimdir." dedi.

40- Kim[ler], çirkin [kötü] bir eylemde bulunduysa, ancak onun [o kötülüğün] benzerini karşılık bulur; erkek ve kadın(cinsin)den kim[ler] bir inançlı olarak düzgün-iyi bir eylemde bulunduysa [bilsin ki] işte onlar, cennete girerler ve onda [cennette] hesapsız olarak rızıklandırılırlar.

41- "Ey milletim! Bana ne var ki sizi cennete davet ediyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz?"

42-44- "Ben sizi, devamlı üstün olana, çokça bağışlayana davet ederken, siz Allah'ı göz ardı etmem için ve kendisi hakkında bana herhangi bir bilgi olmayan [şeyleri] ona şirk koşmaya [ortak saymaya] beni çağırıyorsunuz. Beni, kendisine çağırdığınız [şeylerin] dünyada [ilk'te] ve ahirette [son'da] kendilerine ait herhangi bir davet/dua kabulü olmadığında, bizim Allah'a döneceğimizde ve İsrafçıların [haddi aşanların] ateşin dostları olduğunda kuşku yoktur. O halde, size söylediklerimi hatırlayacaksınız. İşimi Allah'a aktarıyorum. Gerçekten Allah, kulları devamlı görendir."

45- Derken, Allah onu [o inançlı kişiyi] onların planlarının kötülüklerinden koruyup sakındırdı. Firavun'un ailesini/kendisine bağlı olanlarını, azabın çirkini [kötüsü] kuşattı.

46- Ateş... onlar ona [o ateşe] sabah ve akşam sunulurlar. Saatin ayağa kalkacağı [gerçekleşeceği] gün, Firavunun ailesine/kendisine bağlı olanlarına "Azabın şiddetine girin!" [denilir].

47- Hani onlar, ateşin içinde birbirleriyle tartışıyorlardı. Ardından zayıf olanlar, büyüklük taslamış olanlara "Gerçekten biz, size bağlı olmuş bir haldeydik. O halde, bizden yana ateşten herhangi nasibi [def etmeye] yeterli misiniz?" dediler.

48- Büyüklük taslamış olanlar "Gerçekten her birimiz, onun [ateşin] içindeyiz. Gerçekten Allah, kullar arasında hüküm vermiştir" dediler.

49- Ateşin içindekiler cehennemin hazinedarlarına "RAB'binize dua edin ki herhangi bir gün bizden yana azaptan [bir kısmını] hafifletsin" dediler.

50- [hazinedarlar] "Elçileriniz size açık kanıtlarla hiç gelmedi mi?" dediler. [Ateşin içindekiler] "Tabiki" dediler. [hazinedarlar] "O halde siz dua edin. Kafirlerin [gerçeği örtenlerin] duası, ancak bir kayboluşun içindedir." dediler.

51-52- Gerçekten biz, Elçilerimize ve inanmış olanlara dünya hayatında [ilk hayatta] ve şahitlerin ayağa kalkacağı günde yani zalimlere bahanelerinin fayda vermeyeceği, kendilerine [zalimlere] lanet [rahmetten engelleme] olacağı ve yurdun kötüsünün kendilerine [zalimlere] ait olduğu günde mutlaka yardım ederiz.

53-54- Elbetteki Musa'ya (o) rehberi vermiştik ve İsrail'in oğullarını, bir rehber olarak ve üstün akıl sahiplerine bir hatırlatma olarak kitaba mirasçı yaptık.

55- O halde sabret, gerçekten Allah'ın verdiği söz Haktır [gerçektir], cezayı gerektiren işlerin için bağışlanma dile, akşam [vaktinde] ve sabaha girerken RAB'bini kendisinin övgüsüyle tenzih et.

56- Kendilerine gelmiş herhangi bir yetki-delil olmaksızın Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenlerin kesinlikle göğüslerinde ancak kendisine ulaşmamış oldukları bir kibir bulunmaktadır. Artık, Allah'a sığınmayı dile. Gerçekten o devamlı işitendir, devamlı görendir.

57- Elbetteki göklerin ve yerin (evrenin) yaratılışı, insanların yaratılışından daha büyüktür; fakat insanların çoğu bilmiyor.

58- Kör ve gören eşit olmaz; inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlar ile çirkinlik [kötülük] edenler de [eşit olmaz]. Ne az düşünüp öğüt alıyorsunuz.

59- Gerçekten saat, kendisinde hiçbir şüphe olmayan bir şekilde gelicidir; fakat insanların çoğu inanmıyor.

60- RAB'biniz "Bana dua edin ki size cevap vermeyi dileyeyim. Gerçekten, bana kulluk etmekten yana büyüklük taslamakta olanlar (evet!) onlar alçalmış olarak cehenneme girecek." dedi.

61- İçinde yurt edinmeniz için geceyi(dünyayı); gündüzü¹ de bir aydınlatıcı olarak yapmış olan Allah'tır. Gerçekten Allah, insanlara karşı bir ikram sahibidir; fakat insanların çoğu teşekkür etmiyor.

¹: Yunus 67 ve Neml 86 ayetlerin dipnotuna bakınız. "Gece ve gündüz" ifadeleri bir bütün olarak tüm dünyayı kasıt etmiştir. Yani ayet takdiri olarak "Geceyi ve gündüzü yani dünyayı içinde yerleşmeniz için seçmiştir" 

62- İşte o, her şeyin yaratıcısı olan RAB'biniz Allah'tır. kendisinden başka hiçbir Tanrı yoktur. O halde nasıl oluyor da [gerçeklerden yalanlara] ters döndürülüyorsunuz?

63- İşte, Allah'ın ayetlerini bile bile reddetmekte olanlar bunun gibi ters döndürülür.

64- Allah, yeri [dünyayı] sizin için bir barınma; göğü ise bir bina yapandır. Sizi şekillendirdi. Ardından şekliniz güzel yaptı. Sizi, Temiz olanlardan rızıklandırdı. İşte o, RAB'biniz Allah'tır. Alemlerin RAB'bi olan Allah kutludur.

65- O, kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan diridir. O halde, Dini ona adayanlar olarak ona kulluk edin. Övgü, Alemlerin [varlıkların] RAB'bi Allah'ındır.

66- "Gerçekten ben, RAB'bimden bana açık kanıtlar geldiğinde Allah'tan beride kendilerine kulluk ettiğiniz [şeylere] kulluk etmekten engellendim ve Alemlerin [varlıkların] RAB'bine teslim [Müslüman] olmakla emir olundum." de.

67- O [alemlerin RAB'bi], sizi bir topraktan yaratan, sonra bir damladan(zigottan)¹ yaratan, sonra bir alaka'dan (rahme tutunandan)²yaratan, sonra sizi bir bebek olarak çıkaran sonra gücünüze[olgunluk çağınıza] ulaşmanız için sonra da ihtiyar olmanız için -ki sizden kimi daha önce vefat ettirilir- isimlendirilmiş [belirlenmiş] bir süre sonuna ulaşmanız için ve akıl etmeniz beklendiği için [sizi (hayatta) bırakan'dır]³

¹: Nahl 4. ve müminun 14. Ayetlerin dipnotuna bakınız. 

²: "alaka=علق" kelimesi bir şeyin bir şeye yapışması, tutunması anlamına gelmektedir. (müfredat & İbni faris:Mekayısi-l lugat : علق)
Op. Dr. Banu Çiftçi, "hamilelik nasıl oluşur?" başlıklı yazısında "yuvalanma" aşamasında aynen şunları söylemektedir:
"Yuvalanma, henüz çok genç olan embriyonun, ana rahminin iç tabakasında kendisine uygun bir yer bulup oraya gömülme, yerleşme işlemidir. Döllenmeden 6 gün sonra başlar ve ortalama 12 günde tamamlanır.
İlk aşama 6. günde başlayan, yapışma, tutunma aşamasıdır. Hücre topunun en dışındaki hücreler özelleşerek bu tutunmayı sağlayan özel kimyasal maddeleri salgılarlar ve rahim iç tabakasına tutunurlar."(kaynak: https://www.drbanuciftci.com/sayfa/hamilelik-nasil-olusur)
Ayet bu gerçeklerle tamamen uyumludur.


³: "liteblugu=لتبلغو" ifadesinin başındaki "lam =ل" harfi hazf edilmiş bir "yubgiykum=يبغيكم" yani "Sizi bırakır" ifadesine bağlıdır. (Zamahşeri :keşşaf)

68- O, hayat verendir ve ölüm verendir. Artık, herhangi bir emiri/işi tamamladığı zaman, ona sadece "ol" der, ardından [o iş] olur.

69- Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenlerin nasıl da geri çevrildiğini hiç görmedin mi?

70- Onlar ki, kitabı ve onunla birlikte gönderdiğimiz Elçilerimizi yalanladılar. Artık yakında bilecekler.

71-72- O vakit¹ kelepçeler, boyunlarının içindedir. Kaynar suyun içinde zincirler [ile] sürüklenirler. Sonra, ateşin içinde tutuşturulurlar.

¹: "İz=إذ" geçmiş zaman için kullanılır. Yani "Hani, bir vakit, bir zaman şöyle şöyle olmuştu" anlamında kullanılır. Ancak, olayın kesinlikle olacağını belirtmek için geçmiş zaman kipi ile olaylar anlatılmıştır. (Zamahşeri:keşşaf, beydavi) Türkçede de buna benzer kullanımlar vardır.

73-74- Sonra kendilerine "Allah'tan beride şirk koşmakta [ortak saymakta] olduğunuz [şeyler] nerede?" denildi. Onlar "Bizden kaybolup gittiler. Aksine, biz önceden herhangi bir şeye dua etmekte değildik." dediler. İşte Allah, kafirlere [gerçeği örtenlere] bunun gibi, yolu kaybettiriyor.

75- İşte bu [Allah'ın size yolu kaybettirmesi], Haksızca [gereksizce] yerde [dünyada] sevinmekte olmanız sebebiyle ve böbürlenmekte olmanız sebebiyledir.

76- Kendilerinde kalıcı olarak Cehennemin kapılarına/bölümlerine girin! Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür!

77- O halde sabret. Gerçekten Allah'ın verdiği söz Haktır [gerçektir]. O halde, onlara söz verdiğimiz [şeylerin] bir kısmını sana göstersek de seni vefat ettirsek de (fark etmez) artık, sadece bizim [emrimize] geri dönecekler.

78- Elbetteki senden önce de Elçiler göndermiştik. Onlardan sana anlattığımız kimse[ler] vardır; onlardan sana hiç anlatmadığımız kimse[ler] de vardır. Allah'ın izni ile olmadıkça, herhangi bir Elçinin herhangi bir ayet [mucize] getirmesi [mümkün] olmaz. Artık, Allah'ın emri geldiği zaman, Hakka karar verilir ve [gerçeği] iptal edenler orada kaybeder.

79- Allah, kendilerinden kimine binmeniz ve kendilerinden kimini yemeniz için sağmal hayvanları sizin için yaratandır

80- Sizin için, onlarda [sağmal hayvanlarda] faydalar vardır. Bir de göğüslerinizde bulunan bir ihtiyaca onların üzerinde ulaşmanız için [sağmal hayvanları sizin için yaratandır]. Onların [sağmal hayvanların] üzerinde ve gemilerin üzerinde taşınırsınız.

81- Ayetlerini [mucizelerini] size gösteriyor. O halde, Allah'ın ayetlerinin [mucizelerinin] hangisini inkar ediyorsunuz [tanımıyorsunuz]?

82- Artık, yerde [yeryüzünde] hiç gezip de kendilerinden öncekilerin sonucunun nasıl olduğuna bakıp düşünmediler mi? Onlar, kendilerinden daha çoktu, kuvvet ve yerdeki eserler bakımından daha güçlüydüler. Ardından, elde etmiş oldukları [şeyler] kendilerine yeterli gelmedi.

83- Elçileri kendilerine açık kanıtlarla geldiğinde, onlar kendi katlarında bilgiden bulunan [şeyler] sebebiyle sevindiler. Maskara yapmaya çalıştıkları [şey] kendilerini kuşattı.

84- Perişan edişimizi (azabımızı) gördükleri zaman, "Allah'a onu tek [sayarak] inandık. Ona şirk koşmakta [ortak saymakta] olduğumuz [şeyleri] görmezden geldik." dediler.

85- Artık, perişan edişimizi (azabımızı) gördükleri zaman, Allah'ın, kulları hakkında gelip geçmiş sünneti [kanunu] gereğince inançları kendilerine hiç fayda sağlamadı. Kâfirler [gerçeği örtenler] orada kaybetti.

29 Ekim 2019 Salı

39- Zümer suresi (Hubeyb öndeş meali)

Zümer suresi
1- (o) Kitabın kısım kısım indirilişi devamlı üstün olan, hakim/hikmetli olan Allah'tandır.

2- Gerçekten biz, kitabı sana Hak ile [gereğince] indirdik. O halde Allah'a, dini ona adayan/mahsus kılan olarak kulluk et.

3- Dikkat! Halis[arınmış] din, sadece Allah'ındır. Ondan [Allah'tan] beride veliler edinmiş olanlar "Biz ancak itibar bakımından bizi Allah'a yaklaştırmaları için onlara kulluk ediyoruz" [derler]¹. Gerçekten Allah, hakkında onların ayrılığa düştükleri ne ise o konuda aralarında hüküm verir. Gerçekten Allah, yalancı olan, çokça nankör olan kimseye yol göstermiyor.

¹: "derler" [يقولوون] sözü hazf edilmiştir.

4- Allah, bir çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından tercih ettiğini mutlaka özel olarak seçerdi. O, münezzehtir, tek olanın, egemen olanın ta kendisidir.

5- Gökleri ve yeri [tüm evreni] Hak ile [gereğince] yarattı. Geceyi, gündüzün üzerine yuvarlıyor; gündüzü, Gecenin üzerine yuvarlıyor. Güneşi ve ay'ı hizmete sundu. Her biri, isimlendirilmiş [belirlenmiş] bir süre sonuna akıp gidiyor. Dikkat! O devamlı üstün olandır, çokça bağışlayandır.

