29 Ağustos 2019 Perşembe

17- İsra suresi (hubeyb Öndeş meali)


1- Kulunu kutsal ibadethane'den (mescidi haram'dan) kendisine ayetlerimizden [bir kısmını] göstermek için, çevresini bereketlendirdiğimiz aksa mescidine geceleyin yürüten münezzehtir. Kesinlikle o, devamlı işitendir, devamlı görendir.

2-3- Musa'ya kitabı verdik ve onu [kitabı] "Benden beride bir vekil edinmeyin¹, [Ey]² Nuh ile birlikte taşıdığımız kimselerin soyu!" diye İsrail'in oğullarına bir doğru yol rehberi yaptık. Kesinlikle o [Nuh], çokça şükreden bir kuldu.

¹: bu ifade (يتخذو) şeklinde de okunmuştur (zad'ul mesir, keşşaf sahibi) Buna göre "....benden beride bir vekil edinmesinler" diye..." manasındadır. İki kıraat'e göre de çıkan sonuç aynıdır.

²: buradaki (ذريةً) kelimesi gizli bir nida sebebiyle mensuptur. (kurtubi, kadı beydavi, zad'ul mesir) Buna göre ''Ey Nuh ile birlikte taşıdığımız kimselerin soyu!" manasındadır.

4- İsrail'in oğullarına, kitap[lar]da¹ [şunu] bildirdik: yerde mutlaka iki defa bozgunculuk [terör, kaos] çıkaracaksınız ve mutlaka çok büyük bir şekilde olabildiğince yüceleceksiniz.

¹: buradaki (الكتاب) cins ismidir. Yani çoğul manasındadır. Bir kıraat'te bu kelimenin çoğul formu ile (الكُتب) şeklinde okunması da (kurtubi) bunu destekler.

5- Artık o ikisinden [iki bozgunculuk'tan] ilkinin vadesi geldiğinde, şiddetli bir perişan etme [gücüne] sahip kullarımız size karşı yönlendirdik ve yurtların arasına baskın yaptılar¹. Bu, yerine getirilmiş bir vaat idi.

¹: buradaki (جاس) fiili "evlerin aralarında dolaşıp, gidip gelirken onları katlettiler" manasındadır. (taberi, orjinal metinde bunu söylemektedir. : فجاسوا خلال الديار، فقتلوهم ذاهبـين وجائين)
Bu fiil (حوس) olarak da okunmuştur (zamahşer:keşşaf) manası ise "baskın yaparak yayılmak, savaşta düşmanı vurmak" demektir (lisanu-l Arab) manalar birbirine yakındır.

6- Sonra, onlara karşı devleti-üstünlüğü size çevirdik, sizi mallarla ve çocuklarla destekledik ve sizi nefer [seferber] olarak daha çok yaptık.

7- İyilik ettiyseniz, kendi canlarınız için iyilik ettiniz; kötülük ettiyseniz, o da sizin içindir. Artık sonun vadesi geldiği zaman yüzlerinize kötülük etsinler, ibadethaneye ilk defasında girdikleri gibi girsinler ve üzerinde oldukları ne varsa tamamen yıkıp yok etsinler diye [onları göndeririz¹].

¹: "beasnehum=بعثناهم" ifadesi hazf edilmiştir[atılmıştır]. (Zamahşeri:keşşaf)

8- RAB'binizin size merhamet etmesini umun¹. Eğer başa dönerseniz biz de başa döneriz. Cehennemi kâfirler [gerçeği örtenler] için bir hapis yaptık.

9- Gerçekten, bu kur'an en sağlam olana yumuşakça iletir ve düzgün-iyi eylemlerde bulunan o inançlılara, kendileri için büyük bir ödül olduğunu müjdeler.¹

¹: buradaki (يبشّر) ifadesi şeddesiz olarak (يبشر) şeklinde de okunmuştur. (kadı beydavi) ilkinde "müjdelemek" diğerinde "sevindirmek" manasındadır. (müfredat : بشر)


10- Bir de ahirete [son hayata] inanmayanlara ise kendileri can yakıcı bir azap hazırladığımızı [müjdeler].

11- İnsan, hayırlı duası gibi¹ şerli dua ediyor. İnsan, [en başından beri] çok aceleciydi.

¹: Buradaki "kef=ك" harfi hazf edilmiştir. (Nehhas: i'rab-ul kur'an)

12- Geceyi ve gündüzü, iki ayet [işaret] yaptık. RAB'binizden bir ikramı aramanız için ve senelerin sayısını ve hesabı bilmeniz için gecenin ayetini [işaretini] kaldırdık ve bir gösterici [aydınlatıcı] olarak gündüzün ayetini [işaretini] yaptık. Bir de kendisini tam bir açıklama olarak açıkladığımız her şeyi [açıkladık].

13- Boynundaki kuşunu¹ kendisine sardığımız her bir insanı da... Yayılmış-serilmiş olarak kendisiyle karşılaşacağı bir kitabı kıyamet gününde kendisi için  (ortaya) çıkarırız.

¹: "kuş" ile kasıt, İnsanın eylemleri veya şansı veya kaderi veya kendisine yazılmış olan hayır ve şerdir. (zad'ul mesir, zamahşeri:keşşaf)

14- "Oku kitabını, bugün sana karşı bir devamlı hesapçı olarak kendi benliğin yeterli."

15- Kim yolu bulduysa sadece kendi canı için yolu buldu; kim yolu kaybettiyse sadece kendi aleyhine yolu kaybetti. Herhangi yüklenici [günahkar], başkasının yükünü yüklenmez. Biz, herhangi bir elçi yönlendirinceye kadar azap edecek değildik.

16- Herhangi bir kenti (eylemleri sebebiyle)¹ helak etmeyi istediğimiz zaman onun [kentin] zengin şımarıklarını² çoğaltırız³, onlar onda [kentte] hadlerini aşarlar, böylece söz (azap) kendilerine hak [şart] olur. Ardından orayı tamamen yıkıp yok ederiz.

¹: - Rad 11 "Gerçekten Allah, hiçbir milleti kendi benliklerinde bulunanları kendileri değiştirene kadar değiştirmez."
-Nisa 147 "Eğer şükretmiş ve inanmış iseniz, Allah size neden azap etsin?"
-Kasas 59 "...milleti zalimler olandan başka kentleri helak edecek değiliz" ayetleri nedeniyle bu ayeti "eylemleri sebebiyle bir kenti helak etmeyi istediğimiz zaman" olarak anlamak gerekir.

²: (Fahreddin Razi)

³: bu fiil (أمرنا), (آمرنا) ve (أمّرنا) olarak üç şekilde de okunmuştur. ilkinde "emir ettik" ikincisinde "çoğalttık" üçüncüsünde "amirler yaptık" mânâsına gelir. [ilkinin de "çoğalttık" mânâsına geldiği söylenmiştir.] (kurtubi, zad'ul mesir, keşşaf sahibi, müfredat : امر, Razi)

Burada "emir ettik" manasında olup cümlenin "biz iyiliği emir ettik, onlar ise sınırlarını aştı" manasında olduğu da söylenmiştir. Ancak zamahşeri bu fikre katılmaz, emrin mecaz olduğunu söyler. (Fahreddin Razi, keşşaf sahibi)

17- Nuh'un ardından, kentlerden kaç tanesini helak ettik.  RAB'bin devamlı bir haberdar, devamlı bir gören olarak kendi kullarının cezayı gerektiren işlerine yeter.

18- Kimler, acele olanı (dünya hayatını) istiyorsa, ona -yani¹ istediğimiz kimseye-, tercih ettiğimizi² acele veririz, sonra yerilmiş olarak, sürülmüş olarak kendisinin[aazabını] çekeceği cehennemi kendisi için meydana getiririz.

¹: ayetin (لمن نريد) ["istediğimiz kimseye"] ifadesi, (له) ifadesinden bedeldir. (Zamahşeri: keşşaf)

²: ayetin bu kısmı (يشاء) şeklinde de okunmuştur. Bu durumda, "tercih ettiği" fiilinin öznesi insan olabilir. (Zamahşeri:keşşaf) Buna göre "tercih ettiğini (insanın istediğini) acele veririz" mânâsına gelir.

19- Bir inançlı olarak ahireti [son hayatı] istemiş ve ona[ahirete] gereken şekilde gayret etmiş olanlar (evet!) işte onların gayretleri [en başından beri] teşekküre layıktır.

20- [o ikisinin¹] her birine yani bunlara da şunlara da RAB'binin bağışından destekleriz. RAB'binin bağışı [en başından beri] yasaklanmış değildi.

¹: buradaki (كلاً) kelimesinin sonundaki tenvin, muzafun ileyh'ten bedeldir. (kadı beydavi, keşşaf sahibi) yani (كلهما) anlamındadır.

21- Bak, onları birbirlerine nasıl üstün kıldık? Ahiret [son] derece bakımından daha büyüktür ve üstünlük bakımından daha büyüktür.

22- Allah ile beraber başka bir Tanrı kabul etme. Aksi halde bir yerilmiş olarak, yüz üstü bırakılmış olarak oturursun (kalırsın)

23- RAB'bin ancak kendisine kulluk etmenizi, anne-babaya olabildiğince iyilik [etmeyi]¹ kararlaştırdı². O ikisinden [anne ve babadan] biri veya her ikisi, yanında büyüklüğe [ihtiyarlığa] ulaşırsa, o ikisine "öf!" deme. İkisini azarlama ve ikisine çok değerli bir söz söyle.

¹: "İhsanen=إحسان" Meful'u mutlaktır. (Müşkül irabu-l kur'an) Buna göre hazf edilmiş bir (أحسن) ["İyilik edin"] fiili olmalıdır.

²: "Kada=قضى" fiili "hükmetti, emir etti" manasındadır.
Bu fiilin (وصي) şeklinde de okunması (Zamahşer:keşşaf) bunu destekler.

24- o ikisine [anne ve babaya] rahmetten olan tevazu kanadını indir [onları koru] ve "RAB'bim! O ikisinin beni çok küçükken terbiye etmesi gibi onlara merhamet et." de.

25- RAB'biniz, kendi benliklerinizde bulunanları en iyi bilendir. Eğer siz düzgün-iyi kişiler olursanız,[bilin ki] kesinlikle o [RAB'biniz], hatasından dönüş yapanlar için [en başından beri] çok bağışlayandı.

26- Yakınlık sahibine, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Büsbütün dağıtıp savurma.

27- Kesinlikle, dağıtıp savuranlar şeytanların kardeşleri olmuştur. Şeytan ise, RAB'bine nankör olmuştur.

28- Eğer, RAB'binden bir rahmetin arayışını umarak onlardan kesinlikle vazgeçersen onlara kolay (yumuşak) bir söz söyle.

29- Elini, boynuna kelepçelenmiş yapma [cimri olma¹] ve onu [elini] büsbütün de açma [israf etme]. Aksi halde kınanmış, bitkin düşmüş olarak oturursun (kalırsın).

¹: cimrilikten kinayedir. Mesela (هو مغلول اليد) ["O eli kelepçelenmiş/bağlanmış olandır"] denilir ki "cimri" manasındadır (müfredat : غل)

30- Gerçekten, RAB'bin rızkı tercih ettiği kimseye yayar[genişletir] ve [tercih ettiği kimseye] ölçüler [sınırlar]. Gerçekten o, [en başından beri] kullarından devamlı haberdardı, devamlı görendi.

31- Yoksulluğun endişesiyle evlatlarınızı öldürmeyin. Onları ve sizi biz rızıklandırıyoruz biz! Gerçekten, onları öldürmek [en başından beri] büyük bir hataydı.

32- Zina'ya yaklaşmayın. Kesinlikle o, çirkin bir iş ve kötü bir yoldur.

33- Hak¹ olmadıkça [gerekmedikçe] Allah'ın haram ettiği bir canlıyı öldürmeyin. Kim, mazlum olarak öldürülürse [bilin ki] onun velisine bir yetki vermiştik. Artık [velisi], öldürmede israf etmesin [aşırıya gitmesin]². Gerçekten ona, [en başından beri] yardım edilmişti.

¹: "Hak" ile kasıt edilenin kısas, bozgun, yol kesme, nefsi müdafaa, insanları savunma (bakara 178, bakara 190-194, Nisa 75, Hac 39, Maide 32-33) gibi nedenler olduğu Maide 32-33 ayetlerinde açıklandı.

²: "intikam ateşiyle daha fazla insana zarar vermesin, katile ceza verirken, onun yaptığından daha fazla bir ceza vermesin" manasındadır.

34- Yetimin malına, kendisi güçlü (olgunluk) çağına ulaşıncaya kadar, ancak en güzeliyle yaklaşın. Anlaşmayı tamamen yerine getirin. Gerçekten anlaşma [en başından beri] mesuliyet [sorumluluk] gerektirdi.

35- Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, en doğru kıstas [terazi] ile tartın. İşte bu, daha hayırlıdır ve tevil (yorum) açısından daha güzeldir.

36- Kendisinde sana herhangi bir bilgi olmayan [şeyin] peşine düşme. Kesinlikle işitme, görme ve gönül... bunların hepsi ondan sorumludur.

37- Yerde böbürlenerek yürüme. Kesinlikle sen, yeri [dünyayı] asla parçalayıp yaramayacaksın ve uzunlukça (boy bakımından) dağlara ulaşamayacaksın.

38- İşte bunların yani kötülerinin¹ hepsi, RAB'binin katında [en başından beri] hoş görülmemişti.

¹: buradaki (سيئه) ifadesi (سيئةً) şeklinde de okunmuştur (Verş mushafı) Buna göre (كان)'nin haberi olarak şöyle bir çeviri yapılabilirdi:
"işte bunların hepsi, RAB'binin katında [en başından beri] kötüydü , hoş görülmemişti."

39- İşte bunlar, RAB'binin hikmetten sana vahiy ettiklerinden[bazıları]dır. Allah ile beraber başka bir Tanrı kabul etme. Aksi halde kınanmış, sürülmüş olarak cehennemin içine atılırsın.

40- RAB'biniz, oğulları size seçip ayırdı ve meleklerden dişiler mi edindi? Kesinlikle siz, çok büyük bir söz söylüyorsunuz.

41- Elbetteki, düşünüp öğüt almaları için, bu kur'an'ı halden hale çevirip açıkladık. [kur'an] onlarda ancak nefreti artırıyor.

42- "Şayet, söyledikleri gibi, onunla birlikte (başka) Tanrılar olsaydı, o zaman mutlaka arş'ın [yönetimin] sahibine bir yol ararlardı." de.

43- O münezzehtir. Ulu olarak, büyük olarak onların söylediklerinden daha yücedir.

44- Yedi (birçok) gök,¹ yer [dünya] ve onların içindeki kimseler onu [Allah'ı] tesbih ediyor. Herhangi bir şeyden ne varsa ancak onun övgüsüyle tesbih ediyor; fakat onların tesbihini anlamazsınız. Kesinlikle o, [en başından beri] bir halimdi, çok bağışlayandı.

¹: "yedi gök" ile ilgili bilimsel açıklamalar fussilet 9-12 ayetlerinde yapıldı.

45- kur'an okuduğun zaman, sen ve ahirete [son hayata] inanmayan kimselerin arasını gizlenmiş bir set yaptık.

46- Onu [kur'an'ı] anlarlar diye kalplerinin üzerine kalkanlar ve kulaklarının içine bir ağırlık yaptık.¹ Kur'an'da RAB'bini kendi tekliği [ile] andığın zaman nefret ederek arkalarının üzerine dönerler.

¹: Diğer ayetlerde, insanın eylemine göre Allah'ın yol göstermesi ve yolu kaybettirmesi (soldaki sure; sağdaki ayet numarası : 4:155, 63:3, 10:74, 40:35, 13:27) insanın eylemine karşılık Allah'ın eylemde bulunduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu ayette onların kendi iradeleriyle suçlu olmalarından dolayı, kur'an'ı anlamalarının Allah tarafından engellenmiş olduğu belirtilmektedir. Bugün kur'an'da her okuduğu yerden bir mantıksızlık ve çelişki bulduğunu zanneden insanlar da bu kapsama giriyor.

47- Sana kulak verdikleri vakit neye kulak verdiklerini ve zalimler "Siz, ancak sihirlenmiş bir kişiye uymaktasınız" derlerken o vakit onların gizli konuşmasını biz en iyi bileniz.

48- Bak, senin için nasıl misaller örneklendirdiler de yolu kaybettiler? Artık, herhangi bir yola güçleri yetmiyor.

49- "Biz, kemikler ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı? biz mi yeni bir yaratılış olarak mutlaka yeniden yaratılmış olacağız?" dediler.

50-51 "(isterseniz) bir taş veya bir demir veya göğüslerinizde büyüyenlerden (hayallerinizden) bir yaratık olun (mutlaka yeniden yaratılmış olacaksınız)!" de. Ardından "Bizi kim başa [ilk halimize] döndürür ?" diyecekler, "Sizi ilk defasında başlatan [bunu yapar]" de. Ardından başlarını alaycı bir şekilde sallayarak "Bu ne zamandır?" diyecekler. "Çok yakın olmasını umarım." de.

52- Sizi çağırdığı günü [an]! Ardından onun övgüsüyle cevap vermeyi dilersiniz ve ancak pek az kaldığınızı düşünürsünüz.

53- Kullarıma söyle¹, en güzel olanı söylesinler. Kesinlikle, şeytan onların arasına bozmaya girer. Kesinlikle, şeytan [en başından beri] insanlara apaçık bir düşmandı.

