29 Eylül 2019 Pazar

26- Şuara suresi (Hubeyb öndeş meali)

Şuara suresi

1-2- Ta, Sin, Mim.  İşte bu, apaçık kitabın ayetleri'dir [mucizeleri'dir].

3- Onlar inançlı olmuyorlar diye kendi benliğini mahvedici olmanı bekliyorlar.¹

¹: Hud 12. Ayetin dipnotuna bakınız.

4- Tercih edersek, onların üzerine gökten bir ayeti kısım kısım indiririz. Böylece onların boyunları¹(öne çıkanları)  ona [ayete] eğilmiş bir hale gelirler.

¹: "Öne çıkanları" veya "toplulukları" manasında olduğu da söylenmiştir. (kurtubi)

5- Rahman[tarafın]dan yeni bir hatırlatma[türün]den onlara ne geldiyse onlar ondan [o hatırlatmadan] ancak vazgeçiciydiler.

6- Artık yalanlamışlardır. Kendisini maskara yapmaya çalışmakta olduklarının¹ haberleri kendilerine yakında gelecektir.

¹: Kur'an ayetleri kasıt ediliyor. Kur'an'ın pek çok haberi gerek o zaman da gerekse bu zamanda her şekilde gelmiştir. Bkz: Romalıların galibiyeti (Rum 1-3) evrenin tekillikten gelmesi (Enbiya 30), Güneş ve Ay'ın yörüngelerinin doğru tarif edilmesi (yasin 38-40, şems 1-2) evrenin genişlemesi (zariyat 47) gezegenlerin veya atmosferin oluşumu (fussilet 9-12, Naziat 29-32) insanın anne rahminde oluşum sırası doğru anlatım (müminun 14) Ay'ın kendi ışığı olmayıp güneşten aldığı ışığı yansıtması (yunus 5) dünyanın veya kıtaların hareketi (Neml 88, Naziat 32) canlılığın suda başlaması (Nur 45).

7- Yere [dünyaya] hiç bakıp düşünmediler mi onda [yerde] değerli her bir çiftten-sınıftan kaç tane yetiştirdik?

8- Gerçekten bunda mutlaka bir ayet [mucize] vardır. Onların çoğunluğu inançlı değildi.

9- Gerçek şu ki, RAB'bin kesinlikle devamlı üstündür, Rahim'dir.

10-11- Hani RAB'bin, Musa'ya "(Şu) zalim halka yani Firavunun halkına git! Sakınmıyorlar mı?" diye seslenmişti.

12-14- [Musa] "RAB'bim! Gerçekten ben, beni yalanlamalarından korkuyorum. Göğsüm daralıyor¹ ve dilim[in düğümü] çözülmedi. O halde, Harun'a da (vahiy) gönder. Bir de onlar için benim üzerimde cezayı gerektiren bir iş var. Artık, beni öldürmelerinden korkuyorum." dedi.

¹: "daralıyor" manasında olan "yadiykU=يضيق" fiili, ["en yukezzibune=أن يكذبون" fiilinin mahalline atıf olarak] "yadiykA=يضيق" şeklinde de okunmuştur. (kadı beydavi) bu durumda ayetin ilgili kısmı şöyle meal edilir: "...beni yalanlamalarından ve göğsümün daralmasından... Korkuyorum"

15- [RAB'bi] "Asla! İkiniz [sen ve Harun] Ayetlerimiz [işaretlerimiz] ile gidin. Gerçekten biz, sizinle birlikte kulak verenleriz." dedi.

16-17- "Artık Firavun'a ikiniz gidin, ardından ''gerçekten biz, 'İsrail oğullarını bizimle birlikte gönder' diye alemlerin [tüm varlıkların] RAB'binin mesajıyız¹" deyin."

¹: "Resul=رسول" kelimesi bu Ayette "risalet=رسالة" yani "mesaj" anlamındadır. (zamahşeri:keşşaf)

18-19- [Firavun] "İçimizde (aramızda) bir çocuk iken seni hiç terbiye etmedik mi? ömründen [bir bölümde] senelerce içimizde kalmadın mı? Ve sen kafirlerden [nankörlerden] olarak yapacağın o hareketi yaptın." dedi.

20-21- [Musa] "O zaman ben yolu kaybedenlerden iken onu¹ yaptım." dedi. "Ardından, sizden korkunca sizden kaçtım. RAB'bim bana bir hüküm bağışladı ve beni gönderilenlerden  yaptı."

¹: Bkz: Kasas 15. Ayet.

22- [Musa şöyle devam etti] "İşte bu kendisini başıma kaktığın nimet, İsrail'in oğullarını köleleştirmendir."¹ dedi.

¹: kur'an'ın hiçbir ayetinde köle edinmeye onay verilmediği gibi, bu ayette de köleliğin firavuna ait bir eylem olduğu belirtiliyor. Dolaylı olarak "kölelik, Firavunun işidir" denilmektedir.

23- Firavun "Alemlerin [varlıkların] RAB'bi nedir?" dedi.

24- [Musa] "Göklerin, yerin (evrenin) ve ikisinin arasındakilerin (içindekilerin) RAB'bidir. Eğer, yakinen-kesin olarak inananlar idiyseniz..." dedi.

25- [Firavun] çevresindeki kimselere "duymuyor musunuz?" dedi.

26- [Musa] "[O] sizin RAB'binizdir ve öncü-önceki atalarınızın RAB'bidir." dedi.

27- [Firavun] "Gerçekten, size gönderilen Elçiniz, kesinlikle cinlenmiştir[delirmiştir]" dedi.

28- [Musa] "[O], doğunun, batının (her tarafın) ve ikisinin arasındakilerin RAB'bidir. Eğer, akıl etmekte idiyseniz..." dedi.

29- [Firavun] "Yemin olsun ki, eğer benim dışımda bir Tanrı edinirsen, mutlaka ama mutlaka seni hapis edilmişlerden yapacağım!" dedi.

30- [Musa] "sana apaçık bir şey getirsem bile mi..?" dedi.

31- [Firavun] "Eğer dürüst kişilerden idiysen onu hemen getir!" dedi.

32- [Musa] ardından asasını attı, ne görsünler? O apaçık dev bir yılan¹!

¹: (Kamusu-l muhit: ثعب)

33- Ardından elini çekip çıkardı, bir baktılar ki o [eli] bakanlar için bembeyaz!

34-35- [Firavun] çevresindeki seçkinlere "gerçekten bu, sihiriyle sizi yerinizden [bölgenizden] çıkarmayı isteyen gerçekten bilge bir sihirbazdır. O halde neyi emir ediyorsunuz?" dedi.

36-37- "Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere, bir araya toplayıcılar gönder de sana bilgin usta sihirbazlar getirsinler" dediler.

38- Ardından, bilinen bir günün vaktine sihirbazlar toplanıldı.

39- İnsanlara "Siz toplanacak mısınız?" denildi.

40- "Belki sihirbazlara uyarız, tabi galip olurlarsa..." [dediler]

41- Ardından sihirbazlar gelince, Firavun'a "Eğer galip olursak, bize mutlaka bir ödül/ücret var değil mi?" dediler.

42- [Firavun] "Evet, [galip olduğunuz] anda gerçekten siz, mutlaka yakınlaştırılmışlardan [olursunuz]" dedi.

43- Musa onlara "Atacağınızı atın." dedi.

44- İpliklerini, asalarını attılar ve "Firavun'un izzeti ile gerçekten biz, galip olanların ta kendileriyiz!" dediler.

45- Ardından Musa, asasını attı. Bir de ne görsünler? O [asa] onların uydurmalarını yutuyor!

46-48- Ardından sihirbazlar secde eder bir halde (yere) atılıp "Alemlerin [varlıkların] RAB'bine, yani Musa'nın ve Harun'un RAB'bine inandık." dediler.

49- [Firavun] "Size izin vermemden önce ona inandınız. Kesinlikle o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Artık, mutlaka yakında bileceksiniz. Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazdan mutlaka keseceğim ve sizi topluca mutlaka asacağım!" dedi.

50-51- [Sihirbazlar] "Sıkıntı yok. Gerçekten biz, sadece RAB'bimize dönücüyüz. İnançlıların önderi-ilkleri¹ olduğumuz için RAB'bimizin bize hatalarımızı bağışlamasını arzuluyoruz." dediler.

¹: "evvel=أول" kelimesi uyulacak kişi, önder, reis, başta gelen anlamına gelir. (müfredat : اول) bir hareketin başını çeken ilk kişi, herkesi peşinden o harekete sürüklediği için o hareketin ilki yani önderidir. Sihirbazlar, Musa'ya inandıkları zaman, diğer insanların da ona iman etmelerini sağladıkları için, bu hareketin ilkleri olmuşlardır.

52- Musa'ya "Kullarımı gece yürüyüşüne çıkar. Gerçekten siz, takip edileceksiniz" diye vahiy ettik.

53- Ardından Firavun, şehirlere bir araya toplayıcılar gönderdi.

54- "Gerçekten bunlar, çok az kopuk bir topluluktur"

55- "Gerçekten onlar, bizi öfkelendirenlerdir."

56- "Gerçekten biz, dikkatli bir kalabalığız."

57-58- Derken, onları cennetlerden[bahçelerden], gözlerden [pınarlardan], hazinelerden ve değerli konumlardan çıkardık.

59- İşte böylece İsrail'in oğullarını ona mirasçı yaptık.

60- Onları [İsrail'in oğullarını] güneşin doğuş vaktine girerek takip ettiler.

61- İki kalabalık birbirlerini görünce, Musa'nın dostları "kesinlikle biz, yakalanfı." dedi.

62- [Musa] "Asla! RAB'bim benimle birliktedir. Bana yol gösterecektir" dedi.

63- Ardından Musa'ya "Asan ile denize vur" diye vahiy ettik. Böylece [deniz] yarıldı, her bir bölümü göğe uzanan¹ büyük dağ gibi oldu.

¹: (Zamahşeri:keşşaf)

64- Diğerlerini oraya yaklaştırdık.

65- Musa'yı ve onunla birlikteki kimseleri toplu halde kurtardık.

66- Sonra diğerlerini batırdık/boğduk.

67- Gerçekten, bunda mutlaka bir ayet [delil] vardır. Onların çoğunluğu inançlı değildi.

68- Gerçekten RAB'bin, kesinlikle devamlı üstündür, Rahim'dir.

69- Onlara İbrahim'in haberini oku.

70- Bir vakit, [İbrahim] babasına ve milletine "Neye kulluk ediyorsunuz?" demişti.

71- "Bir takım putlara kulluk ediyoruz, artık gündüzleyin onlar için ibadete kapananlarız" dediler.

72-73- [İbrahim] "Dua ettiğiniz vakit sizi duyuyorlar mı? Yahut size faydaları veya zararları oluyor mu?" dedi.

74- "Hayır! Babalarımızı-atalarımızı bunun gibi yaparken bulduk." dediler

75-77- [İbrahim] "O halde, siz ve eski babalarınızın-atalarınızın kulluk etmekte olduklarını(n şu halini) gördünüz mü? Artık, kesinlikle onlar benim için birer¹ düşmandır. Ancak, alemlerin [varlıkların] RAB'bi hariçtir. " dedi.

¹: "aduvvun=عدوٌّ" her ne kadar tekil de olsa, çoğul anlamındadır. (kurtubi)

78- "[O] beni yaratmış olandır. Ardından bana o yol gösterdi."

79- "O ki, beni yediriyor ve içiriyor."

80- "Hasta olduğum zaman o bana şifa veriyor."

81- "[O] beni öldürendir sonra diriltendir."

82- "[O], din gününde hatalarımı bana bağışlamasını arzuladığımdır."

83- "RAB'bim! Bana bir hüküm bağışla ve beni düzgün-iyi kişilere kat."

84- "Diğerleri/sonrakiler içinde bana bir doğruluk dili(Şan)¹ yap."

¹: (zad'ul mesir: Meryem 50)

85- "Beni, Naim'in cennetine mirasçı olanlardan yap"

86- "Bir de babama [günahlarını] bağışla, kesinlikle o, yolu kaybedenlerdendir."

87-88- "Yeniden diriltilecekleri günde, yani herhangi bir malın ve oğulların faydalı olmayacağı günde beni üzme."

89- "Ancak, Allah'a sağlıklı bir kalple (kalbi selim olarak) gelmiş olan kimse hariçtir [onunki fayda verir]."¹

¹: "Ancak, Allah'a sağlıklı bir kalple gelen kimsenin Malı ve oğulları kendisine fayda verir" manasındadır. Çünkü malını ve oğullarını Allah yoluna adamıştır. (Fahreddin Razi) farklı yorumlar da mevcuttur. (bkz: zamahşeri: keşşaf, kurtubi)

90- Cennet, sakınanlar(muttakiler) için yakınlaştırıldı.

91- Kızgın ateş, bozuk inançlılar için açıkça görünür hale getirildi.

92-93- Onlara "Allah'tan beride, ibadet etmekte olduklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı? Veya yardım dileniyorlar mı?" denildi.

94-95- Derken onlar, bozuk inançlılar ve iblis'in ordusu tamamı onun [kızgın ateşin] içine ters döne döne atıldı.¹

¹: (zamahşeri: keşşaf)

96-97- Onlar, onun [kızgın ateşin] içinde davalaşırken "Allah'a yemin olsun ki (tallahi) gerçekten biz, apaçık bir kayboluşun içindeydik." dediler.

98- "Bir vakit, alemlerin [varlıkların] RAB'biyle sizi eşitlemekte[eşit saymakta] idik."

99- "Bize ancak suçlular yolu kaybettirdi."

100-101- "Artık, şefaatçilerden bizim için [kimse] yoktur, sıcak bir arkadaş da yoktur."

102- "Artık, bizim için [dünyaya dönüş] bir kere daha olsaydı¹, inançlılardan olurduk"

¹: "olsaydı" [لو] kelimesinin "Keşke" [ليت] manasında olduğu da söylenmiştir. (zamahşeri: keşşaf) buna göre "Keşke bizim için [dünyaya dönüş] bir kere daha olsaydı..." manasındadır.

103- Gerçekten bunda mutlaka bir ayet [kanıt] vardır. Onların çoğunluğu inançlı değildi.

104- Gerçekten RAB'bin, kesinlikle devamlı üstündür, Rahim'dir.

105- Nuh'un milleti de gönderilenleri yalanladı.

106- Bir vakit, kardeşleri Nuh "sakınmaz mısınız?" demişti.

107- "gerçekten ben, sizin için emin[güvenilir] bir Elçiyim."

108- "O halde, Allah'a (karşı gelmekten) sakının ve bana gönülden itaat edin"

109- "Ona karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ücretimi [vermek] alemlerin [varlıkların] RAB'binden başkasına [düşecek] değildir."

110- "O halde, Allah'a (karşı gelmekten) sakının ve bana gönülden itaat edin"

111- [Milleti] "Reziller sana uymuş iken¹, sana inanır mıyız?" dediler.

¹: "iken" manasını veren [yani vav'ul hal olmasını sağlayan] "kad=قد" edatı takdiri olarak vardır. (kurtubi, zamahşeri:keşşaf)

112-115-[Nuh] "Onların, bulunmakta oldukları eylemler konusunda bilgim yoktur. Farkındaysanız, onların hesabı, RAB'bimden başkasına [düşecek] değildir. Hâlbuki ben inançlıları küçümseyip kovucu değilim. Apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim." dedi.

116- [Milleti ] "Yemin olsun ki, buna son vermezsen, mutlaka taşlananlardan olursun ey Nuh!" dediler.