6- Sizi bir tek canlıdan¹ yarattı, sonra ondan (onun türünden²) onun eşini yarattı. Sizin için, sağmal hayvanlardan sekiz çift-sınıf indirdi. Sizi, üç karanlıkta bulunan bir yaratılışın ardından annelerinizin karnında bir yaratılış olarak yaratıyor. İşte o, yönetim kendisine ait olan RAB'biniz Allah'tır. Ondan başka hiçbir Tanrı yoktur. Nasıl oluyor da geri çevriliyorsunuz?

¹: "Can" [nefs=نفس] ile İlk hücre kasıt edilmiş de olabilir. Hücre teorisine göre tüm canlılar bir tek hücreden gelmiştir.

²: "min=من" harfi cerr'i "türünden" anlamındadır. "Bir parçasından" anlamında değildir. Örneğin Tevbe 128. Ayette geçen "Size kendi canınızdan bir Elçi geldi" ifadesi, "kendi türünüzden bir Elçi geldi" anlamındadır.

7- Eğer, nankörlük (küfr) ediyorsanız [bilin ki] kesinlikle Allah, sizden daha zengindir [size ihtiyacı yoktur]. Kulları için nankörlüğe (küfre) razı olmaz; teşekkür ederseniz, sizin için ona [teşekküre] razı olur. Hiçbir yüklenici (günahkar) başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Sonra, dönüşünüz sadece RAB'binizedir. Ardından o, bulunmakta olduğunuz eylemlerinizi size haber verir. Gerçekten o, göğüslerin sahibini bilendir.

8- İnsana bir zarar temas ettiği zaman, samimi bir şekilde RAB'bine dua eder. Sonra, [RAB'bi] kendisinden bir rahmeti ona yolladığı zaman, önceden ona yalvardığını unutur ve Allah'a, onun yolundan saptırmak için denk (Tanrılar) sayar. "Nankörlüğün (küfr) ile birazcık geçin. Gerçekten sen, ateşin dostlarındansın." de.

9- Yoksa, gönülden itaatkar kimse gecenin saatlerinde secde halinde ve ayakta iken, Ahirete [son hayata] dikkat ederken ve RAB'binin rahmetini umarken, [isyan eden kimse gibi midir]?¹ "Bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Sadece sağlıklı akıl sahipleri düşünüp öğüt alır" de.

¹: Haber cümlesi olan "ke-men huve a'sa=كمن هو عاص" hazf edilmiştir. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

10- [Şunu] bildir¹: Ey inanmış kullarım! RAB'binize (karşı gelmekten) sakının! Bu dünya [ilk] hayatında güzellik [iyilik] etmiş kimselere bir güzellik vardır. Allah'ın yeri [dünyası] geniştir. Sabır edenlere, ödülleri herhangi bir hesap olmaksızın tamamen verilir.

¹: "kul=قل" sözü "Şunu bildir" manasında da kullanılır. Her zaman "de ki" anlamında değildir. Örneğin: İsra 53. Ayette "Kullarıma söyle(*), en güzel olanı söylesinler." denilmiştir. Bu ayette de "kul=قل" sözü "de ki" anlamında değil, "şunu bildir" anlamındadır. Aynı kullanım ahzab 59. Ayette "Ey Nebi! Eşlerin, kızlarına ve inançlıların kadınlarına söyle (*) dış örtülerinden [bir kısmını] üzerlerine yaklaştırsınlar [salsınlar]." ifadesinde de mevcuttur. Nur 30-31 ayetlerinde de aynı kullanım vardır.

11- "Gerçekten ben, Allah'a, dini ona adayan olarak kulluk etmek [ile] emir olundum." de.

12- "Müslümanların [teslim olanların] önderi¹ olmak için emir olundum."

¹: (müfredat: أول)

13- "Gerçekten ben, RAB'bime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım" de.

14- "Dini, sadece ona [Allah'a] adayan olarak sadece Allah'a kulluk ediyorum." de.

15- Artık, ondan [Allah'tan] beride tercih ettiğiniz [şeye] kulluk edin [bakalım!] "Gerçekten kaybedenler, kendi canlarını ve ailelerini/halkını kıyamet gününde kayba uğratmış olanlardır. Dikkat! O, apaçık kaybedişin ta kendisidir." de.

16- Onlara, ateşten üstlerinden (gelen) bir gölge ve alt taraflarından (gelen) bir gölge vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım¹! Artık, bana (karşı gelmekten) sakının!

¹: ayetin bu kısmına kadar, Allah üçüncü şahıs olarak anlatıldı, bu noktada iltifat sanatı uygulanarak, Allah birinci şahıs olarak anlatıldı.

17- Tagut'tan, ona kulluk etmekten kaçınmış ve Allah'a samimi bir şekilde yönelmiş olanlar (evet!) onlar için müjde vardır. Artık, benim kullarımı müjdele.

18- [Benim kullarım]  söze kulak verip onun [sözün] en güzeline uyanlardır. İşte onlar, Allah'ın kendilerine yol gösterdiği[kimseler]dir. İşte onlar, sağlıklı akıl sahipleridir.

19- O halde, kendisine azabın kelimesi Hak olmuş [kesinleşmiş] kimse [kurtulmuş kimse gibi midir]?¹ O halde, ateşteki kimseyi sen mi kurtaracaksın?

¹: Haber cümlesi olan (كمن نجا) ifadesi hazf edilmiştir. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

20- Fakat, RAB'lerine (karşı gelmekten) sakınmış olanlara (evet!) onlara Allah'ın verdiği söz olarak -ki, Allah, verdiği söze aykırı davranmaz- bir oda, onun üstünde, alt taraflarından ırmaklar akıp giden bina edilmiş bir oda vardır.

21- [Şunu] hiç görmedin mi: Allah gökten bir su indirdi, ardından onu [o suyu] yerdeki [dünyadaki] pınarlara kattı, sonra onunla [o suyla] renkleri [çeşitliliği] farklı olan ekin[ler'i] çıkardı. Sonra [ekin] kurur. Ardından onu [ekini] sararmış halde görürsün. Sonra onu dağılmış-parçalanmış hale getirir. Gerçek şu ki: işte şunlarda, sağlıklı akıl sahipleri için mutlaka bir hatırlatma vardır.

22- Artık, göğsünü İslam için Allah'ın açtığı, böylece RAB'binden bir aydınlık (Nur) üzerindeki kimse [Kalbi katılaşmış kimse gibi midir]?¹ O halde, Allah'ın hatırlatmasından [herhangi bir şeye karşı bile]² kalpleri katı olanlara yazıklar olsun! İşte onlar, apaçık bir kayboluşun içindedir.

¹: Haber cümlesi olan hazf edilmiştir.

²: "AN zikrillah=عن ذكر الله" yerine "MİN zikrillah=من ذكر الله" denilmesi, mübalağa içindir. (Beydavi) sanki "Zikir'den herhangi bir şeye karşı bile" manasındadır.

23- Allah, sözün en güzelini, birbirine benzeyen; (anlattıkları) tekrarlanan; RAB'lerine saygılı olanların ondan (o en güzel sözden) dolayı ciltleri ürperdiği bir kitap olarak [kısım kısım] indirdi. Sonra, onların ciltleri ve kalpleri Allah'ın zikrine [hatırlatmasına] karşı yumuşar. İşte şu, Allah'ın tercih ettiği kimseye kendisiyle yol gösterdiği rehberidir. Allah, kime yolu kaybettirirse, ona hiçbir yol gösteren yoktur.

24- Artık, kıyamet gününde yüzünü [kendisini] azabın kötüsüne [karşı] koruyan kimse, [Azaptan emin/güvende olan kimse gibi midir]?¹ zalimlere "Elde etmekte olduklarınızı tadın!" denilir.

¹: Haber cümlesi olan (كمن آمن العذاب) ifadesi hazf edilmiştir (Zamahşeri: keşşaf)

25- Onlardan öncekiler de yalanladı. Ardından azap, onlara farkında olmadıkları yerden geldi.

26- Böylece Allah, onlara dünya [ilk] hayatında utancı tattırdı. Şayet, bilmekte olsalardı, Ahiret [son] azabı kesinlikle daha büyüktür.

27-28- Elbetteki, [insanların] korunup sakınmaları beklendiği için açık-anlaşılır¹ [dile sahip], eğriliğe (hataya) sahip olmayan bir kur'an olarak, bu kur'an'da her bir örnekten insanlar için örneklendirdik. Düşünüp öğüt almaları beklenir.

¹: "arabiyyu=العربي" konuşmanın açık net-duru [anlaşılır] olan kısmıdır. (müfredat: عرب bkz: والعَرَبيُّ: الفصيح البيّن من الكلام) bir nevi "Halk arasında konuştuğunuz gibi karmaşık ve kuralsız bir dil olarak değil; apaçık, anlaşılır kurallı bir dil ile onu indirdik" anlamındadır.

29- Kendisi(ne sahiplenmek) hakkında birbirine giren-çekişen ortaklar bulunan bir kişiyi ve (sadece) bir kişiye teslim olmuş bir kişiyi¹ Allah misal olarak örneklendirdi. Misal-durum olarak ikisi eşit olurlar mı? Övgü, Allah'ındır... Aksine! Onların çoğunluğu bilmiyor.

¹: Tevhid ve Şirk'in farkı anlatılmaktadır: birden fazla Efendisi olan biri mi daha özgürdür? Yoksa bir tek Efendisi olan kişi mi daha özgürdür?

İnsan, ya Allah'a teslim olarak, onu Efendisi kabul ederek özgür olur. Ya da Allah'tan başka şeylere (kendi nefsini, İnsanları, vb.) teslim olarak köle olur. İşte bu yüzden Şirk, zulüm olarak değerlendirilmiştir. (Lokman 13)

30- Kesinlikle sen de öleceksin¹, kesinlikle onlar da ölecek.

¹: "meyyit=ميّت" kelimesi, hiç ölmemiş (ama ölecek olan) kimse için kullanılır. "meyt=ميت" ise ölmüş kimse için kullanılır. (kurtubi)

31- Sonra, kıyamet gününde kesinlikle siz RAB'binizin katında davalaşırsınız.

32- O halde, Allah'ın üzerinden yalan söyleyen ve kendisine geldiğinde doğruyu yalanlamış olan kimseden daha zalim kimdir? kafirler [gerçeği örtenlerin] için cehennemin içinde bir durak yok mudur?

33- Doğruluğu getirmiş ve onu doğrulamış olanlar korunup sakınanların ta kendileridir.

34- RAB'lerinin katında, ne tercih ederlerse o kendilerinindir. İşte şu, güzellik [iyilik] edenlerin karşılığıdır.

35- Allah, onların geçmişte yaptıkları¹ eylemlerinin en kötüsünü tamamen örtüp yok etsin ve onların bulunmakta oldukları eylemlerinin en güzeliyle onların ödüllerini karşılık olarak versin diye [böyledir].

¹: bu kısımda "amilu=عملوا" şeklinde geçmiş zaman kipi kullanılmıştır. Bu ifade, onların kötülükleri geçmiş dönemde yaptıklarını gösterir.

36- Allah, kuluna yeten değil midir? Ondan [Allah'tan] beridekilerle seni korkutuyorlar. Allah, kime yolu kaybettirirse, ona hiçbir yol gösteren yoktur.

37- Allah, kime yol gösterirse, ona [yolu] kaybettiren [hiçbir kimse] yoktur. Allah devamlı üstün olan, intikam sahibi olan değil midir?

38- Şayet, onlara "Gökleri ve yeri [tüm evreni] kim yarattı?" [diye] sorsan, mutlaka ama mutlaka "Allah [yarattı]" diyecekler. "O halde, Allah'tan beride kendilerine dua ettiğiniz [şeyleri] bana haber verin: Eğer, Allah bana herhangi bir zarar [vermeyi] istese, onun zararını onlar [dua ettiğiniz şeyler] mi kaldıracak? veya bana herhangi bir rahmet [vermeyi] istese, onun rahmetini onlar [dua ettiğiniz şeyler] mi tutacak?" de. "Güvenip dayananların (tevekkül edenlerin) sadece kendisine güvenip dayandığı Allah bana yeterlidir" de.

39-40- "Ey milletim! Konumunuz üzerine-gücünüz yettiğince eylemde bulunun [bakalım!] Gerçekten ben de eylemde bulunacağım. Rezil eden azabın kime geleceğini ve sürekli olan bir azabın kimin üzerine konacağını yakında bileceksiniz" de.

41- Gerçekten biz, kitabı sana insanlar için Hak ile [gereğince] indirdik. Artık, kim yol bulduysa, kendi benliğinin çıkarınadır; Kim yolu kaybetti ise, sadece kendi benliğinin aleyhine yolu kaybeder. Sen, onların üzerine bir vekil değilsin.

42- Canlıları, ölüm sürelerinde Allah vefat ettiriyor. Hiç ölmemiş [canlıları] uykularında [vefat ettiriyor]. Ardından, kendisine ölüm kararı verdiğini tutar; diğerlerini isimlendirilmiş bir süre sonuna kadar gönderir. Gerçekten, kavramaya çalışan herhangi bir millet için, işte bunlarda mutlaka ayetler [kanıtlar] vardır.

43- Yoksa, Allah'tan beride şefaatçi'ler mi edindiler? "Onlar, herhangi bir şeye sahip olmasalar ve akıl etmiyor olsalar da mı [onları şefaatçi edineceksiniz]?" de.

44- "Şefaat, tamamen sadece Allah'ındır. Göklerin ve yerin [tüm evrenin] yönetimi sadece onundur. Sonra, sadece onun [emrine] geri döndürülürsünüz." de.

45- Allah, bir tek olarak anıldığı zaman, Ahirete [son hayata] inanmayanların kalpleri nefret eder. Ondan [Allah'tan] beridekiler anıldığı zaman bir bakarsın ki onlar sevinirler.

46- "Ey Göklerin ve yerin [tüm evrenin] başlatıcısı/ayıranı¹, Gayb'ın [görünmeyenin] ve açıkça görünenin bileni olan Allah'ım! Kullarının arasında, kendilerinin ayrılığa düşmekte oldukları [şeyler] hakkında sen hüküm verirsin." de.

¹: Enam 14. ayetin dipnotuna bakınız.


