26 Temmuz 2019 Cuma

9- Tevbe suresi (hubeyb Öndeş meali)

Tevbe

1- [Bu]¹ Ortak yapanlardan anlaşma yapmış olduklarınıza yönelik, Allah ve elçisin'den bir beri² oluştur.

¹: "beraetun= براءة" kelimesi hazf edilmiş bir müptedanın haberidir. Bu müpteda (هذه) zamiridir.

²: Anlaşması iptal edilen kişiler müşriklerin hepsi değildir sadece anlaşmayı bozan kişilerdir. Çünkü 4. Ayette ve 7. Ayette anlaşmayı bozmayan kişilerle anlaşmaya devam edilmesi emir ediliyor

Diğer müşriklerle anlaşmanın iptal edilme sebebi ise ilk olarak kendilerinin anlaşmayı bozmasıdır. Çünkü Enfal 55. Ayette peygambere anlaşmayı bozan kişilere karşı anlaşmayı atması gerektiği söylenmişti. Onlar anlaşmayı bozduğu zaman, bu ayet gereğince Allah da anlaşmayı atmıştır. Ayrıca 13. Ayette bu müşriklerin anlaşmayı bozduğu ve savaşı ilk defa başlatan kişilerin kendileri olduğu yazmaktadır.

İniş sebebi hakkında, peygamberin sefere çıkmasının ardından müşriklerin anlaşmayı bozduğu anlatılmaktadır (Fahreddin Razi) bazı bilgilere göre de, barış anlaşmasının bozulması üzerine bu ayetler gelmiştir (kurtubi) bu durum, yaptığımız açıklamayı doğruluyor.

2- "Artık yerde [bölgede] dört ay seyahat edin. Kendinizin, Allah'ı aciz bırakıcılar olmadığınızı ve Allah'ın, kâfirleri [gerçeği örten kimseleri] rezil edici olduğunu bilin"

3- Allah'ın (o) ortak yapanlardan beri oluşu ve elçisinin de [beri oluşu], en büyük hac gününde, Allah ve Elçisi'nden insanlara yönelik bir ilandır. Artık, [anlaşmayı bozmaktan yana] tevbe etmişseniz, bu sizin için daha iyidir (hayırlıdır) ; yüz çevirdiyseniz,  Allah'ı aciz bırakıcılar olmadığınızı bilin. Gerçeği örtmüş olanları can yakıcı bir azapla müjdele!

4- Ancak, ortak yapanlardan anlaşmış olduğunuz sonra size hiçbir şeyi hiç eksiltmemiş¹ ve size karşı herhangi biriyle hiç sırt sırta vermemiş [destek çıkmamış] olanlar [hükmün]²haricindedir. Anlaşmalarını müddetlerine kadar onlara tamamlayın. Kesinlikle Allah, korunup sakınanları sever.

¹: burası "nekada=نقض" fiili ile de okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf) bu durumda "Size [anlaşmadan] hiçbir şeyi bozmamış" anlamındadır.

²: buradaki istisna, 1. Ayetten veya önceki ayetten istisnadır (Fahreddin Razi, keşşaf sahibi) yani anlaşmayı bozmayan ve düşmana destek çıkmayan kişiler, bu ayetlerin kapsamından beridir. Haliyle 5. Ayetteki savaş emri, sadece anlaşmayı bozan müşrikleri kapsamaktadır.

5- Kutsal aylar sıyrılınca [bitince] [belirli]¹ müşrikleri [Allah'a ortak kabul edenleri] nereden bulursanız öldürün! Onları yakalayın, onları [kutsal ibadethaneden] engelleyin² ve onlar için her bir gözetleme yerine oturun. Artık, tevbe ederler,  yönelişi ayakta tutar ve zekâtı verirler ise, hemen [kutsal ibadethaneye gelen³] yollarını serbest bırakın. Kesinlikle Allah bir bağışlayandır, bir Rahimdir.