117-118- [Nuh] "RAB'bim! Gerçekten, milletim beni yalanladı. Artık, benimle onların arasını iyice aç! Beni ve inançlılardan¹ benimle olan kimseleri kurtar!" dedi.

¹: "-den, - dan" manasında olan "min=من" harfi, bu ayette beyan amaçlı olabilir. Buna göre ayet "...benimle birlikte olan inançlıları kurtar" şeklinde meal edilebilir.

119- Ardından, onu ve onunla birlikte olan kimseleri (o) dolu gemide kurtardık.

120- Dahası, [onların]¹ arkasından, arta kalanları boğduk.

¹: ["ba'dU =بعد" zaman zarfı, izafet'ten kesildiği için, damme üzerine mebnidir.] (Müşkül i'rab-ul kur'an, Mu'cem-ul vasit: بعد)

121- İşte bunda mutlaka bir ayet [kanıt] vardır. Onların çoğunluğu inançlı değildi.

122- Gerçekten RAB'bin, kesinlikle devamlı üstündür, Rahim'dir.

123- Ad [milleti] de gönderilenleri yalanladı.

124- Bir vakit, kardeşleri Hud onlara "Sakınmıyor musunuz?" demişti.

125- "gerçekten ben, sizin için emin [güvenilir] bir Elçiyim"

126- "O halde, Allah'a (karşı gelmekten) sakının ve bana gönülden itaat edin"

127- "Ona karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ücretimi [vermek] alemlerin [varlıkların] RAB'binden başkasına [düşecek] değildir."

128- "Her yüksek yere-yola eğlenerek bir ayet [alamet] mi bina ediyorsunuz?"

129- "kalıcı olursunuz beklentisiyle, sanat eserleri [köşkler, yapılar] mı ediniyorsunuz?"

130- "Tuttuğunu zaman, zorbaca tutuyorsunuz [cezalandırıyorsunuz]¹"

¹: "beteşa=بطش" şiddetle tutmak-yakalamak ve bir el tarafından ona tutarak-yakalayarak isabet etmektir [vurmaktır]. (zamahşeri: Esas-ul belegat : بطش)

Bu ifade, "cezada acele ediyorsunuz" anlamında açıklanmıştır. (zamahşeri: keşşaf)

131- "Artık, Allah'a (karşı gelmekten) sakının ve bana gönülden itaat edin."

132- "Bildiğiniz [şeyler] ile size destek çıkandan sakının."

133-134- "Size sağmal hayvanlar, oğullar, cennetler [bahçeler] ve gözler [pınarlar] ile destek çıktı."

135- "Gerçekten ben, size karşı büyük bir günün azabından korkuyorum"

136-138- [Milleti] "Öğüt versen de öğüt verenlerden olmasan da bize göre eşittir. Biz, asla azap edilmişler değilken, bu öncülerin-öncekilerin ahlakından¹ başkası değildir." dediler.

¹: "Biz, hiçbir zaman için azap edilmediğimize göre, bu anlattıkların öncekilerin-öncü atalarımızın uydurduğu şeylerden başkası değildir" anlamındadır.

Bu ifade "Öncekilerin ahlakından..." manasında olarak "huluk=خُلُق" şeklinde de okunmuştur, "Öncekilerin yarattığından (uydurduğundan)..." manasında olarak "halaka=خَلَقَ" şeklinde de okunmuştur (zamahşeri:keşşaf) ilk manaya göre, inançsız grup sanki şöyle demiştir: "Bu, ahlak olgusunu ayakta tutmak için önceki Atalarımız tarafından uydurulan hikayelerden başkası değildir"

139- Ardından onu yalanladılar, derken onları helak ettik. Gerçekten, bunda mutlaka bir ayet [kanıt] vardır. Onların çoğunluğu inançlı değildi.

140- Gerçekten RAB'bin, kesinlikle devamlı üstündür, Rahim'dir.

141- Semud [millet] de gönderilenleri yalanladı.

142- Bir vakit, kardeşleri Salih kendilerine "Sakınmıyor musunuz?" demişti.

143- "Gerçekten ben, sizin için emin [güvenilir] bir Elçiyim"

144- "O halde, Allah'a (karşı gelmekten) sakının ve bana gönülden itaat edin."

145- "Ona karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ücretimi [vermek] alemlerin [varlıkların] RAB'binden başkasına [düşecek] değildir."

146-148- "Burada emin [güvende] olarak bırakılacak mısınız? Cennetlerde [bahçelerde], gözlerde [pınarlarda], ekinlerde ve tomurcuğu yumuşak hurmalarda..."

149- "Dağlardan, ustaca evler oyuyorsunuz"

150- "Artık, Allah'a (karşı gelmekten) sakının ve bana gönülden itaat edin"

151-152- "Yerde [dünyada] bozgun [terör, kaos] çıkaran ve düzeltmeyen o İsrafçıların [aşırıya gidenlerin] emrine gönülden itaat etmeyin."

153-154- [Milleti] "Sen, sadece sihirlenmişlerdensin. Bizim örneğimizde bir beşer'den başkası değilsin. Eğer dürüstlerden idiysen bir ayet [mucize] getir." dediler.

155-156- [Salih] "Bu, kendisine ait içme payı olan bir dişi devedir. Bilinen herhangi bir günde sizin için içme payı vardır. Ona, herhangi bir kötülükle temas etmeyin. Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar." dedi.

157- Derken, [milleti] onu [dişi deveyi] kurban etti, ardından pişman olarak sabahladılar.

158- Azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda mutlaka bir ayet [kanıt] vardır. Onların çoğunluğu inançlı değildi.

159- Gerçekten RAB'bin, kesinlikle devamlı üstündür, Rahim'dir.

160- Lut'un milleti de gönderilenleri yalanladı.

161- Bir vakit, kardeşleri Lut onlara "Sakınmıyor musunuz?" demişti.

162- "Gerçekten ben, sizin için emin [güvenilir] bir Elçiyim"

163- "O halde, Allah'a(karşı gelmekten) ssakının ve bana gönülden itaat edin"

164- "Ona karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ücretimi [vermek] alemlerin [varlıkların] RAB'binden başkasına [düşecek] değildir."

165- "Alemlerden,[varlıkların içinden] erkeklere mi geliyorsunuz?"

166- "RAB'binizin eşlerinizden size yarattığını¹ bırakıyor musunuz?² Aksine! Siz düşmanlık eden-haddi aşan bir milletsiniz."

¹: bu kısım [من harfi cerr'i beyan amaçlı kabul edilerek] "Size yarattığı eşlerinizi bırakıyor musunuz?" şeklinde de meal edilebilir.

²: bu ifadeden anlaşıldığı kadarıyla, Lut halkının Eş cinselliği kendilerine doğuştan gelmiş değildir; kendilerinin tercihidir.
Eşcinselliğin genetik değildir. Bazıları genetik olduğunu iddia etse de doğrulayan herhangi bir çalışma mevcut değildir. X kromozomu üzerinde Xq28 bölgesinin eş cinsellik ile ilişkili olabileceği bazı çalışmalarla bildirilmiş olsa da sonraki çalışmalar bu bilgiyi doğrulamayı başaramamıştır. (Balter, M., Can epigenetics explain homosexuality puzzle? 2015, American Association for the Advancement of Science. Orijinal metin ''Researchers thought they were hot on the trail of “gay genes” in 1993, when a team led by geneticist Dean Hamer of the National Cancer Institute reported that one or more genes for homosexuality had to reside on Xq28, a large region on the X chromosome. The discovery generated worldwide headlines, but some teams were unable to replicate the findings and the actual genes have not been found'') (Daha çok kaynak ve detaylı araştırma için Bilimveyaratilisagaci. com sitesinin "Eşcinsellik genetik midir? Yoksa tercih midir?" başlıklı makalesini okuyunuz.)

167- [Milleti] "Yemin olsun ki buna son vermezsen, mutlaka çıkarılanlardan olacaksın ey Lut!" dediler.

168- [Lut] "gerçekten ben, sizin eyleminiz[den] tiksinenelerdenim." dedi.

169- "Efendim! Beni ve ailemi/halkımı onların eylemlerinden kurtar."

170- Derken, onu ve ailesini topluca kurtardık.

171- Ancak, (azapta) kalanların içindeki yaşlı kadın hariç.

172- Dahası, diğerlerini mahvettik.

173- üzerlerine bir yağmur yağdırdık. Artık, (yasaklardan) korkutulanların yağmuru ne kötüdür!

174- Gerçekten, bunda mutlaka bir ayet [kanıt] vardır. Onların çoğunluğu inançlı değildi.

175- Gerçekten RAB'bin, kesinlikle devamlı üstündür, Rahim'dir.

176- Eyke dostları, gönderilenleri yalanladı.

177- Bir vakit, Şuayb onlara "Sakınmıyor musunuz?" demişti.

178- "Gerçekten ben, sizin için emin [güvenilir] bir Elçiyim"

179- "O halde, Allah'a(karşı gelmekten) sakının ve bana gönülden itaat edin"

180- "Ona karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ücretimi [vermek] alemlerin [varlıkların] RAB'binden başkasına [düşecek] değildir."

181- "Ölçüyü tam yapın ve sakın kaybettirenlerden olmayın."

182- "sapasağlam terazi ile tartın."

183- "İnsanların eşyalarını eksiltmeyin ve yerde [dünyada], bozguncular olarak kargaşa çıkarmayın."

184- "Sizi ve öncü-önceki kuşakları yaratandan sakının."

185-186- Onlar "Sen, sadece sihirlenmişlerdensin. Bizim örneğimizde bir beşer'den başkası değilsin. Gerçekten, biz senin kesinlikle yalancılardan [olduğunu] düşünüyoruz." dediler.

187- "Eğer, dürüstlerden idiysen, üzerimize gökten yumuşak parçalar düşür."

188- [Şuayb] "RAB'bim sizin eylemlerinizi en iyi bilendir." dedi.

189- Derken, onu yalanladılar, ardından onları gölge gününün azabı yakaladı. Kesinlikle o, büyük bir günün azabıydı.

190- Gerçekten bunda, mutlaka bir ayet [kanıt] vardır. Onların çoğunluğu inançlı değildi.

191- Gerçekten RAB'bin, kesinlikle devamlı üstündür, Rahim'dir.

192- Gerçekten o (kur'an), alemlerin [varlıkların] RAB'binin kısım kısım indirmesidir.

193- Onu (kur'an'ı) güvenilir Ruh (Ruhu-l emin) indirdi.

194- (yasaklara karşı) korkutanlardan olman için, senin kalbine [o indirdi]

195- Apaçık bir düzgün-anlaşılır¹ dil ile [indirdi].

¹: "arabiyyu=العربي" konuşmanın açık net-duru [anlaşılır] olan kısmıdır. (müfredat: عرب bkz: والعَرَبيُّ: الفصيح البيّن من الكلام) bir nevi "Halk arasında konuştuğunuz gibi karmaşık ve kuralsız bir dil olarak değil; apaçık, anlaşılır kurallı bir dil ile onu indirdik" anlamındadır.

196- Gerçekten o (kur'an), öncülerin-öncekilerin Zebur'larındadır [kutsal metinlerindedir.]

197- İsrail'in oğullarının bilginlerinin, onu bilmesi, onlara bir ayet [kanıt] olmuyor mu?

198-199- Onu yabancılardan bazısına indirseydik, [o yabancı] onlara onu okusaydı, onlar (yine) ona inançlı olmazlardı.

200- İşte, onu suçluların kalplerinin içine böyle kattık.

201- Can yakıcı azabı görünceye kadar ona inanmazlar.

202- Artık, onlar farkında değilken, [azap] onlara aniden gelir.

203- Ardından "Biz, süre verilmişler miyiz?" derler.

204- Artık, azabımızı mı acele istiyorlar?

205-207- Bana haber ver, onları senelerce geçindirsek sonra tehdit olundukları [şey] kendilerine gelse, onların geçindirilmekte olmaları kendilerine yeterli gelir mi?

208-209- Bir hatırlatma olarak kendisine ait uyarıcılar olanlardan başka hiçbir kenti helak etmedik. Zalimler değildik.

210- Onu (kur'an'ı) şeytanlar kısım kısım indirmedi.

211- [Bu] onlar için beklenemez ve güç yetiremezler.

212- Gerçekten onlar, işitmekten yana, mutlaka uzaklaştırılmıştır.

213- O halde Allah ile birlikte başka herhangi bir Tanrıya dua etme. Aksi takdirde azap edilmişlerden olursun.

214- En yakın aşiretini uyar.

215- İnançlılardan, sana uyan o kimselere kanadını indir.

216- Artık, sana isyan ettilerse, "kesinlikle ben, sizin eylemlerinizden beriyim" de.

217- En üstün olana, Rahim olana güvenip dayan (tevekkül et).

218-219- [O], kalktığın zaman ve secde edenlerin içinde, dönüp dolaşırken seni görendir.

220- Gerçekten o, devamlı işitendir, devamlı bilendir.

221- Şeytanların kimin üzerine indiğini size haber vereyim mi?

222-223- [şeytanlar] duyu [kulak] atan her bir kasıtlı suçlu uydurukçunun üzerine iner. Onların çoğunluğu yalancıdır.

224- [Belirli] şairler(e gelince)¹ onlara bozuk inançlılar uyar.

¹: Dikkat edilirse burada cins ismi olacak şekilde "eş-şair=الشاعر" demek yerine, belirli bir grubu kasıt edecek şekilde "eş-şuara=الشعراء" denilmiştir. Tüm şairlere yönelik bir ifade değildir. Yani kasıt edilen şairler, devam eden ayetlerde anlatılan sıfatlara sahip şairlerdir.

225-226- Onların her vadide söylendiklerini¹ ve yapmadıkları [şeyleri] söylediklerini hiç görmedin mi?

¹: Yalan uydurup atıp tutmalarından kinaye bir ifadedir. (zamahşeri:keşşaf) şairlerin çoğunun yalan söylemesinden dolayı "Yalancı" diye isimlendirilmesi de (müfredat: شعر) bu verilen manayı doğruluyor. Çünkü Ayetteki "onlar" zamiri, şairlere gitmektedir.

227- Ancak, inanmış, düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş, Allah'ı çokça Zikir etmiş, zulme uğramalarının ardından yardım istemiş olan [şairler] müstesna. Zulüm etmiş olanlar hangi döndürülüşe döndürüleceklerini bilecekler.

27 Eylül 2019 Cuma

25- Furkan suresi (Hubeyb öndeş meali)

Furkan suresi

1- Alemlere [tüm varlıklara] bir uyarıcı olması için, Furkanı [gerçeği ve yalanı ayıranı] kuluna kısım kısım indiren ne kutludur!

2- [Ki o] göklerin ve yerin [tüm evrenin] yönetimi kendisine ait olandır. Hiçbir çocuk asla edinmedi, yönetimde onun herhangi bir ortağı hiç olmamıştır. Her şeyi yarattı ve en ince ayrıntısına kadar belirledi.¹

¹: Her şeyin belirlenmiş olduğunu (determinizm) ve böylece her şeyi belirleyen bir gücün var olduğuna dikkat çeken bir ayettir.

3- Ondan [o her şeyi yaratandan] beride olan, kendileri yaratılmakta iken, hiçbir şey yaratamayan; kendi benlikleri için herhangi bir zarara ve faydaya sahip olmayan; ölüme, hayata ve yaymaya[diriltmeye] sahip olmayan bir takım Tanrılar edindiler.