47- Şayet, yerde [dünyada] ne varsa, onların tamamı ve onlarla birlikte onların tamamı zulüm eden kimselerin olsaydı, kıyamet gününde mutlaka onları azabın kötüsünden [kendilerini kurtarmak için] mutlaka feda ederlerdi. Allah'tan (gelen) kendilerinin hiç hesap etmekte olmadıkları [şeyler] kendileri için açığa çıktı.

48- Elde ettikleri [şeylerin] kötülükleri kendileri için açığa çıktı. Kendisiyle alay etmekte oldukları [şeyler] kendilerini kuşattı.

49- İnsana bir zarar temas ettiği zaman, bize dua eder. Sonra, ona bizden bir nimeti yolladığımız zaman, "O, bana sadece bir bilgi üzerine [bilgim sayesinde] verildi" der. Hayır! O bir fitnedir [sınamadır] fakat onların çoğunluğu bilmiyor.

50- Kendilerinden öncekiler de onu söylemişti. Ardından, elde etmekte oldukları [şeyler] kendilerine yeterli gelmedi.

51- Ardından, elde etmiş oldukları [şeylerin] kötülükleri kendilerine isabet etti. Bunlardan zulüm etmiş olanlar kendileri aciz bırakacak bir halde değilken elde ettikleri [şeylerin] kötülükleri kendilerine isabet edecek olanlardır.

52- Allah'ın, tercih ettiği kimseye rızkı açtığını [artırdığını] ve belirlediğini [ölçülediğini] hiç bilmediler mi? Gerçekten, inanan bir millet için işte bunlarda mutlaka ayetler [kanıtlar] vardır.

53- [Şunu] bildir¹: Ey kendi canlarına karşı israf etmiş [aşırıya gitmiş] kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Gerçekten Allah, cezayı gerektiren işleri tamamen bağışlar. Gerçekten o, çok bağışlayandır, Rahim'dir.

¹: Zümer 10. Ayetin dipnotuna bakınız.

54- Samimi bir şekilde RAB'binize yönelin ve azabın size gelişinden önce ona teslim [Müslüman] olun. Sonra yardım olunmazsınız!

55- Siz farkında değilken Azabın size aniden gelmesinden önce, RAB'binizden size ne indirildi ise onun en güzeline bağlı olun.

56-58 Herhangi bir canın "Allah'ın yanında eksiklik edişim üzerine [etmem sebebiyle] yazık bana! Gerçekten ben, cidden alay edenlerdendim!" demesinden veya "Şayet Allah bana yol göstermiş olsaydı, mutlaka korunup sakınanlar'dan olmuştum!" demesinden veya azabı gördüğü sırada "Benim için bir kere [şans] daha olsaydı da, güzellik [iyilik] edenlerden olsaydım..." demesinden [önce RAB'binizden size ne indirildi ise onun en güzeline bağlı olun¹].

¹: "En tekule=أن تقول" ifadesi, "min kablu en tekule=من قبل أن تقول" takdirindedir. Çünkü önceki ayetteki "Azabın size aniden gelişinden önce" ifadesi buna işaret etmektedir. (kurtubi)

59- Hayır! Ayetlerim [mucizelerim] sana gelmişti, ardından sen onları yalanlamıştın, büyüklük taslamıştın ve kâfirlerden [gerçeği örtenlerden] olmuştun.

60- Allah'ın üzerine yalan söylemiş olanları, kıyamet gününde yüzlerini kararmış olarak görürsün. Büyüklenenler için, cehennemin içinde bir durak yok mudur?

61- Allah, korunup sakınmış olanları kurtuluşları/başarıları sebebiyle kurtarır. Çirkinlik [kötülük] onlara temas etmez, hemde onlar üzülmez bir haldedirler.

62- Allah, her şeyin üzerine devamlı bir vekil iken her şeyin yaratıcısıdır.

63- Göklerin ve yerin (Evrenin) kuşatımı sadece onundur. Allah'ın ayetlerini [mucizelerini] örtüp göz ardı etmiş olanlar (evet!) işte onlar kaybedenlerin ta kendileridir.

64- "O halde, Allah'ın haricindeki [birine] mi kulluk etmemi bana emir ediyorsunuz¹ Ey bilgisizler!?" de.

¹: "gayra=غير" kelimesinin "a-e" şeklinde üstün harekeli bitmesinin sebebi, aslında "E te'muruni en eabude gayra Allahi= أ تامروني أن اعبد غير الله" anlamında olmasından dolayıdır. Yani nesne konumunda olması sebebiyle üstün harekeli [mensup] gelmiştir. Devamındaki "en=أن" hazf edilmiştir, bundan dolayı "eabudE=اعبد" değil "eabudU=اعبد" olmuştur.

65- Elbetteki, sana ve senden önceki kimselere [şu] vahiy edildi: Şayet, şirk koşarsan [Allah'a ortak sayarsan] mutlaka ama mutlaka eylemin boşa gider ve mutlaka ama mutlaka kaybedenlerden olursun.

66- Hayır! Sadece Allah'a kulluk et ve teşekkür edenlerden ol.

67- Allah'ı kendi gücünün hakkıyla tanıtmadılar¹. Kıyamet gününde, yer [dünya] tamamen, onun bir avucunda'dır[sahipliği altındadır]², Gökler ise, onun sağ elinde [gücünde] dürülmüştür.³

¹: Enam 91. Ayetin dipnotuna bakınız.

²: "kabz=قبض", "sahiplenme" anlamındadır. Örneğin aynı fiil ile "kabedtu-d dare min fulenin=قيضت الدار من فلان" denilir ki "Evi, falanca kişiden avuçladım: sahiplendim" denilir. (müfredat : قبض)

Bu ifade "fi kabdetihi=في قبضته" anlamındadır. (Nehhas: i'rab-ul kur'an)

³: Fizikçi michou kaku "parallel worlds" isimli kitabında şunları söyler:
"Sonunda evrenin orjinal genişlemesi tersine döner ve kendi üzerine doğru büzülür" [Eventually, they see that the original expansion of the universe
is reversing, and that the universe is contracting on itself.] (kaynak: Parallel worlds A Journey through creation, higher dimension and future of the cosmos, Michio kaku sayfa 77) Göğün sayfa gibi dürülmesinden kasıt bu olabilir.

Şu da olabilir: Einstein'a göre uzay maddesiz bir haldeyken tamamen dümdüzdür. İçinde bulunan kütleler uzayı bükmektedir. (bkz: Einstein'ın özel görelilik kuramı) daha iyi anlaşılması için şu şekilde bir örnekle anlatabiliriz: içi boş olan bir çemberin üzerine bir örtü açtığınızı hayal edin. Bu örtünün üzerinde hiçbir şey yokken örtü tamamen dümdüzdür. Ancak üzerine bir ağırlık attığınız zaman bu ağırlık örtüyü boşluğa doğru eğmeye başlar. Uzaydaki kütlelerin de uzayı bükmesi buna benzemektedir.
Bu durumda ayetin anlattığı senaryo şu şekilde olabilir: evrende kütle namına hiçbir şey kalmayacak, uzay tamamen dümdüz bir hale gelecek ve sonunda bir sayfanın dürülmesi gibi uzay da bürülecektir. Ayette en açık görünen durum budur.

68- Sur'un içine üflendi, Allah'ın tercih ettiği kimse[ler] hariç, göklerdeki ve yerdeki [tüm evrendeki] kimseler sarsıldı(bayıldı), sonra onun [Sur'un] içine son-diğer [kez] üflendi, bir bakıldı ki onlar bakıp dururken ayaktadırlar.

69- Yer [dünya], RAB'binin aydınlığı ile gündüze girdi [ışıldadı] kitap (ortaya) koyuldu, Nebi'ler ve şahitler getirildi, kendilerine zulüm edilmez bir halde kendilerinin aralarında Hak ile karar verildi.

70- O [Allah], onların yaptıklarını en iyi bilen iken, her bir canlıya eylemi tamamen verildi.

71- Gerçeği örtmüş olanlar cehenneme bölük bölük sevk edildi. Sonunda ona [cehenneme] geldikleri zaman, onun [cehennemin] kapıları açıldı. Onun [cehennemin] hazinedarları[bekçileri] onlara "Size, sizden olan, Allah'ın ayetlerini size okuyup teşvik eden ve sizi bu gününüze [karşı] uyaran Elçiler hiç gelmedi mi?" dediler. Onlar "Tabiki [geldi], fakat azabın kelimesi, kafirlere [gerçeği örtenlere] hak [şart] oldu." dediler.

72- "Kendisinde kalıcı olarak cehennemin kapılarına [bölümlerine] girin! Artık, büyüklenenlerin durağı ne kötüdür!" denilir.

73- RAB'lerine (karşı gelmekten) sakınmış olanlar, cennete bölük bölük sevk edildi. Sonunda ona [cennete] geldiklerinde ve onun [cennetin] kapıları açıldığında onun [cennetin] hazinedarları [bekçileri] onlara "Esenlik üzerinize olsun! temizsiniz. Artık, ona [cennete] kalıcı olarak girin." dediler.

74- Onlar "Övgü, verdiği sözü bize doğrulayan ve cennetten nereyi tercih ediyorsak oraya yerleşecegımiz (o) yere [bölgeye] bizi mirasçı yapan Allah'ındır." dediler. Çalışanların ödülü-ücreti ne güzeldir!

75- Melekleri, RAB'lerini tenzih ederken Arş'ın çevresinden dönüp dolaşırken görürsün. Aralarında Hak ile [gereğince] karar verildi ve "övgü, Alemlerin [varlıkların] RAB'bi olan Allah'ındır." denildi.

27 Ekim 2019 Pazar

38- Sad suresi (Hubeyb Öndeş meali)

Sad suresi

1-2- Sad... hatırlatma sahibi olan kur'an delildir¹ ki: (iddialarının) aksine! Gerçeği örtüp göz ardı etmiş olanlar bir izzet [gurur] ve cepheleşme içindedirler.

¹: Fecr 5. ayete bakınız.

3- Kendilerinden önce bir nesil[türünden] kaç tanesini helak ettik. Ardından seslendiler, (ama artık) sığınmanın sırası değildi.

4- Kendilerinden bir uyarıcının kendilerine gelmesini tuhaf karşıladılar. Kâfirler [gerçeği örtenler] "Bu, yalancı bir sihirbazdır." dediler.

5- "O, Tanrıları bir tek Tanrı mı yaptı? Gerçekten bu, tuhaf bir şeydir."

6-8- Onlardan seçkinler "Yürüyün ve Tanrılarınız üzerinde sabır edin. Gerçekten bu, mutlaka istenilen bir şeydir. Bunu, son-diğer dini görüşte işitmedik. Bu, ancak uydurmadır. Hatırlatma (zikir) aramızdan sadece ona mı indirilmiş?" diye (ortaya) atıldı. Hayır! Onlar, benim hatırlatmamdan yana şek [kararsızlık] içindedir. Hayır! Onlar azabımı henüz tatmadı.

9- Yoksa, devamlı üstün olan [ve] çokça hediye eden RAB'binin rahmetinin hazineleri kendilerinin yanında mıymış?

10- Yoksa göklerin, yerin [tüm evrenin]  ve ikisinin arasındakilerin (içindekilerin) yönetimi kendilerine mi aittir? O halde, sebeplerin [vasıtaların] içine yükselsinler.

11- [Onlar] burada taraftarlardan yenilgiye uğramış bir ordudur.

12-13- Kendilerinin öncesinde, Nuh'un milleti, Ad, kazıkların sahibi Firavun, semud, Lut'un milleti ve eyke dostları (Ashabı eyke) yalanladı. İşte onlar, taraftarlardır.

14- Her biri, ancak Elçileri yalanladı. Böylece benim sonucum [cezalandırmam] Hak oldu.

15- Bunlar, ancak kendisi için iki süt sağım [pek az] süresi (dahi) olmayan bir tek çığlığı bekliyorlar.

16- "RAB'bimiz! Defterimizi[hakkımızı] hesap gününden önce bizim için acele ettir [çabucak ver]" dediler.

17- Onların söylediklerine sabır et. El [güç] sahibi kulumuz Davud'u hatırlayıp an. Gerçekten o, (Allah'a) çokça dönendir.

18-19- Gerçekten biz, onunla birlikte akşam ve sabahlama (vaktinde) tenzih eden dağları ve bir araya toplanmış kuşları hizmete sunduk. Her biri, ona (Allah'a) çokça dönendir.

20- Onun krallığını güçlendirdik, ona hikmeti [akılla gerçeği tespit etme kabiliyetini] ve açık hitabı [düzgün konuşmayı/kesin hükmü] verdik.

21- (o) Davanın haberi sana geldi mi? Bir vakit, onlar mihraba [ibadethane odasına] atlamışlardı.

22-23- O vakit, Davud'un yanına girdiler [Davud] onlardan dolayı telaşlandı. Onlar "Korkma! [Biz]¹ bazısı bazısına [biri diğerine] haddini aşmış iki davacıyız. O halde, aramızda Hak ile hüküm ver, [Haktan/adaletten] uzak olma ve bizi yolun eşitliğine (adalete) ilet. Gerçek şu ki: Bu, benim bir tek dişi koyunum olduğu halde kendisinin doksan dokuz dişi koyunu olan kardeşimdir. O, "Onun [o tek dişi koyunun bakımına] beni kefil et [benim sürüme kat]" dedi ve hitapta bana üstün geldi [haklı çıktı]." dediler.

¹: "Biz" yani "nahnu=نحن" zamiri hazf edilmiştir (Müşkül i'rab-ul kur'an)

24- [Davut] "Elbetteki, o senin koyununu kendi koyunlarına [katmayı] isteyerek sana zulüm etmiştir. Gerçek şu ki, dostlardan/ortaklardan çoğunluğunun cidden bazısı bazısına [biri diğerine] haddini aşar. Ancak, inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlar hariç [onlar böyle değildir]. Onlar, pek azdır." dedi. Davut, kendisini fitnelediğimizi [sınadığımızı] düşündü, peşinden RAB'binden bağışlanma diledi, rüku ederek (duaya) kapandı ve samimi bir şekilde yöneldi.

25- Derken, bunları kendisi için bağışladık. Gerçekten onun, katımızda mutlaka itibarı ve en güzel dönüş yeri vardır.