¹: buradaki "el müşrikiyn= المشركين" sözünün başındaki (ال) takısı, bunların belirli müşrikler olduğunu gösteriyor. Önceki ayette anlaşmaya sadık kalan ve düşmana destek çıkmayan kişilerin bu ayetlerin kapsamından muaf olduğu belirtilmesi, 13. Ayette müşriklerin savaşı başlatmış olduğunun belirtilmesi ve diğer ayetlerde sadece savunma amaçlı savaşa (bakara 190-194, Nisa 75) müsaade edilmesi, bu ayetteki müşriklerin sadece savaş açanları, düşmana destek çıkanları ve anlaşmayı bozanları kasıt ettiğini gösteriyor. Buna göre ayetin bu kısmı "...Savaş açan, düşmana destek çıkan ve anlaşmayı bozan o ortak yapanları bulduğunuz yerde infaz edin" manasındadır. Hatta bu ifadenin sadece savaş açanları kapsaması da mümkündür. Çünkü devamında bazı kişilerin tevbe hakkı olduğu söylenmiştir.

²: "hasr= حصر" kutsal mescit'ten engellemek manasındadır (müfredat : حصر) bu ifadenin kutsal mescit'ten engellemek manasında olduğunu ıbni Abbas da söylemiştir. (zamahşeri:keşşaf, Fahreddin Razi, beydavi) zaten 28. Ayette açıkça yasaklanmıştır. Bu ayet 28. Ayetle birbirini tefsir etmektedir.

Ayetin kasıt ettiği bu olmak zorundadır, aksi düşünülemez. Çünkü aksi takdirde dine zorlama olurdu. Bu da diğer ayetlerle çelişirdi. (bakara 256, yunus 99)
"Herhangi bir insanın belirli bir mekana gelmesini yasaklamak, dine zorlama sayılmaz mı?" sorusu akla gelebilir. Herhangi bir dinin ve ideolojinin kendisine özel ayırdığı bir yer olabilir. Bu yere de o dinden veya ideolojiden olmayan kimselerin gelmesini yasaklanması bir tür zorlama sayılmaz. Örneğin ateizm derneği "Ateist olmayanlar bu derneğe gelemez üye olamaz" diyebilir. Çünkü derneğin kuruluşu tamamen ateistler içindir. Sonuçta kimse inançlılara "Bu derneğe gelmek zorundasınız. Gelmezseniz size savaş açarız" demiyor. Aynı şekilde kur'an da "kabeye gelmek zorundasınız. Gelmezseniz size savaş açarız." dememektedir. Bu durumda herhangi bir zorlamadan bahsedilemez.

³: önceki ifadeni kutsal mescit'e girmelerini engellediği için buradaki serbest bırakma, kutsal mescit'e gelen yollarını serbest bırakma manasındadır. Ibni Abbas da böyle tefsir etmiştir. (zamahşeri:keşşaf)

6- Eğer, [belirli]¹ müşriklerden birisi senden yakınlık [güvence] isterse, Allah'ın kelamını duyuncaya kadar hemen ona yakınlık [güvence] sağla. Sonra onu güvenli bir yere ulaştır². İşte bu, onların bilmeyen bir halk olmalarından dolayıdır.

¹: buradaki belirli olan müşrikler [ortak yapanlar], tevbe 5. Ayetteki müşrikler ise, içlerinde savaş Açmayan ve sığınmak isteyen kişilerdir. Buna göre tevbe 5. Ayet savaş açan müşrikleri kapsamaktadır. Eğer bu müşrikler 4. Ayetteki bahsedilen müşrikler ise, yine 5. Ayet savaş açanları ve anlaşmayı bozanları kapsar.

²: "müslüman olmazsa, güvenli bir yere ulaştır" manasındadır (kadı beydavi)
Hatta müşriklerden bir kişi hz. Ali'ye gelerek "Bizden herhangi bir kimse bu dört ayın bitişinden sonra Muhammed'in yanına gelip de Allah'ın kelamını işitmek isterse veya bir ihtiyâcı dolayısıyla gelirse öldürülür mü?" diye sorunca hz. Ali ''hayır," diyerek tevbe 6. Ayeti okumuştur. (kurtubi, İrşad Ebu-s su'd, zamahşeri:keşşaf, Fahreddin Razi) bütün bu açıklamalar, 5. Ayetin savaş açanlara yönelik olduğunu ispatlıyor. Bu ayet, islamın barış dini olduğunu ifade eden ayetlerden biridir.

7- [Müşriklerden] kutsal ibadethanenin (Mescidi haramın) yanında karşılıklı anlaşma sağladığınız kimseler, [anlaşmada] size sadık oldukları kadar, siz de onlara sadık olun. [bu kimseler bir yana diğer] müşriklerin [Allah'a ortak kabul edenlerin] Allah katında ve elçisinin katında herhangi bir anlaşması nasıl olabilir?