54- RAB'biniz sizi en iyi bilendir. Tercih ederse, size merhamet eder veya tercih ederse size azap eder. Seni onların üzerine bir vekil olarak göndermedik.

55- RAB'bin göklerde ve yerde [tüm evrende] bulunan kimseleri en iyi bilendir. Elbetteki, Nebi'leri birbirlerine üstün kıldık.¹ Davud'a bir Zebur verdik.

¹: Bakara 285. ayette "Nebi'lerden hiçbirinin arasında ayrım yapmayız" denilmektedir. Aradaki farkı görmeyenler, bu iki ayet arasında çelişki olduğunu sanıyor. Bakara 285. ayette inançlıların böyle söylediği yazmakta; İsra 55. ayette ise Allah'ın bir üstünlük verdiğinden bahsetmektedir. Bu iki ayet kısaca: "Nebi'ler kendi aralarından birbirlerinden üstündür. Ama siz ayrım yapmayın" demektedir.

56- "Allah'tan beride [kendilerinin Tanrılar olduğunu¹] iddia ettiğiniz [şeyler]  dua edin. Sizden (o) sıkıntıyı kaldırmaya ve değiştirmeye sahip değiller güçleri yetmez.

¹: iki meful hazf edilmiştir [atılmıştır]. Cümle (زعمتموهم آلهة) manasındadır (müşkil irabu-l kur'an)

57- İşte onların dua ettiği kimseler, "Hangisi daha yakın?" [diye] RAB'lerine vesile arıyorlar, onun rahmetini umuyorlar ve onun azabından korkuyorlar. Gerçekten, RAB'binin azabı, korkunçtu.

58- Kıyamet gününden önce, kendisini helak edici olmadığımız veya şiddetli bir azap olarak azap edici olmadığımız hiçbir kent yoktur¹. İşte bu, (o) kitapta [en başından beri] satırlanmıştı-yazılmıştı.

¹: Bu ayette bir keyfiyet yoktur; olacak şeyleri önceden haber verme vardır. Bir nevi "Öyle ya da böyle her kentin içinde mutlaka isyan eden bir millet ortaya çıkacak, sonucunda biz de kendilerini helak edeceğiz." denilmektedir. Ayetin sonunda levhi mahfuz'dan bahsetmesi ve Kasas 59 "...milleti zalimler olandan başka kentleri helak edecek değiliz" ayeti bu fikri doğrular.

59- [bilinen¹] ayetleri [mucizeleri] göndermekten bizi alıkoyan ancak öncülerin-öncekilerin onları [o ayetleri] yalanlamalarıdır. Semud [milletine]² bir gösterici [aydınlatıcı] olarak, (o) dişi deveyi verdik. Derken ona [dişi deveye] zulüm ettiler. (o) ayetleri [mucizeleri] ancak, korkutmak için gönderiyoruz³.

¹: onların istediği mucizeler, kur'an gibi bir mucize değil; İsra 90-93 ayetlerinde anlatıldığı gibi keyfi mucizelerdir. Yoksa, kur'an kendilerine gayb haberleri vererek (Rum 1-3 gibi), üstün edebiyatı ile kendilerine meydan okuyup aciz bırakarak (bakara 23-24) yeterince mucize sundu, onlar olağanüstü mucizeler bekliyor. Bugün bizim için de bilimsel mucizeler kanıt teşkil etmektedir. Enbiya 30 da big bang, zariyat 47 evrenin genişlemesi, Fussilet 9-12 gezegenlerin oluşumu ve kur'an'ın kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir sözü olmayan aksine isabetli ve bağdaşabilen ayetleri olan bir kitap olması bize yeterince mucizedir.

²: buradaki (أهل) kelimesi hazf edilmiş [atılmış] olmalıdır. Devamında geçen (ظلمو) ["zulüm ettiler"] eyleminin çoğul olması bunu gösteriyor.

³: bu ifade, "geçmişte mucizeler yaratarak denizi ayıran, ölüyü dirilten yaratıcı, bugün neden kötülüklere karşı aynı mucizeleri yaratmaz?" sorusunun cevabıdır. Mucizeler, insanları kurtarmak için değil; insanları korkutmak ve uyarının Allah'tan olduğunun bilinmesi amacıyla gelmiştir.

60- Hani, sana "RAB'bin, insanları kuşattı." demiştik. Sana gösterdiğimiz rüyayı ve kur'an'da, (o) lanetlenmiş [rahmetten kovulmuş] ağacı, insanlar için ancak bir fitne [sınama] yaptık. [bu] onlarda ancak büyük bir taşkınlığı artırıyor.

61- Hani meleklere "Adem'e secde edin" demiştik. Hemen secde ettiler. Ancak iblis¹ hariç [o secde etmedi] "bir çamur olarak yarattığın kimseye secde eder miyim?" dedi

¹: hicr 31. Ayetin dipnotuna bakınız.

62- "Bana karşı değerli saydığını şu [kişiyi] bana haber ver! Yemin olsun ki eğer kıyamet gününe kadar beni ertelersen, pek azı müstesna, onun soyunu mutlaka yeyip bitireceğim!

63-64- [RAB'bin] "Git! Artık, onlardan kim sana uyarsa, cehennem tam bir ceza olarak kesinlikle sizin cezanızdır" dedi. "Onlardan gücünün yettiği kimseyi sesinle rahatsız et, atlıların ve adamların¹ ile onlara karşı şiddetle bağır, onlara mallarda ve oğullarda ortak ol, onlara vaat ver²!." Şeytan, onlara ancak bir aldatma vaat eder.

¹: burası (رجالك) olarak da okunmuştur (Zamahşeri:keşşaf, kadı beydavi) bu okuyuşa göre çeviri yapıldı.

²: buradaki emirler, tıpkı Fussilet 40. Ayette ''Tercih ettiğinizi yapın!" denilmesi gibi, kendi haline bırakma manasındadır (Zamahşeri:keşşaf) yani meydan okumadır.

65- "Gerçekten, benim kullarıma [gelince] onlara karşı, sana hiçbir yetki [mevcut] değildir." vekil olarak RAB'bin yeter.

66- RAB'biniz, ikramından aramanız için büyük suda sizin için gemileri sürükleyendir. Gerçekten o, size [en başından beri] bir rahimdi.

67- Denizde size sıkıntı temas ettiği zaman dua etmiş olduğunuz kimseler kayboldu, ancak o [Allah kaldı]. Ardından [o] sizi karaya doğru [çıkarıp] kurtardığı zaman vazgeçtiniz. İnsan, [en başından beri] çok nankördü.

68- Siz [üzerinde olduğunuz]¹ halde, kara tarafını [Allah'ın] dibe geçirmesinden veya taş fırlatan² bir fırtınayı üzerinize göndermesinden emin misiniz? Sonra kendiniz için herhangi bir vekil bulamazsınız.

¹: buradaki (بكم)["sizi"] sözü hal; (جانبَ البر)[ "kara tarafını"] sözü ise (يخسف) ["geçirmesi"] fiilinin meful'ü yani nesnesidir. (zamahşeri:keşşaf)

²: "Hasb=حصب" büyük ve küçük çakıl taşı fırlatmak anlamındadır. (Halil bin Ahmet:kitabu-l ayn) 

69- Yoksa gerçeği örtmüş olmanız sebebiyle bir başka defasında onun [denizin] içine sizi tekrar getirip, ardından üzerinize rüzgardan kırıp geçiren bir kasırga gönderip de  sizi boğmasından emin misiniz? Dahası, bize karşı ona (bu olaylara) bir intikamcı¹ bulamazsınız.

¹: (keşf ve-l beyan)

70- Elbetteki, Adem'in oğullarını değerli kıldık. Onları karada ve denizde (bütün dünyada) taşıdık, onları temiz olanlardan rızıklandırdık ve yarattıklarımızdan çoğuna tam bir üstünlük olarak üstün kıldık.

71- Bütün insanları imamlarıyla çağıracağımız günü [an]!¹. Artık, kimlerin kitabı sağına verilirse, onlar kitaplarını okur ve kendilerine kıl [kadar] zulüm edilmez.

¹: buradaki (يوم )kelimesi, Gizli bir (اذكر) kelimesi ile mensup olmuştur. (kadı beydavi)

72- Kim bunda [bu anlatılanlarda]¹ körlük ettiyse [bilsin ki] ahirette de [son hayatta da] körlük etmiştir ve yol bakımından daha çok yolu kaybetmiştir.

¹: Bunun dünya hayatına işaret edip "kim bu dünya hayatında bunlara körlük ederse" manasında olması mümkündür (kurtubi, zad'ul mesir)

73- Ondan [vahiy'den] başkasını bizim üzerimizden uydurman için neredeyse sana vahiy ettiğimiz konusunda seni fitneleyeceklerdi (saptıracaklardı). O zaman [uydurduğunda] seni mutlaka ama mutlaka çok yakın bir dost edineceklerdi.

74- Şayet seni (vahiy üzerine) sabitlememiz olmasaydı elbetteki sen onlara neredeyse az bir şey meyil edecektin.

75- O zaman hayatın (azabını) kat kat ve ölümün (azabını) kat kat mutlaka sana tattırırdık. Dahası bize karşı herhangi bir devamlı yardımcı bulamazsın.

76-77- Gerçekten, seni [o bölgeden] çıkarmak için neredeyse seni o yerden rahatsız edeceklerdi. [Bunu başarmış olsalardı]o zaman senden önce elçiler'den olarak gönderdiğimiz kimselerin kanunu olarak onlar ancak pek az kalırlardı. Bizim kanunumuz için, hiçbir değişiklik bulamazsın.

78- Güneşin sarkması¹ zamanından, gecenin kararmasına doğru yönelişi (namazı) ayakta tut (gereğince kıl). Sabahın okunmasını (kur'an'ını) da²... Gerçekten sabahın okunması (kur'an'ı) [en başından beri] şahitlenmişti.

¹: buradaki (دلوك) kelimesi için "güneşin en tepede göründüğü vakit", "güneşin batıya sarkması" anlamları verilmiştir. . (keşşaf sahibi, kurtubi, zad'ul mesir, müfredat : دلك)

Gerçekte güneşin batıya sarkması gibi bir durum söz konusu değildir. Ancak, kur'an ilk muhataplarına namaz vaktini belirtmek için bu şekilde bir tarif kullanmak zorundaydı." Dünya kendi ekseninde, x noktasına kadar döndüğü zaman, dünyanın şu noktasında bulunursanız namazı kılın" şeklinde bir ifade kullanması beklenemez.

²: "Sabah namazını da [kıl]" manasında olduğu söylenmiştir (kadı Beydavi, kurtubi)

79- Geceden [bir kısım] vardır. Artık senin için bir nafile[fazladan]¹ olarak, [uykudan] onunla² uyan³. RAB'binin seni övülmüş bir makama yönlendirmesini ümit et⁴.

¹: "nafile=نافلة" vacip [şart] emire ilave edilendir. (müfredat :نفل)

²: "kur'an ile uyan" veya "namaz ile uyan" anlamındadır. Kur'an ile uyanmak manasında olsa bile, bu gece namazı anlamındadır. (müfredat : هجد, kurtubi)

³: "teheccüd=تهجد" uyuyup uyanmak anlamındadır.(müfredat :هجد) Buradan gece namazının uykunun ardından uyanıp, kılınan bir namaz olduğu anlaşılıyor.

⁴: (müfredat : عسي)

80 - "RAB'bim! Bir doğruluğun girişine girdir, bir doğruluğun çıkışına çıkart ve tarafından benim için devamlı yardımcı olan bir yetki-delil-kuvvet yap." de.

81- "Hak [gerçek] geldi ve batıl [yalan] şiddetle can verdi. Gerçekten batıl [yalan], [en başından beri] şiddetle can verendir." de.

82- kur'an'dan, inançlılar için bir şifa ve bir rahmet olan ne ise onu kısım kısım indiriyoruz¹. O, Zalimlerde ancak kaybı artırıyor.

¹: ayetin bu kısmı (ننْزل) ve (نُنزِّل) olarak iki şekilde de okunmuştur (Zamahşeri:keşşaf, kadı beydavi) manaları aynı olsa da, ilki "topluca indiriyoruz" ikincisi "peyderpey indiriyoruz" manasındadır. Her iki fiil de kur'an için kullanılmıştır.

83- İnsana iyilik ettiğimiz zaman, yanı ile burun kıvırıp [kibirli bir şekilde] vazgeçer; ona şer temas ettiği zaman bir umut kesen olur.

84- "Her biri, kendi şekline-karakterine göre eylemde bulunuyor. Artık RAB'biniz yol bakımından en doğru olan kimseyi daha iyi bilir." de.

85- Sana ruh hakkında  soruyorlar. "Ruh, RAB'bimin emrinden/işindendir. Size, (o) bilgiden¹, ancak pek az verildi." de.

¹: bazen muzafun ileyh hazf edilir, muzaf bundan bedel olarak harfi tarif veya tenvin alır (İlhami haktan Arapça dil bilgisi)
Buradaki (العلم) kelimesi, hazf edilmiş bir muzafun ileyh olan (ه) zamirinden bedel olabilir. Buna göre ayet ''size, onun [Ruh'un] bilgisinden ancak pek az verildi "manasında olabilir.

86-87- Şayet tercih etmiş olsaydık sana vahiy ettiğimizi mutlaka giderirdik. Dahası, o konuda bize karşı, kendin için herhangi bir vekil bulamazsın. Ancak, RAB'binden bir rahmet hariç. Gerçekten onun ikramı [en başından beri] sana çok büyüktü.

88- Gerçekten, insan ve cin[türü]¹ bu kur'an'ın benzerini getirmek üzere toplansa, birbirlerine devamlı arka çıkanlar [destekleşenler] olsalar bile, onun [kur'an'ın] benzerini getiremezler².

¹: istiğrak yoluyla "insanlar ve cinler" manasındadır.

²: 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir sözü olmayan aksine isabetli ve bağdaşabilen ayetleri olan, her çağın bilimine uygun şekilde yorumlamaya müsait bir yapısı olan, her okuyanın aradığını veren; mucize isteyene mucize; mesaj isteyene mesaj; bir sistem arayanlara bir sistem; inkar etmek için bahane arayanlara bahane veren bir kitabın benzeri asla getirilemez.

89- Elbetteki, bu kur'an'da insanlar için her bir örnekten, halden hale çevirerek açıkladık. Derken, insanların çoğunluğu şiddetle karşı çıktı, ancak küfre [gerçeği örtmeye razı oldu].

90-93 "Sen, bize yerden bir [su] kaynağı fışkırtıncaya veya bir hurma ağacından ve bir üzümden oluşan, senin de aralarında fışkırttıkça fışkırtacağın ırmaklar olan sana ait bir cennet [bahçe] oluncaya veya iddia ettiğin gibi göğü yumuşak parçalar olarak üzerimize düşürünceye veya Allah'ı ve melekleri karşılıklı halde getirinceye veya takılardan/altından sana ait bir ev oluncaya veya sen göğe kalkıncaya kadar asla sana inanmayacağız! Sen, Kendisini okuyacağımız bir kitabı bize parça parça indirinceye kadar da göğe kalktığına asla inanmayacağız!" dediler. ''RAB'bim münezzehtir! Ben elçi bir beşerden başkası değildim ki?" de.

94- Doğru yol rehberi kendilerine geldiği zaman, "Allah, elçi olarak bir beşer mi gönderdi?" demelerinden başkası, insanları inanmaktan engellemedi.

95- [Onlara] söyle¹, şayet yerde [dünyada] tatmin olarak gezip dolaşan melekler olsaydı, kendilerine gökten bir elçi olarak mutlaka bir melek indirirdik.

¹: bu ayet (قل) emrinin ''şöyle söyle" manasıyla sınırlı olmayıp "bildir, bunu dediğimizi söyle" manasında olduğunun kanıtıdır.

96- "Benimle sizin aranızda bir devamlı şahit olarak Allah yeter. Kesinlikle o, [en başından beri] kullarından devamlı haberdardı, bir devamlı görendi." de.

97- Allah, kime yol gösterirse, artık o doğru yolu bulandır; kimlere yolu kaybettirirse¹, onlar için, ondan beride veliler asla bulamazsın. Onları kıyamet gününde yüzleri üzerine kör, dilsiz ve sağır olarak sürüp toplarız, barınakları cehennemdir. Her ne zaman (cehennem) dinerse, alev bakımından onları(n azabını) artırırız.

¹: tercihi, keyfi değildir. bu manada olan ayetlerde "kimi tercih ediyor?" sorusunu sorarak diğer ayetlerden Allah'ın sadece tercihe göre tercihte bulunduğunu anlıyoruz. Örneğin Rad 27. Ayette "Allah [samimi bir şekilde] kendisine yönelen kimseye hidayet ediyor [doğru yola iletiyor]" diyerek, tercihin yine doğru tercihe dayandığını görüyoruz.

98- İşte bu, ayetlerimizi [mucizelerimizi] örtüp görmezden gelmeleri ve "Biz, kemikler ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı? Gerçekten biz mi cidden yeni bir yaratılış olarak yeniden yaratılmış olacağız?" demeleri nedeniyle onların cezasıdır.