26- Ey davut! Gerçekten biz, seni yerde [bölgede] bir halife [birinin yerine geçen/yönetici] yaptık. O halde, insanların arasında Hak ile hüküm ver, keyfe uyma! Aksi halde [keyif] sana Allah'ın yolunu kaybettirir. Gerçekten, Allah'ın yolunu kaybedenlere (evet!) onlara, hesap gününü unutmaları[dikkate almamaları] sebebiyle şiddetli bir azap vardır.

27- Gökleri ve yeri [tüm evreni] ikisinin arasındakileri(içindekileri) gereksiz olarak yaratmadık. İşte bu [gereksiz olduğu fikri], gerçeği örtmüş olanların düşüncesidir. Artık, gerçeği örtmüş olanlara, ateşten dolayı yazıklar olsun.

28- Yoksa, inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanları, yerde [dünyada] bozgun [terör, kaos, kargaşa] çıkaranlar gibi mi sayarız? Yoksa, korunup sakınanları, [dinin sınırlarını] parçalayanlar gibi mi sayarız?

29- [Bu¹], ayetlerini sonuna kadar düşünmeleri ve sağlıklı akıl sahiplerinin düşünüp öğüt almaları için kendisini sana indirdiğimiz mübarek [ilahi bereket kaynağı olan] bir kitaptır.

¹: "Bu" [هذا] zamiri hazf edilmiştir (Müşkül i'rab-ul kur'an)

30- Davud'a Süleyman'ı hediye ettik. Ne güzel kuldur! Gerçekten o, (Allah'a) çokça yönelendir.

31- Hani, ayakta duran [atlar], cömert [hızlı koşanlar] akşam vakti kendisine sunuldu.

32-33- [Atlar] perde ile saklanıncaya kadar [davut] "Gerçekten ben, RAB'bimin zikrinden dolayı hayrın sevgisini sevdim" dedi. "Onları [atları] bana döndürün" [dedi], ardından [Atların] bacakları[nı] ve boyunları[nı]¹ okşamaya² başladı.

¹: muzafun ileyh hazf edilir, muzaf bundan bedel olarak tenvin veya harfi tarif alır (İlhami haktan |Arapça dil bilgisi) Buradaki "es-suvk=السوق" ve "el-ea'nek=العناق" kelimelerinin başındaki "es/el=ال" takıları (harfi tarifler) muzafun ileyh'ten bedeldir. Yani ifadeler aslında "suvkiha=سوقها" ve "ea'nekiha=اعناقها" şeklindedir. Türkçe anlamı çeviride verildiği gibidir.

²: "Mesh=مسح" kelimesi Eli bir şeyin üzerinde gezdirmek, okşamak demektir. (müfredat :مسح) genellikle çoğu kişi bu ifadenin "Onların bacaklarını ve ayaklarını kesmeye başladı" manasında olduğunu söylemiştir. Bir kısım ise çeviride yazıldığı gibi "okşamaya başladı" manasında olduğunu söylemiştir. (Fahreddin Razi, kurtubi, zad'ul mesir, beydavi)

34- Elbetteki, Süleymanı fitneledik[sınadık] ve onun tahtının üzerine bir ceset bıraktık. Sonra, samimi bir şekilde yöneldi.

35- "RAB'bim!  Beni bağışla, bana benden sonra hiçbir kimseye ait olması mümkün olmayan bir krallık armağan et. Gerçekten sen, çokça armağan edensin." dedi.

36-37-38- Onun emriyle kendisinin isabet ettiği yere rahatça akıp giden rüzgarı; şeytanları yani her bir bina ustasını ve dalgıçları ve zincirler içinde yaklaştırılmış diğerlerini, [Süleyman] için hizmete sunduk.

39- Bu, bağışımızdır. Artık, hesapsız olarak¹ büyük iyilik et (verme) veya tut (verme).

¹: Bir kıraat'te "ataune bi-gayri hiseb=عطاؤنا بغير حساب" yani "Hesapsız bağışımızdır" şeklindedir. (Zamahşeri:keşşaf)

40- Gerçekten, katımızda onun mutlaka itibar ve en güzel bir dönüş yeri vardır.

41- Kulumuz Eyüb'ü hatırlayıp an. Hani RAB'bine "gerçekten, şeytan bana bir yorgunluk ve bir azap ile dokundu" diye seslendi.

42- [kendisine] "Ayağınla yere vur... Bu, soğuk bir yıkanılacak [su] ve bir içecek." [denildi].

43- Bizden bir rahmet ve sağlıklı akıl sahipleri için bir hatırlatma olarak, ona ailesini ve onlarla birlikte onların benzerini ona armağan ettik.

44- "Eline bir demet al, onunla vur ve günaha girme." gerçekten biz, onu sabırlı bulduk. [o] Ne güzel kul! Gerçekten o, (bize) çokça yönelendir.

45- Kullarımız İbrahim, İshak, bir de eller [kuvvetler] ve bakışlar (gözler) sahibi Yakub'u hatırlayıp an.

46- Gerçekten biz, onları temizlik-arınıklık, (o) yurdu hatırlayıp anma sebebiyle temiz-arınık yaptık.

47- Gerçek şu ki: onlar, katımızda mutlaka hayırlı seçkinlerdendir.

48- İsmail'i, Elyesa'yı ve Zülkifl'i hatırlayıp an. Her biri, hayırlılardandır.

49-50- Bu, bir hatırlatmadır. Gerçek şu ki, en güzel dönüş yeri yani Adn cennetleri, mutlaka korunup sakınanlarındır. Kapıları kendileri için açılmıştır.

51- Onların içinde [Adn cennetlerinde] birçok meyve ve içeceği talep ederlerken, onların içinde yaslanır haldedirler.

52- Kendilerinin katında, göz kapağının koruyucusu [İffetli]¹ yaşıt/denk kadınlar vardır.

¹: "Kasıratu-t tarfi=قاصرات الطرف" ifadesinin anlamı: kadınların İffetleri için gözlerini kapatmasından ibarettir. (müfredat: طرف)

53- Bu [sayılanlar], hesap günü için size söz verilenlerdir.

54- Gerçek şu ki: bu, kesinlikle kendisine hiçbir eksilme olmayan rızkımızdır.

55-56- Bu, [inançlılar içindir]¹. Gerçekten, taşkınlık yapanlara, mutlaka en kötü dönüş yeri yani [azabını] çekecekleri cehennem vardır. Artık, ne kötü döşektir!

¹: Haber cümlesi olan (للمؤمنين) sözü hazf edilmiştir. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

57- Bu, kaynayan su ve irindir. O halde, onu tatsınlar.

58- [Onlara] diğer onun şeklinden ve çeşitli [cezalar da] vardır.¹

¹: "e'haru=آخر" yüklemdir, "lehum=لهم" şeklinde takdiri ve öne alınmış bir müpteda vardır. "minşeklihi=من شكله" ve "ezvacun=أزواج" ise "e'haru=آخر" için iki sıfattır. (Halebi: duru-l mes'un)

59- Bu, sizinle beraber tehlikeye dalacak bir dalgadır [gruptur]. Onlara "Merhaba[hoş geldin]" yoktur. Kesinlikle onlar, Ateşin [sıkıntısını] çekecek olanlarıdır.

60- "Hayır! Asıl size "Merhaba[hoş geldin]" yoktur. Asıl siz onu (azabı) önden bizim için hazırladınız." dediler. Artık, ne kötü duruştur [o]!

61- Onlar "RAB'bimiz! Bunu kim önden bizim için hazırladıysa, onu[n] azab[ını] ateşte bir kat daha artır." dediler.

62-63- "Bize ne oldu da kendilerini kötülerden saymakta olduğumuz kişileri görmüyoruz? Onları bir alay konusu edinmiştik." dediler. "Yoksa, bakışlar onlardan kaydı mı?'

64- Gerçekten işte bunlar kesinlikle bir haktır. Hâlbuki ateşin dostları davalaşıyor.

65-66- "Ben sadece bir uyarıcıyım. Bir tek olan, egemen olan, göklerin ve yerin [tüm evrenin] ve ikisinin arasındakilerin (içindekilerin) RAB'bi olan, devamlı üstün olan, çokça bağışlayan Allah'tan başka hiçbir Tanrı yoktur." de.

67-70- "O, sizin kendisinden vazgeçici olduğunuz büyük bir haberdir. Yüksek heyette (melei ala'da) bulunanlar davalaştıkları vakit, bana (onlardan yana) hiçbir bilgi yoktu. Bana, benim ancak apaçık bir uyarıcı [olduğum] vahiy ediliyor." de.

71- Hani RAB'bin Meleklere "Gerçekten ben, çamurdan bir beşer yaratıcıyım." demişti.

72- "Artık, onu düzenlediğim ve onun içine kendi ruhumdan üflediğim zaman hemen onun için secde halinde düşün [yere kapanın]"

73- Meleklerin hepsi tamamen secde ettiler.

74- Ancak iblis hariç, o büyüklük tasladı ve kafirlerden [gerçeği örtenlerden] oldu.

75- [Allah] "Ey iblis! İki elimle [kuvvetimle]¹ yarattığıma secde etmekten seni ne engelledi? Büyüklük mü tasladın? Yoksa yücelerden mi oldun?" dedi.

¹: "iki el" ifadesi "kuvvet" anlamındadır. Örneğin "vaka yedey adlin=وقع يدي عدل" yani "adaletin iki eline düştü" denilir. "adaletin gücüne/kuvvetine yakalandı" anlamındadır. (müfredat :يد)

76- [Şeytan] "Ben, ondan daha iyiyim (hayırlıyım). Beni bir ateşten yarattın; onu ise bir çamurdan yarattın." dedi.

77-78- [Allah] "O halde ondan çık! Gerçekten sen, taşlandın [kovuldun]. Gerçekten, Din gününe kadar, senin üzerinde lanetim[rahmetten kovuşum] vardır." dedi.

79- [Şeytan] "RAB'bim! Onların yeniden diriltileceği güne kadar bana süre ver." dedi.

80-81- [Allah] "O halde sen, bilinen vaktin gününe kadar süre verilenlerdensin." dedi.

82-83- [şeytan] "İzzetine yemin ederim ki onların tamamının [hayatlarını/inançlarını] mutlaka bozacağım. Ancak, onlardan [kendini sana] adamış¹ kulların hariç" dedi.

¹: "muhlisiyn=مخلِصين" şeklinde de okunmuştur (Beydavi)


84-85- [Allah] "[İşte bu] Haktır.¹Ben, hakkı [gerçeği] söylüyorum: Cehennemi, senden [senin cinsinden] ve onlardan [insanlardan] sana uyan kimselerden mutlaka ama mutlaka topluca dolduracağım." dedi.

¹: "ze'like huve-l Hak=ذالك هو الحق" takdirindedir.

86- "Ona [duyuruya] karşılık sizden hiçbir ödül/ücret istemiyorum. Hâlbuki ben, gösteriş yaparak-söylenerek yapanlardan değilim." de.

87- O, Alemlere [tüm varlıklara] ancak bir hatırlatmadır.

88- Onun (kur'an'ın) haberini¹ bir süre sonra mutlaka ama mutlaka bileceksiniz.

¹: ayette de yazdığı üzere zamanla kur'an'ın haberlerinin gerçek olduğunu bildik. Bkz: Romalıların galibiyeti (Rum 1-3) evrenin tekillikten gelmesi (Enbiya 30), Güneş ve Ay'ın yörüngelerinin doğru tarif edilmesi (yasin 38-40, şems 1-2) evrenin genişlemesi (zariyat 47) gezegenlerin veya atmosferin oluşumu (fussilet 9-12, Naziat 29-32) insanın anne rahminde oluşum sırası doğru anlatım (müminun 14) Ay'ın kendi ışığı olmayıp güneşten aldığı ışığı yansıtması (yunus 5) dünyanın veya kıtaların hareketi (Neml 88, Naziat 32) canlılığın suda başlaması (Nur 45).

24 Ekim 2019 Perşembe

37- Saffat suresi (Hubeyb öndeş meali)

Saffat suresi

1-5- Sıra halinde sıralananlar; böylece sürdükçe sürenler; ardından hatırlatmayı (zikri) okuyup teşvik edenler delildir ki: gerçekten Tanrınız kesinlikle tektir, göklerin, yerin [tüm evrenin] ve ikisinin arasındakilerin (içindekilerin) RAB'bidir. Doğuların¹ da RAB'bidir.

¹: Güneşin yıl içerisinde dünyanın farklı noktalarından doğması kasıt edilmektedir.

6- Gerçekten biz, ilk/en yakın Göğü bir süs ile yani¹ parlayan yıldızlar ile süslü olarak gösterdik.²

¹: "parlayan yıldızlar" [كواكب] kelimesi "süs" [ذينة] kelimesinden bedeldir. Bu ifade "parlayan yıldızların süsü ile" manasında olarak "bi-ziynetil kevakib=بذينة الكواكب" şeklinde de okunmuştur (kurtubi, zad'ul mesir)

²: Ayette, "yarattı yerleştirdi, yaptı" manasında olan "halaka=خلق" veya "ceale=جعل" fiili kullanılmamış; "süsledi" manasında olan "zeyyene=زين" fiili kullanılmıştır. Bu fiilin kullanılması, yıldızların en yakın gökte bulunduğunu değil, en yakın gökte öyle bir görüntü verdiğini gösteriyor. Örneğin enam 43. Ayette "şeytan onlara bulunmakta oldukları eylemleri süslü olarak gösterdi" denir. "süslü olarak gösterdi" manasında yine "zeyyene =زين" fiili kullanılmıştır. Halbuki yaptıkları şey güzel değil, şeytan onlara bu eylemi süsledi yani güzel gibi gösterdi. Bir benzeri olarak bakara 212. Ayette "dünya hayatı kafirlere süslendi" denir. "süslendi" manasında "zuyyine =زين" fiili kullanılmıştır.
Yine "güzel gösterildi, aslen güzel olmadığı halde onlara öyle gösterildi" manasındadır.