8- Nasıl? Eğer size karşı üstün olurlarsa, sizin hakkınızda ne bir feryat¹ gözetirler, ne de bir zimmet [anlaşma yapılmış kimse]... Ağızlarıyla[yalanlarıyla]² sizi ikna ediyorlar; kalpleri şiddetle karşı çıkıyor! Çoğunluğu hadlerini aşanlardır.

¹: "Feryat" anlamındadır (Zamahşeri:keşşaf). "anlaşma, akrabalık bağı," manasında olduğu ve İbranice "Tanrı" manasında olduğu söylenmiştir. (kurtubi, zamahşeri:keşşaf, kadı beydavi, müfredat : الا)

²: bu ifade kur'an'da genel olarak yalana işaret etmek amacıyla kullanılır (müfredat : فوه)

9- Allah'ın ayetlerini [mucizelerini] az bir bedel olarak sattılar böylece onun [Allah'ın] yolundan engellediler. Gerçekten, onların bulunmakta oldukları eylemleri ne kötüdür!

10 - Herhangi bir inançlı hakkında ne bir feryat gözetirler, ne de bir zimmet [anlaşma yapılmış kimse]. İşte onlar, haksızlık edenlerin ta kendisidir

11 - Eğer, tevbe ederler, yönelişi ayakta tutar ve zekâtı verirler ise, artık dinde kardeşlerinizdir. Ayetleri [mucizeleri] bilen bir halk için açıklıyoruz.

12- Eğer, kendilerinin anlaşmalarından sonra kendi yeminlerini bozarlarsa ve dininiz konusunda olay çıkarırlarsa, küfrün [gerçeği örtmenin] liderleriyle savaşın. Gerçekten onlara ait yeminler yoktur. Son vermeleri beklenir.

13- [Savaşı] size karşı ilk defasında kendileri başlatmış olduğu halde, yeminlerini bozmuş ve elçiyi çıkarmaya [sürgün etmeye] kalkışmış bir milletle savaşmıyor musunuz? Onlardan çekiniyor musunuz? O halde [bilin ki] inançlı idiyseniz Allah'ın kendisinden çekinmeniz daha haktır.

14-15- Onlarla [Savaşı ilk başlatan, yeminlerini bozan ve elçi'yi çıkarmaya kalkışmış kişilerle¹] savaşın da Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, inançlı bir milletin göğsüne şifa versin ve [inançlıların] kalplerinin şiddetli öfkesini gidersin. Allah kimi tercih ediyorsa onun tevbesini kabul ediyor. Allah, devamlı bir bilendir, bir hakim/hikmetlidir.

¹: "Hum=هم" yani "onlar" zamiri önceki ayetteki kişilere işaret etmektedir. Yani "onlar" dediği, savaşı ilk defa başlatan kişilerdir.

16- Yoksa, bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, sizden cihad [çaba sarf] eden ve Allah'tan, elçisin'den ve İnançlılardan beride hiç sırdaş edinmemiş olanları henüz bilmedi. Allah, eylemlerinizden bir devamlı haberdardır.

17- Müşriklerin, kendi benliklerine karşı kendi küfürlerine [gerçeği örtmelerine] şahitler iken, Allah'ın ibadethanelerini onarmaları [doğru] olmaz. İşte eylemleri boşa çıkanlar onlardır. Onlar ateşte kalıcıdırlar.

18- Allah'ın ibadethanelerini sadece Allah'a ve ahiret [son] gününe inanmış, yönelişi (namazı) ayakta tutmuş, zekâtı vermiş ve ancak Allah'tan çekinmiş kimseler onarır. Artık, işte bunların doğru yolu bulucular olması umulur.

19- Hacılara su taşınmasını ve kutsal ibadethanenin (Mescidi haramın) onarılması görevini, Allah'a ve ahiret [son] gününe inanan ve Allah'ın yolunda çaba sarf eden kimsenin [eylemi] gibi mi saydınız? Allah'ın katında eşit olmazlar. Allah, zalimler milletine doğru yolu göstermez.

20 - İnanmış, hicret etmiş, Allah'ın yolunda malları ve canları ile Cihad [çaba sarf] etmiş olanlar Allah'ın katında derece bakımından daha büyüktür. İşte onlar kazananların ta kendileridir.