99- Gökleri ve yeri [tüm evreni] yaratan Allah'ın, kendilerinin mislini yaratmaya imkanı olduğunu hiç görmediler mi? [Allah] kendileri için, kendisinde hiçbir şüphe bulunmayan bir süre sonu yaptı. Zalimler şiddetle karşı çıktı; ancak küfre [gerçeği örtmeye razı oldu]

100- "Şayet siz, RAB'bimin rahmetinin hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman harcama korkusuyla mutlaka (sıkıca) tutardınız. İnsan, [enbaşından beri] çok cimriydi." de.

101- Elbetteki, Musa'ya açık kanıt olan dokuz¹ ayet [mucize] vermiştik. İsrail'in oğullarına sor, hani [Musa] onlara geldiği zaman, Firavun ona ''gerçekten ben, senin büyülenmiş [olduğunu] düşünüyorum ey Musa!" demişti.

¹: bu ayetler [kanıtlar] şunlardır:
1- Dev yılana dönüşen asa [Araf 107]
2- Musa'nın elinin bir anda bembeyaz olması [Araf 108]
3- Sihirbazların sihirlerinin bozulması [Araf 116-122]
4- Kuşatıcı bela/Tufan [Araf 133]
5- çekirge |Araf 133]
6- haşere [Araf 133]
7- kurbağa [Araf 133]
8- kan [Araf 133]
9- Denizin ikiye ayrılması [Şura 63-68]

Musa peygamberin bunlardan başka mucizeleri de vardır. Ancak, buradaki dokuz tanesi ile kasıt edilen mucizeler Firavun'un gördüğü mucizelerdir. Dokuz mucize ile "Firavun'un gördüğü mucizelerin" kasıt edildiğinin delili ise Neml 12. Ayettir.

102- [Musa] "Elbetteki sen, bir ibretlik olarak bunları[mucizeleri] göklerin ve yerin RAB'binden başkasının indirmediğini bilmiştin. Gerçekten ben, senin mahvolmuş [olduğunu] düşünüyorum ey Firavun!" dedi.

103- Ardından [Firavun], onları o yerden [bölgeden] rahatsız etmeyi istedi. Derken, onu ve beraberindeki kimseleri topluca boğduk.

104- Onun [Firavun'un] ardından, İsrail'in oğullarına "O yeri [bölgeyi] yurt edinin. Diğerinin-ahiretin vadesi geldiğinde, sizi birbirinize geçmiş bir halde getirdik¹" dedik.

¹:buradaki (جئنا ب) ["getirdik"] ifadesi geçmiş zaman fiilidir. Bahsedilen olay henüz olmadığı halde geçmiş zaman fiili anlatılması, olayın mutlaka olacağını vurgulamak amaçlıdır.

105- Sadece Hak [gerekli] olarak onu indirdik; o da sadece Hak [gerekli] olarak indi. Seni ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik

106- kur'an'ı... Onu insanlara sakince ağır ağır okuman için onu [kısımlara¹] ayırdık. Onu [kur'an'ı] parçalar halinde kısım kısım indirdik.

¹: buradaki (فرقناه) ifadesi, tef'il formundan (فرّقناه) olarak da okunmuştur. (keşşaf sahibi) bu anlam tercih edildi.

Ayetin bu ifadesi yazdığımız şekilde de açıklanmıştır, "içinde gerçeği ve yalanı ayırdık" şeklinde de açıklanmıştır. (müfredat: فرق) Buna göre şeddesiz olarak (فرقناه) okuyuşu tercih edilmelidir.

Ayrıca ayette hazf edilmiş bir (في) harfi cerr'i olduğunu söylemek gerekir. (kadı beydavi)

107- "Ona İnanın veya inanmayın, gerçek şu ki, kendilerine ondan [kur'an'ın inişinden] önce (o) bilgi verilmiş olanlar, kendilerine okunup teşvik edildiği zaman secde halinde çeneler üstüne (duaya) kapanırlar." de.

108- "RAB'bimiz münezzehtir! Gerçekten RAB'bimizin vaadi [en başından beri] mutlaka yapılmıştı [gerçekleşmişti]." derler.

109- Ağlayarak Çeneleri üstüne (duaya) kapanırlar ve [kur'an] onlarda huşuyu artırır.

110- "(Dua ettiğiniz yaratıcıya) Allah ismi verin¹ veya Rahman ismi verin. Hangisini verirseniz verin, en güzel isimler onundur." de. Yönelişinde (Namazında/ibadet yerinde²) (sesini) çok açma ve onu (sesini) kısma. Bunun [bu ikisinin] arasında bir yol ara.

¹:buradaki (ادعو) ["dua edin/çağırın"] emri "isim verin" manasındadır. Mesela aynı fiil kullanılarak (دعوت ابني زيدا) ["oğluma zeyd (ismini) dua ettim/verdim"] denilir. (müfredat: دعا)

²: "Salat =صلاة" kelimesi hem namaz, hemde ibadet mekanı anlamında kullanılır. (müfredat : صلي)

111- "Övgü, hiç çocuk edinmemiş, mülkte[yönetimde] kendisine ait hiç ortak bulunmamış ve acizlikten yana [yardım eden] bir velisi hiç olmamış Allah içindir." de. Onu, büyüttükçe büyüt (tekbir).

22 Ağustos 2019 Perşembe

16- Nahl suresi (hubeyb Öndeş meali)

Nahl suresi

1- Allah'ın emri geldi, artık onu acele istemeyin. O [Allah] münezzehtir ve onların şirkinden [ortak koştuklarından] yücedir.

2- [Allah], melekleri kendisinden olan (o) ruh'la, kendi kullarından kimi tercih ediyorsa onun üzerine, [şununla] uyarın diye indirir: gerçek şu ki, benden başka hiçbir Tanrı yoktur, o halde bana (karşı gelmekten) sakının.

3- Gökleri ve yeri [tüm evreni] Hakkıyla [gereğince] yarattı. Onların şirkinden [ortak yaptıklarından] yücedir.

4- İnsanı¹, bir damladan(zigottan)² yarattı. Ardından ne beklersin? O apaçık bir davacı [oldu]!

¹: cins ismidir. Yani "insanları" manasındadır.

²: "nutfe=نطفة" kelimesi, İbranice "נֵטֶף", "damla" anlamındadır. 
Arapça sözlüklerde de "az veya çok su, rutubet, saf olan su" manasındadır. (İbni faris:Mekayısi-l lugat, müfredat, tac-el lugat: نطف) 
Buradaki damladan kasıt, bilimsel verilere göre "zigot" olmalıdır. Çünkü Kıyamet 37. Ayette, nutfenin meni'den olduğu belirtilmekte; Müminun 14. Ayette de nutfenin bir sonraki aşamasının "alaka [rahme tutunan hücre]" olduğu belirtilmiştir. Buradan anlaşılacağı üzere, nutfe aşaması zigot aşamasıdır. Zigot "bir damla/su" olarak tarif edilmiş olmalıdır. En doğrusunu Allah bilir. 


5- Sağmal hayvanları da [Allah] yarattı. Onlarda sizin için bir ısınma ve faydalar vardır. Onlardan yedikleriniz vardır.

6- Otlatmadan getirdiğiniz zaman ve otlatmaya götürdüğünüz zaman, onlarda sizin için bir güzellik vardır.

7- [O hayvanlar], benliğinizin yorgunluğu olmaksızın kendisine ulaşabilecek olmadığınız herhangi bir beldeye sizin ağırlıklarınızı taşıyor. Gerçekten RAB'biniz bir rauf'tur, bir rahimdir.

8- Atları, katırları ve merkebleri kendilerine binmeniz için ve süs olarak [yarattı]¹. Bilmediğiniz [şeyleri] de yaratıyor².

¹: kelimelerine mensup oluşu, 5. Ayette geçen (الانعام) kelimesine atıf olarak "yarattı" fiiline bağlı olduğunu gösteriyor.

²: buradaki (يخلق) fiili, geniş zaman fiili olarak devam eden bir yaratma olduğunu gösteriyor. Yani daha o dönem insanlarının bilmediği şeyler yaratılıyor.
Bu durumda "Bilmediğiniz taşıma vasıtaları yaratıyor" veya "bilmediğiniz hayvanları yaratıyor" anlamındadır ki bu durumda evrime uyumludur.

9- Yolun ortası¹ sadece Allah'a göredir. Ondan² [yollardan] yanlışa giden vardır. Şayet Allah [zorlamayı]³ tercih etseydi, tamamınıza mutlaka yol gösterirdi.

¹: "beyan =بيان" şeklinde bir muzaf hazf edilmiş olabilir. (kurtubi) bu durumda "yolun ortasını açıklamak Allah'a düşer" anlamındadır.

²: başka bir kıraatte, bu ifade (ومنكم جائر) yani "sizden, yanlışa giden vardır" şeklindedir. (kurtubi)

³: "şae=شاء" fiili, geçişli bir fiil olduğu için bir meful [nesne] aranır (Enam 90. Ayete bakınız). Yani "Allah tercih etseydi" ifadesine "neyi tercih etseydi?" sorusunu sorarız. Buradan, meful'ün hazf edildiği [atıldığı] anlaşılır. Hazf edilen meful ise "en yukrihehum=أن يكرههم" yani "onları zorlamayı.." ifadesidir.

10- O, gökten bir su indirendir. Sizin için ondan¹ [bir kısmı] bir içecektir ve ondan [bir kısmı] kendisinde (hayvanları) otlattığınız bir ağaç-bitkidir.

¹: "şerabun minhu=شراب منه" kabul edilerek "içecek ondandır" şeklinde de mana verilebilir (Halebi:duru-l mes'un) ancak metne sadık olarak çeviri yapılırsa çeviride olduğu gibi anlamdadır.

11- Sizin için, onunla [o suyla] ekini, zeytini, hurmayı, üzümleri ve tüm ürünlerden yetiştirdi. Gerçekten bunda, kavramaya çalışan bir millet için mutlaka bir ayet [kanıt] vardır.

12- Geceyi, gündüzü, güneşi ve ay'ı sizin için hizmete sundu. Yıldızlar da onun emriyle hizmete sunulmuşlardır. Gerçekten bunda, akıl eden bir millet için mutlaka ayetler [kanıtlar] vardır.

13- Yerde [dünyada] farklı/aykırı renkli olarak ortaya çıkardığı [şeyleri] de [sizin için hizmete sundu]¹. Gerçekten bunda, düşünüp öğüt alan bir millet için mutlaka bir ayet [kanıt] vardır.

¹: 12. Ayetteki (سخر لكم) ifadesine atıftır.

14- Kendisinden taze bir et yemeniz ve kendisinden onu giyeceğiniz bir güzellik eşyası çıkarmanız için denizi hizmete sunan o'dur. Gemileri, onun [denizin] içinde, yarıp giderken görürsün. Bir de, onun ikramından aramanız ve şükretmeniz beklendiği için [bunu yaptı¹]

¹: buradaki (ولتبتغو) ifadesi, (لتاكلو) ifadesine atıftır. (müşkil irabu-l kur'an)

15- [Yer] sizi yalpalıyor diye, yerin içine ağırlıklar¹ attı. Bir de ırmaklar ve yollar [attı]. Yol bulmanız beklenir.

¹: "revasiye=رواسي" kelimesi "resev=رسو" kelimesinin çoğul halidir. Bu kelime "ağırlık" manasındadır.
Örneğin:
"القت السحابة مراسيها
Bulutlar, ağırlıklarını attı" (müfredat : رسو)

Yani "yağmur ağırlığını bıraktı" denir. Naziat 32. Ayette "dağları ağırlaştırdı/yerine oturttu (أرساها)" manasında bu kelime fiil olarak kullanılır. "yerde bulunan ağırlıklar" denilince, genel olarak dağlar anlaşıldığı için bu kelimeye "dağlar" manası verilmiştir.

Ateist Celal şengör dağların depremleri önlediğini değil; aksine dağların depremlere sebep olduğunu iddia etmiştir.
Ancak bu bir çarpıtmadır. Çünkü dağlar depremlerin bir sonucudur; sebebi değildir. Çünkü depremler oldukça dağlar meydana gelir. Bilindiği üzere kıtaların çarpışması sonucu depremler meydana gelir ve bu çarpışmalar kıvrımlı-bindirmeli dağlar meydana getirir. [Erdem gündoğdu plaka (levha) tektoniği. (erdemgundogdu.weebly.com › ...PDF

PLAKA (LEVHA) TEKTONİĞ] )

Şöyle bir örnekle anlatalım: kolunuz yaralandığı zaman kanayan yerde bir yara kabuğu oluşur. Bu bölge vücudun diğer bölgelerine kıyasla kanamaya daha elverişlidir. Ancak "yara kabuğu, kanamanın sebebidir" demek saçmalamaktır. Çünkü kabuk, zaten yaralanma olduğu için meydana geliyor. Celal şengörün iddiası da buna benzemektedir. Çünkü depremler olduğu için dağlar oluşur.

Ayetteki kelimenin "ağırlıklar" manasında olduğunu belirtmiştim. Ayetin kasıt ettiği jeolojik olay konusunda iki hipotez sunabiliriz:

1- İki kıtasal litosfer birbiri ile çarpışmakta ve bunun sonucu olarak kıvrımlı-bindirmeli Himalaya tipi sıradağlar meydana gelmektedir (Sawkins ve diğ., 1974 ten; Ketin, 1994 kıtaların kayması ve levha tektoniği ile ilgili pek çok kaynak bu bilgileri doğrulamaktadır.) belkide bu dağların oluşumu sonucunda kıtaların hareketi yavaşlamaktadır. Tıpkı bir diferansiyel gibi hareketi yavaşlatarak sarsıntıyı azaltmaktadır. Bu fikri bir jeolog olan Peter DeCelles da doğrulamaktadır. (Peter DeCelles - Mountain and earthquake : https://youtu.be/Sx-c4iJWtSI)

2- Yer altında, gerek kıtaların hareketi gerekse dünyanın dönmesi sebebiyle oluşan bir sarsıntıyı engelleyen bir ağırlık olabilir.


Ayetler zamanla doğrulanmaktadır. Örneğin big bang teorisi keşif edilmemiş olsaydı Enbiya 30.ayeti asla anlamayacaktık. Güneşin hareket ettiği keşif edilmemiş olsaydı yasin 38.ayetin bir bilimsel hata olduğunu düşünecektik. Zamanla bu ayetin neyi kasıt ettiği daha iyi anlaşılacaktır.


16- ve Alametler [işaretler] de... Onlar, özellikle de yıldızlarla¹ yol bulurlar.

¹: ayetteki (بالنجم) cins ismidir. Burada (ن) ve (ج) harflerinin dammeyle "nucum" şeklinde çoğul manada okunması da (keşşaf sahibi, kadı beydavi) bunu destekler.

17- O halde yaratan kimse, yaratmayan kimse gibi midir? Artık öğüt almıyor musunuz?

18- Eğer Allah'ın nimetini saysanız onu hesap edemezsiniz. Gerçekten Allah, çok bağışlayandır, bir rahimdir.

19- Allah, sır yaptıklarınızı ve alenen yaptıklarınızı biliyor.

20-21- Allah'ın beride onların dua ettikleri¹ [şeyler]  hiçbir şey yaratamazlar. Onların kendileri yaratılmaktadır, hayat veremeyen ölülerdir². Hangi zaman, yeniden diriltileceklerinin farkında değildirler.

¹: bu ifade "Dua ettiğiniz" [تدعون] ve "Dua ettikleri" [يدعون] olarak iki şekilde okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf)

²: 21. Ayetin (أموت) ifadesi 2. Haber, (غير أحيا) ifadesi 3. Haberdir. (Müşkül irabu-l kur'an)

22- Tanrınız bir tek Tanrıdır. Ahirete [son hayata] inanmayanlar büyüklük taslamakta iken, kalpleri [gerçeği] tanımayacaktır.¹

¹: "inkar =إنكار" kelimesi "irfan=عرفان" yani "tanıma" kelimesinin zıddı olarak "tanımama" manasında kullanılır. (müfredat : نكر)

23- Onların sır olarak yaptıklarını ve alenen yaptıklarını Allah'ın bildiğinden yana kuşku yoktur. Gerçekten o, büyüklük taslayanları sevmiyor.

24- Kendilerine "RAB'binizin indirdiği nedir?" denildiği zaman, "öncülerin-öncekilerin satırlarını [yalanlarını indirdi]" dediler.

25- Sonucunda¹ kıyamet günü kendi yüklerini (günahlarını) tam olarak yüklenirler, bir de her hangi bir bilgi olmaksızın kendilerine yolu kaybettirdikleri [kişilerin] yüklerinden(günahlarından) [bir kısmını] taşıyorlar. Dikkat! Ne kötü yükleniyorlar!

¹: buradaki (ل) harfi, sebep bildiren lam [lam-ul key] olabileceği gibi, sonuç bildiren lam [lam-ul akıbet] da olabilir. (kurtubi) sonuç bildiren lam tercih edildi.

26- Kendilerinden öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Derken Allah[ın emri¹], onların binalarının temellerinden geldi de üstlerinden tavan onların üzerine çöktü ve (o) azap, kendilerine farkında olmadıkları yerden geldi.

¹: muzaf hazf edilmiştir [atılmıştır]. Cümle (أمر الله) manasındadır

27- Sonra [Allah] kıyamet gününde onları rezil eder ve "haklarından benimle¹ cepheleştiğiniz ortaklarım²(!) nerede?" der. Kendilerine (o) bilgi verilmiş olanlar "Gerçekten bugün, (o) rezillik ve kötülük kafirlerin [gerçeği örtenlerin] üzerinedir." dediler.