Eğer kur'an, yıldızların en yakın gökte olduğunu söylüyor olsaydı, Nuh 15-16 ayetlerinde Güneş ve Ay'ın gökte (uzayda) bulunduğunu göstermek için "ceale=جعل" fiilini kullandığı gibi, bu ayette de "ceale=جعل" fiilini kullanırdı. Sadece kelime ayrımı bile bu kitabın o dönemde yaşayan sıradan bir insanın sözü olmadığını göstermektedir.

7- [Göğü], kaşarlanmış her bir şeytandan tam bir koruma olarak [koruduk]¹.

¹: "hıfzan=حفظا" kelimesi meful'u mutlaktır. Cümle çeviride yazıldığı gibi (حفظناها حفظا،) anlamındadır. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

8-9- [Şeytanlar] en yüce heyete (Melei- ala) kulak veremezler ve bir uzaklaştırma olarak her yandan kendilerine (alev) atılır. Onlar için devamlı bir azap vardır.

10- Ancak, bir kapış kapıp kaçan müstesna, artık delip geçen bir meteor onu takip eder.

11- O halde onlardan fetva iste: yaratma bakımından onlar mı daha güçlüdür? Yoksa yarattığımız kimse[ler] mi? Gerçekten biz, onları yapışkan-sabit bir çamurdan¹ yarattık.

¹: buradaki (من) harfi, çamurun tamamı ile değil, bir kısmıyla yaratıldığını gösteriyor. Bilimsel olarak da böyledir. Çamur (طين), su ve toprağın karışımıdır. Çamurda bulunan elementlerin bir bölümü insanda mevcuttur. Örneğin insanın %60'ı sudur çamur zaten sudan meydana gelir. %3'ü azottur, Azot toprakta da mevcuttur. Haricen, oksijen, fosfor, hidrojen, kalsiyum da insan ve toprakta ortak olarak mevcuttur. (TÜBİTAK: elementlerin doğadaki dönüşümü, kimyaca. Com: insan vücudundaki elementler, gencziraat. Com: toprak kimyası)

Belki de bu ifade, insanın özünün yani ilk canlının oluştuğu yeri kasıt ediyor da olabilir. Henüz ilk canlının nasıl oluştuğunu kesin olarak bilmiyoruz, bir takım hipotezler mevcuttur. Bu hipotezler arasında en uygun görüneni, ilk canlının okyanusların altındaki hidrotermal bacalardan oluştuğunu belirten bir hipotezdir. Ki bu hipotez nur 45. Ayetle bağdaşmaktadır. Bu ayette kasıt edilenin ne olduğunu bilim geliştikçe daha iyi anlayabiliriz.

12- Evet! Sen tuhaf buldun, onlar ise alay ediyorlar.

13- Kendilerine öğüt verildiğinde, öğüt almıyorlar.

14- Bir ayet [mucize] gördüklerinde alay etmeye çalışıyorlar.

15-17- "Bu, apaçık bir sihirden [etkilemeden] başkası değildir." diyorlar. "Öldüğümüz zaman, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Gerçekten biz mi yeniden diriltilmiş olacağız? Öncü-önceki atalarımız da mı [yeniden diriltilmiş olacak]?"

18- "Evet! Siz alçalmış bir haldeyken¹ [yeniden diriltilmiş olacaksınız]"

¹: "Vav=و" burada hazf edilmiş olan "tub'asun=تبعثون" fiilinden hal'dir. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

19- Artık o, sadece bir tek çığlıktır. Bir bakarsın ki onlar bakıp duruyorlar.

20- "Vay halimize! Bu, din (borç) günüdür." dediler.

21- Bu, kendisini yalanlamakta olduğunuz ayırma [gerçeği ve yalanı ortaya çıkarma] günüdür.

22-25- Zulüm etmiş olanları, onların eşlerini ve onların Allah'tan beride kulluk etmekte olduklarını bir araya toplayın da onları kızgın ateşin doğru yoluna yumuşakça iletin ve onları durdurun. Kesinlikle onlar, sorumludur. "Size ne var ki ,yardımlaşmıyorsunuz?" [denilir].

26- Evet! Onlar bugün teslim (Müslüman) olmayı isteyenlerdir.

27- Sorgulayarak birbirlerine döndüler.

28- "Gerçekten siz, bize sağdan (iyi taraftan) geliyordunuz" dediler.

29-32- (Diğerleri) "Aksine! Siz, (zaten) hiç inançlı olacak değildiniz. Size karşı bize ait hiçbir yetki yoktu. Hayır! Siz, saldırgan bir millettiniz. Artık, RAB'bimizin sözü bize karşı hak oldu [kesinleşti] Gerçekten biz, tadacağız. Bu halde¹ Sizi[n inancınızı/yaşamınızı] bozduk, gerçekten biz, bozuktuk." dediler.

¹: "Sizi[n inancınızı/yaşamınızı] bozduk" ifadesi "Siz (zaten) inançlı olacak değildiniz" sözüne bağlıdır. (Müşkül i'rab-ul kur'an) ayette sanki şöyle denilmiştir: "Siz zaten inançlı olacak değildiniz. Bu sebeple sizi[n inancınızı/yaşamınızı] bozduk"

33- Artık onlar, o gün azapta ortaktır.

34- İşte, gerçekten biz, suçlulara bunun gibi yaparız.

35- Gerçekten onlar, kendilerine "Allah'tan başka hiçbir Tanrı yoktur" denildiği zaman büyüklük taslamaktaydılar.

36- "Gerçekten biz, cinlenmiş/deli bir şair için mi cidden Tanrılarımızı bırakacağız?" diyorlar.

37- Hayır! O, hakkı [gerçeği] getirdi ve gönderilenleri doğruladı.

38- Gerçekten siz, can yakıcı azabı mutlaka tadıcısınız.

39- Bulunmakta olduğunuz eylemlerinizden başka karşılık bulamazsınız.

40- Ancak, Allah'ın [kendini ona] adamış kulları hariç [onlara daha fazlası vardır].

41-43- Naim'in cennetlerinde değerli kılınmışlar olarak kendileri için bilinen bir rızık; meyveler olanlar işte onlardır.

44- Karşılıklı yataklar üzerindedirler.

45-47- kendisinde bir bozukluk [rahatsızlık] olmayan, İçenlere lezzetin berrağı olan, bir pınardan kase, karşılarında dönüp dolaştırılır. Onlar, ondan [o pınardan] dolayı, sarhoş edilmezler.

48- Onların katlarında, göz kapağının güzel gözlü koruyucuları¹ [İffetli kadınlar] vardır.

¹: "Kasıratu-t tarfi=قاصرات الطرف" ifadesinin anlamı: kadınların İffetleri için gözlerini kapatmasından ibarettir. (müfredat: طرف)

49- Onlar, sanki korunmuş beyaz yumurta gibidir.

50- Ardından sorgulayarak birbirlerine döndüler.

51-53- Onlardan bir sözcü, "Gerçekten benim bir arkadaşım vardı, "Gerçekten sen, cidden (söylenenleri) doğrulayanlardan mısın? Öldüğümüzde, toprak ve kemik olduğumuzda mı? Cidden biz mi borçlanmış [karşılık bulmuş] olacağız?" derdi." dedi.

54- "Siz bakar mısınız?" dedi.

55- Derken dikilip baktı, ardından onu [arkadaşını] kızgın ateşin seviyesinde [orta noktasında] gördü.

56- "Tallahi [Allah'a yemin olsun ki] gerçekten neredeyse beni de mahvedecektin!" dedi.

57- "RAB'bimin nimeti olmasaydı, mutlaka (ateşe) hazır edilmişlerden olurdum"

58-59- "O halde ilk ölümümüz haricinde biz ölümlü değil miymişiz? Azap edilecekler değil miymişiz?"

60- Gerçekten bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.

61- O halde, eylemde bulunanlar bunun benzeri için eylemde bulunsun.

62- Misafirlik bakımından bu mu daha iyidir(hayırlıdır)? Yoksa zakkum ağacı mı?

63- Gerçekten biz, onu [o ağacı] zalimler için bir fitne [azap] yaptık.

64- Gerçekten o, kızgın ateşin aslından çıkan bir ağaçtır.

65- Onun salkımı, sanki şeytanların başları gibidir.

66- Artık, gerçekten onlar, mutlaka ondan yiyecekler. Karınlar ondan doldurulacaktır.

67- Sonra, onun üzerine gerçekten onlara kaynar sudan bir karışım vardır.

68- Sonra, gerçekten onların dönüş yeri mutlaka kızgın ateştir.

69- Gerçekten onlar kendi atalarını yolu kaybedenler olarak buldular.

70- Derken, kendileri onların [atalarının] izleri üzerine koşuyorlardı.

71- Elbetteki, kendilerinden önceki olan öncülerin çoğunluğu yolu kaybetmişti.

72- Elbetteki, onların içine (arasına) uyarıcıları göndermiştik.

73- O halde bakıp düşün: uyarılanların sonucu nasıl olmuştu?

74- Ancak, Allah'ın adanmış kulları hariç.

75- Elbetteki, Nuh bize seslenmişti. Gerçekten, ne güzel cevap verenler[iz]!

76- Onu ve ailesini/kendisine bağlı olanları çok büyük dertten kurtardık.

77- Onun soyunu kalıcı yaptık.

78- Diğerleri arasında, ona (iyi bir nam) bıraktık.

79- Alemlerin [varlıkların] içinde, Nuh'un üzerine esenlik olsun!

80- Gerçekten biz, güzellik [iyilik] edenlere bunun gibi karşılık veriyoruz.

81- Gerçekten o, inançlı kullarımızdandır.

82- Sonra, diğerlerini batırdık/boğduk.

83- Gerçekten, İbrahim onun takımındandır.

84- Hani o İbrahim] RAB'bine sağlıklı bir kalple gelmişti.

85-87- O vakit, babasına ve milletine "kulluk ettiğiniz [şeyler] nedir? Bir uydurma uğruna mı Allah'ın berisinde Tanrılar istiyorsunuz? Alemlerin RAB'bi hakkında düşünceniz nedir?" demişti.

88- Yıldızlar hakkında bir bakıp düşünme olarak iyice bakıp düşündü.

89- Ardından "gerçekten ben, [beden bakımından] sağlıksızım" dedi.

90- [Milleti] arkalarını dönüp kaçar bir halde ondan yüz çevirdi.

91-92- Ardından [İbrahim] onların Tanrılarına kurnazlık yaptı, "Yemiyor musunuz? Neyiniz var ki konuşmuyorsunuz?" dedi.

93- Onlara karşı sağ eliyle bir darbe olarak kurnazlık yaptı.

94- [Milleti] aceleyle ona geldi.

95- [İbrahim] "kendi yonttuğunuz [şeylere] mi kulluk ediyorsunuz?" dedi.

96- "Hâlbuki, sizi ve işlediğiniz [şeyleri] Allah yarattı"

97- [Milleti] "[İbrahim] için bir binayı bina edin de onu kızgın ateşe atın" dedi.

98- Böylece ona bir plan yapmayı istediler, ardından onları aşağı seviyeye getirdik.

99- [İbrahim] "Gerçekten ben, RAB'bimin [emrine] gidiciyim. Bana yol gösterecektir." dedi.

100- "RAB'bim, bana düzgün-iyi kişilerden (birini) bağışla."

101- Derken, onu halim bir oğlan çocuğu ile müjdeledik.

102- [Çocuk] onunla birlikte koşuşturmaya (çalışacak seviyeye) ulaşınca, [İbrahim] "Ey biricik oğlum! Gerçekten ben, uykuda seni kurban ettiğimi görüyorum. Artık bak düşün, görüşün nedir?" dedi. [çocuğu] "Ey babacığım! Sana emir edileni yap. İnşallah [Allah tercih ederse] beni sabırlılardan bulacaksın." dedi.

103-106- İkisi de teslim olunca¹ ve [İbrahim] onu [çocuğunu] iki yan [alın] üzerine yatırınca "Ey İbrahim! Rüyayı doğrulamış bulunuyorsun. Gerçekten biz, güzellik [iyilik] edenlere bunun gibi karşılığını veririz. Gerçekten bu, apaçık bir sınamadır" diye ona seslendik.

¹: "Teslim olunca ve [İbrahim] onu [çocuğunu] iki yan [alın] üzerine yatırınca" ifadesinin cevabı devamında geçen ifadelerdir. "Ona seslendik" manasında olan "venedeynehu=ونديناه" ifadesinin başındaki "ve=و" harfi "fe=ف" manasındadır. Yani cevap cümlesidir. Çünkü cevap cümlesi bazen "ve=و" harfi ile de gelir. (Fahreddin Razi Enfal 27)

107- Ardından ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik.

108- Diğerlerinin içinde, ona [ibrahime] (iyi bir nam) bıraktık.

109- İbrahim'in üzerine bir esenlik olsun.

110- Güzellik [iyilik] edenlere işte böyle karşılık veririz.

111- Gerçekten o, inançlı kullarımızdandır.

112- Onu, düzgün-iyi kişilerden bir Nebi olan İshak ile müjdeledik.

113- Ona ve İshak'a bereket verdik. O ikisinin soyundan güzellik [iyilik] eden var; apaçık kendi canına zalim olan var.

114- Elbetteki, Musa ve Harun'a büyük iyilikte bulunmuştuk.

115- O ikisini ve milletlerini büyük dertten kurtardık.

116- Onlara yardım ettik, böylece onlar galip gelenlerin ta kendileri oldular.

117- Açıklamak isteyen kitabı o ikisine verdik.

118- En sapasağlam doğru yola o ikisini yumuşakça ilettik.

119- Diğerlerinin içinde, o ikisine (iyi bir nam) bıraktık.

120- Musa ve Harun'un üzerine bir esenlik olsun.

121- Gerçekten biz, güzellik [iyilik] edenlere böyle karşılık veririz.

122- Gerçekten o ikisi, inançlı kullarımızdandır.

123- Gerçek şu ki İlyas gerçekten gönderilenlerdendir.

124-126- Bir vakit, milletine "(karşı gelmekten) sakınmıyor musunuz? Bal'e dua ediyor ve yaratıcı(tasarımcı)ların¹ en güzelini yani RAB'biniz ve öncü atalarınızın RAB'bi olan Allah'ı bırakıyor musunuz?" dedi.