21-22- Efendileri onları kendisinden bir rahmetle; bir rıdvanla[çokça razı oluşla] ve kendileri için içinde devamlı¹ nimetler bulunan cennetlerle müjdeliyor. Onların [cennetleri] içinde ebedi olarak kalıcıdırlar. Gerçekten Allah.. büyük bir ödül kendisinin katındadır.

¹: "ikame = إقامة" kelimesinin "süreklilik" manasında olduğunun ispatıdır.

23- Ey inanmış olanlar! Eğer, küfrü [gerçeği örtmeyi] inanca karşı daha çok seviyorlarsa [tercih ediyorlarsa] atalarınızı ve kardeşlerinizi veliler [rehberler¹] edinmeyin. Sizden kim onları veli yaparsa, artık onlar zalimlerin ta kendisidir.

¹: veli kelimesinin "dost" manasında olmadığını ve "rehber" manasında olduğuna dair delilleri görmek için Maide 51. Ayetin dipnotuna bakınız.

Veli edinmemek, onları düşman kabul etmek manasında değildir. Çünkü lokman 15. Ayette Allah, şirk konusunda anne ve babaya itaat etmemeyi ama bununla birlikte dünyada onlarla güzel biçimde yakınlığı korumayı emir etmektedir.

Haricen enam 151.ayette - inanç farkı gözetmeden - Tevhidden sonra en önemli emrin anneye babaya iyilik olduğu söylenmiştir.

24- "Eğer atalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretleriniz, kazandığınız mallarınız, durgunluğundan çekindiğiniz ticaretiniz ve razı olduğunuz yurtlarınız, size Allah'tan, elçisin'den ve onun [Allah'ın] yolunda çaba sarf etmekten daha sevgili geldiyse, Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin. Allah haddini aşanlar milletine yol göstermez.

25- Elbetteki Allah pek çok vatanda ve huneyn gününde size yardım etmişti. O vakit çokluğunuz hoşunuza gitmişti de, hiçbir açıdan size yeterli gelmemişti. Yer [dünya] genişliğiyle size dar gelmişti sonra kaçarak yüz çevirdiniz.

26- Sonra Allah, elçisi'ne ve inançlılara huzurunu indirdi. Hiç görmediğiniz askerleri indirdi ve gerçeği örtmüş olanlara azap etti. İşte bu kafirlerin [gerçeği örtenlerin] karşılığıdır.

27- Dahası Allah, bundan[bu olaydan] sonra kimi tercih ediyorsa onun tevbesini kabul ediyor. Allah çok bağışlayandır, bir rahimdir.

28- Ey inanmış olanlar! [belirli] Müşrikler [ortak yapanlar] sadece [manevi açıdan]¹ kirlidir. Bundan dolayı, bu yıllarından sonra kutsal ibadethaneye (mescidi harama) yaklaşmasınlar². Eğer, bir fakirleşmeden korkmuşsanız, [bilin ki] -Allah tercih etmişse- kendi ikramından sizi zengin edecektir [yeterli gelecektir]. Kesinlikle Allah bir devamlı bilendir, bir hakimdir/hikmetlidir.

¹: müşriklere "kirli" denilmesi onların kötü eylemlerinden dolayıdır. Çünkü 1-14 ayetlerinde kendilerinin anlaşmayı bozduğu, güç ellerinde olsa Müslümanların kendilerine davrandığı kadar insaflı davranmayacak oldukları, Elçiyi çıkarmaya kalkışmış oldukları ve savaşı ilk defa başlatan kişilerin kendileri olduğu söylenmiştir. Bu eylemlerinden dolayı, Allah onları "kirli" olarak değerlendiriyor.

Kirlilik, onların şirk inançlarından dolayı da olabilir.

²: Tevbe 5. Ayette "Onları [kutsal mescit'ten] engelleyin..." ifadesi bu ayetle bağlantılıdır.

29- Kendilerine kitap verilmişlerden olup¹ Allah'a ve ahiret [son] gününe inanmayan, Allah'ın ve elçisinin haram ettiğini haram etmeyen, hakkın dinini din edinmeyenlere karşı kendileri zillet halinde olarak o cezayı² elden [gönüllü olarak]³ verene kadar savaşın.