4- Gerçeği örtmüş olanlar, "Bu (kur'an), kendisinin uydurduğu bir ters yüz edilmiş haberden başkası değildir. Başka bir millet de bu konuda (kur'an'ı uydurma konusunda) ona destek oldu." dediler. Böylece bir zulüm ve bir yalan [meydana] getirmiş [oldular].

5- "Öncülerin-öncekilerin satırları[uydurmaları]dır¹. Onları [o masalları] uydurup uydurup² yazmış. Onlar [o masallar] kendisine sabahın ilk vakitlerinde ve [günün] sonunda yazdırıldı." dediler.

¹: "Evvel=أول" kelimesi öncü, lider anlamına geldiği gibi (müfredat: اول) "sonraki" [أخر] kelimesinin zıttı olarak "önceki" anlamında da kullanılmaktadır. İkinci anlamda onların ne dedikleri açıktır. İlk anlamda ise ayet, Peygambere "Öncü sayılan insanlar, milleti kontrol altına almak ve yönetmek için bu hikayeleri uydurmuştur." diyerek onun da aynı hedefte olduğunu belirtmek için yaptıkları bir suçlamadan bahsetmektedir.

²: "iktitab=اكتتاب" uydurma şeyler için kullanılır. (müfredat : كتب) bu ifade meçhul olarak (اُكتُتبها) şeklinde de okunmuştur. (keşşaf sahibi) "uydurup uydurup kendisine yazdırıldı" manasındadır.

6- "Onu, göklerdeki ve yerdeki [tüm evrendeki] sırrı bilen indirdi. Gerçekten o, [en başından beri] çok bağışlayandı, bir Rahim'di."  de.

7-8- "Bu Elçi (!) için ne var ki, yemek yiyor ve pazarlarda geziyor? Kendisine bir melek indirilmeli, böylece onunla birlikte bir uyarıcı olması veya ona bir hazine atılmalı veya kendisinden yeyeceği bir cennetin [bahçenin] kendisine ait olması gerekmez miydi?" dediler. Bir de zalimler, "sihirlenmiş [etkilenmiş] bir kişiden başkasına uyumuyorsunuz!" dediler.

9- Bak! Sana nasıl örnekler verdiler de yolu kaybettiler... Artık, herhangi bir yola güç yetiremezler.

10- Tercih ederse, sizin için bundan daha iyi (hayırlı) olanı, yani alt taraflarından ırmaklar akan cennetler [bahçeler] yapabilen ve sizin için saraylar yapabilen ne kutludur!

11- Aksine! Saati (kıyameti) yalanladılar. Saati(kıyameti) yalanlamış olanlara bir alev hazırladık.

12- [Ateş] onları uzak bir mekandan gördüğü zaman, onlar, onun [ateşin] taşan öfkesini ve zor soluklanmasını işitirler/algılarlar.

13- Ondan [ateşten], dar bir mekana, bağlanmış bir halde atıldığı zaman, orada 'yok oluşu' çağırırlar!

14- "Bir tek 'yok oluşu' çağırmayın; pek çok 'yok oluşu' çağırın!"

15- "İşte bu mu daha iyidir (hayırlıdır)? Yoksa çekinenlere (müttakilere) söz verilen, kalıcı cennet [bahçe] mi? [Cennet] Onlar [çekinenler] için, bir karşılık ve bir dönüş yeri oldu." de.

16- Onlara onun [cennetin] içinde, tercih ettikleri [şeyler] vardır, kalıcı bir haldedirler. Bu [en başından beri] RAB'bine göre 'istenmiş bir vaat' idi.

17- Onları ve Allah'tan beride kulluk ettikleri [şeyleri] bir araya toplayıp "Siz mi kullarıma yani bunlara yolu kaybettirdiniz? Yoksa onlar mı (o) yolu [kendileri] kaybetti?" diyeceği günü [an]!

18- "Ne münasebet! Senden beride velilerden [birini] edinmemiz, bize yakışacak [bir şey] değildi; fakat sen onları ve atalarını nimetlendirdin. Sonunda hatırlatmayı (zikri) unuttular ve tükenmiş bir millet oldular." dediler.

19- Artık onlar [kulluk ettikleriniz] söyledikleriniz sebebiyle sizi yalanlamışlardır. Artık, (azaptan) herhangi bir çevirmeye ve herhangi bir yardıma güç yetiremezsiniz. Sizden kim zulüm ederse, ona oldukça büyük bir azabı tattırırız.

20- Senden önce gönderilenlerden ancak [şöyle kişiler] gönderdik ki kesinlikle onlar da yemek yiyorlardı ve pazarlarda geziyorlardı. Sizi birbirinize bir fitne [sınama] yaptık. Sabır ediyor musunuz? Hâlbuki RAB'bin [en başından beri] devamlı görmekteydi.

21- Karşılaşmamızı (hesaplaşmamızı) beklemeyenler "Meleklerin, üzerimize inmesi veya RAB'bimizi görmemiz gerekmez miydi?" dediler. Elbetteki onlar kendi benliklerinde büyüklük tasladılar ve büyük bir baş kaldırma olarak itaatsizlik etmişlerdir.

22- Melekleri görecekleri günü [an]! o gün suçlular için müjde yoktur, [korkudan]¹"Tam bir mahrumiyet!" derler.

¹: "Tam bir mahrumiyet!" sözü, korkulan biriyle karşılaştıkları zaman söyledikleri bir sözdür. (müfredat : حجر)

23- Herhangi bir eylemden ne eylemde bulundularsa ona doğru adım atarız¹ [dağıtırız], ardından onu [o eylemlerini] saçılmış toz duman haline getiririz.

¹: (zamahşeri:keşşaf)

24- Cennetin dostları, o gün barınma yeri bakımından daha iyidir (hayırlıdır). Öğle vakti¹ dinlenme yeri bakımından daha güzeldir.

¹: (müfredat : قيل)

25- Göğün, (o) gizleyenle [bulutla] parça parça ayrıldığı ve Meleklerin kısım kısım bir halde indirildiği Gün[ü an!]¹

¹: "yevmE=يوم" kelimesi, gizli bir "uzkur=اذكر" fiili ile mensuptur.

26- Yönetim (mülk), o gün Rahman için haktır [sabittir] ve kafirlere[gerçeği örtenlere] cçok zor bir gün olmuştur.

27-29- Zalimin, [pişmanlıktan] iki elini ısırıp "Ne olurdu bana keşke Elçi'yle birlikte bir yol edinseydim! Yazıklar olsun bana! Ne olurdu bana keşke falan kimseyi bir dost edinmeseydim! Yemin olsun ki o, bana gelmesinden sonra hatırlatma (zikir) konusunda bana yolu kaybettirdi. Şeytan [en başından beri] insanı yüz üstü bırakandı." diyeceği günü [an]!

30- Elçi "RAB'bim! Gerçekten, milletim bu kur'an'ı dokunulmaz [bir şey]¹ edindi." dedi.

¹: ["hicr=حجر" kelimesinin ismi meful'u olan] "mehcur=محجور" dokunulmaz, haram kılınmış anlamına gelir. (müfredat : حجر)

31- İşte böylece, her bir Nebi için suçlulardan bir düşman [olduğuna] hükmettik.¹ RAB'bin bir yol gösterici ve  devamlı yardımcı olarak yetti!

¹: ayetteki (جعل) fiili, "yaptı, kıldı, seçti, hüküm etti" manalarına gelir.(müfredat :جعل) örneğin Fussilet 9. Ayette "... Ona denkler olduğunu iddia/hüküm ediyorsunuz..." ayetinde de aynı (جعل ) fiili kullanılmıştır, "olduğuna hüküm ediyorsunuz" manasındadır. Buradan anlaşılıyor ki, bu ayette de "hüküm etti" manasındadır.

32- Gerçeği örtüp görmezden gelenler "Kur'an'ın, ona tek bir [defa] topluca indirilmesi¹ gerekmez miydi?" dediler. Senin gönlünü onunla [kur'an'la] sabitlememiz için işte böyle [yaptık]. Onu [kur'an'ı] akıcı-düzgün bir şekilde okuduk.

¹: ["nuzzile=نُزّل" fiilinin mastarı olan] "tenzil=تنزيل" kelimesi "kısım kısım indirmek" anlamındadır. Ancak, bu ayette "inzal=إنزال" yani "topluca indirmek" anlamındadır. Aksi halde "topluca kısım kısım inmesi gerekmez miydi?" şeklinde çelişkili bir anlam çıkmaktadır. (zamahşeri:keşşaf)

33- Bir misal olarak sana ne getirdilerse mutlaka sana hakkı [gerçeği] ve en güzel tefsiri getirmiş [olduğumuz hal üzerine]¹ getirdiler.

¹: Cümle hal olarak nasb mahallindedir. (Halebi:duru-l mes'un)

34- Cehenneme yüzleri üzerine bir araya toplanacak olanlar (evet!) işte onlar, mekan bakımından daha kötüdür (şerlidir), yol bakımından daha çok yolu kaybetmiştir.

35- Elbetteki Musa'ya kitabı vermiştik ve onunla birlikte kardeşi Harun'u bir vezir yapmıştık.

36- Ardından "Ayetlerimizi yalanlamış millete gidin" demiştik. Ardından onları [o halkı] tamamen yıkıp mahvetmiştik.

37- Nuh'un milletini de.¹ Onlar, Elçileri yalanladıklarında, onları boğduk ve onları insanlar için bir ayet [işaret] yaptık. Zalimler için, can yakıcı bir azap hazırladık.

¹: ""kavmE=قومَ" kelimesi, [mensup olması sebebiyle] ya önceki ayette geçen "tamamen yıkıp mahvetmiştik" ifadesine bağlı olarak "Nuh'un milletini de tamamen yıkıp mahvetmiştik" anlamındadır, ya da gizli bir "zikir et/an" [yani أذكر] fiili ile "Nuh'un milletini da zikir et/an" anlamındadır. (kurtubi)

38- Ad, Semud, Ress dostlarını ve bunların arasındaki pek çok nesilleri de [insanlar için bir ayet yaptık¹].

¹: önceki ayette geçen "yaptık" fiiline bağlıdır. (zamahşeri:keşşaf)

39- Her birine, kendisi için örnekler verdik. Her birini yıkıp yok ettik.

40- Doğrusu, onlar kötülüğün yağmuru kendisine yağdırlmış Kente gelmişlerdi. Hiç onu [o kenti] görecek durumda değiller miydi? Aksine! Onlar yayılışı[yeniden dirilişi] beklemiyorlar!

41-42- Seni gördükleri zaman seni ancak maskara ediniyorlar: "Allah'ın, bir Elçi olarak yönlendirdiği kimse bu muymuş? Şayet, [Tanrılarımız] üzerine sabır etmemiş olsaydık, gerçekten neredeyse bizi Tanrılarımızdan saptıracaktı" [dediler]. Azabı gördükleri vakitte yol bakımından daha çok yolu kaybedenin kim olduğunu yakında bilecekler!

43- Tanrısını kendi keyfi edinmiş olanı haber ver bana! Artık sen mi onun üzerine bir vekil olacaksın?

44- Yoksa, onların çoğunun işittiğini-algıladığını veya akıl ettiğini mi sanıyorsun? Onlar ancak sağmal hayvanlar¹ gibidir. Aksine! Onlar yol bakımından daha çok yolu kaybetmiştir.

¹: Hayvan, bir insan kadar düşünmediği halde, kimin iyi kimin kötü olduğunu, kimin kendisine rızık verdiğini zamanla anlayacak kadar akla sahiptir.
Allah, onların düşünmüyor olduklarını, gerçeği ve yalanı, iyiyi ve kötüyü ayırt etmemelerini bir teşbih yoluyla ifade etmektedir.

45- Hiç görmedin mi? RAB'bin gölgeyi nasıl uzatıyor? Şayet tercih etseydi, onu sakin [sabit] yapardı. Dahası güneşi, ona bir delil¹ yaptık.

¹: Onun varlığına güneş bir delil oldu anlamındadır. Çünkü her şey zıttıyla farkındalık kazanır.

46- Sonra onu [gölgeyi] kendimize doğru kolay bir avuçlama olarak avuçladık[giderdik]¹.

¹: bu ifade gerçek manada avuçlama değildir. "Güneşin, gölgeyi nesh ettiğine/kaldırdığına işaret etmektedir." (müfredat : قبض)

47- Geceyi sizin için bir elbise; uykuyu bir dinlenme; gündüzü bir yayılma yapan o'dur.

48- Rüzgarları¹ rahmetinin iki elinde [önünde] müjde² olarak gönderen o'dur. Gökten, çokça temizleyici³ bir su indirdik.⁴

¹: "Rüzgarı" [الريح] ve "Rüzgarları" [الرياح] olarak iki şekilde de okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf) Anlam olarak birdir, tekil olarak "el-riyh=الريح" şeklindeki okumaya göre baştaki "el =ال" takısı, cins ismi olarak yine "Rüzgarları" mânâsına gelir.

²: "müjdeci" [بشرا] ve "yayan/hayat veren" [نشرا] olarak iki şekilde okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf) mana olarak yine aynıdır. Çünkü müjde, güzel haberi yaymak anlamındadır.

³: "Tahur=طهور" kelimesi "çokça temizleyici" manasında faildir. (Kurtubi, Beydavi) Tıpkı aynı kalıptan olan "gafur=غفور" kelimesinin "çokça bağışlayan"; "vedud=ودود" kelimesinin "çokça seven" manasında olduğu gibi. 

⁴: İltifat sanatı. Konuyla ilgili detaylı bilgi için Alimran 183. ayetin dipnotuna bakınız.

49- Ölü bir beldeye onunla hayat verelim, yarattıklarımızdan sağmal hayvanlara ve pek çok insana onu içirelim [diye böyle yaptık].

50- Doğrusu, öğüt almaları için onu onların arasında halden hale çevirip açıklamıştık. Artık insanların çoğunluğu, küfürden [gerçeği örtmekten] başkasına şiddetle karşı çıkıyor. (ancak küfre razı oluyor)

51- Şayet, tercih etseydik, her bir kentin içine mutlaka bir uyarıcı gönderirdik.¹

¹: Bu ayetle "Her topluluğa bir Elçi gönderdik" (Nahl 36) ayeti arasında bir çelişki yoktur.
1- Nahl 36. Ayette "Elçi" [resul=الرسول] yazarken bu ayette "uyarıcı" [nezir=النذير] yazmaktadır.
2- Nahl 36. Ayette "topluluk" [ümmet=أمة] yazarken bu ayette "kent" [karye=قرية] yazmaktadır. Arada kelime farkları varken çelişki olduğu iddia edilemez.

52- Artık, kafirlere [gerçeği örtenlere] gönülden itaat etme ve onlara onunla (kur'an'la) büyük bir Cihad olarak Cihad et!

53- İki geniş su yerini¹ salıvermiş olan O'dur. Bu, soğuktur, çok tatlıdır; şu tadı değiştirilmiştir², sıcaktır. İkisinin arasına bir engel³ ve dokunulmaz bir sınır yaptık.