¹: "Ha'ligiyn=خالقين" kelimesi, yoktan var etmek anlamında kullanılmamıştır. Bu fiil normal yaratmak/tasarlamak manasında insana nispet edilebilir. Örneğin, Allah, İsa peygamberi muhatap alarak "...Benim iznimle yaratıyordun..." (Maide 110) derken bu Ayetteki (خلق) fiili kullanılmıştır. Yaratma eylemi peygambere nispet edilmiştir. Bir başka ayette, müşrikler muhatap alınarak "...siz bir ifk[iftira/yalan] yaratıyorsunuz..." (ankebut 17) denilmiş ve yine yaratma manasında olan (خلق) fiili yine Allah'tan başkasına nispet edilmiştir. Buradan anlaşıldığı üzere, ilgili Ayetteki "yaratma" manasında olan (خلق) fiili "tasarlama" manasında olup, tasarlama yeteneği olan herkese nispet edilebilir. Bu ayette Allah, tüm tasarımcıları kıyas ederek kendisinin "en" olduğunu belirtmiştir.
"yoktan var etme" anlamında olan (بدع) fiili sadece Allah'a nispet edilir, insana nispet edilemez.

127-128- Derken, onu yalanladılar. Artık, Allah'ın adanmış kulları müstesna kesinlikle onlar, (azaba) hazır edilmişlerdendir.

129- Diğerlerinin içinde, ona (iyi bir nam) bıraktık.

130- İlyaslılara [İlyas'a uyanlara]¹ bir esenlik olsun.

¹: "İl-yasin=ال ياسين" ifadesinin "İlyas'a mensup olanlar/ona bağlı olanlar" anlamında olduğu söylenmiştir. bir başka kıraat'te "el-yasin=آل ياسين" yani "Yasin ailesi/halkı" anlamındadır. (kurtubi)

131- Gerçekten biz, güzellik [iyilik] edenlere böyle karşılık veririz.

132- Gerçekten o, inançlı kullarımızdandır.

133- Gerçek şu ki Lut, gerçekten gönderilenlerdendir.

134-135- Bir vakit onu ve ailesini/kendisine bağlı olanları topluca kurtardık. Ancak, (azapta) kalanlardan bir ihtiyar kadın hariç [onu kurtaramadık].

136- Sonra diğerlerini yıkıp yok ettik.

137-138- Gerçekten siz, sabahlarken ve geceleyin onların yanlarına gidip geliyorsunuz. Artık, akıl etmiyor musunuz?

139- Gerçek şu ki yunus, gerçekten gönderilenlerdendir.

140- Bir vakit, dolu gemiye kaçmıştı.

141- kur'a çekti, böylece elenenlerden oldu.

142- Ardından, (kendini) kınayıcı¹ bir haldeyken büyük balık onu yuttu.

¹: "kınanmış" manasında "meliym=مليم" şeklinde de okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf)

143-144- Şayet o, tesbih edenlerden olmasaydı, yönlendirmeye [yeniden dirilişe] kadar onun [balığın] karnında kalacaktı.

145- Ardından onu, sağlıksız bir halde iken çıplak alana (sahile) attık.

146- Onun yanında kabak bitkisinden bir ağaç yetiştirdik.

147- Onu [yunusu] yüz bin [kişi]'den daha fazlasına kadar¹ gönderdik.

¹: genellikle "yüz bin veya daha fazla kişiye gönderdik" şeklinde çeviri yapılmış olsa da, çeviri yapanların "veya" manası verdiği "ev=أو" edatı yerine göre "-e kadar, hatta, ve" anlamlarına gelir. (Kitabu-l Ayn Halil b. Ahmet: أو maddesi, kurtubi)

Mana itibariyle şu anlamdadır: yüz bin kişiye gönderdik, o yüz bin kişi daha da artıyordu.

148- Ardından, inandılar. Böylece onların bir süreye kadar geçinmesini sağladık.

149- O halde onlardan fetva [problemi çözme] iste: Kız çocukları Allah'ın; erkek çocukları kendilerinin mi?¹

¹: "Değersiz gördükleri kız çocukları Allah'a ait, ama değer verdikleri erkek çocukları kendilerine ait öyle mi?" anlamındadır. Kız olsun erkek olsun ölü olsun diri olsun evrende her şeyin Allah'a ait olduğu pek çok ayette defalarca kez vurgulandı. Ancak bu ayette eleştirilen nokta: onların değersiz gördükleri kız çocuklarını Allah'a yakıştırıp, değerli gördükleri erkek çocuklarını kendilerine yakıştırmalarıdır.

150- Yoksa, kendileri şahit iken melekleri dişiler olarak mı yarattık?

151-152- Dikkat! İftiralarından [bir kısmı olarak] mutlaka ama mutlaka "Allah doğurdu." diyecekler. Gerçekten onlar, mutlaka yalancıdır.

153- Erkek çocuklarına karşı kız çocuklarını mı özel olarak seçti?

154- Sizin için ne var? Nasıl hükmediyorsunuz?

155- Artık, öğüt almıyor musunuz?

156- Yoksa sizin için apaçık bir yetki-delil mi var?

157- O halde eğer dürüst idiyseniz, kitabınızı getirin.

158-160- Onunla [Allah ile] cinler arasında bir soy bağı yaptılar [olduğunu iddia ettiler]. Cinler, elbetteki [şunu] bilmişlerdi ki: -Allah'ın adanmış kulları müstesna- kesinlikle onlar mutlaka hazır edileceklerdir. Allah, onların yakıştırmasından münezzehtir.

161-163- Artık, gerçekten siz ve kulluk ettiğiniz [şeyler], ona karşı fitneleyecekler [yoldan çıkaracaklar]¹ değilsiniz. Ancak, kızgın ateşi[n azabını] çekecek olan kimseler hariç [onları yoldan çıkarırsınız].

¹: (müfredat : فتن)

164- "Bizden, kendisinin bilinen bir konumu-değeri olmayan [hiçbir şey] yoktur."

165- "Gerçekten biz, (o) saflar halinde dizilenlerin ta kendileriyiz."

166- "Gerçekten biz, mutlaka tenzih edenlerin ta kendileriyiz."

167-169- Gerçekten, onlar mutlaka ama mutlaka "Şayet, öncülerden-öncekilerden bir zikir (hatırlatma) bizim katımızda olsaydı, mutlaka Allah'ın adanmış kulları olurduk" diyorlardı.

170- Derken, onu örtüp göz ardı ettiler. O halde, yakında bilecekler.

171-172- Elbetteki, gönderilmiş kullarımız için kelimemiz öne geçti: kesinlikle onlar, mutlaka yardım edilmişlerdir.

173- Gerçekten, ordumuz mutlaka galip gelenlerin ta kendileridir.

174- Artık bir süreye kadar onlardan yüz çevir.

175- Onlara bak, yakında onlar da bakacaklar.

176- Artık, azabımızı acele mi istiyorlar?

177- [Azap] kendilerinin sahasına indiği zaman, artık uyarılanların sabahı ne kötüdür!

178- Artık, bir süreye kadar onlardan yüz çevir.

179- Bak, artık yakında bakacaklar.

180- İzzetin RAB'bi olan RAB'bin onların yakıştırmalarından münezzehtir.

181- Gönderilenlerin üzerine bir esenlik olsun.

182- Övgü, alemlerin [varlıkların] RAB'bi olan Allah'ındır.

22 Ekim 2019 Salı

36- Yasin suresi (Hubeyb öndeş meali)

Yasin suresi

1- Ya, Sin.¹

¹: "Ya, Sin" sadece iki harftir. Bazılarının iddia ettiği gibi "Ey Sin!" anlamında değildir. Eğer öyle olsaydı (يا سين) şeklinde yazılırdı.

2-5- Devamlı üstün (aziz) olanın, rahim olanın kısım kısım olarak indirdiği¹ Hikmetli kur'an'a delildir ki² kesinlikle sen gerçekten sapasağlam bir doğru yolun üzerinde gönderilmişlerdensin.

¹: 5. Ayette geçen "tenzilE=تنزيل" ifadesi mutlak mastardır. Cümle (نزل تنزيل) takdirindedir. (Müşkül i'rab-ul kur'an) aynı ifade "tenzilİ=تنزيل" şeklinde de okunmuştur. Bu durumda 2. ayetteki "Kur'an" sözünden bedel olur. (zamahşeri:keşşaf) çeviri bu durumda "kur'an'a, yani aziz [ve] rahim olanın [kısım kısım] indirişine yemin olsun ki" şeklinde olur.

²: "yemin" delil anlamında kullanılır. Bunun en açık delili fecr 5. ayettir.

6- Herhangi bir milleti tıpkı atalarının uyarılması gibi¹ uyarman için [gönderilmişlerdensin]. Çünkü² onlar bihaberdir.

¹: "ma=ما" olumsuzluk manasında [yani ma-en Nafiye] da olabilir, "kema=كما" yani "Tıpkı....gibi" manasında da olabilir. (zad'ul mesir, kurtubi, beydavi) çeviri ikinci anlama göre yapıldı. Her iki anlam da özünde farklı değildir. Birinci anlama göre, "yakın zamanki ataları uyarılmamış." manasında olur. İkinci anlama göre de daha önceki ataları kasıt edilmiştir. (Fahreddin Razi)

²: Çeviride verilen anlam doğrultusunda buradaki "fe=ف" harfi "çünkü" anlamındadır. Tıpkı "Seni falanca kişiyi uyarman için gönderdim. Çünkü o bihaberdir" [أرسلتك إلي فلان لتنذره فانه/فهو غافل] (zamahşeri) ifadesinde olduğu gibi..

Diğer anlama göre çeviri şu şekilde olurdu: "Ataları uyarılmamış böylece de bihaber olan bir milleti uyarman için [seni gönderdik]."

7- (o) Söz, onların çoğunluğuna Hak oldu [kesinleşti]. Çünkü onlar inanmıyor.

8- Gerçekten biz, onların boyunlarında kelepçeler meydana getirdik, artık o [kelepçeler] çenelerine kadardır. Artık, onlar başları havadadır.

9- Onların önlerinden bir set çektik ve arkalarından bir set çektik. Ardından onları bürüdük, artık bakmıyorlar.

10- Onlara uyardın mı yoksa uyarmadın mı? (fark etmez) onlara göre eşittir, İnanmıyorlar.

11- Sadece, hatırlatmaya (zikre) uyan ve Gayb'da [yalnızken] Rahman'a saygılı olan kimseleri uyarırsın. Artık, onu [öyle kimseleri] bir bağışlanma ve büyük bir ödülle müjdele.

12- Gerçekten biz, evet biz! Ölülere hayat veriyoruz, onların önden hazırladıklarını ve tercihlerini yazıyoruz. Her şeyi...(Evet!) onu [her şeyi] apaçık bir imamın içinde hesap ediyoruz.

13- Onlara bir misal olarak (o) kentin dostlarını örneklendir: Hani gönderilenler ona [o kente] gelmişti.

14- O vakit, onlara iki [Elçi] göndermiştik. Ardından, o ikisini yalanladılar. Derken, üçüncü [Elçi] ile üstünlük verdik, böylece "Gerçekten biz, size gönderilenleriz" dediler.

15- [Kentin dostları] "Siz, bizim örneğimizde bir beşer'den başkası değilsiniz. Rahman, hiçbir şey indirmedi. Siz, ancak yalan söylüyorsunuz!" dediler.

16- [Elçiler] "RAB'bimiz biliyor, gerçekten biz, size mutlaka gönderilenleriz." dediler.

17- "Bize, ancak apaçık duyuru yapmak [düşer]"

18- [Kentin halkı] "gerçekten biz, sizden dolayı şanssızlaştık. Yemin olsun, eğer son vermezseniz, sizi mutlaka ama mutlaka taşlarız(recm ederiz) ve bizden size can yakıcı bir azap temas eder!" dediler.

19- [Elçiler] "Şansınız, sizinle birliktedir. Hatırlatıldınız [uyarıldınız] diye mi¹ [şanssızlaştığınızı iddia ediyorsunuz]? Hayır! Siz, İsrafçı bir milletsiniz." dediler.

¹: bu ifade "E en=أ أن" şeklinde de okunmuştur (zamahşeri:keşşaf, kurtubi, beydavi) bu okumaya göre çeviri yapıldı.

20-21- Şehrin en uzağından bir kişi koşarak geldi "Ey milletim! Gönderilenlere uyun. Kendileri yol bulmuş iken, sizden herhangi bir ödül istemeyen kimse ona bağlı olun!" dedi.

22-25- [Şöyle devam etti] "Bana ne var ki beni başlatmış [yaratmış] olana kulluk etmeyeyim? Sadece ona geri döndürülürsünüz. Ondan beride (başka) Tanrılar edinir miyim? Hâlbuki Rahman bana herhangi bir sıkıntı (vermeyi) isterse, onların şefaati bana hiçbir açıdan yeterli gelmez, onlar beni kurtaramaz. Gerçekten ben, [bunu yaparsam] o zaman ben apaçık bir kayboluş içindeyim [demektir]. Gerçekten ben, RAB'binize inandım. Artık beni dinleyin."

26-27- "Cennete gir." denildi. "Keşke RAB'bimin beni bağışladığını ve beni değer verilenlerden yaptığını milletim bilseydi." dedi.

28- Onun ardından onun milletine gökten hiçbir ordu indirmedik. İndirecek de değildik.

29- [Onların yakalanışı] ancak bir tek çığlıktı. Bir de baktık ki onlar sönecek [hale gelmişler].

30- Ey kullar üzerindeki hasret! Onlara bir Elçi[türün]den ne geldiyse, onlar kendisiyle ancak maskara yapmaya çalışmaktaydılar.

31- Kendilerinden önceki nesillerden kaç tanesini helak ettik, onların geri dönemediklerini hiç görmediler mi?

32- Her biri ancak tarafımızda toplanıcıdır, hazır edilmiştir.¹

¹: "in=إن" burada [tahfif edilmiş إن olup] "kesinlikle" anlamındadır veya olumsuzluk [nafiye] amaçlıdır. "lemma=لما" ise "Ancak" [yani إلا] anlamındadır. "muhdarun=مخضرون" ise ikinci haberdir. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

33- Kendisine hayat verdiğimiz ve kendisinden bir tanecik çıkardığımız, böylece onların kendisinden yediği ölü dünya (yer) kendileri için bir ayettir [işarettir].