¹: buradaki (تشاقون) ifadesinin sonundaki (ن) harfi, kesre ile de okunmuştur. (keşşaf sahibi, kadı beydavi, kurtubi, ayrıca: verş mushafında böyledir.) Buna göre "bana karşı çıkmakta olduğunuz" mânâsına gelir.

²: alay yollu ve kınama amaçlı bir ifadedir. (Zamahşeri:keşşaf)

28-29- [Kâfirler] ki, Melekler onların benliklerine zulmederek vefat ettirir. Akabinde onlar barış teklifi sundular:¹ "Hiçbir kötü eylemde bulunmuyorduk" Hayır! Kesinlikle Allah, bulunmakta olduğunuz eylemlerinizi devamlı bilendir. Artık, içinde kalıcı olduğunuz cehennemin kapılarına girin. Gerçekten, büyüklenenlerin kalış yeri ne kötüdür!

¹: Bu  ifade "barışmak isterler, barışmaya çalışırlar" manasındadır. (Zamahşeri:keşşaf)

30- Korunup sakınanlara da "RAB'binizin indirdiği nedir?" denildi, onlar "Bir hayır [indirdi]" dediler. Güzellik [iyilik] etmiş olanlara bu dünyada [ilk hayatta] bir iyilik vardır. Ahiret [son] yurdu ise mutlaka daha hayırlıdır. Gerçekten, korunup sakınanların yurdu ne güzeldir!

31- [O], onların kendisine gireceği, alt taraflarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Onun içinde, ne tercih ediyorlarsa o vardır. İşte Allah, korunup sakınanlara bunun gibi karşılık veriyor.

32- [korunup sakınanlar] ki, Melekler "Esenlikler üzerinizedir. Bulunmakta olduğunuz eylemleriniz karşılığında cennete girin." diyerek onları temiz bir şekilde vefat ettirir.

33- Onlar, meleklerin kendilerine gelmesinden veya RAB'binin emrinin gelmesinden başkasını beklemiyorlar¹. Kendilerinden öncekiler de işte bunun gibi yaptılar. Allah onlara zulmetmedi; fakat onlar kendi benliklerine zulümetmekteydi.

¹: soru edatı olan (هل)burada (ما) anlamındadır. .

34- Derken, eylemlerinin kötülüğü kendilerine isabet etti; maskara yapmaya çalışmakta oldukları kendilerini kuşattı.

35- Şirk koşmuş [Allah'a ortak kabul etmiş] olanlar "Allah [zorlamayı]¹ tercih etseydi, biz ve atalarımız, ondan [Allah'tan] beride hiçbir şeye kulluk etmezdik ve ondan beride hiçbir şeyi haram/kutsal saymazdık." dediler. İşte, kendilerinden öncekiler de bunun gibi yaptı. O halde elçiler'e, apaçık bir duyurudan başkası mı düşer?

¹:"şae =شاء" fiili, geçişli bir fiil olduğu için meful [nesne] aranır (enam 90. Ayete bakın). Bu meful ise "en tukrihehum=أن تكرههم" ifadesidir.

36- Elbetteki, her bir topluluğa "Allah'a kulluk edin ve tağut'tan[taşkın sistemden] uzak durun!" diye birer elçi yönlendirmiştik. Derken, onlardan kimine¹ Allah yol gösterdi ve onlardan kimine yolu kaybetmek hak [şart] oldu. Artık, Yerde [dünyada] gezip dolaşın da yalanlayanların sonucunun nasıl olduğuna bakıp düşünün.²

¹: Rad 27. Ayette, Allah'ın kime hidayet edeceği anlatılmaktadır.

²: Bu fiil araştırmak ve düşünmek anlamında da kullanılır. (müfredat: نظر)

37- Onların yolu bulmaları uğruna ne kadar hırs yapsan da kesinlikle Allah, yolu kaybettiren kimseye yol göstermez¹. onlar için hiçbir yardımcı yoktur.

¹: Genellikle "Yolu kaybettirir" [يُضِل] fiilinin faili Allah kabul edilerek "Allah, yolu kaybettirdiği kimseye yol göstermez" manası verilmiştir. Ancak "Yolu kaybettirir" fiilinin faili "kimse" [من] de olabilir. Çeviri buna göre yapıldı.

buradaki (هدا) fiilinin (اهتداي) yani "yol bulma" manasında olduğu da söylenmiştir. (kurtubi) Buna göre "Allah'ın [doğru yoldan] şaşırttığı kimse, yol bulamaz" manasındadır. Bir başka kıraat'te (يُهدَي) şeklindedir. (Zamahşeri:keşşaf) Buna göre "Allah'ın yolu kaybettirdiği kimseye, yol gösterilmez" yani "ne sen ne de başkası tarafından ona yol gösterilemez" manasındadır.

38- Yeminlerinin tüm gücüyle, "Allah, ölen kimseleri diriltmez" [diye] Allah'a ant içtiler. Hayır! Kendi üzerine hak olarak verilmiş bir söz olarak [bunu yapacaktır] ;fakat insanların çoğu bilmiyor.

39- Hakkında ayrılığa düştükleri [şeyi] kendilerine açıklasın ve gerçeği örtüp göz ardı etmiş olanlar kendilerinin yalancılar olduklarını bilsinler diye [elçiler gönderdik¹].

¹: ayetin (ليبين) ifadesinde bulunan (ل) harfi, 36. Ayetteki "Elçi gönderdik" ifadesine bağlıdır. Bu harfin, önceki ayete bağlı olup "...kendilerine açıklasın....kendilerinin yalancı olduklarını bilsinler diye onları diriltir" manasında olması da mümkündür. (Zamahşeri:keşşaf, kurtubi, zad'ul mesir) ancak ilki daha uygundur.

40- Herhangi bir şey için sözümüz, onu [o şeyi] istediğimizde sadece ona "ol" dememizdir. Hemen [o şey] oluverir.

41- kendilerine zulüm edilmesinden sonra Allah uğrunda hicret etmiş olanları (evet!) onları dünyada [ilk hayatta] mutlaka güzelce konaklayacağız. Kesinlikle Ahiretin [sonun] ödülü, en büyüğüdür. Şayet bilselerdi…

42- [Onlar] ki sabır ettiler. Onlar sadece RAB'lerine güvenip dayanıyorlar (tevekkül ediyorlar).

43- Senden önce ne gönderdiysek ancak kendilerine vahiy ettiğimiz kişileri¹ gönderdik. Eğer bilmiyorsanız, hatırlatma halkına (zikir halkına) sorun.

¹: "rical=رجال" kelimesi, İnsanın erkeğine denilir. Bu ayetten genellikle "peygamberler ancak erkeklerden çıkar" sonucu çıkarılmıştır. Ancak, bu kelimenin tağlip gereğince kadın ve erkek karışık olarak kullanılması da mümkündür. 

"eşari" mezhebi, Meryem ve birkaç kadının elçi olduğunu savunmuştur. (kurtubi, Meryem 16, Alimran 42,) Tevratta da pek çok kadın peygamber anlatılmaktadır.

44- Açık kanıtlar ve zubur[kutsal metinler] ile [gönderdik]. Kendilerine kısım kısım indirileni insanlara açıklaman için hatırlatmayı (zikri) sana indirdik. Onların kavramaya çalışmaları beklenir.

45- (o) kötülükleri planlamış olanlar, Allah'ın kendilerini yerin [dibine¹] geçirmesinden veya azabın kendilerine farkında olmadıkları yerden gelmesinden emin midirler?

¹: (jawahir al Qamus: خسف)

46- veya kendilerinin dönüp dolaşması[esnasın]da kendilerini yakalamasından [emin midirler?] artık onlar aciz bırakıcılar değildir.

47- veya bir azar azar eksilme¹ üzerine kendilerini yakalamasından [emin midirler?] gerçekten, RAB'biniz bir rauf'tur, bir rahimdir.

¹: (Zamahşeri:keşşaf, zad'ul mesir)

48- Allah'ın herhangi bir şeyden ne yarattığını hiç görmediler mi? onun [o şeyin] gölgesi, kendileri hakir bir haldeyken sağdan ve soldan Allah için secde ederek dönmektedir.

49-50- Göklerde ve yerde kımıldanan [türün]den ne varsa, melekler de (dahil) büyüklük taslamayarak üstlerinden¹ (gelecek bir azaptan)dolayı RAB'lerinden korkarak sadece Allah'a secde ederler. Kendilerine emir edilen ne ise onu yaparlar.

¹: buradaki (من فوقهم) ifadesi yani "üstlerinden" ifadesi, (يخافون) yani "korkarlar" fiiline bağlanabilir (Zamahşeri:keşşaf) çeviri bu anlama göre yapıldı.

51- Allah "iki çift Tanrı edinmeyin. O, sadece bir tek Tanrıdır.¹ O halde sadece benden çekinin." dedi.

¹: İlk cümlede ve son cümlede 1. şahıs olarak kendisinden bahsederken bir anda kendisini 3. şahısa çekerek iltifat sanatı uyguladı.

52- Göklerde ve yerde [tüm evrende] bulunanlar sadece onundur; din ise kalıcı olarak onun içindir. O halde Allah'tan başkasından mı çekiniyorsunuz?

53- Nimet[türün]den sizde ne varsa [bilin ki] o, Allah'tandır. Dahası size bir sıkıntı temas ettiği zaman sadece ona feryat edersiniz.

54- Sonra, [Allah] sizden (o) sıkıntıyı kaldırdığı zaman bir bakarsınız ki sizden olan bir grup, RAB'lerine şirk koşar [ortak kabul eder].

55- Sonucunda¹, Kendilerine verdiklerimizi göz ardı ederek nankörlük ederler. Artık faydalanmaya devam edin, yakında bileceksiniz.

¹: buradaki (ل) harfi, sonuç bildiren lam [lam-ul akıbet] da olabilir, sebep bildiren lam [lam-ul key] da olabilir (kurtubi) çeviri, lam-ul akıbet'e göre yapıldı.

Lam-ul key olsaydı, "kendilerine verdiklerimizi göz ardı ederek nankörlük etmek için [Efendilerine ortak yapar]" şeklinde meal edilirdi.

56- Kendilerini rızıklandırdığmızdan, bilmeyen [şeyler/putlar¹] için bir nasip seçiyorlar. Allah delildir ki uydurmakta olduklarınız hakkında mutlaka sorgulanacaksınız.

¹: burası "bilmedikleri [şeylere] bir nasip [pay] ayırıyorlar" şeklinde de meal edilebilir.

57- Allah'a kız çocuklarını yakıştırıyorlar. Ne münasebet! Kendilerine ise arzuladıklarını [yakıştırıyorlar]¹

¹: buradaki (يشتهون) ifadesinin, "kız çocukları" yani (البنات) kelimesine atıf olarak mahalli olarak mensup olması mümkündür. (zamahşeri:keşşaf) çeviri bu gramere göre yapıldı.

58-59- Onların biri kız ile müjdelendiği zaman kendisi yutkunur bir haldeyken gündüz boyunca¹ yüzü kapkara hale gelir. Kendisiyle müjdelendiği (şeyin) kötülüğünden (!)² dolayı milletinden saklanmaya çalışır. Onu bir utanç üzerine (hayatta) mı tutar? Yoksa onu [kızını] toprağın içine mi gömer? Dikkat! Ne kötü hükmediyorlar!

¹: "zalle=ظلل" kelimesi gündüz yapılan iş için kullanılır (müfredat: ظلل) bir nevi "Utancından dolay bütün gün insanlardan dolayı yüzü kararır" denilmektedir.

²: Onların algısına göre "kötülüğünden" demiştir. Devamında "ne kötü hükmediyorlar!" ifadesi de bunu doğruluyor.

60- Kötü örnek, ahirete inananlar içindir; en güzel örnek ise Allah içindir. O, devamlı üstündür, hakimdir/hikmetlidir.

61- Allah, insanları zulümleri sebebiyle yakalıyor olsaydı onun¹ üzerinde hiçbir kımıldanan bırakmazdı; fakat onları isimlendirilmiş bir süre sonuna kadar erteliyor. Artık, süre sonları geldiği zaman bir saat ertelemeyi isteyemezler ve öne almayı da isteyemezler.

62- Nefret ettikleri ne ise onu Allah'a yakıştırıyorlar. Dilleri, en güzelinin kendilerine ait olduğuna dair (o) yalanı yakıştırıyor. Onlar için ateş olduğundan ve onların önde gidenler¹ olduğundan yana kuşku yoktur.

¹: buradaki (مفرطون) ifadesi (مفرِطون) şeklinde de okunmuştur (kurtubi, kadı beydavi) bu tercih edildi.

63- Allah delildir ki, senden önceki topluluklara da (vahiy) göndermiştik, ardından şeytan onlara kendilerinin eylemlerini süslemişti. O halde bugün, o [şeytan] onların velisidir. Onlara can yakıcı bir azap vardır.

64- Kitabı sana ancak hakkında ayrılığa düştükleri [şeyi] kendilerine açıklaman için; bir de inanan bir millete bir doğru yol rehberi ve bir rahmet olarak indirdik.

65- Allah, gökten bir su indirdi, ardından onunla [o suyla] yere [dünyaya] onun [yerin] ölümünden sonra hayat verdi.¹ Gerçekten bunlarda, işiten bir millet için mutlaka bir ayet [kanıt] vardır.

¹: Dünya ilk başta bir ateş kütlesi halinde olduğu yaşama elverişli bir halde değildi. Üzerinde bulunan su da canlılığı oluşturmaya yeterli değildi. Bundan dolayı suyun gökten (uzaydan) geldiğine dair bir teori mevcuttur. (bilgilerin doğruluğu şu kaynaklardan teyit edilebilir: Dr. Melik kara, yerkürenin ve atmosferin oluşumu, BBC- dergi okyanuslar nasıl oluştu?) ayetin kasıt ettiği olay bu olabilir.

66- Gerçekten, sağmal hayvanlarda sizin için mutlaka bir ibret var. Size (çocuklara), onların karınlarında sindirilmiş gıda¹ ve bir kan arasından (oluşan), içenler(çocuklar)² için kolay yutulur bir halde³ olan, halis bir süt içiriyoruz.

¹: (İbni faris:Mekayısi-l lugat, lisanu-l Arap, müfredat: فرث & كرش) 
Sağmal hayvanların yemiş olduğu gıdalar kana karışmakta, süt de bu kandan oluşmaktadır. Yapılan bir araştırmaya göre, kan hücrelerinin, süt oluşturan hücre ve dokulara yeterli miktarda kan vermeleri gerekir. 1 litre sütün oluşumu için yaklaşık 350-500 litre kan gerekmektedir.  Sütün bazı unsurları direk kandan geçmektedir; büyük bir kısmıda kandaki yapı taşlarıyla yeniden sentezlenmektedir (oluşmaktadır). 
Yani ayetin tarif ettiği şekilde, süt; kan ve kana karışmış olan sindirilmiş gıda arasından oluşmaktadır. 

²: Ayetteki "Size" ifadesinden kasıt, devamındaki "içenler" ("liş-Şaribin=لالشاربين") ifadesinin belirli bir grubu kasıt etmesinden de anlaşılacağı üzere çocuklardır. Çünkü "içenler" ifadesinin başında bulunan "el=ال" takısı belirli bir grubu kasıt etmek için kullanılmıştır. (En doğrusunu Allah bilir). 
Laktos intoleransı, yani süt hastalığı, yetişkinlerde oldukça yaygın görünen bir şeydir. Sağmal hayvanların sütü, çocuklar için faydalı iken, yetişkinler için zararlıdır. Ki, bu bilgi çok yaygındır, 1400 yıl önce hayvancılıkla uğraşan bir toplumun, bu bilgiyi bilmemesi imkansızdır. Haliyle bu Ayetteki "Size" ve "içenler" ifadesinden kasıt çocuklar olmalıdır. 

Peki"Size" derken muhataplarının çocuk olması mümkün mü? 
"Sizi annelerinizin karnında bir yaratılış olarak yaratıyor..." (Zümer 6), "Sizi, çocuk olarak çıkarıyor..." (Mümin 67) 
Mesela bu ayetlerde "Sizi" dediği halde çocukluk dönemini kastetmiştir. 

³: "saigan=سائغا" kelimesi sıfat değil; haldir. (Zamahşeri:keşşaf) 

67- Kendisinden (suyundan¹) bir Seker(helal içecek²) ve güzel bir rızık edindiğiniz hurma ağacının ve üzümlerin ürünlerinden de [sizin için birer ibretler vardır]³. Gerçekten, bunda akıl eden bir millet için mutlaka bir ayet [kanıt] vardır.

¹: buradaki (منه) ifadesinde bulunan zamir, hazf edilmiş bir muzaf olan (عصير) kelimesine işaret eder. (Zamahşeri:keşşaf)

²: "sekran=سكرا" kelimesinin sarhoş eden içki manasında olduğu ve bu ayetin nesh edildiği genel bir kabuldür. Ancak içkinin haram olduğunu belirten Maide 90. Ayette (
"hamr=خمر" kelimesi kullanılmıştır. Bu ayette ise "sekr=سكر" kelimesi kullanılmıştır. "nebiz, sirke, helal bir içecek, meyve suyu" anlamlarından herhangi biri olabilir. (kurtubi, zamahşeri:keşşaf, zad'ul mesir) bu anlamlara geldiğine göre herhangi bir nesh yoktur.