¹: Ayetin bu kısmı, hükmün, 'kendilerine kitap verilmiş kimseler[Yahudi ve Hristiyanlar]' ile sınırlı olduğunu gösteriyor. Yani herkes için geçerli değildir. Ancak uygulamada, müslüman olmayan herkes için uygulanmıştır.

 Ankebut 46. Ayette şöyle denir "kitap halkıyla ancak en güzel şekilde mücadele edin. Onlardan zulüm etmiş kimseler hariç" Zulüm etmeyen kimselerle en güzel şekilde mücadele edeceksek, ki bu mücadele Fussilet 34. Ayette "İyilik ve kötülük eşit değildir. Onu [kötülüğü] en güzeliyle def et. Bakarsın ki seninle kendisinin arasında bir düşmanlık olan kimse, sanki çok sıcak bir veli [olmuştur]" şeklinde anlatılmaktadır, zulüm eden kimseler ile bu ayette (Tevbe 29) anlatıldığı şekilde mücadele etmek emir edilmiştir. Hac 39. Ayette, zulme uğramış kimselere savaşma izini verildiğine göre bu Ayette (Tevbe 29) kendileriyle savaşılması emir edilen kişiler de müslümanlara zulüm eden kişilerdir.

²: "cizye =الجزية" genelde "müslüman olmayan kişilerin, islam ülkesinde kendilerinin can, mal ve inanç güvenliklerinin sağlanması şartıyla ödeyecekleri bedel olarak bilinir. Ancak ayette, 'kendilerine kitap verilmiş kimseler' ile sınırlaması, bu uygulamanın bu ayetle bağlantılı olmadığını gösteriyor. "peygamberin uygulaması bu şekildedir" mantığıyla bu ayetin cizye ile ilgili olduğu kabul edilmiş ve üstte açıklandığı şekilde uygulanmıştır.

Günümüzde Bu cezanın, savaş tazminatı olduğu da söylenmiştir. Çünkü dil açısından "cizye" kelimesi "ceza [karşılık]" kökünden gelir. Buna göre savaş açan kişilerin, savaş açtıkları için verdikleri zarardan dolayı savaş tazminatı ödemesi gerekir.

Bunun Muhammed 4. Ayette anlatılan esirlerin, vereceği "karşılık (fidye)" olduğu da söylenmiştir. Ancak bu yorum, günümüzde yapılan bir yorum olup geçmişte yapıldığına dair bir bilgi mevcut değildir.

³: "kendilerine sağlanan bu nimet sayesinde, gönüllü olarak içten gelerek bu karşılığı vermeleri" manasındadır (müfredat : يد)

30- (o) Yahudiler "Üzeyir, Allah'ın oğludur" dedi¹. Hristiyanlar "Mesih, Allah'ın oğludur" dedi. İşte bunlar, onların ağızlarıyla [uydurdukları²] sözleridir. Kendi [sözlerini]³, daha önceden gerçeği örtmüş olanların sözüne benzetiyorlar. Allah ile savaşmaya çalıştılar⁴. Nasıl da [Gerçeklerden yalanlara] ters çevriliyorlar?

¹: Tevratta, Üzeyirin Allah'ın olduğuna dair bir ayet yoktur. Ancak peygamberin zamanında bir takım Yahudilerin "Sen kıblemizi terk etmiş ve Üzeyirin Allah'ın oğlu olmadığını iddia etmişken, biz nasıl sana uyalım?" dediği söylenmiştir. (zad'ul mesir) Eğer, böyle bir iddiada bulunan yahudiler olmasaydı, mutlaka karşı çıkanlar olurdu. (اليهود) isminin başındaki (ال) takısı belirli olan kişileri kasıt etmek için kullanılmıştır. Yani belirli yahudiler böyle bir iddiada bulunmuştur.

²: "ağızları" sözü, kur'an'da genel olarak yalana işaret etmek amacıyla kullanılır (müfredat : فوه)

³: muzaf hazf edilmiştir, muzafun ileyh onun yerine geçmiştir. Cümle aslen (يضاهى قولهم) şeklindedir (keşşaf sahibi, kadı beydavi)

⁴: "ka'tele= قاتل" sözü, mufaale (karşılık yapılan eylem) babından bir fiildir. Bunun beddua manasında olduğu söylenmiştir ancak doğrusu bu kelimenin "Allah ile karşılık savaşacak hale geldiler" manasında olmasıdır (müfredat : قتل) tıpkı bakara 278. Ayette "...Allah ve Elçisi tarafından bir harp içinde bulunuyorsunuz..." ifadesine benzer. Maide 33. Ayette "Allah ve Elçisi ile harp etmeye çalışan" ifadesi de buna örnektir.