34-35- Onun [Allah'ın] ürünlerinden ve kendi ellerinin emeğinden yemeleri için onda [dünyada] hurmadan ve üzümlerden cennetler [bahçeler] meydana getirdik. Onda, gözler [pınarlar] patlattık. Artık, teşekkür etmiyorlar mı?

36- Yerin [dünyanın] yetiştirdiklerinden, onların kendi canlarından ve onların bilmediklerinden çiftlerin¹/sınıfların tümünü yaratan münezzehtir.

¹: Bu olay Rad 3. Ayetin bahsetmiş olduğu olayla alakalı olabilir. Rad 3. Ayetin dipnotuna bakınız. 

37- Gece, kendileri için bir ayettir [işarettir]. Gündüzü, ondan sıyırırız. Bir bakarsın ki onlar karanlıkta kalmış [haldedir].

38- Güneş de [kendileri için bir ayettir]¹. Kendisi için karar kılınmak istenilen yere kadar² akmaktadır³. İşte bunlar, devamlı üstün (aziz) olanın, devamlı bilenin belirlemesidir.

¹: "ve=و" harfi, önceki ayette geçen "Gece, kendileri için bir ayettir" cümlesine bağlıdır.

²: "lam=ل" harfi, "ila=إلى" anlamındadır. "vakit" anlamında da olabilir "yer" anlamında da olabilir. (Fahreddin Razi) hepsi de birbirine yakın anlamlar'dır.

Bir görüşe göre bu ifade ile kıyamet vakti Güneşin durup kalacağı kasıt edilmiştir. (zad'ul mesir, Fahreddin Razi,) bilime aykırı bir tarafı yoktur, ayet gelecekte Güneşin varacağı durumu anlatmaktadır. Bilimin buna aykırı herhangi bir açıklaması yoktur. Güneş hareket etmektedir, ancak Güneşin sonunda durup yok olmayacağına dair herhangi bir veri yoktur.

Bir kıraat'te "le mustekarre=لا مستقر" yani "durmaksızın..." şeklindedir (zad'ul mesir, beydavi). Bilimsel olarak da öyledir. Çünkü araplar Güneşin öğle vakti gökte sabit kaldığını sanıyordu (müfredat : زال) kur'an, bu yanlış bilgiye bu ayetle cevap vermiştir.

³: Güneş, uzayda sabit değildir, Samanyolu Gökadası’nın merkezinin etrafında hareket ediyor. (TÜBİTAK)

39- Ay da [kendileri için bir ayettir]¹. Ona konumlar belirledik, nihayet eğrik eski bir dal gibi bir hale geri döner.

¹: "KamerU=القمرُ" şeklinde de [merfu olarak da] okunmuştur. (zad'ul mesir, kurtubi) önceki ayetlerde geçen "...kendileri için bir ayettir" sözüne bağlıdır.

40- Güneş... Onun Ay'a erişmesi mümkün değildir; Gece, gündüzün [önüne] geçicisi değildir. [Güneş, ay ve yıldızların]¹ her biri, kendi² rotaları içinde yüzüyor.

¹: "kullun=كلٌ" kelimesinde bulunan tenvin, muzafun ileyh'ten ıvazdır. Buna göre, ilgili ifade "kulluhum=كلهم" yani "Onların hepsi" manasındadır. "hum=هم" zamiri en az üç şey için kullanılır. Kasıt edilen güneş, ay ve yıldızlardır. Her ne kadar "yıldızlar" yazmıyor olsa da akıla getirmesi sebebiyle onlara işaret etmektedir. (Beydavi, kurtubi)

³: "felekin=فلكٍ" kelimesinde bulunan tenvin, muzafun ileyh'ten ıvazdır. Bu ifade "felekihim=فلكهم" yani "kendi rotaları" manasındadır. Bilimsel olarak da doğrudur, güneş, ay ve yıldızlar her biri kendi yörüngesinde gitmektedir. Aynı yörüngede değil. Eğer, kur'an her birinin aynı yörüngede olduğunu sanmış olsaydı "felekin Vahidin= فلك واحد" yani "bir tek rota" derdi.

Kur'an'ın indiği dönemde insanların gerek gözlem gerekse kulaktan dolma bilgilerle sunacağı üç model vardır, üçü de yanlıştır.
1- güneş merkezli evren modeli.
Bu modelde güneş sabittir, kur'an ise Güneşin hareket ettiğini belirterek (yasin 38-40) bu yanlış modele aykırı konuşmuştur.
2- yer merkezli evren modeli:
Bu modelde güneş ve ay ayrı birer rotada hareket ediyor olsa da, bu modele göre Ay'ın güneşi takip etmesi söz konusu değildir. Kur'an ise Ay'ın güneşi takip ettiğini belirterek (şems 1-2) bu yanlışa modele aykırı konuşmuştur.
3- Güneş ve Ay'ın aynı yörüngede birbirini takip ettiği bir evren modeli.
Bu modele göre, Güneş ve ay bir tek rota içinde birbirini takip eder. Kur'an ise, güneş ve Ay'ın kendi rotalarında olduğunu bu ayetin "...kendi rotalarında" ifadesiyle belirterek bu yanlış modele aykırı konuşmuştur.
Kur'an'ın bu ifadeleri gerçek evren modeliyle tamamen uyumludur. Güneş sabit değildir (yasin 38) güneş ve ay ayrı birer rotadadır. (yasin 40 Enbiya 33) Ay, Güneşi takip etmektedir (şems 1-2)

41- Kendilerinin soylarını dolu gemide taşımamız kendileri için bir ayettir [işarettir].

42- Onun [geminin] benzeri kendilerinin binecekleri [şeyleri]¹ yaratmamız da [kendileri için bir ayettir].

¹: Bugün icat edilen deniz araçlarının icat edileceğine açıkça işaret etmektedir. Çünkü insanları taşıyan geminin benzeri başka bir araç o dönemde mevcut değildi.

43- Tercih edersek kendilerini batırırız, böylece kendileri kurtarılamaz bir haldeyken kendileri için imdada yetişen hiçbir [kimse] olmaz.

44- Ancak bizden bir rahmet ve bir süreye kadar bir geçim olması müstesna.

45- Kendilerine "Önünüzdekinden ve arkanızdakinden korunup sakının. Rahmet olunmanız beklenir." denildiği zaman [vazgeçtiler]¹.

¹: "-diği zaman" yani "iza=إذا" ifadesinin cevabı hazf edilmiştir. Çünkü devamındaki ifade bunu gösteriyor. (Beydavi, zad'ul mesir)

46- Onlara RAB'lerinin ayetlerinden [mucizelerinden] bir ayet[türün]den ne geldiyse onlar ondan ancak vazgeçiciydiler.

47- Onlara "Allah'ın size rızık ettiklerinden harcama (infak) yapın" denildiği zaman, gerçeği örtmüş olanlar, inanmış olanlara "Allah'ın tercih etse yedireceği kimselere mi yedirelim? Siz, ancak apaçık bir kayboluşun içindesiniz" dediler.

48- "Bu söz verdiğiniz ne zamandır? Eğer dürüst iseniz (söyleyin!)" diyorlar.

49- Onlar, ancak kendileri davaşırlarken-tartışırken kendilerini yakalayan bir tek çığlığı bekliyorlar.

50- Artık, herhangi bir tavsiyeye ve ailelerine geri dönmeye güçleri yetmez.

51- Sur'un içine üflendi. Bir bakarsın ki onlar mezarlarından [ayrılıp] RAB'lerine doğru yol alıyorlar.

52- "Vay halimize! Kim bizi hoş-kısa uykumuzdan¹ (kaldırıp) yeniden diriltti?" dediler. "Rahman, ne söz verdiyse bu o'dur. Gönderilenler doğru söyledi."²

¹: "merkad=مرقد" kelimesi kısa uykunun hoş bulunan-istenilen kısmıdır. (müfredat : رقد)

²: Bu ifade, aynı kişilerin sözünün devamı da olabilir, inançlıların onlara söylediği bir söz de olabilir. (kurtubi)

53- O, ancak bir tek çığlık oldu. Bir bakarsın ki onlar tarafımızda toplanıcıdır, hazır edilmiştir.

54- Bugün, herhangi bir can hiçbir şekilde zulme uğramaz. Siz, bulunmakta olduğunuz eylemlerinizden başka karşılık bulmazsınız.

55- Gerçekten, bugün cennetin dostları bir meşguliyet içinde neşelidirler.

56- Onlar ve eşleri, bir gölge [zenginlik¹] içinde, süslü bir taht üzerine yaslanmaktadır.

¹: (müfredat : طلل)

57- Onun içinde, onlar için bir meyve vardır. Onlar ne isterlerse kendileri için o vardır.

58- Rahim olan RAB'den bir söz olarak bir esenlik vardır.

59- Bugün, ayrılın ey suçlular!

60-61- "Şeytana kulluk etmeyin, gerçekten o, sizin için apaçık bir düşmandır" diye ve "bana kulluk edin, bu, en doğruya ileten sapasağlam bir yoldur" diye size anlaşma vermedim mi ey Adem'in oğulları?

62- [şeytan] elbette sizden pek çok kuşağa [yolu] kaybettirdi. Şu halde, hiç mi akıl etmiyordunuz?

63- Bu, size söz verilmiş olan cehennemdir.

64- Gerçeği örtmekte olmanız sebebiyle bugün onu[n azabını] çekin.

65- Bugün, onların ağızlarını kapatırız, elde etmekte oldukları [şeyleri] elleri bize konuşur ve ayakları şahitlik eder.

66- Tercih edersek, onların gözlerinin üzerini sileriz, böylece doğru yola koşuşurlardı. Şu halde nasıl görebilirler ki?

67- Tercih edersek, bulundukları yerde onları [şekil veya ahlak bakımından başka bir şeye]¹ mutlaka dönüştürürüz. Böylece, ilerlemeye ve geri dönmeye güçleri yetmez.

¹: "Mesh=مسخ" kelimesi, ahlak bozukluğu ve şekilden şekile dönüştürmek demektir. (müfredat :مسخ)

68- Kime ömür verirsek, onu yaratılış konusunda baş aşağı çeviririz. Artık, akıl etmiyorlar mı?

69-70- Ona şiir öğretmedik, ona (şiir öğretmek de) yakışmaz. O, onun (Elçinin) canlı olan kimseleri uyarması ve kafirlere [gerçeği örtenlere] o sözün hak olması [kesinleşmesi] için (indirdiğimiz) ancak bir hatırlatma ve apaçık bir kur'an'dır.


71- Ellerimizin [kuvvetimizin]¹ işlerinden olan sağmal hayvanları kendileri için yarattığımızı, böylece kendilerinin onlara sahipler [olduklarını] hiç görmediler mi?

¹: (müfredat :يد)

72- Onları [sağmal hayvanları] kendileri için baş eğdirdik. Artık, onlardan [sağmal hayvanlardan bazıları] kendilerinin bineğidir ve onlardan [bazılarını] yerler.

73- Onlarda [sağmal hayvanlarda] kendileri için faydalar ve içecekler vardır. Artık, teşekkür etmiyorlar mı?

74- Belki yardım bulurlar diye Allah'tan beride bir takım Tanrılar edindiler.

75- Kendileri, onlar [o Tanrılar] için hazır edilmiş bir ordu iken, onların [tanrıların] kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez.

76- Onların sözleri seni üzmesin. Gerçekten biz, onların sır sakladıkları [şeyleri] ve açığa vurdukları [şeyleri] biliyoruz.

77- İnsan, kendisini bir damladan(zigottan)¹ kesinlikle bizim yarattığımızı hiç görmedi mi? Bir bakarsın ki o, apaçık bir davacı [olmuştur].

¹: Nahl 4. ve müminun 14. Ayetlerin dipnotuna bakınız. 

78- [insan] bize bir örnek verdi ve kendi yaratılışnı unuttu, "Çürümüş bir haldeyken (şu) kemiklere kim hayat verir?" dedi.

79- "Onlara [kemiklere], ilk defasında onları inşaa eden hayat verir. Hâlbuki o, her (şekilde) yaratmayı devamlı bilendir." de.

80- "O ki, yeşil ağaçtan sizin için bir ateş yaptı. Bir baktınız ki siz ondan [o ateşten] tutuşturuyorsunuz."

81- Gökleri ve yeri [tüm evreni] yaratan, onların benzerini yaratmaya gücü yeten değil midir? O, çokça yaratan, devamlı bilen olarak tabiki [gücü yetendir].

82- Herhangi bir şeyi istediği zaman, onun emri, ona sadece "ol" demesidir. Böylece [o şey] oluverir.

83- Her şeyin sistemi elinde olan münezzehtir. Sadece ona geri döndürülürsünüz.

19 Ekim 2019 Cumartesi

35- Fatır suresi (hubeyb Öndeş meali)

Fatır suresi

1- Övgü, göklerin ve yerin başlatıcısı/ayıranı¹; meleklerin, ikişer üçer dörder kanat sahibi Elçiler olarak yapıcısı olan Allah içindir. Yaratılışta, tercih ettiğini artırıyor. Gerçekten Allah, her şeye imkanı olandır.

¹: Enam 14. ayetin dipnotuna bakınız.

2- Allah, insanlara kendi rahmetinden ne açtıysa, onu [rahmetten geleni] tutan [engelleyen] yoktur. [Allah] neyi tuttuysa, onu ondan sonra gönderecek yoktur. O devamlı üstündür, hakimdir/hikmetlidir.

3- Ey insanlar! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayıp anın! Allah'ın haricinde, sizi  gökten ve yerden rızıklandıran, herhangi bir yaratıcı mı var? Ondan başka hiçbir Tanrı yoktur. O halde, nasıl oluyor da [gerçeklerden yalanlara] ters döndürülüyorsunuz?

4- Eğer seni yalanladılarsa, [bil ki] senden önceki Elçiler de yalanlanmıştı. İşler, sadece Allah'a döndürülür.