¹: "bahr=بحر" çok suyu toplayan kuşatan-geniş mekana denir. (müfredat : بحر)

²: verilen anlamlar, tamamen İsfehani'nin müfredat adlı eserine göre verilmiştir. (müfredat : عذب, ملح)

³: Engel ile kasıt edilen Haloklin tabakası olabilir. Bu tabaka, Akdeniz suları ile Karadeniz suları arasında
bir bariyer görevi görmektedir. (Eğirdir Su Ürünleri Fakültesi Dergisi, : link: https://dergipark.org.tr/download/article-file/214262 )

Körfez akışı da olabilir. "Akıntı'nın Meksika Körfezi'ndeki hızı 3,5 knot (6,5 km/saat) olarak ölçülmüştür. Buradaki debisi 30 milyon metreküptür ki Missisipi Nehri'nin birkaçyüz katıdır. Hatteras Burnu'nda hızı 1 knot'a kadar düşer. Kıta sahanlığından akan akıntının sıcaklığı Kıtanın sahilinden akan soğuk güney akıntısıyla 'Soğuk Duvar' adı verilen yapıyı oluşturur. Burada akıntının derin mavi suları diğer sulardan rahatlıkla ayırt edilebilir" (Wikipedia: gulf stream) dikkat edilirse, Ayetteki "azb=عذب" kelimesinin 'soğuk' anlamında da olduğunu belirtmiştik. (müfredat : عذب)

Bir açıklamaya göre: Türk amirali Seydi Ali Reis, "Meratü'l-Memalik" adlı eserinde (16. yüzyıl), İran Körfezi'nde, denizin acı sularının altında tatlı su kaynaklarının bulunduğunu ve donanması için bunlardan faydalandığını yazar. Amerikan Petrol Şirketi de içme suyu için Zahran yakınında kuyular kazmadan önce İran Körfezi'ndeki aynı kaynaklardan su almıştı. Bahreyn yakınında da, deniz yatağında halkın son zamanlara kadar su aldığı tatlı su kaynakları vardı. (mevdudi)

54- Su'dan bir beşer yaratan,¹ ardından onu bir soy ve sıhriyet yapan O'dur. RAB'bin [en başından beri] imkanı olandı.

¹: Canlılığın suda başladığı yaygın kabul edilen bir gerçektir. Popüler bir hipoteze göre canlılık okyanusun altında hidrotermal bacalarda başlamıştır. Hatta bu bacaların yanında halen yaşayan canlılar (karidez, deniz yıldızı, vb.) vardır. (50 soruda yaşamın tarihi, TÜBİTAK: hidrotermal bacalar) ayetin kasıt ettiği bu olabilir. Erlik suyundan yaratılması da kasıt edilmiş olabilir.


55- Allah'tan beride, kendilerine fayda vermeyen ve kendilerine zarar vermeyen [şeylere] kulluk ediyorlar. Kafir, [en başından beri] RAB'bine karşı devamlı sırt sırta veren[destekleşen]di.

56- Seni ancak bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.

57- "Ben buna karşı -tercih eden kimsenin, sadece RAB'bine doğru bir yol edinmesi dışında- sizden hiçbir ücret istemiyorum." de.

58- Ölmeyen diriye güvenip dayan (tevekkül et) ve onun övgüsüyle tenzih et. Kulunun, cezayı gerektiren işlerinden devamlı haberdar olarak, o yetti.

59- Gökleri, yeri (evreni) ve ikisi arasındakileri (içindekileri) altı günde [evrede] yaratan, dahası Arş'ı¹ hükümranlığı² altına alan, Rahman O'dur. Artık, onu devamlı haberdar olana sor.

¹: arş, aslen "kürsü" demektir. Fakat bu kelime "yönetim, güç, saltanat, mülkiyet" manasında da kullanılmıştır. Örneğin "kralın Arşı" ile "kralın mülkü, saltanatı" kasıt edilmiştir. (müfredat : عرش, Fahreddin Razi) buradan anlıyoruz ki, Allah'ın Arşı ile kastedilen, onun mülkü, yani yönetimidir.

²: "ıstiva = استوى" fiili "ale =على" harfi cerr'i ile "istila etmek" yani "hükümranlığı altına almak" mânâsına gelir (müfredat :سوا) bu Ayette de aynı şekilde kullanıldığı için bu mana verildi.

Bu olayın mecaz olduğuna dair mantıksal ve vahye dayalı tüm delileri Fahreddin Razinin "mefatihul gayb" adlı eserinde bulabilirsiniz.

60- Kendilerine "Rahman için secde edin!" denildiği zaman "Rahman nedir? Senin bize emir ettiğine mi secde edeceğiz?" dediler ve onlar nefret bakımından arttı.

61- Gökte burçlar¹ yapan ve onda [gökte] bir lamba² ve dolaylı aydınlatan³ bir ay yapan O'dur.

¹: burçlar, yani (بروج) kelimesi için "yıldızlar, gezegenler, saraylar, konaklar" gibi pek çok yorum yapılmıştır. (müfredat : برج, zad'ul mesir hicr 16-17)

²: "lambalar" [سُرُجا] olarak da okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf) güneş ve yıldızlar kasıt edilmiştir. (kadı beydavi)

³: "nur=نور" dolaylı aydınlatma için kullanılır. (Beydavi: Yunus 5) bu ayet ve yunus 5. ayetin ifadelerinden anlaşıldığı üzere güneş bir ışık kaynağı; ay ise bir yansıtıcıdır.

62- Düşünüp öğüt almayı dileyen veya şükür etmeyi dileyen kimse[ler] için, [birbiri] yerine geçen olarak geceyi ve gündüzü yapan O'dur.

63- Rahman'ın kulları, yerde alçak gönüllü bir halde gezenlerdir. Cahiller, onlarla muhatap oldukları zaman "selam-esenlikler" derler.

64- [Rahman'ın kulları] ki, secde halinde ve kıyam halinde gecelerler.

65-66- [Rahman'ın kulları] ki, "RAB'bimiz! Cehennem azabını bizden geri çevir. Gerçekten, onun azabı, [en başından beri] yakayı bırakmayandı. Gerçekten o, ne kötü bir karargah ve konumdur!" derler.

67- [Rahman'ın kulları] ki, harcama (infak) yaptıkları zaman, hiç israf etmediler ve hiç cimrilik etmediler. [Harcamaları] işte bu İkisinin arasında dengeli bir haldeydi.

68-69- [Rahman'ın kulları] ki, Allah ile birlikte başka hiçbir Tanrıya dua etmezler. Hak[gerekli] olmadıkça, Allah'ın kutsal saydığı herhangi bir canı öldürmezler ve zina etmezler. Kim, bunları [haksız yere öldürmeyi ve zinayı] yaparsa, bir kasıtlı suçla karşılaşır, yani¹ kıyamet gününde azap, kendisi için kat kat artar ve içinde aşağılanmış olarak kalır.

¹: "kat kat artar" [يضعف] ifadesi "karşılaşır" [يلق] ifadesinden bedeldir. (keşşaf sahibi)

70- Ancak tevbe etmiş, inanmış ve düzgün-iyi herhangi bir eylemde bulunmuş kimselerin (evet!) işte onların kötülüklerini Allah iyiliklere değiştirir. Allah, [en başından beri¹] çok bağışlayandı, bir Rahim'di.

¹: "kane=كان" fiili, Allah için kullanıldığı zaman ezelden beri kendisinde olan bir özelliği belirtir. (müfredat : كان)

71- Tevbe etmiş ve düzgün-iyi eylemde bulunmuş kimse (evet) kesinlikle o [kimse], tam bir tevbe olarak Allah'a tevbe eder.

72- [Onlar] bir tarafa meyil etmeye[yalana] şahitlik etmezler. Boş şeylere uğradıkları [denk geldikleri] zaman saygın bir şekilde geçip gidenlerdir.

73- RAB'lerinin ayetleriyle hatırlatıldıkları zaman, sağır ve kör olarak onların [ayetlerine] üzerine kapanmayanlardır [sağır ve kör davranmayanlardır].

74- "RAB'bimiz! Bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözlerin serinliğini [sağlığını¹] bağışla. Bizi, çekinenler(muttakiler) için birer imam yap" diyenlerdir.

¹: bu ifade "kurri=القرّ" yani "soğukluk" anlamındadır. Mana itibariyle "[gözü] soğudu ve sağlık buldu" anlamındadır.
Başka bir görüşe göre "karar=القرار" kelimesinden gelmektedir. (mealen) "Allah, bize gözlerimizi başkasına dikmeyeceğimiz kendisiyle huzur bulacağımızı versin" manasındadır. (müfredat : قر)

75-76- İşte onlar, sabır etmeleri sebebiyle [cennet] odasıyla karşılık bulacaklar ve kendisinde kalıcı olarak onda esenlik bir selamlama [ile] karşılanacaklar. Barınma yeri ve konum olarak ne güzeldir!

77- "Duanız olmasaydı, RAB'bim sizi dikkate almazdı. [Duanın aksine] siz yalanlamıştınız, o halde [bilin ki] yakında (azap size) lazım olacaktır." de.

25 Eylül 2019 Çarşamba

24- Nur suresi (Hubeyb öndeş meali)

Nur suresi

1- [Bu],¹ kendisini indirdiğimiz, farz [şart] kıldığımız ve düşünüp öğüt almanız için, içerisinde apaçık ayetler [kanıtlar] indirdiğimiz bir suredir.

¹: "suretUn=سورةٌ" kelimesi, [merfu olması sebebiyle] atılmış [hazf edilmiş] bir öznenin yüklemidir. Dolayısıyla cümle (هذه سورة) yani "Bu... suredir" takdirindedir. (müşkül i'rab-ul kur'an)

2- Zinakar kadın¹ ve zinakar erkeğin [hükmüne gelince] o ikisinden her birinin derisine yüz defa vurun.² Eğer, Allah'a ve ahiret [son] gününe inanmışsanız, Allah'ın dininde (emrine itaat etmekte), o ikisi konusunda sizi acıma duygusu yakalamasın. O ikisinin azabına, inançlılardan bir takım şahit olsun.

¹: [ifadelerin başındaki ال takıları] ayetteki "Zinakar kadın ve Zinakar erkek" ifadesinin [istiğrak yoluyla], "Zinakar kadınlar ve erkekler" manasında olduğunu gösteriyor.

²: "celde=جلد" ifadesi, tıpkı "batanehu=بطنه" ["karnına isabet ettim/vurdum"] ve "zaherahu=ظهره" [sırtına isabet ettim/vurdum"] ifadeleri gibidir. (müfredat : جلد) bu kelime "deriye vurmak" anlamına geldiği için (Zamahşeri:keşşaf, kadı beydavi), deriye herhangi bir şeyle vurmak (sopa veya kırbaç) da yeterlidir. Çünkü amaç, toplumun bu cezaya şahit olup bu suçtan uzaklaşmasıdır. Zina suçu için en az dört şahit gereklidir(Nur 4-9, Nisa 15). Dört şahit yoksa, topluma etki eden bir eylem olmadığı için dünyevi bir ceza verilemez, cezası ahirete kalmıştır.

3- Zinakar erkek; zinakar bir kadın veya şirk koşan bir kadından başkasıyla evlenemez;¹ zinakar kadın[ın hükmüne gelince ise] onunla, zinakar bir erkek veya şirk koşan bir erkekten başkası evlenmez. Bu, inançlılara haram edilmiştir.

¹: bu ifadeler her ne kadar haber cümlesi olsa da emir anlamını taşır. Bir kıraat'te bu ifadenin "le yenkih=لا ينكحْ" [nehy-i gaib] şeklinde okunması da bunu gösteriyor. (zamahşeri:keşşaf) çünkü bu kıraat'te açıkça emir vardır.

Nikah'ın, sözlük anlamına bağlı kalarak birliktelik anlamında olduğu da söylenmiştir. Ancak, kur'an'da nikah kelimesi -biri tartışmalı- her yerde evlilik sözleşmesi anlamında kullanılmıştır. (kurtubi, zamahşeri:keşşaf, kadı beydavi) bu sebeple evlilik anlaşması anlamında olması daha doğrudur.

4- İffetli kadınlara¹ [zina]² suçlamasında bulunmaya devam eden³ sonra hiç dört şahit getirmeyenlerin seksen defa derilerine vurun ve onlar ait olan şehadeti [şahitliği] ebedi olarak kabul etmeyin. İşte onlar, sınırlarını aşanların ta kendileridir.

¹: "ihsan=إحصان" korumak demektir. Bu kelimenin etken [ismi fail] formunda çoğulu "Muhsİnat=محصِنات" şeklinde gelir ve "İffetli kadınlar" anlamına gelir. Edilgen [ismi meful] formunda ise çoğulu "muhsEnat=محصَنات" şeklinde gelir ve "evli kadınlar" anlamına gelir (müfredat : حصن). İlgili ayet Her iki şekilde de okunmuştur (kurtubi, ilgili ayet ve Nisa 24) burada etken formuna göre çeviri yapıldı. Genel olarak edilgen formu baz alınmıştır ama etken gibi "İffetli kadınlar" manası verilmiştir.

²: suçlamanın zina suçlaması olduğu, bağlamında zina eden kadınlardan bahsedip hemen ardından İffetli kadınlara geçmesi ve dört şahit getirmekten bahsetmesidir. Çünkü zinaya/fuhuşa dört şahit istenir. (Nisa 15) (kadı beydavi, keşşaf sahibi, kurtubi)

³: "yermune=يرمون" geniş zaman çekimli bir fiil olduğu için, suçlamanın devam etmekte olduğunu gösteriyor.

5- Ancak, bunların ardından tevbe etmiş ve (hatasını) düzeltmiş olanlar hariçtir,. [onlardan ceza kaldırılır].¹ Kesinlikle Allah çok bağışlayandır, Rahim'dir.

¹: ikinci ayetten itibaren, sayılan her suçtan yana cezanın kaldırılması olduğu söylenmiştir. Yani, deriye vurulma cezası, şahitliğin kabul edilmemesi gibi cezalar tamamen kaldırılır (kurtubi, kadı beydavi, zad'ul mesir). Genel olarak bu istisnanın sadece şahitliğin kabul edilmemesi ile ilgili olduğu söylense de ayette bununla sınırlayan bir şey yoktur.

6-7- Eşlerine [zina] suçlamasında bulunmaya devam eden ve kendi benliklerinden başka kendilerine hiç şahitler bulunmayanlara [gelince] : Onlardan birinin şahitliği, 'kendilerinin mutlaka dürüstlerden olduğuna¹' dair dört defa Allah'ı şahit saymasıdır. Beşinci defasında 'Eğer yalancı idiyse, Allah'ın la'netinin [rahmetinden engellemesinin] kendisinin üzerine olmasını' [diler].

¹: Buranın aslı (على أنه) şeklindedir. (على) harfi atılmıştır, "ennehu=أنه" [kesr edilmiştir] "innehu=إنه" olmuştur. (kadı beydavi)

8-9- [Kadının]¹, Allah'ı dört defa şahit sayarak "kesinlikle o, mutlaka yalancılardandır" diye şahitlik etmesi, azabı kendisinden savar. Beşinci defasında 'Eğer [eşi] dürüstlerden idiyse, Allah'ın gazabının kendisine olmasını' [diler].

¹: Ayetteki (تشهد) fiili ve (عنها) harfi cerr'i, kadından bahsettiğini gösteriyor.

10- Ya Allah'ın size karşı ikramı ve rahmeti olmasaydı...? Kesinlikle Allah, tevbeleri çokça kabul edendir, hakimdir/hikmetlidir.

11- Gerçek şu ki, (o) ters yüz edilen haberi/büyük iftirayı¹ [meydana] getirenler, sizden olan kenetlenmiş bir topluluktur. Onu [iftirayı], sizin için bir şer sanmayın, aksine! O sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişi için, kasıtlı suçtan elde ettiği [bir günah] vardır. Onlardan, onun [o iftiranın] büyüğünü sahiplenene [gelinc]  onun için büyük bir azap vardır.