³: ayetin (ومن... ) kısmı önceki ayette geçen (انعام) kelimesine atıftır. Ayetin takdiri (ولكم من ثمرات النخيل والأعناب عبرة) şeklindedir (kurtubi)

68-69- RAB'bin, bal arısına "Dağlardan, ağaçlardan-bitkilerden ve [insanların] çardaklarından evler edin. Sonra, tüm ürünlerden ye, ardından kolay bir şekilde RAB'binin yollarına koyul." diye vahyetti. Karınlarından, renkleri farklı olan, içinde insanlara bir şifa bulunan bir içecek çıkar. Gerçekten, bunda kavramaya çalışan bir millet için mutlaka bir ayet [kanıt] vardır.

70- Allah sizi yarattı, sonra sizi vefat ettiriyor. Sizden(aranızdan), bir bilginin ardından hiçbir şey bilmemesi için, ömrün en reziline döndürülen kimseler vardır. Kesinlikle Allah devamlı bilendir, imkanı olandır.

71- Allah, rızık konusunda sizi birbirinize karşı fazlalıklı yaptı. Artık, fazlalıklı kılınmış [kişiler] güçlerinin sahip oldukları [kişilere], onda [rızıkta] kendileriyle eşit olurlar diye¹ rızıklarını gönderici olmuyorlar. O halde Allah'ın nimetini mi bile bile reddediyorlar?

¹: buradaki "fe=ف" sebebiyyedir.

72- Allah, sizin için kendi canlarınızdan[türünüzden¹] eşler yaptı, sizin için eşlerinizden çocuklar ve hizmetçiler² yaptı ve sizi temiz olanlardan rızıklandırdı. Artık, yalana mı inanıyorlar? Allah'ın nimetini mi onlar göz ardı edip nankörlük ediyorlar?

¹: buradaki (من أنفسكم ) ifadesi ile "tür" kasıt edilmiştir. Tıpkı tevbe 128 (لقد جاءكم رسول من أنفسكم) "elbetteki size kendi canınızdan[türünüzden] bir Elçi gelmiştir" ayetinde olduğu gibi. (kurtubi)

²: ayetteki (حفدة) kelimesi ile "torunlar, kız çocukları, oğullar" gibi pek çok şeyin kasıt edildiği söylenmiş olsa da (zad'ul mesir, kurtubi) kelimenin kullanımı çoğunlukta bu kelimenin "hizmetçiler" manasında olduğunu göstermektedir. (Zamahşeri:keşşaf, kadı beydavi, kurtubi müfredat :حفد)

73- Allah'tan beride, kendileri için göklerden ve yerden hiçbir açıdan herhangi bir rızka sahip olmayan ve güçleri yetmeyen [şeylere] kulluk ediyorlar.

74- Allah'a misaller örneklendirmeyin. Gerçekten, siz bilmezken Allah biliyor.

¹: "Allah'ı bir şeylere benzetmeyin" manasındadır. (keşşaf sahibi)

75- Allah; herhangi bir şeye imkanı olmayan sahiplenilmiş bir kulu¹ ve kendisini güzel bir rızık olarak bizden rızıklandırmış olduğumuz böylece de kendisinin ondan [rızıktan] gizlice ve açıkça harcama (infak) yapan kimseyi bir misal olarak örneklendirdi. [Sizce] eşit olabilirler mi? Övgü Allah içindir... Aksine! Onların çoğunluğu bilmiyor.

¹: "kul (müşrik)" manası verilen (عبد) kelimesi, bu Ayette Allah'tan başkasına "kul" olan birini yani müşrik birinin halini özetlemek için kullanılmıştır. Çünkü, putlara kul olan bir müşrik, Allah'a kul olarak nefsinin ve insanların kölesi olmaktan kurtulan bir insan ile eşit değildir. Her ne kadar yaratılış itibariyle eşit olsa da...

76- Allah; ikisinden biri, [sahibi] kendisini her nereye yönlendirse hiçbir hayır getirmeyen, sahibine bir yük¹ olarak herhangi bir şeye imkanı olmayan dilsiz; [diğeri ise] dosdoğru bir yol üzerinde olarak adaleti emreden, iki kişiyi misal olarak örneklendirdi. [Sizce] ikisi eşit olabilir mi?

¹: "kullun ale=كل على" ifadesi, "ağırlık, yük" manasında açıklanmıştır. (lisanu-l Arab: كل)

77- Göklerin ve yerin [tüm evrenin] gayb'ı [gizliliği] Allah'ındır. Saatin (kıyametin) durumu ancak bir bakışın kırpması gibidir, hatta o daha da yakındır. Kesinlikle Allah her şeye imkanı olandır.

78- Allah, annelerinizin karnından siz hiçbir şey bilmiyor bir haldeyken sizi çıkardı. Sizin için algılama¹, bakışlar ve gönüller yaptı. Şükretmeniz beklenir.

¹: "sem'a=سمع" kelimesi bazen algılama anlamında da kullanılır. (müfredat: سمع) ayette "Bakışlar, gönüller" diyerek çoğul kullandığı halde "algılama/işitme" derken tekil kullanmasından bir işaret olabilir.

79- Göğün boşluğunda hizmete sunulmuş kuşları hiç görmediler mi? Onları ancak Allah tutuyor. Gerçekten, bunda inanan bir millet için mutlaka ayetler [kanıtlar] vardır.

80- Allah, sizin için evlerinizden bir sükunet [rahatlık, dinlenme] yaptı. Sizin için sağmal hayvanların derilerinden, göç etme ve ikamet etme [kalma] gününde kendilerini hafif bulduğunuz evler yaptı. Yünlerinden, yapağılarından ve tüylerinden bir mobilya ve bir süreye kadar geçim vardır.

81- Allah, yarattıklarından sizin için gölgelikler yaptı. Sizin için dağlardan korunaklar yaptı. Sizin için, sıcağa [karşı] sizi koruyan kıyafetler ve zorlu durumunuzda[şiddetli savaşta] sizi koruyan kıyafetler (zırhlar) yaptı. İşte bunun gibi, nimetini size tamamlıyor, [ona] teslim/ olmanız beklenir.

82- Artık yüz çevirirlerse [bil ki] sana sadece apaçık bir duyurma [görevi] vardır.

83- Allah'ın nimetini tanırlar, sonra çoğunluğu kâfirler [gerçeği örtenler] olarak¹ onu [nimeti] tanımazlar.

¹: burası hal cümlesidir [vav'ul hal'dir] (Müşkül i'rabu-l kur'an)

84- Her bir topluluktan birer devamlı şahit yönlendireceğimiz sonra gerçeği örtmüş olanlara izin verilmeyeceği ve hoşnut etmeleri kendilerinden istemeyeceği günü [an]!¹

¹: buradaki (يومَ) kelimesi, hazf edilmiş [atılmış] bir (اذكر) kelimesi ile mensup [üstün harekeli] olmuştur. (Zamahşeri:keşşaf, Müşkül i'rab-ul kur'an)

85- Zulümetmiş olanlar azabı gördükleri zaman, kendilerine süre verilmeyecek bir haldeyken kendilerinden [azap] hafifletilmez.

86- Şirk koşmuş [Allah'a ortak kabul etmiş] olanlar ortaklarını gördükleri zaman "RAB'bimiz! Bunlar, senden beride dua etmekte olduğumuz ortaklarımız." dediler. Derken (ortakları) kendilerine laf attılar: "kesinlikle siz, yalancılarsınız"

87- O gün, barışı [teslimiyeti] Allah'a teklif ettiler. Uydurmakta oldukları kendilerinden kayboldu.

88- Gerçeği örtmüş ve Allah'ın yolundan çevirmiş olanlara [gelince] bozgunculuk [terör, kaos] çıkarmaları sebebiyle onların azabını üstüne bir azap olarak artıracağız.

89- Her bir toplumun içine, kendilerine karşı kendi canlarından olan bir devamlı şahit yönlendireceğimiz günü [an]! Seni de bunların üzerine bir devamlı şahit olarak getirdik. Kitabı sana, her şey için bir açıklama olarak ve müslümanlar [barışçı ve Tanrıya teslim olanlar] için bir doğru yol rehberi, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.

90- Gerçekten, Allah adaleti, iyiliği ve yakınlık sahiplerine vermeyi emir ediyor; çirkin işleri, tanınmayanı [kötülüğü] ve taşkınlığı yasaklıyor. [Allah] öğüt veriyor, düşünüp öğüt almanız beklenir.

91- Anlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın anlaşmasını tam yapın. Allah'ı kendinize bir kefil yapmışken, yeminlerinizi kendi pekiştirilmesinden sonra bozmayın. Kesinlikle Allah, yaptıklarınızı biliyor.

92- Bir topluluk, (diğer) bir topluluktan daha yüksekte olsun diye, yeminlerinizi aranızda bir kin-düşmanlık (kaynağı) edinerek, ipliğini kuvvetinden [sağlamlaşmasından]¹ sonra bir düğümü çözücü bir halde bozan o kadın² gibi olmayın. Allah, bununla [yeminlerinizle] sizi sadece sınıyor. Kıyamet gününde, hakkında ayrılığa düşmekte olduğunuz ne ise onu size mutlaka açıklayacaktır.

¹: buradaki (قوةٍ) kelimesinin sonundaki tenvin, muzafun ileyh'ten bedeldir. (قوتها) manasındadır.

²: ismi mevsul olan (التي), kadın için kullanılır.

93- Allah [zorlamayı]¹ tercih etseydi, sizi bir tek topluluk yapardı; fakat (tercihi size bıraktığı için) tercih eden¹ kimseye yolu kaybettirir; tercih eden kimseye yol gösterir. Bulunmakta olduğunuz eylemlerinizden mutlaka sorgulanacaksınız.

¹: "şae=شاء" fiili, geçişli bir fiil olduğu için bir meful [nesne] aranır (Enam 90. Ayete bakınız). Yani "Allah tercih etseydi" ifadesine "neyi tercih etseydi?" sorusunu sorarız. Buradan, meful'ün hazf edildiği [atıldığı anlaşılır. Hazf edilen meful ise "en yukrihehum=أن يكرههم" yani "onları zorlamayı" ifadesidir.

²: "Men yeşeu=من يشاء" ifadesi mebnidir. "yeşeu= يشاء" fiilinin faili "men=من" de olabilir "Allah=الله" da olabilir. Genellikle faili Allah kabul edildiği için "Tercih ettiğini (dilediğini) saptırır" şeklinde meal edilmiştir. Ancak kur'an bütünlüğü açısından faili "men=من" kabul edilmelidir. Çeviride yazıldığı gibi.
Rad 27. Ayette "Allah, kendisine yönelen kimseye hidayet ediyor [doğru yola iletiyor]"

Zümer 3 "Allah, çokça kafir [gerçeğini örtmekte aşırıya giden], yalancı kimseye yol göstermez"

Tevbe 109 "Allah, zalimler milletine yol göstermez"

Tevbe 80 "Allah, hadlerini aşanlar milletine yol göstermez"

Bu ayetler, Allah'ın tercihinin insanın tercihine göre olduğunu gösteriyor.


94- Yeminlerinizi aranızda bir kin-düşmanlık (kaynağı) yapmayın. Aksi halde, bir ayak [kişi], kendisinin (İslam üzerine) sabitlenişinin ardından kayar [yolu kaybeder], Allah'ın yolundan çevirdiğiniz¹ için kötülüğü tadarsınız ve sizin için çok büyük bir azap var olur.

¹: bir insan, yaptığı herhangi bir eylem sebebiyle insanları dinden soğutuyorsa, "Allah'ın yolundan engellemiş" sayılıyor.

95- Allah'ın anlaşmasıyla az bir bedeli satın almayın. Eğer, bilmekte idiyseniz sizin için sadece Allah'ın yanında bulunanlar daha yararlıdır (hayırlıdır).

96- Yanınızda ne varsa tükenir; Allah'ın yanında ne varsa bakidir[ilk hali üzerinde kalıcıdır]. Sabır etmiş olanlara ödüllerini, bulunmakta oldukları eylemlerinin en güzeliyle¹ karşılık olarak vereceğiz.

¹: "En güzeli sebebiyle karşılık olarak vereceğiz" şeklinde de meal edilebilir. Bu durumda "bi=ب" harfi sebebiyet için kullanılmış olur.

97- Herhangi bir erkek veya kadın[cinsin]den kim inançlı olarak  düzgün-iyi bir eylemde bulunursa, mutlaka ama mutlaka ona temiz bir hayat yaşatırız ve onlara ödüllerini, bulunmakta oldukları eylemlerin en güzeliyle mutlaka ama mutlaka karşılık olarak vereceğiz.

98- Artık kur'an okuduğun zaman kovulmuş şeytandan Allah'a sığınmayı dile.

99- Gerçek şu ki, inanmış ve sadece RAB'lerine güvenip dayanmış (tevekkül etmiş) olanlara karşı ona [şeytana] hiçbir yetki-kuvvet [mevcut] değildir.

100- Onun [şeytanın] yetkisi-kuvveti sadece onu veli(rehber) yapanlara ve onunla ortak koşanlara karşıdır.

101- Allah, neyi kısım kısım indirdiğini¹ daha çok bilirken bir ayeti (diğer) bir ayetin yerine değiştirdiğimiz² zaman "sen sadece bir uydurukçusun!" dediler. Hayır, onların çoğunluğu bilmiyor.

¹: bu konuyla ilgili detaylara bakara 106. Ayette değinildi. Ayetin değişimi, sadece kur'an'ın diğer kutsal metinlerin hükümlerini nesh etmesi ile olabilir.

²: İltifat sanatı uygulanarak ilk başta Allah üçüncü şahıs olarak anlatılırken bu noktada çoğul birinci şahısa çekildi.

102- [Şunu] bildir:¹ kutsal ruh (ruhu-l kudüs) inanmış olanları (İslam üzerine) sabitlemek için; bir de müslümanlara [RAB'be teslim olanlara] bir doğru yol rehberi ve bir müjde olarak  RAB'binden hak ile [gereğince] onu [kısım kısım] indirdi.

¹: burada (قل) denildiği halde, sözün sahibi Allah olmaya devam etmiştir, peygamberin ağzıyla konuşulmamıştır. Demekki (قل) sözü yerine göre "bildir" manasında kullanılıyor.

103- Elbetteki, onların "Ona sadece bir beşer öğretiyor" dediklerini biliyorduk. Ona (öğretiyor, diye) yamulttukları[nispet ettikleri] kimsenin dili anlaşılmaz-karışıktır¹ bu (kur'an) ise apaçık açık-net bir dildir.

¹:"ea'cemi=أعجمي" kelimesi, konuştuğu anlaşılmayan anlamına gelir. (Zamahşeri:keşşaf & beydavi fussilet 44) "arabbiyyen=عربيا" konuşmanın açık-net duru [anlaşılır] olan kısmı (müfredat : عرب) olduğuna göre, bunun zıttı olarak kullanılan "ea'cemi=أعجمي" kelimesinin çeviride yazıldığı gibi bir anlamda olması gerekir. (fussilet 44. Ayetin dipnotuna bakınız)

104- Gerçekten, Allah'ın ayetlerine [kanıtlarına] inanmayanlara (evet!) Allah onlara yolu göstermez. Onlara can yakıcı bir azap vardır.

105-106- (o) Yalanı, sadece Allah'ın ayetlerine [kanıtlarına] inanmayanlar uyduruyorlar. İşte onlar, yani¹ inancının ardından Allah[ın varlığı] gerçeğini örtüp göz ardı edenler yalancıların ta kendisidir. Ancak, kalbi inançla tatmin [dolu] olduğu halde zorlanan hariç. Ama kimler küfre [gerçeği örtmeye] göğüs [gönül] genişletirse, Allah'tan bir gazap kendilerinin üzerinedir. Onlara büyük bir azap vardır.

¹: 106. Ayetin (من كفر) ifadesi, 105. Ayetin (أولئك) ifadesinden bedeldir. (zamahşeri:keşşaf)

107- İşte bu, onların ahirete [son hayata] karşı dünya [ilk] hayatını seçmeleri ve Allah'ın, kâfirler [gerçeği örtenler] milletine yol göstermemesi sebebiyledir.

108- Allah'ın; onların kalplerinin¹, algılamasının² ve bakışlarının üzerine damgalamış olduğu [kişiler] işte bunlardır. Bihaber olanların ta kendileri işte bunlardır.

¹: Kalbin, düşünceye, algıya ve davranışa etki ettiğine dair bilimsel kanıtlar vardır. Yani çoğu insanın zannettiğinin aksine, kalp de düşünceye etki eder. Kaynak: McCraty, R., et al., The Coherent Heart Heart-Brain Interactions, Psychophysiological Coherence, and the Emergence of System-Wide Order. Integral Review: A Transdisciplinary & Transcultural Journal for New Thought, Research, & Praxis,sayfa 15 bkz: https://integral-review.org/issues/vol_5_no_2_mccraty_et_al_the_coherent_heart.pdf

Orjinal metindeki ifadeler "The consistent and pervasive influence of the heart’s rhythmic patterns on the brain and body not only affects our physical health, but also significantly influences perceptual processing, emotional experience, and intentional behavior." [Daha detaylı bilgi için bkz: https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2018/07/44-kalp-dusunur-mu-kuran-ve-bilim-bu-konuda-ne-diyor/ ]

bununla birlikte kalp (kalb /قلب) kelimesinin, "ruh, ilim, şecaat, akıl" gibi manaları da mevcuttur. (Ragıp isfehani el müfredat قلب maddesi) kasıt edilenin başka bir şey olduğuna şu ayet de delil olabilir:
"Kendisine ait bir kalp bulunan kimse için işte bunda mutlaka hatırlatma vardır" (kaf 37)

²: Bakışlar ve kalpler çoğul kullanıldığı halde "işitme/algılama" kelimesi tekil kullanılmıştır.