31- Din adamlarını ve Rahiplerini, Allah'tan beride RAB'ler edindiler¹. Meryemin oğlu Mesih'i de [Rab edindiler]. Kendileri ancak bir tek Tanrıya kulluk etmekle emir olundu. Ondan [o tek Tanrıdan] başka hiçbir Tanrı yoktur. Onların ortak yaptıklarından yücedir.

32- Ağızlarıyla [yalanlarıyla] Allah'ın aydınlığını [İslamiyeti] söndürmeyi istiyorlar. Allah, kendi aydınlığını (nurunu) tamamlamaktan başkasına şiddetle karşı çıkıyor.¹ Kâfirler hoşlanmasa bile...

33- O, müşrikler hoşlanmasa bile elçisini doğru yol rehberi (hidayet) ve hakkın diniyle ona dinin tamamını öğretmek¹ için gönderendir.

¹: "zahera ale=ظهر على" ifadesi "Onu öğrendi" anlamına gelir. İf'al formundan "ezhare ale=أظهر على" ifadesi ise "Ona öğretti" anlamına gelir. Bunun delili ise kur'an'da bu ifadenin kullanımıdır. Örneğin tahrim 3 "Allah ona (Nebi'ye) onu öğretti [وَاَظْهَرَهُ اللّٰهُ عَلَيْهِ]" kehf 20 "Eğer sizi öğrenirlerse [ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ]"

Genellikle "Galip getirmek" manasında anlaşılmış ve "ed-din=الدين" kelimesi Cins adı kabul edilerek "Dinler" anlamı verilmiştir. Bu durumda "Kendi dinini diğer dinlere üstün getirmek için" anlamı verilmiştir.

34- Ey inanmış olanlar! Gerçekten din adamlarından ve rahiplerden çoğunluğu, insanların mallarını mutlaka batıl olarak [haksız yollarla] yiyorlar ve Allah'ın yolundan çeviriyorlar. Altını ve gümüşü biriktirip saklayıp da Allah'ın yolunda onları [biriktirdiklerini] harcanmayanlara [gelince] onları can yakıcı bir azapla müjdele!


35- Onların [biriktirip sakladıklarının] üzeri cehennemin ateşinde kızdırılıp, bunlarla alınları, yanları ve sırtlarının dağlanacağı gün [azaba uğrarlar]¹ "Bu, kendi canınız için biriktirip sakladıklarınızdır. O halde Tadın biriktirip saklamakta olduğunuz (şeyleri) tadın!" [denilir]²

¹: "Gün" [يوم] kelimesi takdiri bir "azaba uğrarlar" fiilinin zarfıdır. (Halebi:duru-l mes'un)

²: hazf edilmiştir.

36- Gerçekten Allah'ın katında ayların sayısı, gökleri ve yeri [tüm evreni] yarattığı günde Allah'ın kitabındaki ay¹ olarak on ikidir. Onlardan dördü kutsaldır (haramdır). İşte bu, en doğru dindir. O halde onların [o ayların] içinde, kendi benliğinize/birbirinize zulüm etmeyin. [Müşriklerin] size topyekun bir halde saldırması gibi, siz de müşriklerle topyekun bir halde savaşın. Allah'ın korunup sakınanlarla birlikte olduğunu bilin.

¹: "şehran=شهرا" kelimesinin devamındaki ifadeler kendisinin sıfatı olması da mümkündür. (Halebi:duru-l mes'un) çeviri buna göre yapıldı.

37- [Kutsal ay'ı]¹ ertelemek, sadece 'küfürde [gerçeği örtmekte] bir artma'dır. Gerçeği örtmüş olanlar, Allah'ın haram ettiğinin sayısını denk getirip böylece Allah'ın haram ettiğini helal etmeleri için, onu [ertelemeyi] bir yıl olarak helal; onu [ertelemeyi] bir yıl olarak da haram sayarlarken, onunla [ertelemeyle] saptırılırlar. Kendi eylemlerinin kötüsü kendilerine süslendi. Allah, kafirler [gerçeği örtenler] milletine yol göstermez.