¹: "ifk=إفك" kelimesi için bkz: (müfredat : افك, zamahşeri:keşşaf)

Bu ayetten itibaren 17. Ayete kadar olan bölümün, hz. Aişe'ye atılan bir iftirayla alakalı olması sebebiyle tarihsel olduğu iddia edilse geçersiz bir iddiadır. Kur'an'da her ayet bir veya birçok kişinin eylemi üzerine inmiştir. Kur'an doğrudan isim vererek "sen böyle yapma" demek yerine "Ey insanlar! Böyle yapmayın" diyerek evrensel mesaj verir. Bu ayette, herhangi bir kadına iftira eden herkese bir ceza olduğu, iftiranın en büyüğünü idare eden kimseye daha büyük bir azap olduğu belirtilmiştir.

12- Onu [iftirayı] işittiğiniz¹ vakit, inançlı erkeklerin ve inançlı kadınların, kendi benliklerinde bir hayır düşünmesi ve "Bu, apaçık bir ters yüz edilen haberdir/iftiradır." demeleri gerekmez miydi?²

¹: inançlıları muhatap alarak "işittiğiniz vakit" denilmesinin ardından "inançlıların" diyerek, onları üçüncü şahısa taşıması iltifat sanatıdır. (keşşaf sahibi) yani normalde "Onu işittikleri vakit, inançlıların, bir hayır düşünmesi" denilmesi gerekirdi, ama iltifat sanatı uygulanıp ikinci şahıs, üçüncü şahısa dönüştürüldü. Bu sanat Türkçe'de de vardır. Mehmet Akif ersoy, şehitler için yazdığı bir şiirinde şöyle demektedir:
"Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için bu toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdat inerek öpse o pâk alnı değer.”

Akif ersoy, şiirin "uzanmış yatıyor..." kısmında şehitleri üçüncü şahıs olarak anlatırken, devamında "Ey bu topraklar uğruna toprağa düşmüş asker!" diyerek ikinci şahısa çekiyor. Bu iltifat sanatıdır. Kur'an'ın hemen hemen her suresinde vardır.

²: inançlıların, namuslu bir kadın hakkında böyle bir şey duyduğu zaman, kendi aralarında iyi zanda bulunması gerekir.

13- [İftira edenlerin] Onun [o iddialarının] üzerine dört şahit getirmeleri gerekmez miydi?¹ Onlar hiç şahit getirmemişlerdi. O halde, Allah'ın katında yalancıların ta kendileri olanlar işte onlardır.

¹: Zinaya dört şahit getirilmesi gerekmektedir. (Nisa 15, nur 4-9) bu hüküm bu ayette yeniden hatırlatıldı.

14- Şayet, Dünyada [ilk'te] ve ahirette [son'da] Allah'ın size ikramı ve Rahmeti olmasaydı, içine dalıp taştığınız [şey] hakkında size büyük bir azap temas etmişti.

15- Onu [iftirayı] dilinize dolamakta[dedikodu yapmakta] idiniz, kendisi hakkında, size ait bir bilgi bulunmayanı, ağızlarınızla (yalanlarınızla)¹ söylüyordunuz, o [İftira] Allah'ın katında büyük olduğu halde, siz onu [iftirayı] basit sanıyordunuz².

¹: bu ifade tıpkı "kalplerinde bulunmayan [şeyleri] ağızlarıyla söylüyorlar" (Alimran 167) ayetine benzer. Kur'an'da "ağızlarıyla" ifadesinin geçtiği hemen hemen her ayette yalana işaret vardır. (müfredat : فوه)

²: zina suçlaması olduğu zaman, Müslümanların dedikodu yapması kınanmıştır. "dedikodu yapmak haramdır" hükmü çıkmaktadır.

16- Onu [iftirayı] işittiğiniz zaman, "Bunu konuşmamız bizim için [doğru] olmaz. Ne münasebet! Bu, büyük bir iftiradır." demeniz gerekmez miydi?

17- Eğer inanmışsanız, Allah bunun [bu iftiranın] benzerine ebedi olarak tekrar dönmemeniz¹ için size öğüt veriyor.

¹: "en LE teudu=الأتعودو" manasındadır. (Fahreddin Razi)

Bu ayet, diğer ayetlere yaptığımız açıklamalarımızı doğrulayarak tekrar böyle bir günaha düşülmemesi için bu ayetlerin indiğini belirtmektedir.

18- Allah, ayetleri size açıklıyor, Allah devamlı bilendir, hakimdir/hikmetlidir.

19- Gerçekten, inanmış kimselerin içinde çirkin eylemin/fuhuşun yaygınlaşmasına sevinenlere [gelince] onlar için, dünyada [ilk'te] ve ahirette [son'da] can yakıcı bir azap vardır. Siz bilmezken Allah biliyor.

20- Ya Allah'ın ikramı ve Rahmeti sizin üzerinize olmasaydı...? Kesinlikle Allah, Rauf'tur, Rahim'dir.

21- Ey inanmış olanlar! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim, şeytanın adımlarına uyarsa, [bilsin ki] kesinlikle [şeytan] çirkin işi ve tanınmayanı [kötülüğü] emir eder. Şayet, Allah'ın ikramı ve Rahmeti üzerinize olmasaydı, sizden bir tek kimseyi bile, ebedi olarak arındırmazdı; fakat, Allah devamlı işiten, devamlı bilen olarak kimi tercih ederse onu arındırır.

22- Sizden, ikram ve (maddi) genişlik sahibi olanlar, yakınlık sahiplerine (akrabalara), yoksullara ve Allah'ın yolunda göç edenlere (nafaka) vermede kusur etmesinler!¹ Affetsinler ve hoş görsünler. Allah'ın, sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Hâlbuki Allah çok bağışlayandır, bir Rahim'dir.

¹: bu ifade "Eksiklik göstermek, kusur işlemek" manasında da olabilir; "yemin etmesinler" manasında da olabilir. Yemin manasını verenler, şu rivayeti kaynak almaktadır: Peygamberin eşi hz. Aişe'ye atılan iftirayı yayanlar arasında hz. Ebu Bekir'in akrabaları da mevcuttu. Ebu Bekir, bu olaydan dolayı akrabalarına nafaka vermemeye yemin etmiştir. (müfredat : إلي, keşşaf sahibi, kadı beydavi) bu kelime "yemin etmesinler" manasında ise, ayetin devamındaki "(nafaka) vermede..." ifadesi, (على ألا يؤتو...) yani "(nafaka) vermemeye..." takdirindedir.

23- Gerçek şu ki, İffetli/evli¹, habersiz, inançlı kadınlara [zina] suçlamasında bulunanlara dünyada [ilk'te] ve ahirette [son'da] lanet olundu[rahmetten engellendi]. Onlara çok büyük bir azap vardır.

¹: kur'an'ın her yerinde bu ifade "İffetli kadınlar" (محصِنات) anlamında da "evli kadınlar" (محصَنات) anlamında da okunmuştur. (Kadı beydavi, Nisa 24 bkz: وقرأ الكسائي بكسر الصاد في جميع القرأن, verş ve hafs kıraat'inde bu ayet ismi meful formundadır.)

24- Bulunmakta oldukları eylemleri sebebiyle dillerinin ve ayaklarının kendilerine karşı şahitlik edeceği günü [an]!

25- O Gün, Allah hakkıyla [gereğince] onlara borçlarını¹[karşılıklarını] tamamen verir ve onlar, apaçık hakkın[gerçeğin] ta kendisinin Allah olduğunu bilirler.

¹: "din=دين" aslında borç demektir. Ceza/karşılık anlamında da kullanılır. (müfredat :دين)

26- [manevi olarak] kötü kadınlar, kötü erkeklerindir; kötü erkekler, kötü kadınlarındır. [manevi olarak] temiz kadınlar, temiz erkeklerindir; temiz erkekler, temiz kadınlarındır. İşte bunlar, onların söylediklerinden beri kılınmışlardır, onlar için bir bağışlanma ve değerli bir rızık vardır.

27- Ey inanmış olanlar! Kendi eviniz haricindeki evlere bir samimiyet buluncaya¹ [izin alana] ve ailesine-halkına selam verinceye kadar girmeyin. İşte bu, sizin için daha iyidir (hayırlıdır). Düşünüp öğüt almanız beklenir.

¹: bu fiilin mastarı olan "isti'nas=استأناس" kelimesi, "sıcak bir karşılama bulmak, izin istemek, açık seçik görmek" anlamındadır. (zamahşeri:keşşaf, kadı beydavi, zad'ul mesir, müfredat : انس) verilen anlamların hepsi de uygun bir ortam olduğunu görüp izin istemek sonucuna gelmektedir.

28- Artık [evlerin] içinde, hiç kimseyi bulamazsanız, sizin için izin oluncaya kadar, onlara [o evlere] girmeyin. Eğer, size "geri dönün!" denilirse, hemen geri dönün. Allah, eylemlerinizi bilen iken, bu sizin için daha temizdir.

29- Yurt edinilmemiş, içinde size ait geçimlik bulunan evlere girmeniz size günah/yanlışa meyil ediş değildir. Allah, açığa vurduğunuz [şeyleri] ve sakladığınız[şeyleri] biliyor.

30- İnançlı erkeklere söyle,¹ bakışlarından [bir kısmını: kötü niyetlisini]² kıssınlar ve edep yerlerini korusunlar. İşte bu, kendileri için daha temizdir. Gerçekten Allah, onların tasarladıklarından devamlı haberdardır.

¹: "kul=قل" sözünün sadece "şöyle söyle" manasında olmadığının delilidir.

²: "min=من" edatı kısımlama amaçlıdır. Yani "gözlerini tamamen kapatsınlar" manasında değildir, dikkat edilirse "gözleri" [عيونهم] değil, "bakışları" [ابصارهم] denilmiştir. Çünkü, bakışların bir kısmı kötü niyetlidir, bunlar yasaktır. (Buradaki "min=من" edatının kısımlama manasında olduğunu söyleyenler daha önceden de vardır. Bkz: Fahreddin Razi ve zamahşeri:keşşaf, bunu diyen kişilerin görüşlerini aktarır) İncilde hz. İsa'nın şöyle dediği rivayet edilir:
İncil: matta 5: 27-28 " ‘Zina etmeyeceksin’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, bir kadına şehvetle bakan her adam, yüreğinde o kadınla zina etmiş olur"

31- İnançlı kadınlara söyle, bakışlarından [bir kısmını: kötü niyetlisini] kıssınlar, edep yerlerini korusunlar ve süslerini açığa vurmasınlar, ancak ondan ortaya çıkanlar hariç [onlar görünebilir]. Örtülerini¹, yakalarının üzerine kapatsınlar, süslerini ancak kocalarına, babalarına, kayınpederlerine, kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, kendi kadınlarına (inançlı kadınlara), güçlerinin sahip olduklarına, erkeklerden ve kadınların mahremini öğrenmemiş çocuklar[lar]dan² [kadınlara] ihtiyaçsız olan hizmetçilere karşı açığa vurabilirler. Süslerinden ne gizledilerse onun bilinmesi için ayaklarını (yere) vurmasınlar. Başarılı olmanız beklendiği için Allah'a tevbe edin ey inançlılar!

¹: [Ayetteki خمور kelimesinin tekili olan] ""hamr=خمر" bir şeyi gizlemektir. Kendisiyle gizlenen/örtülen [herhangi bir şeye] denilir. Fakat, bilinene göre kadının başını örttüğü [şey] için, isme dönüşmüştür". (müfredat : خمر) kelimenin baş örtüsü anlamında kullanıldığı sözlük anlamından bellidir.

 Ancak, tarihsel verilere göre, baş örtüsü İslam ile başlamış değildir. Kadınların baş örtüleri vardı, ama baş örtüsünün uçlarını geriye doğru attıkları için, yaka kısımları açıkta kalıyordu. (keşşaf, Fahreddin Razi, kurtubi) bu bilginin ışığında, baş örtüsünü reddedenler Ayetteki emrin "başınızı örtün" değil, "yakanızı örtün" manasında olduğunu söyleyebilirler.

Buna karşılık baş örtüsünü kabul edenler, hz. Aişe'nin "Bu ayet indiği zaman, kadınlar başlarını örttü" şeklindeki (kurtubi) sözünü baz alarak, Ayetteki emrin başı örtmek olduğunu söyleyebilirler. Gerçi, tarihsel bilgiyle bu hadis birbirine aykırı gibi görünmektedir. İki tarafın da birbirlerine karşı farklı itirazları mevcuttur. Doğrusunu Allah bilir.

²: "Tıfıl=طفل" kelimesi "Sizi, Tıfıl olarak (annenizin karnından) çıkaran" (mümin 67) ve "Tıfıllar, ergenlik çağına ulaşana kadar" (Nur 59) ayetlerinden anlaşıldığı üzere, bebeğe ve Ergenliğe ulaşmayan çocuğa denilir.

32- Sizden olan bekarları; erkek kölelerinizden ve kadın kölelerinizden düzgün-iyi olanlarını evlendirin. Eğer fakir idilerse, Allah onları kendi ikramından zengin eder. Hâlbuki Allah, bir geniştir[zengindir], devamlı bilendir.

33- Herhangi bir evlilik (imkanı) bulamayanlar, Allah kendilerini zengin/yeterli yapana kadar, İffetli olmaya çalışsınlar. Yeminlerinizin sahip olduklarından [kölelerinizden] kitabı [özgürlük anlaşmasını] isteyenler(e gelince), eğer onlar(ın bırakılmaları)nda (kendileri için) bir hayır bildiyseniz, hemen onlarla özgürlük anlaşması yapın[serbest bırakın¹], size verdiği Allah'ın malından kendilerine [özgürlük isteyenlere] verin. Eğer, korunmayı² istedilerse, dünya [ilk] hayatının geçici [faydasını] arıyorsunuz diye, gençliğe ulaşmış kızlarınızı³ taşkınlığa⁴ zorlamayın! Kim, onları zorluyorsa [bilsin ki] onların zorlanmasından sonra artık kesinlikle Allah, (o kızlar için) çok bağışlayandır, bir Rahim'dir.

¹: [Ayetteki كاتبو fiilinin mastarı olan] "mukatebe=مكاتب" özgürlük anlaşması anlamındadır. Genel olarak "kölenin bir ücret karşılığında özgür kalması" manasında açıklanmıştır. (müfredat : كتب, kurtubi) bu sebeple kölelere zekat verilmesi emir edilmiştir. (Tevbe 60) ancak ayetin devamındaki "Size verdiği Allah'ın malından kendilerine verin" ifadesi, kamuya yönelik bir emirdir. Yani, kölenin sahibi olan kişinin belirlediği miktarda ücreti, köle değil; kamu ödemelidir. (Fahreddin Razi'nin verdiği bir görüştür)

Bu ayet köleliği bitirmiştir. Özetle özgürlük isteyen tüm kölelerin serbest bırakılması emir edilmiştir. Kölenin sahibi olan kişi, köle özgürlük istediği zaman onun bırakıldığı takdirde kendi başının çaresine bakacağını bildiyse, onu serbest bırakmak zorundadır. Bazıları bu Ayetteki (كاتبو) ["özgürlük anlaşması yapın [serbest bırakın]"] ifadesinin emir olmadığını iddia etmiştir ama ayetteki ifadenin emir formunda olması ve iniş sebebi olsun, ilk muhatapların [hz. Ömer gibi] bu ayeti emir olarak kabul etmesi ve kabul etmeyenlere karşı çıkması olsun tamamen emir olduğunu gösteriyor. (kurtubi, keşşaf sahibi, Fahreddin Razi)

"mameleketeymenukum=ما ملكت أيمانكم" ifadesi yerine göre anlam kazanmaktadır. Bu ayetteki kullanılan "özgürlük anlaşması yapın" ifadesi köleleri kasıt ettiğini gösteriyor.