109- Onların ahirette [son hayatta] kaybedenlerin ta kendileri olduğundan yana kuşku yoktur.

110- Dahası gerçekten RAB'bin, fitnelenmesinin[işkenceye maruz kalmasının] ardından hicret etmiş sonra cihad [çaba sarf] etmiş ve sabır etmiş olanlar için (evet!) gerçekten RAB'bin bundan [fitneye uğramalarından] sonra mutlaka çok bağışlayandır, bir rahimdir.

111- [Hatırla¹ o] günü ki: her bir can, kendi canı uğruna mücadele ederek gelir ve her bir can, kendi eylemleri(nin karşılığı) tamamen alır, kendileri zulüm olunmazlar.

¹: ayetteki (يوم) kelimesi hazf edilmiş bir (اذكر) fiili ile mensuptur. (müşkil irabu-l kur'an)

112- Güvende olan, tatmin olan ve kendisine rızkı her yerden bol bol gelen bir kenti, Allah bir misal olarak örneklendirdi. Ardından [o kentin halkı¹] Allah'ın nimetlerine nankörlük etti. Derken Allah, onların tasarladıkları nedeniyle açlık ve korku elbisesini ona [o kentin halkına] tattırdı.

¹: belegat açısından bir şeyin bir kısmı kasıt edilerek tamamı söylenir [bkz: belegat | zikru-l kul, iradet-ul bad]. Burada kent söylenerek, kentin halkı kasıt edilmiştir.

113- Elbetteki, onlara kendilerinden olan bir elçi gelmişti, onlar onu [o elçi'yi] yalanlamıştı. Ardından kendileri zalimler iken, azap onları yakalamıştı.

114- Allah, size helal hoş/temiz olarak neyi rızık ettiyse, onlardan yiyin. Eğer, sadece ona kulluk ediyorsanız, Allah'ın nimetine teşekkür edin.

115- [Allah] size sadece ölüyü, kanı, domuzun etini ve Allah'tan başkası [adına] seslenilerek kurban edilenleri haram etti. Artık, kim (yemeye) -ölçüyü kaçırmamak ve düşmanlık etmemek şartıyla- mecbur kalırsa, [bilsin ki] kesinlikle Allah, çok bağışlayandır, bir rahimdir.

116- Dillerinizin (o) yalanı yakıştırması için "Şu helâldir; şu haramdır" demeyin. Sonucunda¹ Allah'ın üzerinden (o) yalanı uydurmuş [olursunuz]. Kesinlikle, Allah'ın üzerinden yalanı uyduranlar başarılı olmazlar.

¹:buradaki (ل) sonuç bildiren lam [lam-ul akıbet] olmalıdır. (Fahreddin Razi)

117- [Onların geçimi]¹ az bir geçimdir. Onlara can yakıcı bir azap vardır.

¹: buradaki (متاع) kelimesi hazf edilmiş bir müptedanın haberidir (zamahşeri:keşşaf) hazf edilen müpteda, yazıldığı şekildedir. (Fahreddin Razi)

118- Daha önceden sana anlattığımızı sadece¹ yahudiliği seçmiş olanlara haram ettik. Onlara zulüm etmedik; fakat onlar kendi canlarına zulümetmekteydiler

¹: Bir şeyi bir bölüme mahsus yapmak [hasr etmek] için nesne [meful] başa gelir, eylem [fiil] sonraya bırakılır. (bkz: belegat| hasr edatı) burada da aynı şekilde meful başa gelmiş, burada sadece yahudilere haram edildiği bildirilmiştir.

119- Dahası gerçekten RAB'bin, cahillikle kötü eylemde bulunan, sonra bunun [bu kötülüğün] ardından tevbe etmiş ve (hatalarını) düzeltmiş olanlar için (evet!) Gerçekten RAB'bin bunun ardından [onlar için] mutlaka çok bağışlayandır, bir rahimdir.

120-121- Gerçekten, İbrahim Hanif [doğruya yönelmiş] olarak, Allah'a gönülden boyun eğen bir topluluktu. Hiç müşriklerden [Allah'a ortak kabul edenlerden] olmamıştı. Onun [Allah'ın] nimetlerine çokça teşekkür edendi. [Allah] onu [İbrahim'i] seçti ve onu en dosdoğru bir yola iletti.

122- Ona [İbrahim'e] dünyada [ilk hayatta] bir iyilik vermiştik. Gerçekten o, ahirette [son hayatta] düzgün kimselerdendir.

123- Sonra sana "Hanif [doğruya yönelmiş] olan ve müşriklerden olmayan İbrahim'in dini görüşüne uy!" diye vahiy ettik.

124- (o) cumartesi [işi bırakma olayı], sadece onda ayrılığa düşenler için yapıldı. Kesinlikle RAB'bin, kıyamet günü kendisinde ayrılığa düşmekte oldukları konuda aralarında mutlaka hüküm verecektir.

125- RAB'binin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzeliyle mücadele et [tartış]. Kesinlikle RAB'bin doğru yolu bulanları en iyi bilirken kendisinin yolunu kaybeden kimseleri de en iyi bilenin ta kendisidir.

126- Eğer, sonuç [ceza] verecekseniz, size verilen sonucun [cezanın] benzeri ile sonuç [ceza] verin. Şayet sabır ederseniz [bilin ki] kesinlikle bu, sabır edenler için daha iyidir (hayırlıdır).

127- Sabret, sabrın ancak Allah iledir. Onlara karşı üzülme ve onların planlamakta oldukları(tuzakları)ndan dolayı, bir darlık içinde olma.

128- Gerçekten, Allah korunup sakınmış olanlarla ve güzellik [iyilik] yapanlarla beraberdir.


17 Ağustos 2019 Cumartesi

15- Hicr suresi (hubeyb Öndeş meali)

Hicr suresi

1- Elif, lam, ra. İşte bu, kitabın ve¹ apaçık bir kur'an'ın ayetleridir.

¹: "Ve [و] harfi tebyin amaçlı olabilir (Maide 33. Ayetin dipnotuna bakınız) . Ayete "işte bu, kitabın yani apaçık kur'an'ın ayetleridir" manası verir.

2- Gerçeği örtmüş olanlar zaman zaman [kendi kendileri için] keşke müslüman olsalardı [diye] arzu ederler.

3- Bırak onları da yesinler, geçinsinlet ve emel[ler]¹ onları oyalasın. Yakında bilecekler.

¹: buradaki (الأمل) cins ismidir. Bundan dolayı "emeller" manası verildi.

4- Herhangi bir kent[cinsin]den ne helak ettiysek kendisinin ancak¹ bilinen bir kitabı [yazısı] vardır.

¹: "Ve lehe=ولها" şeklinde yazılmıştır. Normalde (و) olmaksızın yazılır. Ancak bu şekilde bir kullanım da dil açısından uygundur. Tıpkı şuara 208. Ayette olduğu gibi.
Mesela "üzerinde elbise [olan] dışında, hiçbir kimse görmedim" manasında :
 (ما رأيت أحدا إلا وعليه ثياب)
Denildiği gibi,
(ما رأيت أحدا إلا عليه ثياب.)
Şeklinde (و) olmadan da söylenebilir. (Fahreddin Razi)

²: burada (أهل) yani "halkı" manasında hazf edilmiş [atılmış] bir muzaf vardır.

5- Hiçbir topluluk kendi süre sonunun önüne geçemez, ertelemek de isteyemez.

6-7- "Ey kendisine [kısım kısım] hatırlatma (zikir) indirilmiş¹ (!) olan! Gerçekten sen, cinlenmişsin [delirmişsin]! Eğer, dürüst kişilerden[biri] idiysen, bize melekleri getirmen gerekirdi!" dediler.

¹: alay yollu bir ifadedir. "istihza sanatı" denir.

8- Melekleri ancak Hak ile [gerekirse] kısım kısım indiririz. O zaman da onlara göz açtırılmazdı.

9- Gerçekten, zikri¹ kısım kısım biz indirdik, biz! Gerçekten onu koruyucu² olanlar mutlaka biziz.

¹: Bazılarına göre "kelime" hz. İsa'yı; "zikir" ise, hz. Muhammed'i kasıt eder. (müfredat : ذكر) bundan dolayı zikir ile kasıt, peygamber olabilir. Ancak 6. Ayette, "kendisine zikir indirilmiş" ifadesine dikkat edersek, zikrin kur'an olması gerekir.

²: "onu" zamiri, kur'an'a da işaret edebilir, elçi'ye de. (zad'ul mesir) zamir peygambere işaret ediyorsa:
Tarihle sabit olan şudur: peygamber, vahiy bitinceye kadar vefat etmemiştir. Katıldığı savaşlar olmasına rağmen, hatta yaralanmış olmasına rağmen vahiy bitinceye kadar Allah onu korumuştur.

Zamir kur'an'a işaret ediyor da olabilir. Kur'an'ın korunması ise hafızalar sayesinde gerçekleşmiştir. Örneğin pek çok insanın ezberlediği her gün tekrar tekrar okuduğu istiklal marşımızı düşünün. Elimizde hiçbir teknoloji olmasaydı bile sadece marşımızı ezberleyen pek çok insan sayesinde marşımıza hiçbir ekleme çıkarma yapılamazdı. Çünkü yapılan ekleme bu marşı bilenler tarafından fark edilir ve ilan edilirdi. Kur'an'ın korunması da bunun gibidir. Binlerce hafızın hafızasında bulunan kur'an metnine herhangi bir ekleme yapılmış olsaydı mutlaka bu fark edilir, bir takım kişiler tarafından ortaya yeni mushaflar çıkarılır, herkes "benim kur'an'ım doğru olandır" der, kur'an nüshaları birbirini tutmaz ve elimizde yüzlerce çeşit kur'an mushafı olurdu. Ne günümüzde ne de tarihte böyle bir şeyin yaşanmamış olması kur'an'ın sağlam olduğunu ispatlıyor.

Kıraat (okuyuş) farklılıkları ise tamamen vahye dayalıdır. Zaten kur'an'ın dizilişi, yazımı, ayetlerin yerleri tamamen Elçinin onayıyla olmuştur. (bkz: zamahşeri:keşşaf Tevbe suresinin açıklaması bölümünde peygamberin "Bu ayeti, bu kısma yaz" diyerek vahiy yazarlarını yönlendirdiğine dair kaynakları belirtmektedir.)

Yeryüzünde biri diğerine muhalif olan, kur'an'ın orjinal mesajına zarar veren hiçbir kur'an mushafı yoktur. Kıraat farklarının bulunduğu ayetlerde bu konuya değinildi.

Ayrıca bkz:
Brimingham'da 1370 yıllık kuran mushafı mevcuttur. [ https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150722_en_eski_kuran_1 ]

10- Elbetteki senden önceki ilklerin/öncülerin taraftarlarının içine de (vahiy) göndermiştik.

11- Kendilerine bir elçi[türün]den ne geldiyse onu ancak maskara yapmaya çalışıyorlardı.

12-13- İşte bunun gibi, onu öncülerin/öncekilerin sünneti gelip geçmiş olduğu halde ona[elçi'ye] inanmayan suçluların kalplerinin içine saplarız.

14-15- Şayet, üzerlerine gökten bir kapı açsak onlar onun [kapının] içine yükselerek gider bir hale gelselerdi "sadece bakışlarımız(gözlerimiz) sarhoş edildi. Hayır, biz sihirlenmiş [etkilenmiş] bir milletiz." derlerdi mutlaka!


16-17- Elbetteki, gökte burçlar¹ yaptık. Ona [göğe] bakıp düşünenler için süsledik ve onu [göğü] recm edilmiş/kovulmuş her bir şeytandan koruduk.

¹: burçlar, yani (بروج) kelimesi için "yıldızlar, gezegenler, saraylar, konaklar" gibi pek çok yorum yapılmıştır. (müfredat : برج, zad'ul mesir)

18- Ancak, kim kulak hırsızlığı yaparsa, apaçık bir alev (kozmik ışın¹) onun peşine düşer.

¹: Buradaki alev ile kasıt ya meteor ya da kozmik ışındır. Bu ayetten, cinlerin gökte (uzayda) gezen varlıklar yani uzaylılar olduğu anlaşılıyor.

19- Yeri[n büyüklüğünü]¹ arttırdık, onun [yerin] içine ağırlıklar² attık ve onun [yerin] içinde, ölçülü her şeyden yetiştirdik.

¹: "medde=مدَّ" fiili, uzatmak manasındadır. Ancak bu uzatma, dümdüz bir şeyi uzatmak manasında değildir. Örneğin Türkçedeki "müddet" kelimesi de buradan gelmiştir. Arapçada "süreyi uzatmak" manasında bu fiil kullanılır. Mesela Meryem 79. Ayette "...kendisine, müddet açısında azaptan (geleni) uzatırız..." denilir. Azabın süresini artırmak manasında bu fiil kullanılmıştır. Bu Ayette, yerin [dünyanın] büyüklüğünün artırıldığı yazmaktadır. Şekliyle alakalı bir durum yoktur.

Eğer şekliyle alakalı ise, şunu bilmekte fayda var:
Ayette geçen (الأرض) kelimesi, yerine göre "dünya" (Rad 4, Enbiya 30 ve pek çok ayet) yerine göre "bölge" (Yusuf 56, 80 ve pek çok ayet) mânâsında kullanılmaktadır. Ayette bölge manasında olup, "bölgeyi uzattıkça uzattık" denilmiş olabilir. Razi, "çok büyük bir kürenin (yani dünyanın) her bir kıtası, sanki düz gibi görünür" diyerek bu ayetin yuvarlak dünyaya aykırı olmadığını söylemiştir.

²:"revasiye=رواسي" kelimesi "resev=رسو" kelimesinin çoğul halidir. Bu kelime "ağırlık" manasındadır.
Örneğin:
"القت السحابة مراسيها
Bulutlar, ağırlıklarını attı" (müfredat : رسو)

Yani "yağmur ağırlığını bıraktı" denir. Naziat 32. Ayette "dağları ağırlaştırdı/yerine oturttu (أرساها)" manasında bu kelime fiil olarak kullanılır. "yerde bulunan ağırlıklar" denilince, genel olarak dağlar anlaşıldığı için bu kelimeye "dağlar" manası verilmiştir.

20- Onda [yerde] sizin için yaşam araçları yaptık. Kendilerine sizin rızık verici olmadığınız kimseler [için de geçimlik yaptık]¹.

¹: buradaki "Kendilerine sizin rızık verici olmadığınız kimseler" ifadesi (معايش) ifadesine atıf olabilir. (kadı beydavi) Buna göre "kendilerine sizin rızık verici olmadığınız kimseleri de size rızık olarak yaptık" mânâsına gelir.

Bu ifade (لكم) ifadesine atıf olabilir. Çeviri buna göre yapıldı, her iki çeviri de uygundur.

21- Hazinesi yanımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Onu, ancak bilinen bir kaderle indiririz.

22- Rüzgarları, aşılayıcılar olarak gönderdik, ardından gökten bir su indirdik, onu [suyu] size içirdik. Halbuki ona hazinedar olanlar siz değilsiniz.

23- Gerçekten biz (evet!) mirasçılar olarak mutlaka biz hayat veriyoruz ve biz öldürüyoruz.

24- Elbetteki, sizden olup (eylemde) öne geçmek isteyenleri bilmiştik ve elbetteki sonraya kalmak isteyenleri de bilmiştik.

25- Gerçekten RAB'bin onları[insanları] bir araya topluyor. Kesinlikle o, hakimdir/hikmetlidir, devamlı bilendir.

26- Elbetteki insanı, bir 'salsal'den,¹ yani toz olmuş/değişmiş² bir kara topraktan (karbondan)³ yarattık.

¹: "Salsal=صلصال" kelimesi hakkında; "Çamurla karışmış tozlu toprak, ses getiren toprak, demir gibi hareket ettirildiği zaman ses getiren, değişim, katı/kuru çamur" gibi pek çok açıklama yapılmıştır. Fakat ayetin devamında bulunan "min=من" harfi cerr'ini bedel kabul edersek (ki bu mümkündür bkz: Halebi :duru-l mes'un) devamındaki "hamein mesnun=حمإ مسنون" ifadesi, Salsal'in ne olduğunu açıklamaktadır.

²: "Mesnun=مسنون" kelimesi toz manasındadır. Bu anlamda "سننت الحجر على الحجر" yani "Taşı taşa sürttüm" ifadesi kullanılır. Taşların arasından çıkan maddeye yani toza da bu kelime kullanılır. (Fahreddin Razi, keşif ve-l beyan, kurtubi) Karbon'a işaret olabilir. Çünkü karbon katı halde bir maddedir.
Çünkü bu kelimenin "değişim" manası da mevcuttur. (Maturidi, Fahreddin Razi) Karbon elementi yıldızların patlaması sonucunda yani bir tür değişim sonucunda oluşmaktadır. (TÜBİTAK) 

³: "Hame=حمأ" kelimesi "Siyah toprak" anlamındadır. (Maturidi) bu ifadeler tüm canlıların özünde bulunan karbon elementi ile uyumludur. 
Hatta Rahman suresinin 14. Ayetinde, salsal'in "Fahhar" yani ateşte çokça pişmiş bir şeye benzetilmesi, karbonun yıldızların patlaması sonucu oluşmasını (TÜBİTAK) akla getiriyor. 


bu ifadeler bütün canlıların özünün oluştuğu karışımı bir temsil olarak anlatıyor olabilir. Henüz ilk canlının dünya şartlarında nasıl bir şekilde oluştuğunu bilmiyoruz. Belkide ilk hücre, ayette bahsedilen bu karışımın içinde oluşmaya başlamıştır.