5- Ey insanlar! Doğrusu, Allah'ın verdiği sözü bir gerçektir. O halde dünya hayatı [ilk hayatı] sakın sizi aldatmasın. Çokça aldatan, sakın sizi Allah ile aldatmasın.

6- Gerçekten, şeytan sizin için bir düşmandır. O halde onu [şeytanı] bir düşman edinin. O [şeytan], taraftarlarını sadece alevin dostlarından olsunlar diye çağırır.

7- Gerçeği örtmüş olanlara [gelince] kendileri için şiddetli bir azap vardır; inanmış ve düzgün-iyi eylemde bulunmuş olanlara [gelince] onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır.

8- Artık, eyleminin çirkini [kötüsü] kendisine süslenmiş, böylece onu güzel olarak görmüş kimse [Allah'ın yol gösterdiği kimse gibi]¹ midir? Kesinlikle Allah, tercih eden kimseye [yolu] kaybettiriyor; tercih eden² kimseye yol gösteriyor. Artık, canın onlara karşı hasretlere gitmesin (üzülme!). Gerçekten Allah, onların tasarladıklarını bir devamlı bilendir.

¹: yazıldığı şekilde cevap cümlesi olan (كمن هداه اللّه؟) cümlesi atılmıştır. [hazf edilmiştir]. (zad'ul mesir) çünkü devamında geçen "...tercih eden kimseye [yolu] kaybettiriyor..." cümlesi buna işaret ediyor.

²: "Men yeşeu=من يشاء" ifadesi mebnidir. "yeşeu= يشاء" fiilinin faili "men=من" de olabilir "Allah=الله" da olabilir. Genellikle faili Allah kabul edildiği için "Tercih ettiğini (dilediğini) saptırır" şeklinde meal edilmiştir. Ancak kur'an bütünlüğü açısından faili "men=من" kabul edilmelidir. Çeviride yazıldığı gibi.

9- Allah, rüzgarı gönderip, bulutu toz edip kaldırandır. Ardından, onu ölü bir beldeye sevk ederiz, böylece yere[dünyaya], kendi ölümünün ardından onunla hayat veririz. Yayılma [yeniden hayat bulma] bunun gibidir.

10- Kim, izzeti istemekteyse [bilsin ki] izzet, tamamen sadece Allah'a aittir. Temiz kelime, sadece ona [onun emrine] tırmanır ve düzgün-iyi eylem ona yükselir. Kötülükleri planlayanlara [gelince] kendileri için şiddetli bir azap vardır. İşte onların planı, yok olur.

11- Allah, sizi bir topraktan, sonra bir damladan(zigottan)¹ yarattı, sonra sizi eşler/sınıflar yaptı.  Bir dişi[cinsin]den ne varsa ancak onun bilgisiyle taşır (hamile kalır) ve bırakır (doğurur). Bir kitapta olanın dışında hiçbir ömür verilmişe ömür verilmez ve onun ömrümden eksilmez. Gerçekten, işte bunlar Allah'a göre çok kolaydır.

¹: Nahl 4. Ayetin dipnotuna bakınız. 

12- İki geniş su yeri eşit olmaz. Bu, soğuktur, çok tatlıdır¹, içimi [boğazdan] kolay geçer; şu tadı değiştirilmiştir, sıcaktır. Her birinden, taze et yiyorsunuz; kendisini giydiğiniz güzellik eşyası çıkarmaya çalışıyorsunuz. Onun ikramından aramanız için, gemileri onun (suyun) içinde yarıp giderken görürsün. Teşekkür etmeniz beklenir.

¹: kelime anlamlarına kaynak için Furkan 53. Ayetin dipnotuna bakınız.

Engel ile kasıt edilen Haloklin tabakası olabilir. Bu tabaka, Akdeniz suları ile Karadeniz suları arasında
bir bariyer görevi görmektedir. (Eğirdir Su Ürünleri Fakültesi Dergisi, : link: https://dergipark.org.tr/download/article-file/214262 )

Körfez akışı da olabilir. "Akıntı'nın Meksika Körfezi'ndeki hızı 3,5 knot (6,5 km/saat) olarak ölçülmüştür. Buradaki debisi 30 milyon metreküptür ki Missisipi Nehri'nin birkaçyüz katıdır. Hatteras Burnu'nda hızı 1 knot'a kadar düşer. Kıta sahanlığından akan akıntının sıcaklığı Kıtanın sahilinden akan soğuk güney akıntısıyla 'Soğuk Duvar' adı verilen yapıyı oluşturur. Burada akıntının derin mavi suları diğer sulardan rahatlıkla ayırt edilebilir" (Wikipedia: gulf stream) dikkat edilirse, Ayetteki "azb=عذب" kelimesinin 'soğuk' anlamında da olduğunu belirtmiştik. (müfredat : عذب)

Bir açıklamaya göre: Türk amirali Seydi Ali Reis, "Meratü'l-Memalik" adlı eserinde (16. yüzyıl), İran Körfezi'nde, denizin acı sularının altında tatlı su kaynaklarının bulunduğunu ve donanması için bunlardan faydalandığını yazar. Amerikan Petrol Şirketi de içme suyu için Zahran yakınında kuyular kazmadan önce İran Körfezi'ndeki aynı kaynaklardan su almıştı. Bahreyn yakınında da, deniz yatağında halkın son zamanlara kadar su aldığı tatlı su kaynakları vardı. (mevdudi)

13- Geceyi, gündüzün içine geçiriyor; gündüzü, Gecenin içine geçiriyor; Güneşi ve Ay'ı hizmete sundu. her biri, isimlendirilmiş bir süre sonuna akıp gidiyor. İşte o, mülk [yönetim] kendisine ait olan RAB'biniz Allah'tır. Ondan beride dua ettiğiniz kimseler, önemsiz bir şeyi (bile) sahiplenemezler.

14- Onlara dua etseniz, duanızı işitmezler. İşitseler, size cevap vermeyi dileyemezler. Kıyamet gününde, sizin şirkinizi [ortak saymanızı] göz ardı ederler. Devamlı haberdar olanın örneğinde [haberdarın haber vermesi gibi] sana (kimse) haber vermez.

15- Ey insanlar! Siz, Allah'a fakirsiniz [muhtaçsınız]. Halbuki Allah zengindir, övgüye layık olandır.

16- Tercih etse, sizi giderir ve yeni bir yaratılış getirir.

17- İşte bu, Allah'a göre aziz [zor] değildir.

18- Herhangi bir yüklenici, başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. (yükü) ağırlaştırılan [biri], kendi taşıdığını (taşımaya) davet etse -yakınlık sahibi (akraba) olsa bile- ondan [o taşınandan] hiçbir şey taşınmaz. Sen sadece 'Gayb'da [yalnızken] RAB'lerine saygılı olanları' uyarırsın. Onlar yönelişi (namazı) ayakta tuttular. Kim arındıysa [bilsin ki] sadece kendi canı için arınır. Dönüş, sadece Allah['ın emrinedir].

19-21- Kör ve gören eşit olmaz. Karanlıklar ve aydınlık; gölge ve sıcaklık da [eşit olmaz].

22- Canlılar ve ölüler eşit olmazlar. Gerçekten Allah, tercih eden kimseye işittirir. Sen, kabirlerdeki kimselere işittirici değilsin.

23- Sen, ancak bir uyarıcısın.

24- Gerçekten biz, seni bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak Hak ile gönderdik. Hiçbir toplum yoktur ki içinde bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.

25- Eğer seni yalanlıyorlarsa, [şunu bil ki] onlardan öncekiler de yalanladı. Elçileri kendilerine açık kanıtlarla, kutsal metinlerle ve aydınlatıcı kitapla geldi.

26- Sonra, Gerçeği örtmüş olanları yakaladım. Artık, beni tanımamak nasıl oldu?

27- Allah'ın, gökten bir su indirdiğini hiç görmedin mi? Onunla [o suyla] renkleri farklı olan ürünler çıkardık. Dağlardan renkleri çeşitli beyaz, kırmızı ve karga siyahı düzgün yollar vardır.

28- İnsanlardan, kımıldananlardan ve sağmal hayvanlardan, renkleri [çeşitliliği] farklı olanlar vardır. İşte bunun gibi... Kullarından, sadece bilginler Allah'a saygı duyar. Gerçekten Allah devamlı üstündür, çok bağışlayandır.

29-30- Gerçekten, Allah'ın kitabını okuyup teşvik eden, yönelişi (namazı) ayakta tutmuş (gereğince kılmış), kendilerine rızık ettiğimizden gizlice ve açıkça harcama (infak) yapmış olanlar, [Allah'ın] kendilerine ödüllerini tamamen vermesi ve onları kendi ikramından artırması için asla yok olmayacak bir ticareti beklerler. Gerçekten o, çok bağışlayandır, teşekküre çokça karşılık verendir.

31- Kitaptan sana vahiy ettiklerimiz, önündekiler için doğrulayan olarak Hakkın [gerçeğin] ta kendisidir. Gerçekten Allah, kullarından mutlaka devamlı haberdardır, devamlı görmektedir.

32-33- Sonra kitabı, kullarımızdan özel olarak seçtiklerimize miras yaptık. Artık, onlardan [bazıları] kendi benliğine zalimdir; onlardan [bazıları] iktisat edendir [orta yoldadır]; onlardan [bazıları] Allah'ın izniyle iyi (hayırlı) işlerde öne geçen'dir. İşte bu, büyük ikramın yani¹ içine girecekleri, içinde altından bileziklerden ve inciden süslenip güzelleşecekleri Adn cennetlerinin ta kendisidir. Onun içinde elbiseleri bir ipektir.

¹: "Adn cennetleri" [جنات عدن] ifadesi, önceki ayette geçen "büyük ikram" [الفضل الكبير] ifadesinden bedeldir. (zamahşeri:keşşaf)


34-35- "Övgü, üzüntüyü bizden gidermiş olan Allah'a aittir. Gerçekten, RAB'bimiz mutlaka çok bağışlayandır, teşekküre çokça karşılık verendir. O ki, kendi ikramından olan yerleşme yurduna bizi kondurdu. Onda bize herhangi bir zorluk temas etmez, onda bize herhangi bir bıkkınlık da temas etmez." dediler.

36- Gerçeği örtmüş olanlara [gelince] onlar için cehennemin ateşi vardır. Onlara karşı (ölüme) karar verilmez ki ölsünler. Onun [ateşin] azabından [hiçbir şey] onlardan yana hafifletilmez. İşte, her nanköre bunun gibi karşılık veririz.

37- Onlar "RAB'bimiz! Bizi çıkart ki bulunmuş olduğumuz eylemlerimizin haricinde bir düzgün-iyi eylemde bulunalım" [diye] çığlık atar bir haldedir. Size, düşünüp öğüt alan kimsenin, içinde düşünüp öğüt alacağı kadar ömür vermedik mi? Size bir uyarıcı geldi. O halde tadın! Artık, zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.

38- Gerçekten Allah, göklerin ve yerin [tüm evrenin] gayb'ının [gizliliğinin] bilenidir. Gerçekten o, göğüslerin sahibini bilendir.

39- Sizi, yerde [dünyada] halifeler yapan o'dur. Artık kim, küfr ederse [gerçeği örtüp nankörlük ederse], küfrü [gerçeği örtüp, nankörlük etmesi] kendi aleyhinedir. Kafirlerin [gerçeği örtenlerin] küfrü [gerçeği örtmesi] RAB'lerinin katında [kendilerini] ancak kin-düşmanlık bakımından artırır. Kafirlerin [gerçeği örtenlerin] küfrü [gerçeği örtüp nankörlük etmeleri, kendilerini] ancak kaybediş bakımından artırır.

40- "Allah'tan beride dua ettiğiniz ortaklarınızı gördünüz mü? Yerden neyi yarattıklarını bana gösterin!" de. Yoksa, onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa, onlara bir kitap verdik de onlar ondan bir açık kanıt üzerinde midirler? Aksine! Zalimler, birbirlerine ancak bir aldatma vaat ediyorlar [söz veriyorlar].

41- Gerçekten Allah, gökleri ve yeri [tüm evreni] bozulur diye tutuyor.¹ Gerçek şu ki, eğer o ikisi bozulsa ondan sonra hiçbir kimse o ikisini tutamaz. Gerçekten o, [en başından beri] bir halim'di, çok bağışlayandı.

¹: Karanlık enerji, evrenin çekim hızını artıran bir enerjidir. (TÜBİTAK) bu enerji olmasaydı, evren çekim gücü yüzünden içine çöker ve evrenin içindeki her şey bozulurdu.

42- Yeminlerinin tüm gücü [ile] 'Şayet, kendilerine bir uyarıcı gelirse, toplulukların herhangi birinden mutlaka ama mutlaka daha çok hidayette [doğru yol üzerinde] olacaklarına' [dair] Allah'a ant içtiler. Ardından, kendilerine bir uyarıcı gelince, onları ancak nefret bakımından artırdı.

43- Yeryüzünde büyüklük taslama bir ve kötü planlama/tuzak bakımından [onları artırdı]. Kötü tuzak, ancak kendi ehlini(sahibini) kuşatır. Artık, onlar ancak öncülerin-öncekilerin sünnetinin [kanunun] (kendilerinin başına gelmesini) mi bekliyor? O halde Allah'ın sünneti [kanunu] için hiçbir değiştirme bulamazsın. O halde, Allah'ın sünneti [kanunu] için hiçbir farklılaştırma bulamazsın.

44- Yerde [yeryüzünde] hiç gezip de kendilerinden öncekilerin sonucunun nasıl olduğuna hiç bakıp düşünmediler mi? Onlar, kuvvet bakımından kendilerinden daha şiddetliydi. Allah, [en başından beri] Göklerde ve yerde (evrende) kendisini aciz bırakacak hiçbir şey olmayandı. Gerçekten o [en başından beri] devamlı bilendi, imkanı olandı.

45- Allah, İnsanları elde ettikleri sebebiyle yakalıyor olsaydı, onun [dünyanın] sırtında [üstünde] hiçbir kımıldanan bırakmazdı; fakat, onları isimlendirilmiş [belirlenmiş] bir süre sonuna kadar erteliyor. Süre sonları geldiği zaman ise [bilin ki] kesinlikle Allah,[en başından beri] kullarını görendi.