²: "tehassene=تحصن" ifadesi, "sakınmak, sığınmak, korunmaya girmek, zinadan kaçınmak" Manasına gelir. (Mu'cem-ul vasit: تحصن, Mu'cem-ul lugati-l arabbiye : تحصَّنــتِ المرأةُ: عفَّت, tenvir-ul mikbas) kelime aslen "korunmak" manasında olup tefaul babındandır.

Ragıp isfehani, bu ayeti "...(Nur 33) sözü, onları [kızları] kendisinde herhangi bir kerh[baskı] ve kurh [tiksindirici] bulunan [şeyleri yapmaya] taşımaktan engellemektedir..." (müfredat: كره) şeklinde yorumlamıştır. Buhari, bu ayeti baz alarak "zorlanan kimsenin nikahı geçerli değildir" (buhari ikrah 3) demiştir. Bu açıklamalar, Ayetteki "korunmayı istedilerse" ifadesinin aslında "evlilik istedilerse", "bekar kalmayı istedilerse" ve "namusunu korumayı istedilerse" anlamında olduğunu gösteriyor. Genelde bu ifade sadece iffeti korumak anlamıyla sınırlandırılmıştır. Ancak Ayetteki hüküm genel olarak kızları zorlamamayı kasıt ediyor.

³: "feteyat=فتيات" kelimesi, kişinin kendi kızını, cariyesini ve üzerinde söz hakkı bulunan tüm kızlar için geçerlidir. Kelime anlamı aslen "gençliğe ulaşmış kız" demektir. Köle kadınlar için de kullanılmıştır. (müfredat : فتي, kurtubi Nisa 25) her iki anlamda kullanılması, dediğimiz manada olduğunu gösteriyor.

⁴: "biga=بغاء" kelimesi genellikle "zina, günah" manasında açıklanmaktadır. (tenvir-ul mikbas) köken olarak (بغى) kelimesi "sınırı aşmak, taşkınlık" anlamındadır. Üstteki açıklamalar sonucunda bu ifade sadece zinaya değil; kadınları herhangi bir şeye zorlamanın yasak olduğunu gösteriyor. Evlilik istemeyen bir kızı evliliğe zorlamak bu ayet gereğince yasaktır. (buhari ikrah 3) aynı şekilde evlilik isteyen bir kızı engellemek de onu taşkınlığa sevk edeceği için yasaktır.

34- Elbetteki size, açıklayıcı ayetler; sizden önceki gelip geçmiş kimselerden bir örnek; korunup sakınanlar için bir öğüt indirmiştik.

35- Allah, göklerin ve yerin [tüm evrenin] aydınlığı[nın sahibi]dir.¹ Onun aydınlığının örneği, içinde bir ışık bulunan bir oyuk gibidir. Işık, bir kristalin içindedir. Kristal, sanki doğulu ve batılı olmayan, kutlu bir zeytin ağacın[ın yağın]dan tutuşturulan inci bir parlayan yıldız gibidir. [o ağacın] yağı, neredeyse herhangi bir ateş hiç temas etmese bile aydınlatıyor. Aydınlık üzerine aydınlıktır. Allah, tercih ettiği kimseyi aydınlığına iletiyor. Allah, insanlar için örnekler veriyor. Hâlbuki Allah, her şeyi devamlı bilendir.

¹: "Göklerin ve yerin (evrenin) aydınlığıdır" şeklinde bir çeviri pek doğru değildir. Çünkü devamında "Onun aydınlığının örneği" ifadesi, cümlenin mealde verildiği gibi bir manada olduğunu gösteriyor.

Mesela [زيد كريم] "Zeyd, değerlidir" denilirken [زيد ذو كرم] "Zeyd, değer sahibidir" anlamı kasıt edilir. (kadı beydavi) bu ifadenin "aydınlatıcısıdır" manasında olduğu da söylenmiştir. Nitekim (منوِّر) şeklinde de okunmuştur, bu kıraat bu anlamı doğrular (kadı beydavi).

36-37-38- Allah'ın, yükselmesine ve içlerinde kendi isminin anılmasına izin verdiği evlerde, 'eylemlerinin en güzeli olarak kendilerine Allah'ın karşılıklarını vermesi ve ikramından onları artırması için, kendisinde kalplerin ve bakışların döndüğü bir günden korkarak, herhangi bir ticaretin ve satışın kendilerini Allah'ın hatırlatmasından (zikrinden), yönelişin (namazın) ayakta tutulmasından (devam ettirilmesinden) ve zekâtın verilmesinden oyalamayan kişiler' [o evlerin] içinde onu [Allah'ı], günün başında ve sonunda tenzih ediyorlar. Allah, kimi tercih ederse onu hesapsız rızıklandırıyor.

39- Gerçeği örtmüş olanlara [gelince] onların eylemleri, susayanın onu bir su sandığı düz bir bölgedeki bir seraba benzer. Nihayet [o susayan kişi] ona [seraba] geldiği zaman, ona (dair) hiçbir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. Allah, hesabı seri olan iken, ona hesabını tam olarak verir.

40- Hatta, [onların eylemleri] derin denizdeki karanlıklar gibidir. Onu, tepesinde bir dalga bulunan onun da tepesinde bir bulut bulunan bir dalga bürür. Karanlıklar, birbirlerinin üstündedir. Elini çıkardığı zaman, neredeyse onu [elini] hiç görmez. Allah, kime herhangi bir aydınlık yapmadıysa, artık ona aydınlıktan [hiçbir şey] yoktur.

41- Göklerde ve yerde [tüm evrende] bulunan kimselerin ve saflar halindeki kuşların Allah'ı tenzih ettiğini hiç görmedin mi? her biri kendi namazlarını ve tesbihlerini bilmiştir. Allah, onların yaptıklarını devamlı bilendir.

42- Göklerin ve yerin [tüm evrenin] yönetimi, Allah'ındır. Dönüş sadece Allah['ın emrine]dir.

43- Allah'ın, bir bulut sürüklediğini sonra [bulutun] arasını kaynaştırdığını sonra üst üste birikmiş bir halde yaptığını hiç görmedin mi? Ardından yağmur tanesini, onun arasından çıkarken görürsün. Gökten/yukarıdan, ondaki [bazı¹] dağlardan kısım kısım dolu/kar² indiriyor. Ardından, onu tercih ettiği kimseye isabet ettiriyor; onu tercih ettiği kimseden çeviriyor. Onun şimşeğinin parıltısı, neredeyse bakışları giderecek!

¹: bu ayette "-dan, -den" anlamını veren üç tane "min=من" harfi cerr'i vardır. Birincisi başlangıç, ikincisi kısım bildirmek yani "bazı" anlamını katmak, üçüncüsü ise beyan amaçlıdır.

²: "berd=برد" buz, dolu manasına gelir. (müfredat :برد) İbranicede aynı kelime "barad=בָּרָד" Kar konisi anlamına gelir. (wictionary)

44- Allah, geceyi ve gündüzü döndürüyor. Gerçekten, bunda bakışların [gözlerin] önderleri için mutlaka bir ibret vardır.

45- Allah, her kımıldananı bir sudan¹ yarattı. Artık, onlardan karnı üzerine yürüyen kimseler vardır, onlardan iki ayağı üzerine yürüyen kimseler vardır ve onlardan dört [ayağı] üzerine yürüyen kimseler vardır. Allah, tercih ettiğini yaratıyor. Gerçekten Allah, her şeye imkanı olandır.

¹: Canlılığın suda başladığı yaygın kabul edilen bir gerçektir. En uygun tutarlı görünen bir hipoteze göre canlılık okyanusun altında hidrotermal bacalarda başlamıştır. Hatta bu bacaların yanında halen yaşayan canlılar (karidez, deniz yıldızı, vb.) vardır. (50 soruda yaşamın tarihi, TÜBİTAK: hidrotermal bacalar)

46- Elbetteki, açıklayıcı ayetler indirmiştik. Allah, kimi tercih¹ ederse onu sapasağlam bir doğru yola yumuşakça iletiyor.

¹: [Ayetteki يشاء fiilinin mazi formu olan] "şae=شاء" fiili, (آثر) yani "tercih etti" anlamındadır. (maturudi : İbrahim 4) Allah'ın tercihi, kulun tercihine göredir.

 Rad 27 "Allah, kendisine yönelen kimseye yol gösteriyor"
Bakara 26 "Allah, ancak hadlerini aşanları [doğru yoldan] şaşırtır"
Bu iki ayet, insanın tercihine göre Allah'ın tercih ettiğini gösteriyor.

47- "Allah'a ve Elçiye inandık, itaat ettik" diyorlar Dahası onlardan bir grup, bundan sonra yüz çeviriyor. Onlar, kesinlikle inançlı değildir!

48- Aralarında hüküm etmesi için, Allah'a ve Elçisi'ne davet edildikleri zaman, bir bakarsın ki onlardan bir grup vazgeçicidir.

49- Eğer Hak, kendilerinin [lehine] oluyorsa, gönüllü olarak ona [hakka] gelirler.

50- Kalplerinde bir hastalık mı vardır? Yoksa şüphelendiler mi? Yoksa, Allah'ın ve Elçisinin kendilerine karşı taraflı davranacağı[ndan] mı korkuyorlar? Aksine! Onlar zalimlerin ta kendileridir.

51- Aralarında hüküm etmesi için, Allah'a ve Elçisi'ne davet edildikleri zaman, inançlıların sözü sadece "işittik ve gönülden itaat ettik" demeleri olmuştu. İşte onlar, başarılı olanların ta kendileridir.

52- Allah'a ve Elçisi'ne gönülden itaat eden; Allah'a saygılı olan ve on[dan] çekinen kimse[ler'e gelince] işte onlar, kurtulanların ta kendileridir.

53- Yeminlerinin tüm gücüyle, Allah'a ant içtiler: şayet [Allah] kendilerine emir ederse, mutlaka ama mutlaka çıkacaklarmış! "Ant içmeyin! İtaat(iniz) tanınmıştır(malumdur). Kesinlikle Allah, eylemlerinizden bir haberdardır." de.

54- "Allah'a gönülden itaat edin ve Elçiye gönülden itaat edin. Artık, yüz çevirdiyseniz, o halde [bilin ki] onun taşıdığı [sorumluluğu] sadece kendisinin üzerinedir; sizin taşıdığınız[sorumluluğunuz] sadece sizin üzerinizedir. Ona gönülden itaat ederseniz, yol bulursunuz. Elçiye, apaçık bir duyurudan başka [sorumluluk] yoktur." de.¹

¹: Ayette, peygambere "de" denildiği halde, peygamberin "bana itaat edin" yerine "Elçiye itaat edin" demesi iltifat sanatı gereğincedir. (zamahşeri:keşşaf)

55- Allah, sizden olan inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlara [şunu] söz verdi: kendilerinden öncekileri halife yapmayı [yönetime geçirmeyi] dilediği gibi, kendilerini de yerde [bölgede] mutlaka ama mutlaka halife yapmayı [yönetime geçirmeyi] dileyecektir. Kendileri için, kendilerinin dinlerini -ki o [dinden] kendisi onlar için razı oldu- mutlaka ama mutlaka yerleştirecektir[sağlamlaştıracaktır]. Korkularının ardından, onların [durumlarını] mutlaka ama mutlaka güvenlik [ile] değiştirecektir. Onlar bana¹ kulluk eder, bana hiçbir şeyi ortak yapmazlar. Kim, bunun ardından gerçeği örtüp görmezden geldiyse, işte onlar hadlerini aşanların ta kendileridir.

¹: iltifat sanatı gereğince, "[Allah] onları halife yapmayı dileyecektir... O [dinden] kendisi onlar için razı oldu" şeklinde üçüncü şahıs anlatırken, bu noktada "bana kulluk ederler" diyerek kendisini üçüncü şahıstan, birinci şahısa çekti.

56- Yönelişi (namazı) ayakta tutun (gereğince kılın), zekatı verin ve Elçiye gönülden itaat edin. Rahmet olunmanız beklenir.

57- Sakın gerçeği örtmüş olanların yerde [dünyada] aciz bırakıcılar olduğunu sanma! Onların barınma yeri ateştir, gerçekten ne kötü bir dönüş yeridir!

58- Ey inanmış olanlar! Gücünüzün sahip oldukları  ve sizden ergenlik çağına ulaşmamış olanlar üç defa sizden izin istesinler: Sabahın yönelişinden (namazından) önce, öğleden (dolayı) kıyafetinizi bırakacağınız[çıkaracağınız] zaman ve yatsının yönelişinden (namazından) sonra. [bunlar]¹ sizin için üç mahrem[vakit]tir. Bunlardan sonraki [vakitlerde] size ve onlara günah/yanlışa meyil ediş yoktur. [onlar], sizi(n etrafınızda) dönüp dolaşanlar[hizmet edenlerdir]. birbirinizin [yanında dönüp dolaşıcılarsınız]. İşte Allah, ayetleri size bunun gibi açıklıyor. Allah devamlı bilendir, bir hakimdir/hikmetlidir.

¹: [müpteda olan] "hiye=هي" zamiri atılmıştır. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

59- Sizden olan çocuklar-bebekler, ergenlik çağına ulaştıkları zaman, kendilerinden öncekiler gibi sizden izin istesinler. İşte Allah, ayetleri size bunun gibi açıklıyor. Allah devamlı bilendir, bir hakimdir/hikmetlidir.

60- Herhangi bir evlilik beklemeyen kadınlardan, oturanların [Ay halinden kesilenlerin hükmüne gelince]¹ süslerini sergilemeksizin, kıyafetlerini bırakmalarında [çıkarmalarında] kendileri üzerine, yanlışa meyil ettiren herhangi bir günah yoktur. Allah devamlı işiten iken, devamlı bilen iken onların kaçınması kendileri için daha iyidir (hayırlıdır).

¹: (müfredat : قعد)

61- Kendi evlerinizden, babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınzın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarlarına sahip olduğunuz[yerden], arkadaşınızın [evinden] yemeniz, size bir sıkıntı [günah] değildir. Kör'e de sıkıntı [günah] değildir, topal'a da sıkıntı [günah] değildir, hastaya da sıkıntı [günah] değildir. Topluca veya dağınık(ayrı ayrı) yemeniz, size bir sıkıntı [günah] değildir. O halde evlere girdiğiniz zaman, Allah'ın katından temiz mübarek [ilahi bereket kaynağı] olan bir selam [ile] nefislerinizi/birbirinizi selamlayın. İşte Allah, ayetleri size bunun gibi açıklıyor. Akıl etmeniz beklenir.

62- İnançlılar sadece, 'Allah'a ve Elçisi'ne inanan, onunla [Elçi'yle] birlikte toplantılık bir iş üzerinde oldukları zaman, ondan [Elçi'den] izin isteyene¹ kadar gitmeyen' [kişilerdir]. Gerçekten, senden izin isteyen kimseler(e gelince) işte onlar Allah'a ve Elçisi'ne inananlardır. Bazı önemli işleri için senden izin istedikleri zaman, onlardan tercih ettiğine izin ver ve onlara Allah'tan bağışlanma iste. Gerçekten Allah çok bağışlayandır, bir Rahim'dir.