Zaten yaygın kabul edilen bir hipoteze göre canlılığın okyanusun altındaki hidrotermal bacalarda başladığı düşünülüyor. Bu bacalarda kimyasalların bolluğu ve sağladığı enerji, ilk canlılığın başlaması için uygun ortam oluşturmuş olabilir. (50 Soruda Yaşamın Tarihi, Bilim ve Gelecek Kitaplığı,) bu bacalar da kara bir duman püskürtmektedir. (TÜBİTAK) belki ayetin kasıt ettiği de temsili olarak budur. Doğrusunu Allah bilir..

"Peki "insanı" derken "insanın özünü" kasıt etmesi nasıl mümkün olabilir?" sorusu akla gelebilir. Kur'an'da ve diğer metinlerde bu şekilde bir kullanım pek çoktur. Örneğin "Sizi bir tek candan yarattı" (Nisa 1) ayetinde muhatap aldığı insanlar bir tek candan değil, her biri de iki candan yani bir anne ve bir babadan meydana gelmiştir. Ancak bu ayette insanların özünün bir tek can olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla konumuz olan ayette de tüm canlıların özünü kasıt etmesi mümkündür.



27- Can'nı¹ da daha önceden zehirleyen² rüzgarın ateşinden yaratmıştık.

¹: "Cinlerin atası, iblis, bir Cinin adı, yılan" gibi manalar verilmiştir. (kadı beydavi, keşşaf sahibi, müfredat : جن) bir cins ismi olması da mümkündür (kadı beydavi) çünkü önceki ayette cins ismi olarak "insanı" denilmektedir. Burada da insana karşılık, cins ismi olarak cinlerin tamamını kasıt etmesi daha doğru olur.

²: ayetteki (سموم) kelimesi için "dumansız ateş, nüfuz eden ateş, kavurucu rüzgar" gibi çeşitli manalar verilmiştir. (kadı beydavi, kurtubi, keşşaf sahibi) ancak doğru olanı, "zehirli rüzgar" manasında olmasıdır. (müfredat: سمم) Arapçada "sam=سم" kelimesinin aynı şekilde İbranicede "sam=סַם" olarak "zehir" manasında olması, (wictionary) bu manayı doğruluyor.

28-29- Hani RAB'bin, meleklere "Gerçekten ben, bir 'salsal'den, yani toz olmuş/değişmiş bir kara topraktan (karbondan) bir beşerin yapıcısıyım. Artık, onu düzenlediğim ve onun içine kendi ruhumdan üflediğim zaman hemen secde edenler halinde onun için düşün[yere kapanın]" demişti.


30- Akabinde meleklerin tamamı topluca secde etmişti.

31- Ancak iblis¹ hariç. O, secde edenlerle birlikte olmaya şiddetle karşı çıktı.

¹: buradaki istisna munkatıdır. Yani iblis, meleklere dahil değildir. Bu tıpkı
خرجت الطلاب إلا المدرس
 "öğrenciler çıktı, ancak öğretmen istisna [o çıkmadı]"
Demeye benzer. Öğretmen, öğrencilere dahil olmayan farklı bir istisnadır. Bu Ayette de, aynı istisna çeşidi vardır.

32- [RAB'bin] "Ey iblis! Sana ne var ki secde edenlerle birlikte olmadın? " dedi.

33- [iblis] "kendisini bir 'salsal'den, yani toz olmuş/değişmiş bir kara topraktan (karbondan) yarattığın bir beşer için hiç secde edecek değilim!" dedi.


34- [RAB'bin] "o halde ondan[o bölgeden] çık! Artık, kesinlikle sen bir kovulmuşsun" dedi.

35- "Gerçekten dinin gününe kadar senin üzerinde (bu) lanet [rahmetten engelleme] vardır."

36- [İblis] "RAB'bim! O halde onların yeniden diriltileceği güne kadar bana zaman ver" dedi.

37-38- [RAB'bin] "Artık kesinlikle sen, bilinen vaktin gününe kadar zaman zaman verilmiş olanlardansın." dedi.

39-40- [iblis] "RAB'bim! [hayatımı] mahvetmen sebebiyle, yerde [dünyada] onlar [insanlar] için [dünya meşguliyetini¹] mutlaka süsleyeceğim ve onları toplu halde mutlaka mahvedeceğim! Ancak, onlardan kendisini sana adamış² olan kulların hariç." dedi.

¹: meful [nesne] gizlidir. "günahlarını süsleyeceğim" veya "dünya ziyneti ile meşgul edeceğim" anlamındadır. (Maverdi)

²: İbni kesir, İbni amir ve Ebu Bekir, her ayette bu ifadeyi "muhlis=مخلِص" olarak okumuştur. (kadı Beydavi) bu okuyuşa göre çeviri yapıldı.

41-42- [RAB'bin] "Bu [kendini bana adama¹], bana göre en doğruya ileten bir doğru yoldur. Gerçekten benim kullarıma (evet!) onlara karşı sana hiçbir yetki yoktur. Ancak bozuk inançlı olanlardan sana uyan kimseler hariç." dedi.

¹: buradaki (هذا) zamiri, önceki ayette istisna yapılan kişilerin eylemine dönmektedir.

43-44- Gerçekten, cehennem onların tamamının kesinlikle sözleşme [toplanma] yeridir. Ona [cehenneme], her bir kapısında onlardan kısımlandırılmış bir bölüm bulunan yedi kapı vardır.

45-46- Gerçekten, korunup sakınanlar cennetin ve gözlerin [pınarların] içindedir. "Güvende olarak bir esenlikle girin ona [cennete!]"

47-Onların göğüslerinde kinden ne varsa [hepsini] çekip çıkardık. "Kardeşler olarak, koltukların üzerinde birbirinize yönelir bir halde [cennete girin]!"¹

¹: "Kardeşler" manasında olan (اخوانا) kelimesi, önceki ayette "ona [cennete] girin" manasında olan (ادخلها) ifadesinden hal olarak mensuptur. (kadı Beydavi) yani (اخوانا) kelimesininin mensup [üstün harekeli] gelişi, onun hal konumunda olduğunu gösteriyor.

48- Onlar, ondan [cennetten] çıkacak değilken kendilerine bir yorgunluk temas etmez.

49-50- Kullarıma haber ver: Kesinlikle ben (evet!) ben çok bağışlayanım, rahimim. Bir de azabımı (evet!) onun can yakıcı azap olduğunu [haber ver].

51- Onlara İbrahim'in misafirlerinden¹ haber ver.

¹: buradaki (ضيف) kelimesi, tekil bir muzaftır. Bu durum, tekil bir muzafın, çoğul yerine kullanılabildiğinin delilidir. Dilimizde de böyledir. Mesela "insanların yurtları" demek yerine "insanların yurdu" deriz, yine çoğul olarak "insanların yurtları" manasına gelir.

52- Onlar hani İbrahim'in yanına girip "Esenlikler" demişlerdi. [İbrahim] "gerçekten biz, sizden ürperdik." dedi.

53- [Misafirler] "Ürperme, gerçekten biz, çok bilen bir oğlan çocuğu ile seni müjdeliyoruz." dediler.

54- [İbrahim] "Büyüklüğün [ihtiyarlığın] bana dokunması üzerine mi beni müjdelediniz? Ne ile beni müjdeliyorsunuz?" dedi.

55- [Misafirler] "Seni Hak [gerçek] ile müjdeledik. Artık, umutsuzluğa kapılanlardan olma!" dediler.

56-  [İbrahim] "Yolu kaybedenlerden başka, kim Allah'ın rahmetinden yana umutsuzluğa kapılır ki?" dedi.

57- [İbrahim] "O halde probleminiz/amacınız nedir ey gönderilenler?" dedi.

58-60- [Misafirler] "gerçekten biz, suçlu bir millete gönderildik; ancak Lut'un ailesi hariç, gerçekten biz onların tamamını mutlaka kurtaracağız. Ancak, [Lut'un] hanımı hariç, ''Kesinlikle o [kadın] [azapta] kalanlardandır'' [diye] belirledik." dediler.

61-62- Ardından, gönderilmişler Lut'un ailesine gelince [Lut] "Gerçekten siz, tanınmamış bir milletsiniz." dedi.

63-65- "Hayır! Onların kendisi hakkında şüpheli tartışmaya girmekte oldukları konu sebebiyle sana geldik. Sana Hakkı [gerçeği] getirdik. Kesinlikle biz dürüstüz. Artık, geceden bir bölümde aileni gece yolculuğuna çıkar, onların arkalarını takip et, sizden hiçbir kimse ardına bakmasın ve emir olunduğunuz yere ilerleyin." dediler.

66- Kendisine işte bu emri "bunların arkası[kökü], sabaha girerlerken kesilmiştir!" diye tamamladık.

67- Şehrin halkı sevinçli bir halde geldiler.

68-69- [Lut] "Bunlar benim misafirimdir. O halde beni mahcup etmeyin. Allah'a (karşı gelmekten) sakının ve beni rezil etmeyin."dedi

70- [Halkı] "Seni, âlemlerden (insanları korumaktan) yana hiç engellemedik mi?" dediler.

71- [Lut] "Eğer yapacaksanız, işte bunlarla [topluluğun kadınlarıyla]¹ yani benim kızlarımla [evlenin].²" dedi.

¹: "her peygamber, kendi toplumunun babasıdır" denilmiştir. (kurtubi, kadı beydavi, zad'ul mesir, Fahreddin Razi, taberi) bunu diyenlerin bazıları, ahzab 6. Ayette peygamberin eşlerinin, inançlıların annesi olduğunun belirtilmesini delil getirmiştir.
Buradan hareketle, Lut kendi kızlarını değil, bütün kadınları kasıt etmiştir.

Elimizdeki bilgilere göre, Lut'un iki kızı vardır (Tevrat | yaratılış kitabı 19:15) ayette ise kızlara yönelik zamir çoğul olarak (هن) şeklindedir. Arapçada çoğul, en az üç olduğuna göre, bu Ayette anlatılan kızlar Lut'un öz kızları değil, denildiği gibi toplumun kadınlarıdır.

²: "Bunlarla" [هؤلاء] ifadesi mefuldür. Dolayısıyla takdiri bir "evlenin" [تَزَوَّجوا] fiilinin mefuludür. (Halebi:duru-l mes'un)

72- "Ömrün buna delildir ki gerçekten onlar, şaşkın bir halde kesinlikle sarhoşluk içindedirler."

73- Derken, [güneşin] doğuşuna girerlerken (o) çığlık kendilerini yakaladı.

74- Ardından onun (kentin) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine siccilden [taş ve toprak karışımından] taşlar yağdırdık.

75- Gerçekten bunda feraset sahibi olanlar için mutlaka ayetler [kanıtlar] vardır.

76- Gerçekten o, ayakta[halen durmakta olan] bir yolda bulunmaktadır.

77- Gerçekten işte bunda inançlılar için mutlaka bir ayet [kanıt] vardır.

78- Gerçekten, Eyke dostları (orman halkı-Ashabı Eyke), cidden zalimlerdi.

79- Derken, onlardan intikam aldık. Gerçekten o ikisi (Eyke dostları ve Lut halkı)¹ apaçık bir imamda [güzergahta] bulunmaktadır.

¹: "Lut halkı" veya "Medyen halkı" kasıt edilmiştir. (kadı beydavi, kurtubi, keşşaf sahibi)

"Medyen, Hicaz'dan, Filistin ve Suriye'ye giden yol üzerindedir." (mevdudi)

80-81- Elbetteki Hicr dostları (ashabı hicr) gönderilenleri yalanlamışlardı. Onlara ayetlerimizi [kanıtlarımızı] verdik de onlardan [kanıtlardan] vazgeçenler oldular.

82- Dağlardan, emin [güvenli] evler yontmaktaydılar.

83- Derken, onlar sabaha girerken kendilerini (o) çığlık yakaladı.

84-  Ardından elde etmekte oldukları kendilerine yeterli gelmedi.

85- Gökleri ve yeri [tüm evreni] ikisi arasında (içinde) bulunanları ancak Hak ile [gerekli olarak]¹ yarattık. Kesinlikle saat (kıyamet) mutlaka bir gelicidir. Artık, oldukça güzel bir hoşgörü olarak (insanlara) hoşgörülü davran.

¹: Evrendeki hiçbir şey gereksiz değildir. Bilimin gelişmesi ile, gereksiz sandığımız pek çok şeyin gerekli olduğunu anladık, bilim geliştikçe daha çok anlayacağız.

86- Gerçekten RAB'bin çokça yaratandır, devamlı bilendir.

87- Elbetteki ikililerden yediyi ve en büyük kur'an'ı [okunanı] sana vermiştik.

88- Sakın, onlardan [bazı] sınıflara geçimlik yaptığımız [şeylere] iki gözünü dikme ve onlara üzülme. Kanadını, inançlılar için indir.

89- "kesinlikle ben, apaçık bir uyarıcıyım" de.

90- Kısımlara ayrılanlara (Yahudi, Hristiyan¹ vb.) indirdiğimiz gibi...²

¹: Yahudi ve Hristiyanları kasıt etmektedir. (keşf ve-l beyan) farklı yorumlar da mevcuttur. (kurtubi, Fahreddin Razi)

²: buradaki (كما) yani "...gibi" ifadesinin, 87. Ayetteki "ikililerden yediyi ve büyük kur'an'ı sana vermiştik" ifadesine bağlı olduğu söylenmiştir. Buna göre " Tıpkı, Kısımlara ayrılanlara indirdiğimiz gibi (ikililerden yediyi ve büyük kur'an'ı sana vermiştik)" manasında olur.

Bu ifadenin 89. Ayete bağlı olup "Tıpkı Kısımlara ayrılanlara indirdiğimiz (o azabın) benzeri ile uyar" manasında olduğu da söylenmiştir (keşşaf sahibi)

91- [Kısımlara ayrılanlar] ki, kur'an'ı parça parça¹ yaptılar.

¹: bu kişiler, bakara 85. Ayette anlatılan kişiler, yani kitabın bir kısmını kabul; diğer kısmını red eden kişilerdir.

92-93- Artık RAB'bin delildir ki onların tamamına bulunmakta oldukları eylem hakkında soracağız.

94- Artık, emir olunduğun [şeyi] çatlat[açıkça söyle] ve müşriklerden [ortak koşanlardan] vazgeç.

95-96- Allah'ın beraberinde bir Tanrı sayan o alaycılara [karşı] kesinlikle biz sana yettik, yakında bilecekler.

97- Onların söyledikleri nedeniyle göğsünün daraldığını elbetteki biliyoruz.

98- Artık övgüyle RAB'bini tenzih et ve secde edenlerden ol.

99- (o) Kesin olan(ölüm) sana gelinceye kadar RAB'bine ibadet et.

14- İbrahim suresi (hubeyb Öndeş meali)

1- Elif, lam, ra. RAB'lerinin izniyle insanları karanlıklardan (yalanlardan) aydınlığa (gerçeğe), devamlı üstün olanın, övgüye layık olanın tek doğru yoluna çıkarman için, sana indirdiğimiz bir kitaptır.

¹: müpteda olan (هذا) hazf edilmiştir [atılmıştır]. (müşkil irabu-l kur'an)

2- Göklerde ve yerde [tüm evrende] bulunanlar, kendisinin olan Allah'ın [tek doğru yoluna çıkarman için]¹… şiddetli bir azaptan [dolayı] vay kafirlerin [gerçeği örtenlerin] haline!

¹: ayetin başındaki (اللهِ) isminin kesre ile okunması, önceki ayetteki (صراط العزيز الحميد) ifadesinin devamı bir sıfattır veya bedeldir.  "Allahu =اللهُ" şeklinde de okunmuştur (kadı beydavi, kurtubi) Buna göre yeni bir cümle gibi "Allah, o ki..." şeklinde meal edilir.

3- [Kâfirler] ki dünya [ilk] hayatını, ahiret [son] hayatına karşı isteyip seçiyorlar, Allah'ın yolundan engelliyorlar ve onda [Allah'ın yolunda] bir eğrilik (hata) arıyorlar. İşte bunlar, çok uzak bir kayboluşun içindedir.

4- Bir elçi[türün]den ne gönderdiysek ancak kendi milletinin diliyle gönderdik ki onlara iyice açıklasın. Artık, Allah kimi tercih eden kimseye yolu kaybettirir; tercih eden kimseye² yol gösteriyor.

¹: "Elçi" manasında olan "el resul=الرسول" kelimesi, "gönderilen" manasındadır. Elçinin vahiy almış bir kişi olma zorunluluğu yoktur. Mesela Yusuf suresinin 50. Ayetinde Kralın, Yusuf'a gönderdiği kişi için "resul =الرسول" denilmiştir. Gerek sözlükte kullanımı olsun (müfredat : رسل) gerekse kur'an'da kullanımı olsun, elçinin vahiy alan elçi olma zorunluluğu yoktur.  Dolayısıyla bugün dünyanın her yerine kur'an'ı kendi dillerinde ulaştıran insanlar da "Elçi" konumundadır. Bugün kur'an bize kendi lisanımızda ulaştığına göre bize de "kendi dilimizde Elçi" gelmiştir.

²:  "men yeşeu=من يشاء" ifadesi mebni olduğu için faili "Allah" da olabilir, "kimse" de olabilir. İfadede geçen "tercih eder" [يشاء] fiilinin faili "kimse" [من] ifadesidir. Yani Allah "tercih ettiğine" değil "tercih edene" yolu kaybettirir. Devamındaki ifadeler de Allah'ın yol göstermesinin insanın eylemine bağlı olduğunu belirttiği için bu çeviri daha uygundur. Şayet faili "Allah" kabul edersek "Allah kimi tercih eder?" sorusunu sorarak yine aynı sonuca ulaşabiliriz. (bkz: saf 5. Ayet)

5- Elbetteki Musa'yı "Milletini karanlıklardan (yalanlardan) aydınlığa (gerçeğe) çıkar ve Allah'ın günlerini hatırlat!" diye ayetlerimiz [kanıtlarımız] ile göndermiştik. Gerçekten bunda, çokça sabır eden, çokça şükreden herkes için mutlaka ayetler [kanıtlar] vardır.

6-7- O vakit Musa, milletine "Allah'ın nimetini hatırlayıp anın. Hani Firavun'un halkı sizi azabın kötüsüne sürüyor, oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı hayatta bırakıyor iken [onlardan] sizi kurtarmıştı. Bunda, sizin için RAB'binizden büyük bir sınama vardı. HanirRAB'biniz size [şunu] ilan etmişti: eğer şükrederseniz, mutlaka (nimeti) artırırım; [nimeti] örtüp görmezden gelirseniz [bilin ki] gerçekten azabım şiddetlidir." demişti.

8- Musa "Eğer, siz ve yerde [dünyada] bulunanların tamamı, [nimeti] örtüp görmezden gelirseniz [bilin ki] gerçekten Allah, bir zengindir(size ihtiyacı yoktur), bir övgüye layık olandır." demişti.

9- Size, sizden öncekilerin Nuh, Ad, Semud milletlerinin ve onlardan sonrakilerin haberi hiç gelmedi mi? Onları ancak Allah biliyor. Elçileri kendilerine açık kanıtlarla geldi de ellerini ağızlarına döndürüp "gerçekten biz, sizinle gönderileni örtüp göz ardı ettik. Gerçekten biz, bizi kendisine davet ettiğiniz şüpheliden yana bir şek [kararsızlık, şüphe] içindeyiz" dediler.

10- Elçileri "Allah hakkında, göklerin ve yerin [tüm evrenin] başlatıcısı/ayıranı¹ hakkında mı bir şek [kararsızlık, şüphe] var? Halbuki, sizin cezayı gerektiren işlerinizden[bir kısmını] size bağışlamak ve sizi isimlendirilmiş bir süre sonuna kadar ertelemek için sizi çağırıyor." dediler. [Milletleri] "Siz, atalarımızın kulluk etmekte olduklarından bizi engellemek isteyen bizim mislimiz bir beşerden başkası değilsiniz. Bize apaçık bir yetki-delil getirin!" dediler.


¹: Enam 14. ayetin dipnotuna bakınız.


11-12- Elçileri, onlara "Biz, sizin misliniz birer beşerden başkası değiliz; fakat Allah kullarından tercih ettiği kimseye büyük iyilikte bulunuyor. Allah'ın izni olmadan size herhangi bir yetki-delil getirmemiz, bizim için [mümkün] olmaz. İnançlılar, sadece Allah'a güvenip dayansın (tevekkül etsin). Bize ne var ki, bize yollarımızı göstermiş iken Allah'a tevekkül etmeyelim? Bize ettiğiniz eziyete mutlaka ama mutlaka sabır edeceğiz! Güvenip dayananlar (tevekkül edenler) sadece Allah'a güvenip dayansın (tevekkül etsin)" dediler.

13-14- Gerçeği örtmüş olanlar, elçilerin'e "Sizi, yerimizden [bölgemizden] mutlaka ama mutlaka çıkaracağız veya bizim dini görüşümüze mutlaka geri döneceksiniz!" dediler. Derken, RAB'leri onlara [elçilere şunu] vahiy etti: Zalimleri mutlaka ama mutlaka helak edeceğiz! O yeri [bölgeyi] onların ardından mutlaka size yurt yapacağız. İşte bu, konumumdan korkan ve tehdidimden korkan kimse içindir.

15-16-17- [Elçiler] fetih [hüküm, zafer] istediler ve her bir inatçı zorba başarısız oldu. Bunun ardından cehennem vardır. Kendilerine irinli bir sudan içirilir. Onu [suyu] yutkunur, boğazından neredeyse geçiremez, ölüm ona her yerden gelir, halbuki o ölecek değildir. Bunun ardından çok katı bir azap vardır.

18- RAB'lerinin göz ardı etmiş olanların örneği [şudur] : onların eylemleri fırtınalı bir günde rüzgarın savurup götürdüğü kül gibidir. Elde ettiklerinden hiçbir şeyin üzerine kadir [sahip] olamazlar. İşte bu çok uzak kayboluşun ta kendisidir.

19-20- Allah'ın, gökleri ve yeri [tüm evreni] Hak ile yarattığını  hiç görmedin[bilmedin]¹ mi? Eğer tercih ederse, sizi giderir ve yeni bir yaratılış getirir. Halbuki bu, Allah'a karşı hiç de aziz [ağır/zor] değildir.

¹:  "görmek, bilmek, korkmak" fiilleri, bazen birbiri yerine de kullanılabilir. (müfredat: خوف, رأي, zad'ul mesir)

21- Allah için topluca ortaya çıktılar. Derken zayıf olanlar, büyüklük taslamış olanlara "Gerçekten biz, siz bağlıydık. Artık siz, Allah'ın azabından herhangi bir şeye (karşı) bize yeterli misiniz?" dediler. [büyüklük taslamış kimseler] "Allah bize yol gösterseydi, mutlaka size yol gösterirdik. Sızlansak da sabır etsek de bize eşittir. Bizim için, hiçbir kaçış yoktur." dediler.

22- İş tamamlandığında şeytan "Gerçekten Allah, hak vaad olarak size söz verdi. Ben de size söz verdim de size aykırı davrandım [sözümden döndüm]. Benim için, üzerinizde ancak sizi davet etme yetkisi vardı. Hemen bana olumlu cevap verdiniz. Artık beni kınamayın, kendi nefsinizi kınayın. Ben, size yardıma yetişecek değilim; siz de bana yardıma yetişecek değilsiniz. Gerçekten ben, önceden beni ortak yapmanızı reddetmiştim. Gerçekten zalimler için (evet!) onlar için can yakıcı bir azap vardır." dedi.

23- İnanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş kimseler, alt tarafından ırmaklar akan, RAB'lerinin izniyle, içinde kalıcı oldukları cennete girdirildi. Onun içinde onların selamlaşması sadece bir esenliktir.

24-25- Bir misali yani aslı [kökü] sabit olan, üstü [dalları] gökte olan, RAB'binin izniyle kendi yiyeceğini her zaman veren temiz bir ağaç gibi olan temiz bir kelimeyi RAB'binin nasıl örneklendirdiğini hiç görmedin mi? Allah, insanlar için misaller örneklendiriyor. Onların düşünüp öğüt almaları beklenir.

26- Kirli bir kelimenin misali, yerin üstünden sökülmüş, kendisinin hiçbir oturağı olmayan çirkin bir ağaç gibidir.

27- Allah, İnanmış olanları dünya [ilk] hayatında ve ahirette [son hayatta] sabit sözle sabitliyor. Allah, zalimlere yolu kaybettirir. Allah, tercih ettiğini yapıyor.

28- Allah'ın nimetini nankörlüğe değiştirmiş ve halkını kaosun yurduna kondurmuş olanları hiç görmedin mi?

29- Cehennemi (evet!) onu[n azabını] çekecekler, (o) ne kötü duraktır!

30- Allah'a, onun yolunu kaybettirmek¹ için denkler(Tanrılar) saydılar. "Geçinmeye devam edin (bakalım!) Gerçekten dönüş yeriniz ateştir." de.

¹: "yolunu kaybetmek [yoldan çıkmak]" manasında "yedille=يَضِل" şeklinde de okunmuştur (kadı beydavi, kurtubi)

31- İnanmış kullarıma söyle¹ de kendisinde hiçbir satışın ve yakın dostluğun olmadığı bir gün gelmeden önce, yönelişi (namazı) ayakta tutsunlar (gereğince kılsınlar)², kendilerini rızıklandırdığımızdan gizlice ve açıkça infak etsinler.

¹: bu ayet (قل) emrinin "şöyle de" manasıyla sınırlı olmayıp, yerine göre "bildir," manasında olduğunun ispatıdır.

²: şartın cevabı olduğu için (يقميمو) şeklindedir.

32- Allah; gökleri ve yeri [tüm evreni] yaratandır; gökten bir su indirip de onunla [o suyla] sizin için bir rızık olarak ürünlerden çıkarandır; Gemiyi, kendisinin emriyle denizde akıp gitsin diye, sizin için hizmete sunan ve nehirleri sizin için hizmete sunandır.

33- İki devamlı hareket edenler¹ olarak güneşi ve ay'ı, sizin için hizmete sundu. Geceyi ve gündüzü, sizin için hizmete sundu.

¹: Araplar, öğle vakti güneşin gökte bir müddet sabit kaldığını düşünürlerdi. (müfredat : زول) kur'an bu Ayette, güneş ve Ay'ın devamlı olarak hareket ettiğini söyleyerek, bu yanlış inanca karşı çıkmakta.

34- Kendisinden [Allah'tan] her istediğinizden [bazısını]¹ size verdi. Allah'ın nimetini saysanız, onu hesap edemezsiniz. Gerçekten insan, çok zalimdir, çok nankördür.

¹: buradaki (من) teb'iz, yani "kısımlama" manasındadır. İnsanların her istediği değil; İnsanların gerek fıtratı gereğince istediği (yeme, içme, yaşama gibi) gerekse arzu olarak istediği (zenginlik, üstünlük gibi) şeylerin tamamı değil, bir kısmı dünyada verilmiştir. Eğer tamamı verilmiş olsaydı, ahiretin bir anlamı olmazdı.

35- Hani İbrahim "RAB'bim! Bu beldeyi güvenli yap. Beni ve oğullarımı putlara [seni anmaktan alıkoyan şeylere¹] kulluk etmekten uzak tut." demişti.

¹: "putlar" manasında olan (اصنام) kelimesi Allah'a kulluk etmekten alıkoyan her şeye kullanılır. . (müfredat :صنم)

36- "RAB'bim! Gerçekten onlar [putlar], insanlardan pek çoğuna yolu kaybettirdi. Artık kim bana uyarsa kesinlikle o benden'dir; kim bana isyan ederse gerçekten sen çok bağışlayansın, bir rahimsin."

37- "RAB'bimiz! Gerçekten ben, soyumdan [bazısını] ekinsiz bir vadiye, senin kutsanmış evinin yanına yurt ettim[yerleştirdim]. RAB'bimiz! Onlar yönelişi (namazı) ayakta tutsunlar(gereğince uygulasınlar)¹. Artık, insanlardan onları arzulayan bir takım gönüller yap ve onları ürünlerden rızıklandır. Şükretmeleri beklenir."

¹: buradaki (ل) harfi "lam-ul key" olursa, "namazı devamlı olarak gereğince kılsınlar diye yerleştirdim" veyahut da "...diye putlardan uzak tut" mânâsında olur. (zad'ul mesir)
Eğer, "emri gaib lamı" olursa (kurtubi) çeviride yazıldığı manadadır.

38- "RAB'bimiz! Kesinlikle sen sakladığımızı ve açığa vurduğumuzu biliyorsun. Allah'a¹ karşı hiçbir şey saklı kalmaz, ne yerde [dünyada] ne de gökte..."

¹: burada "iltifat sanatı" uygulanmıştır. Allah'ı 2. Şahıs olarak muhatap şeklinde anlatırken, buradan itibaren 3. şahıs yaparak bu sanat uygulanmıştır.

39- "Övgü, ihtiyarlık üzerine bana İsmail'i ve İshak'ı hediye eden Allah'ındır. Gerçekten RAB'bim mutlaka duayı işitendir."

40- "RAB'bim! Beni yönelişin ayakta tutanı yap. Soyumdan [bazılarını] da [öyle yap]. RAB'bimiz! ve duamı kabul et."

41- "RAB'bimiz! Hesabın ayağa kalkacağı [gerçekleşeceği] günde beni, iki çocuğumu¹ ve inançlıları bağışla."

¹: "va'lideyye=والدي" yani "anne-babamı" şeklinde okunmuştur. Bir başka kıraat'te "veledeyye=ولدي" yani "iki çocuğumu [İsmail'i ve İshak'ı]" şeklinde de okunmuştur. (zad'ul mesir, kurtubi)
Tevbe 114. Ayette İbrahim'in babasının "Allah düşmanı" olduğu ve İbrahim'in bundan sonra ondan uzak durduğu yazmaktadır. Buna göre, "iki çocuğumu" manasında olan okuma daha doğru olduğu için bu tercih edildi.

Diğer okumayı tercih edenler, tevbe 114. Ayette bahsedilen bu duruma şöyle cevaplar vermiştir:
- bu duayı, babasının düşman olduğu kendisine apaçık belli olmadan önce etmişti.
- bu duayı, "Onlara islamı nasip et" manasında söylemiştir. (kurtubi, kadı beydavi, zad'ul mesir)

42- Sakın Allah'ı, zalimlerin eylemlerinden bihaber sanma. Onları sadece, kendisinde bakışların donup kalacağı bir güne erteliyor.

43- Hipnoz olarak¹ koşar bir haldedirler, başları kalkmış bir haldedirler. tarafları(bakışları) kendilerine geri dönmez ve gönülleri bir boşluktur.


¹: bu anlamlar, sözlükte verilen anlamlara kıyasla verilmiştir. (bkz: müfredat : هطع, zad'ul mesir, kurtubi)

44- İnsanları [şu] gün [ile] uyar: [o gün] azap gelir, ardından zulümetmiş olanlar "RAB'bimiz! Çok yakın bir süre sonuna kadar bizi ertele ki davetine icabet edelim ve elçiler'e uyalım." derler. Sizin için, hiçbir sorun olmadığına [dair] önceden ant içmemiş miydiniz?

45- Kendi benliklerine zulüm etmiş olanların yurt yaptıkları yerlerini yurt edinmiştiniz. Onlara [o zulüm etmiş olanlara] nasıl yaptığımız sizin için belli olmuştu ve sizin için misaller örneklendirmiştik.

46- Halbuki kendileri tuzaklarını planlanmışlardı. Allah'ın katında da onların tuzakları var. Onların tuzakları, kendisinden dağları oynatacak değildir¹.

¹: buradaki (إن) olumsuzluk anlamında olup "değildir" manasındadır.

Bunun "Eğer" manasında olması da mümkündür. Buna göre "dağları oynatacak (kadar tehlikeli) olsa bile" manasındadır.

Buradaki (إن) "kesinlikle" manasında bir tekid edatı da olabilir. Devamında geçen (لِ) harfi (لَ) şeklinde tekid amaçlı da okunmuştur, buna göre "Gerçekten, onların tuzakları, kendisinden dağları oynatacak (kadar tehlikeli idi)" manasında olur. (kadı beydavi)

47- Sakın Allah'ın, elçilerin'e verdiği sözüne aykırı hareket edeceğini sanma! Gerçekten Allah devamlı üstündür, bir intikam sahibidir.

48- [Azabın geldiği¹] gün, yer [dünya] harici bir yer [dünya] ile değiştirilir². Gökler [de değiştirilir]. Onlar tek egemen Allah için ortada apaçık görünür oldular.

¹: 44. Ayetteki geçen "azap gelir,...." ifadesinden bedeldir. (kurtubi)

²: kıyamet saatinde, yerin ve göğün, yani evrenin tamamen değişeceği bildirilmiştir.

"açılır kapanır evren modeline" göre, evren genişlemesini tamamlayacak ve tekrar büzülerek başlangıç durumuna dönecektir. Bu durumda yeniden büyük patlama ile yeniden evren oluşacaktır. (kaynak:Michou kaku parallel worlds, oscillating universe) Fikrimce, ayetin kasıt ettiği "değiştirme" olayı bu olmalıdır.

49- O gün, suçluları zincirler içinde bir araya gelenler olarak görürsün.

50- Onların kıyafetleri katrandandır ve ateş  yüzlerini bürür.

51- Allah, her bir canlıya elde ettiğinin karşılığını vermesi için [apaçık ortada görünür oldular]¹. Gerçekten Allah, hesabı çok hızlı olandır.

¹: buradaki (ل) harfi, 48. Ayetteki (برزو) yani "apaçık ortada görünür oldular" fiiline bağlıdır.

52- Bu [kur'an] insanlar için bir duyurudur. Onunla uyarılmaları için, onun sadece bir tek Tanrı olduğunu bilmeleri için ve sağlıklı akıl sahiplerinin öğüt alması için [indirilmiştir].¹

¹: "ve liyunzeru=ولينذرو" fiilinin başındaki (و) harfi sebebiyle gizli bir fiile bağlıdır. Bu fiil de "unzile=أنزل" olabilir.