¹: "Resul=الرسول" yani "Elçi" kelimesi bazen taşınan söz anlamında da kullanılır. (müfredat: رسول) bundan dolayı kur'an'a "Elçi" denebilir. Bu ayetin hitabı tarihsel olsa da verdiği mesaj evrenseldir. Ayette Elçi'den izin istemek dolaylı olarak emir edilmiştir. Bizim için Elçi "kur'an" olduğuna göre herhangi bir hüküm konusunda kur'an'dan izin istememiz, yani onun hükmüne başvurmamız gerekir.

63- Elçinin davetini¹, birbirinizin daveti gibi aranızda saymayın. Sizden olan, gizlenerek sıyrılıp kaçmak isteyenleri Allah bilmekteydi. Onun [Elçinin] emri konusunda muhalefet edenler, kendilerine bir fitnenin [sınamanın] hatta can yakıcı bir azabın kendilerine isabet etmesinden sakınsınlar.

¹: "Elçinin duasını, kendi duanız gibi saymayın" anlamında da olabilir. "birbirinizi çağırdığınız gibi Elçi'yi çağırmayın" anlamında da olabilir. (kadı beydavi) bu anlam Hucurat 2-5 ayetleriyle bağdaşır. Ancak devamına uyumlu olan mana, çeviride verildiği gibidir.

Bu ayet de önceki ayete bağlı olarak "kur'an'ın davet ettiği hükmü kendi davet ettiğiniz hüküm gibi saymayın" anlamında olabilir.

64- Dikkat edin! Göklerde ve yerde [tümevrende]  bulunanlar, kesinlikle Allah'ındır. Sizin üzerinde olduğunuz[şeyi] bilmekteydi. Ona geri döndürülecekleri gün onlara eylemlerini [Allah] haberi verir. Allah, her şeyi devamlı bilendir.

21 Eylül 2019 Cumartesi

23- Müminun suresi (Hubeyb öndeş meali)

Müminun

1- (o) inançlılar, başarmıştır.

2- O [inançlılar] ki, kendilerinin yönelişinde (namazlarında/dualarında) huşu duyanlardır. 

3- O [inançlılar] ki, boş şeylerden vazgeçenlerdir.

4- O [inançlılar] ki, zekatı [arınma ve infak eylemlerini¹] yapıcıdır.

¹: "zekat=زكاة" Bu iki anlamda da kullanılır. (zamahşeri:keşşaf)

5- O [inançlılar] ki, kendi edep yerleri için koruyucudur.

6- Ancak eşleri yani¹ güçlerinin sahip olduklarına (helal yolla sahip olduklarına)² karşı [korumazlar]. Bu halde onlar kesinlikle kınanmamıştır.

¹: "ev =او" edatı yerine göre (بل) manasında kullanılır. Örneğin saffat 147. Ayette "Onu [Yunus'u] yüz bin [kişiye], bilakis Fazlasına gönderdik" yazmaktadır. Burada "bilakis. " manası verilen "ev=او" edatıdır. Burada da (بل) manasında olup, "yüz bin" ifadesi fazladır. Mana olarak "Onu [Yunus'u] fazlasına gönderdik" demektir. (Halil bin ahmed kitabu'l ayn : او) bu anlam doğrultusunda "veya" yerine "yani" anlamı tercih edilebilir.

²: Buradaki "güçlerinin sahip olduklarına" [ما ملكت إيمانهم] ifadesinin, "helal yolla sahip olunan kişiler", "evlilik izni verilen kişiler" ve "evlilik yoluyla sahip olunan" manasında olduğuna dair kaynaklar için bkz: Nisa 24-25 ayetlerinin dipnotu.

7- Artık, kim[ler] bunun arkasını (bundan daha fazlasını) ararsa, [bilsinler ki] artık onlar aşırıya gidenlerin ta kendisidir.

8- [İnançlılar] ki emanetlerine ve anlaşmalarına riayet edicidir.

9- [İnançlılar] ki, kendilerinin yönelişlerini¹ korumaya çalışırlar. 

¹: 2. Ayette "salatihim=صلاتهم" (tekil) derken bu ayette "salavatihim=صلواتهم" (çoğul) denilmiştir. Her türlü yönelişlerini; namaz, dua, dine bağlılık vb. Allah'a yönelten her eylemlerini korumaya çalışırlar, manasında olabilir. 

10-11- İşte onlar, Firdevs'e mirasçı olan mirasçıların ta kendisidir. Onlar, onun içinde kalıcıdır.

12- Gerçek şu ki, insanı¹ çamurdan bir süzmeden² yaratmıştık.

¹: [istiğrak yoluyla] "insanları" manasındadır. Sadece Adem'in kasıt edildiği de söylenmiştir. Ama uygun olanı, "tüm insanları" manasında olmasıdır.

²: "topraktan süzülen bir özden" manasındadır. Ya da meni kasıt edilmiştir. (müfredat : سلل)
buradaki (من) harfi, çamurun tamamı ile değil, bir kısmıyla yaratıldığını gösteriyor. Bilimsel olarak da böyledir. Çamur (طين), su ve toprağın karışımıdır. Çamurda bulunan elementlerin bir bölümü insanda mevcuttur. Örneğin insanın %60'ı sudur çamur zaten sudan meydana gelir. %3'ü azottur, Azot toprakta da mevcuttur. Haricen, oksijen, fosfor, hidrojen, kalsiyum da insan ve toprakta ortak olarak mevcuttur. (TÜBİTAK: elementlerin doğadaki dönüşümü, kimyaca. Com: insan vücudundaki elementler, gencziraat. Com: toprak kimyası)

13- Sonra onu, sağlam bir barınakta bir damla(zigot)¹ yaptık.

¹: Nahl 4. Ayetin dipnotuna bakınız. 

14- Sonra, damlayı (zigotu) bir alaka (rahme tutunan hücre)¹ halinde yarattık. Ardından alakayı (rahme tutunan hücreyi) küçük bir et halinde yarattık, ardından küçük eti, kemikler halinde yarattık, Ardından kemiklere et giydirdik². Sonra onu, diğer/son bir yaratılış halinde inşaa ettik. Yaratıcı(tasarımcı)ların³ en güzeli Allah, ne şanlıdır!

¹: "alaka=علق" kelimesi bir şeyin bir şeye yapışması, tutunması anlamına gelmektedir. (müfredat & İbni faris:Mekayısi-l lugat : علق)
Op. Dr. Banu Çiftçi, "hamilelik nasıl oluşur?" başlıklı yazısında "yuvalanma" aşamasında aynen şunları söylemektedir:
"Yuvalanma, henüz çok genç olan embriyonun, ana rahminin iç tabakasında kendisine uygun bir yer bulup oraya gömülme, yerleşme işlemidir. Döllenmeden 6 gün sonra başlar ve ortalama 12 günde tamamlanır.
İlk aşama 6. günde başlayan, yapışma, tutunma  aşamasıdır. Hücre topunun en dışındaki hücreler özelleşerek bu tutunmayı sağlayan özel kimyasal maddeleri salgılarlar ve rahim iç tabakasına tutunurlar."(kaynak: https://www.drbanuciftci.com/sayfa/hamilelik-nasil-olusur)
Ayet bu gerçeklerle tamamen uyumludur.

²:  "Kemiklere et giydirdik." ifadesinin neyden bahsettiğini bilmeyenler bilimsel hata olduğunu iddia etmiştir. Hâlbuki ayetin ifadesi bilimle tamamen uyumludur. Webster’in "embryology at a glance" isimli kitabının 53. sayfasında şu ifadeler geçmektedir:
"...göç eden öncü kaslar (myoblastlar) uzuvların içine doğru göç eder, kaynaşır..."[...The migrating muscle precursors migrate into the limbs coalesce...] (Kaynak: Embryology at a glance, Samuel Webster, Rihannon de wreede 2. Baskı, 53. Sayfa "uzuvlar" (limbs) bölümü.)

Yani uzuvlara başka yerden kaslar göç etmekte ve kaynaşmaktadır. Ayetin bahsettiği et, kaslar olmalıdır. "Kemiklere et giydirdik" olayı da uzuvlara göç eden kaslardan bahsetmektedir. Dikkat edilirse bu kaslar uzuvların üzerinde kendiliğinden oluşmamakta; başka yerden uzuvların üzerine göç etmektedir. Bu olay "Kemiklere et giydirdik" şeklinde anlatılmaktadır.

bu ifade şu şekilde de açıklanmıştır:
1- Kemiklerin görünür hale gelmesi kaslardan önce olduğu gibi, devam eden süreçlerde de kemik büyüdükçe yeni kas hücrelerinin gelip buraları doldurması kas oluşumunun kemik oluşumundan sonra gerçekleştiğini göstermektedir.

2-İlkel kas hücreleri Somitlerden hareket ederek yeni oluşan kemik dokusunu bir elbise gibi sürekli kaplarlar. Bu bilimsel gerçeği ise “kemiğe et giydirdik” sözüyle çok edebi bir üslupla muntazam olarak açıklanmıştır. (kaynak: https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2018/11/84-kemiklere-et-giydiriyoruz-ne-demektirmuminun-14/ | Sadler TW. Langman’s medical embryology: Lippincott Williams & Wilkins; 2015.

Webster S, De Wreede R. Embryology at a Glance: John Wiley & Sons; 2016. Sayfa 53)

³: "Ha'ligiyn=خالقين" kelimesi, yoktan var etmek anlamında kullanılmamıştır. Bu fiil normal yaratmak/tasarlamak manasında insana nispet edilebilir. Örneğin, Allah, İsa peygamberi muhatap alarak "...Benim iznimle yaratıyordun..." (Maide 110) derken bu Ayetteki (خلق) fiili kullanılmıştır. Yaratma eylemi peygambere nispet edilmiştir. Bir başka ayette, müşrikler muhatap alınarak "...siz bir ifk[iftira/yalan] yaratıyorsunuz..." (ankebut 17) denilmiş ve yine yaratma manasında olan (خلق) fiili yine Allah'tan başkasına nispet edilmiştir. Buradan anlaşıldığı üzere, ilgili Ayetteki "yaratma" manasında olan (خلق) fiili "tasarlama" manasında olup, tasarlama yeteneği olan herkese nispet edilebilir. Bu ayette Allah, tüm tasarımcıları kıyas ederek kendisinin "en" olduğunu belirtmiştir.
"yoktan var etme" anlamında olan (بدع) fiili sadece Allah'a nispet edilir, insana nispet edilemez.

15- Dahası, gerçekten siz, bundan sonra mutlaka öleceksiniz.

16- Dahası, gerçekten siz, kıyamet günü dirilirsiniz.

17- Doğrusu, üstünüzde yedi (birçok)¹ yörüngeler² yaratmıştık. Yaratılıştan bihaber değildik.

¹: "yedi" sayısı eski metinlerde genellikle "birçok" manasında kullanılır. Lokman 27. Ayette "...yedi deniz desteğe gelse..." derken, "yedi" sayısı çoluğa işaret etmek için kullanılmıştır. (Fahreddin Razi, lokman 27)

²: Yol, gök tabakası, yörünge, katman anlamlarına gelir. (zamahşeri:keşşaf, müfredat : طرق)

18- Gökten, bir kaderle [ölçüyle] bir su indirdik, ardından onu yerin içine yerleştirdik. Gerçekten biz, onu mutlaka gidermeye imkanı olanlarız.

19- Hurma ağacından ve üzümden cennetleri [bahçeleri] sizin için onunla [o suyla] inşaa ettik. Onların [cennetlerin] içinde sizin için pek çok meyve vardır. Siz onlardan yiyorsunuz.

20- Sina dağından çıkan, yağla ve yiyenler için bir katık olarak yetişen ağacı da [o suyla inşaa ettik]¹.

¹: "şeceratEn=شجرةً" kelimesi [mensup olması sebebiyle] önceki ayetteki "cenne'tin=جناتٍ" kelimesine atıftır. Bu sebeple bu şekilde meal edildi.

21- Gerçekten, sağmal hayvanlarda sizin için mutlaka bir ibret vardır. Onların karınlarında bulunandan size içiriyoruz. Sizin için onlarda pek çok faydalar vardır ve onlardan yiyorsunuz.

22- Onların üzerinde ve gemilerin üzerinde taşınırsınız.

23- Elbetteki Nuh'u kendi milletine göndermiştik. "Ey milletim! Sizin için kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah'a kulluk edin. Artık, sakınmıyor musunuz?" demişti.

24-25- Milletinden (olup) gerçeği örtmüş o seçkinler "Bu ancak size üstün gelmeyi isteyen sizin gibi bir beşerdir. Allah tercih etseydi mutlaka melekleri indirirdi. Öncü/önceki atalarımızdan bunu işitmedik." dediler. "O [başka bir şey] değil, ancak kendisinde bir cinnet [delilik] bulunan bir adamdır. Bir süreye kadar, onu gözetleyin."

26- [Nuh] "RAB'bim! Beni yalanlamaları sebebiyle bana yardım et." dedi

27-28- Ona [Nuh'a] "Gemiyi gözetimimizle[korumamız altında]¹ ve vahyimizle tasarla. Ardından Emrimiz gelince ve Tennur² şiddetlice kaynayınca, çift olan her iki sınıftan³ ve aileni onun [geminin] içine kat. Ancak, Ondan [ailenden] kendisine (o) söz, öne geçmiş olan kimseyi [katma]. Zulüm etmiş olanlar hakkında benimle muhatap olma, kesinlikle onlar, boğulucudur. Sen ve seninle birlikte olan kimse[ler], gemiye kurulduğunuz zaman, "Övgü, bizi zalimler milletinden kurtaran Allah'adır" de!" diye vahiy ettik.

¹: ayn=عين" bilinen göz organıdır. (ب) harfi cerr'i ile bu manada kullanılır. Mesela (فلان بعيني) yani "falanca, benimle gözümledir" denir, ki manası "onu koruyorum ve gözlüyorum" demektir. (müfredat : عين bakınız: وفلان بِعَيْنِي، أي: أحفظه وأراعيه)

²: Tennur= التنور" kelimesi, Süryanicede (ܬܢܘܪܐ) ve İbranicede (רוּר) "fırın" manasındadır (wictionary) üç dilde de ortak olarak "fırın" manasındadır. Ancak bu kelime ile fırının kasıt edilmediğini söyleyenlerin pek çok yorumu olmuştur. Örneğin, kamer 11-12. Ayet delil alınarak "yeryüzünün suyu" manasında olduğu söylenmiştir. (zad'ul mesir ve Fahreddin Razi ilgili Hud 40 tefsirinde hepsi mevcuttur)

Min kulli zevceyni=من كل زوجين" şeklinde izafe edilerek de okunmuştur. (Verş mushafı) ayette "çift olan her iki sınıftan" ifadesinde herhangi bir sınırlama yoktur. Bu çift sınıflara bitkiler de girebilir. Ancak başındaki "-den, - dan" manasını veren "min=من" harfi cerr'i tebiz [kısımlama] amaçlı kullanılmıştır. Yani "çift olan her iki sınıftan bir kısmını gemiye yükle" anlamındadır. Bu kısma da insanlar ve gemide taşınmaya müsait hayvanlar girebilir. Hepsi girmek zorunda değildir.

29- "RAB'bim! Sen, indirenlerin en hayırlısı iken, beni mübarek bir inişe indir." de.

30- Gerçekten, bunda mutlaka ayetler [işaretler] vardır. Gerçekten biz, sınayacılardık.

31- Dahası, onların ardından diğerlerinin neslini inşaa ettik.

32- Ardından kendilerinden bir Elçi'yi "sizin için, kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah'a kulluk edin. Artık, sakınmıyor musunuz?" diye kendi içlerine (aralarına) gönderdik.

33-34- [o Elçinin] milletinden (olup) gerçeği örten, Allah'ın karşılaşmasını (hesap gününü) yalanlamış ve dünya [ilk] hayatında kendisini zengin yapıp şımarttığımız o seçkinler "Bu, ancak sizin örneğinizde, sizin yediklerinizden yiyen, sizin içtiklerinizden içen bir beşerdir. Eğer, sizin örneğinizde bir beşere gönülden itaat ederseniz gerçekten siz, o an mutlaka kaybetmiş [olursunuz]" dediler.

35- "Size, öldüğünüzde, bir toprak ve kemik olduğunuzda, sizin kesinlikle çıkarılacak olduğunuzu mu vaat ediyor?"

36- "Ne kadar uzakta! ne kadar uzakta! vaat olunduğunuz [şey]!"

37- "Biz, [bu hayata] yönlendirilmiş/yeniden diriltilmiş değilken, öldüğümüz ve yaşadığımız (bu) Dünya hayatından başkası yoktur."

38- "O, ancak Allah'ın üzerinden bir yalanı uyduran bir kişidir. Hâlbuki biz, ona inananlar-güvenenler değiliz."

39- [o Elçi] "RAB'bim! Beni yalanlamaları sebebiyle bana yardım et" dedi.

40- [RAB'bi] "Az sonra, pişman olarak mutlaka sabahlayacaklar" dedi.

41- Derken o çığlık kendilerini hak ile [gereğince] yakaladı. Onları selin götürdüğü çer-çöp haline getirdik. Uzaklık[yıkım], zalimler halkına olsun!

42- Dahası, onların ardından diğerlerinin nesillerini inşaa ettik.

43- Hiçbir toplum, kendi süre sonunun önüne geçemez ve ertelemeyi de isteyemez.

44- Sonra, arka arkaya Elçilerimizi gönderdik. Her ne zaman bir topluluğa Elçileri geldiyse, [topluluğu] onu [kendilerine gelen Elçi'yi] yalanladılar. Onları birbirine taktık (birbirinin ardından helak ettik) ve onları hikayeler haline getirdik. Uzaklık [yıkım] inanmayan bir millet içindir!

45-46- Sonra, Musa'yı ve kardeşi Harun'u Ayetlerimiz[işaretlerimiz] ve apaçık bir yetki-delil ile, Firavun'a ve seçkinlerine gönderdik, onlar [Firavun ve adamları] büyüklük tasladılar ve ululanan bir millet oldular.

47- "Bizim örneğimizde iki beşere mi güveneceğiz? Hâlbuki O ikisinin [Musa'nın ve Harun'un] milleti bize kulluk ediyor." dediler.

48- İkisini [Musa'yı ve Harun'u] yalanladılar, ardından helak edilenlerden oldular.

49- Musa'ya, onların doğru yolu bulmaları beklendiği için elbette kitabı vermiştik.

50- Meryem oğlunu ve annesini birer ayet [işaret] yaptık. O ikisini, barınma [yerine] ve akar suya¹ sahip bir tepeye sığındırdık.

¹: (Zamahşeri:keşşaf)

51- Ey Elçiler!¹ temizlerden yeyin ve düzgün-iyi eylemlerde bulunun. Gerçekten ben eylemlerinizi bir devamlı bilenim.

¹: kur'an ve kur'an'ın mesajını ileten herkese Elçi denilir.

Bu Ayetteki muhatabın peygamberin ashabı olduğu söylenmiştir. (müfredat : رسل) onlar kur'an'ın mesajını ileten kişiler olduğu için "Elçi" olarak isimlendirilmiştir.

52- Gerçekten ben sizin RAB'biniz iken, bu bir tek topluluk olarak sizin topluluğunuzdur. O halde bana (karşı gelmekten) sakının.

53- Ardından işlerini, kendi aralarında kutsal kitaplar¹ haline ayırdılar. Her bir taraftar, kendi tarafında bulunanlara seviniyor.

¹: "zubur=زبور" kelimesi anlaşılması zor olan kutsal kitaplara verilen bir isimdir. (müfredat :زبر) bu ifade "dinlerini gruplara ayırdılar" veya "dinlerini kitaplara ayırdılar" veya "her biri bir kitap edindi." anlamındadır. (kurtubi, zamahşeri:keşşaf, müfredat:زبر)

54- Artık, onları bir süreye kadar kendi bataklıklarında [cehalet ve körlüklerinde]¹ bırak.

¹: "gamr=غمر" boğucu olan çok suya denilir. (lisanu-l Arap : غمر) sözlük anlamına kıyasla bu mana verildi. Bu kelime cehalet ve körlükten kinaye olarak kullanılmıştır. (zamahşeri:keşşaf)

55-56- Kendilerine, onunla maldan ve oğullardan destek vermemizi, kendileri için hayırlarda koşuşturmamız [olduğunu] mu sanıyorlar? Aksine, farkında değiller.

57-61- Gerçek şu ki, RAB'lerinin saygısından titreyenler, RAB'lerinin ayetlerine inananlar, RAB'lerine şirk koşmayanlar ve kalpleri kendilerinin RAB'lerine geri dönecek olmalarından dolayı ürpermiş bir haldeyken vereceklerini verenler, (evet!) işte onlar hayırlarda yarışıyorlar. Onlar onun için [hayırlar için] öne geçenlerdir.

62- Hiçbir cana kendi genişliğinden [gücünden] fazlası [sorumluluk] yüklemiyoruz. Tarafımızda gerçeği dile getiren bir kitap vardır. Onlar, zulme uğramazlar.

63- Aksine, kalpleri bundan [dolayı] bir bataklık içindedir. Onların, bundan beride kendisi için eylemde bulunmakta oldukları bir takım eylemler de vardır.

64- Sonunda onların zengin şımarıklarını yakaladığımız zaman, bir bakarsın ki onlar feryat ediyorlar.

65- "Bugün feryat etmeyin. Gerçekten siz, bizden [tarafımızdan] yardım olunmazsınız"

66-67- "Ayetlerim size okunup teşvik ediliyordu, ardından siz onlara [ayetlerime] büyüklük taslayanlar iken geceleyin sohbet halinde saçmalayarak gerisin geriye baş aşağı dönüyordunuz."

68- (o) Sözü[n sonucunu]¹ hiç düşünmediler mi? Yoksa, öncü-önceki atalarına hiç gelmeyen mi onlara  geldi?

¹: "tedbir=تدبير" işin sonucunu düşünmektir. (müfredat : دبر)

69- Yoksa, Elçilerini hiç tanımıyorlar da bundan dolayı mı onu (kur'an'ı) tanımıyorlar?

70 - Yoksa "Onda bir cinnet-delilik var" mı diyorlar? Hayır! Kendilerinin çoğu gerçeğe karşı isteksizken o, kendilerine gerçeği getirdi.

71- Şayet, 'Gerçek' onların hevalarına bağlı olsaydı, gökler, yer [tüm evren] ve onların içindeki kimseler, mutlaka bozulurdu. Aksine, kendilerine hatırlatmalarını (zikirlerini) getirdik. Artık, onlar hatırlatmalarından (zikirlerinden) vazgeçicidir.

72- Yoksa onlardan [küçük]¹ bir haraç mı istiyorsun?² RAB'bin rızık verenlerin en iyisi (hayırlısı) iken, onun [büyük] haracı daha hayırlıdır.

¹: "[küçük] haraç" olarak çevrilen kısımda "harcen=خرجا" denilirken, "[büyük] haraç" olarak çevrilen kısımda "harac=خراج" denilmiştir. Bu iki ifade arasındaki ince farka göre böyle çeviri yapıldı. (farkı öğrenmek için : keşşaf sahibi)

²: Elçi üzerinden, elçilik görevinde bulunarak İslamı duyuran tüm Müslümanlara yönelik bir ifadedir. Peygamberin haraç istemesi düşünülemez.

73- Gerçekten sen, onları sapasağlam bir doğru yola mutlaka davet ediyorsun.

74- Gerçek şu ki, ahirete [son hayata] inanmayanlar, doğru yoldan mutlaka ayrılanlardır.

75- Onlara rahmet etseydik ve zarar[türün]den kendilerinde olan ne varsa onu kaldırmış olsaydık taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın mutlaka inat etmeye devam ederlerdi.

76- Onları elbette azap ile yakalamıştık da RAB'leri için boyun eğmediler. Yalvarmıyorlar.

77- Sonunda şiddetli bir azap sahibi bir kapıyı kendilerinin üzerlerine açtığımız zaman, bir bakarsın ki onlar onun içinde kederlidir.

78- Size kulak, bakışlar ve gönüller inşaa eden O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

79- Yerde [dünyada] sizi eleyip ortaya çıkaran O'dur. Sadece ona doğru bir araya toplanırsınız.

80- Hayat veren ve öldüren O'dur. Gece ve gündüzün ihtilafı [birbirinin zıttına gelişi], onundur. Artık, akıl etmiyor musunuz?

81- "Hayır!" dediler. "[Bunlar], öncülerin-öncekilerin sözlerinin örneğidir"

82-83- "Öldüğümüz ve bir toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı? gerçekten biz mi yeniden diriltilmiş olacağız? Elbetteki bu [bahsettiğin olay] önceden bize ve atalarımıza da söz verilmişti. Bu, öncülerin-öncekilerin satırlarından[uydurmalarından] başkası değildir." dediler.

84- "Eğer, bilmekte idiyseniz (cevap verin) : yer [dünya] ve içinde bulunan kimseler, kimindir?" de.

85- "Allah'ındır" diyecekler. "Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?" de.

86- "Yedi(birçok) göğün RAB'binin ve Büyük Arş'ın [evrenin yönetiminin] RAB'bi kimdir?" de.

87- "Allah" diyecekler. "Artık, sakınmıyor musunuz?" de.

88- "Eğer, bilmekte idiyseniz (cevap verin) : kendisi koruyup kollayan (ama) kendisi ona [herhangi bir şeye] karşı korunup kollanmaya(ihtiyacı olmaya)n iken her şeyin sistemi elinde [kuvvetinde]¹ bulunan kimdir?" de.

¹: "yed=يد" kelimesi el manasında olup, "kuvvet," anlamında istiare edilir. Mesela (وقع يدي عدل) yani "adaletin iki eline düştü" denilir. "adaletin kuvvetine düştü" manasındadır. (müfredat : يد)

89- "Allah'ındır" diyecekler. "O halde, nasıl oluyor da sihirleniyor[aldatılıyor]sunuz?" de.

90- Aksine! Onlara gerçeği getirdik. Gerçekten onlar kesinlikle yalancılardır.

91-92- Allah, hiçbir çocuk edinmedi ve onunla birlikte hiçbir Tanrı olmadı¹. [olsaydı]² o zaman her bir Tanrı, kendi yarattığını mutlaka götürür ve mutlaka birbirlerine karşı üstün olurlardı. Gayb'ın [görünmeyenin] ve şehadet'in [açıkça görünenin] bileni olan Allah, onların yakıştırmasından münezzehtir, onların ortak saydıklarından yücedir.

¹: "ka'ne=كان" fiili, "idi, oldu" manasına gelir. Allah için kullanıldığı takdirde, "ezelden beridir böyledir" manasına gelir. (müfredat : كان)

²: "izen=إذا" yani "O zaman" ifadesi şartın cevabına gelir. Bu ifade, (ولو كان معه آلهة ) yani "şayet onunla birlikte Tanrılar olsaydı" şeklinde bir şart cümlesinin atıldığını [hazf edildiğini] gösteriyor. Çünkü ayetin öncesi, bu ifadeye yeterince işaret ediyor. (zamahşeri:keşşaf)

93-94- "RAB'bim! Eğer, onlara söz verilen [şeyleri] bana göstereceksen... RAB'bim! beni (bu) zalimler halkının içinde sayma!" de.

95- Gerçekten biz, onlara söz verdiğimiz [şeyleri] sana göstermeye mutlaka imkanı olanlarız.

96- Kötülüğü en güzeliyle def et. Onların yakıştırmalarını biz daha iyi biliyoruz.

97- "RAB'bim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığındım." de.

98- "Bana gelmelerinden sana sığındım RAB'bim!"

99-100- [yakıştırmaları¹], kendilerinden birine ölüm gelip, kendisi "RAB'bim! Beni geriye dönder! Belki Kendisini terk ettiğim düzgün eylemde bulunurum." diyene kadardır. Asla! Gerçekten o, [kendisinin dönme isteği] onun söyleyeceği bir kelimedir (sadece). Onların arkalarında, yeniden dirilecek oldukları güne kadar bir berzah [engel] vardır.

¹: "-e kadar" manasında olan "hatte=حتى" edatı, 96. Ayetteki "Onların yakıştırmaları" ifadesine bağlıdır. (zamahşeri:keşşaf)

101- Sur'un içine üflendiği zaman, o gün aralarında nesepler[soy bağları] yoktur ve soruşturmazlar.

102- Artık, kim[ler]'in tartıları ağır geldiyse, işte onlar başarılı olanların ta kendileridir.

103- Artık, kim[ler]'in tartıları hafif geldiyse, işte onlar cehennemde kalıcı olarak kendi canlarını kayba uğratanların ta kendileridir.

104- Onlar, onun [ateşin] içinde [yanmaktan] dişleri görünür¹ bir haldeyken, ateş onların yüzlerini kavurur.

¹: (Fahreddin Razi)

105- Ayetlerim size hiç okunup teşvik edilmekte değil miydi? ardından siz de onları hiç yalanlamakta [değil miydiniz?]

106- "RAB'bimiz! Talihsizliğimiz bize galip geldi, biz yolu kaybetmiş bir millet olduk." dediler.

107- "RAB'bimiz! Bizi ondan [ateşten] çıkar! Eğer, tekrar [yalanlamaya] dönersek, artık biz kesinlikle zalimleriz [demektir]"

108- [RAB'leri] "Yıkılın onun [ateşin] içine ve benimle konuşmayın!" dedi.

109-110-111- "Gerçek şu ki, kullarımızdan olan bir grup, "RAB'bimiz! İnandık, o halde bizi bağışla ve sen merhametlilerin en iyisi (hayırlısı) olarak bize merhamet et." diyordu. Siz, onları bir alay konusu ediniyordunuz. Öyle ki, hatırlatmamı (zikrimi) size unutturdular¹. Siz onlardan yana gülmekteydiniz. Gerçekten ben, bugün onlara sabır etmeleri sebebiyle ''Onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir" diye onlara karşılığını verdim."

¹: "alay konusu edinmeniz sebebiyle, artık size zikri bildirmez oldular." manasındadır.

112- " Yerde [dünyada] seneler sayısı bakımından ne kadar kaldınız?" dedi.

113- "Bir gün veya bir günün bir kısmı [kadar] kaldık. Artık sayanlara sor." dediler.

114- "Bilmiş olsaydınız, pek az [bir zaman] dışında kalmadınız" dedi.

115- "Sizi sadece boşuna-zevkine yarattığımızı ve bize dönmeyeceğinizi mi sandınız?"

116- Gerçeğin hükümdarı olan Allah, yücedir. Çok değerli olan arş'ın [yönetimin] RAB'bi olandan başka hiçbir Tanrı yoktur.

117- Kim, Allah ile beraber kendisinde herhangi bir sağlam delil bulunmayan başka bir Tanrıya dua ederse [bilsin ki] kesinlikle onun hesabı sadece RAB'binein katındadır. Gerçek o ki, kâfirler [gerçeği örtenler] başarılı olmazlar.

118- "RAB'bim! Bağışla ve sen merhametlilerin en iyisi (hayırlısı) olarak merhamet et" de.