¹: "nesi=نسء" kelimesi, kutsal Ay'ı erteleme manasında kullanılır (müfredat : نسأ) önceki ayette ve tevbe 1-5 ayetlerinde yazdığı üzere, Kutsal Aylarda savaşmak yasaktır. Bazıları savaşmak için kutsal ay'ı erteliyordu. (Fahreddin Razi, kurtubi) ayet bunu yasaklamaktadır.

38- Ey inanmış olanlar! Size ne var ki, size "Allah'ın yolunda nefer [seferber] olun¹" denildiği zaman, yere ağır oldunuz [saplanıp kaldınız]? Ahirete [son hayata] karşılık dünyaya mı [ilk hayata mı] razı oldunuz? O halde [bilin ki] dünya hayatının faydası, ahirette[son hayatta] ancak pek azdır.

¹:"Allah yolunda" ifadesiyle kasıt edilen her ifade, kur'an'ın onay verdiği ve emir ettiği şeyleri kapsar. Kur'an'ın onay verdiği savaş, sadece savunma, koruma, zalim insanlara karşı mücadele, baskıyı yok etmek maksadıyla yapılan savaştır. (Bakara 190-195, Nisa 75, Haç 39) bunların dışında hiçbir şekilde savaşa müsaade yoktur. Savaş açanlar barış istiyorsa, bu durumda Barışı emir eder (Enfal 61,) savaş açmadığı sürece, müslüman olmayan kişilere dahi iyilik etmeye müsaade edilir. (Mumtehine 8,) bazılarının sandığının aksine; bu tarz ayetler durduk yere savaşmayı emir etmiyor

39- Eğer, seferber olmazsanız, Allah, her şeye imkanı olan iken size can yakıcı bir azap olarak azap eder, hariciniz bir halkı [sizinle] değiştirir ve hiçbir açıdan ona zarar veremezsiniz.

40- Eğer ona [elçi'y] yardım etmezseniz [bilin ki] gerçeği örtmüş olanlar onu çıkardığı vakit [Elçi] ikinin ikincisi iken, Allah ona yardım etmişti. O vakit o ikisi mağarada idi. O vakit [Elçi], dostuna "Üzülme, kesinlikle Allah beraberimizdedir." diyordu. Ardından Allah ona huzurunu indirdi, hiç görmediğiniz askerlerle onu güçlendirdi ve gerçeği örtmüş olanların kelimesini en aşağı yaptı. Hâlbuki Allah'ın kelimesi en yücedir. Allah, devamlı üstündür, hakimdir/hikmetlidir.

41- Hafif olarak¹ ve ağır olarak nefer [seferber] olun. Mallarınız ve canlarınız ile Allah'ın yolunda Cihad [çaba sarf] edin². İşte bu, -eğer bilmekte iseniz-, sizin için daha iyidir (hayırlıdır).

¹: bu ifadeler "hafif teçhizatlı ve ağır teçhizatlı", "güçlü ve zayıf", "gönüllü ve gönülsüz (her koşulda)", "zengin ve fakir" gibi pek çok şekilde yorumlamaya uygundur. (zad'ul mesir)

¹: "Cihad =جهاد" kelimesi "müdafaa'da[savunmada] düşmana karşı bütün gücünü harcamak" manasındadır (müfredat : جهد) ancak kelimenin kullanımından anlaşıldığı üzere Cihad savunma savaşıyla sınırlı olmayıp, her türlü çabayı kapsayan bir kelimedir. Örneğin zekat vermek, dini anlatmak, İnsanın nefsine karşı mücadele etmesi de "Cihad" olarak değerlendirilmiştir. Elçiye isnat edilen bir hadiste "Düşmanlarınızla Cihad ettiğiniz gibi arzularınızla Cihad edin" yazmaktadır. İsnat edilen bir başka hadiste "Elleriniz ve diliniz ile kafirlere karşı Cihad edin" yazmaktadır. (müfredat: جهد) bütün bunlar, verdiğimiz manayı doğruluyor.

42- Şayet, çok yakın bir geçici fayda ve orta yollu bir sefer olsaydı mutlaka sana uyarlardı; fakat, meşakkat[zor yolculuk] onlara uzak geldi. Allah, onların kesinlikle yalancılar olduğunu biliyorken, kendi benliklerini helak ederek "Şayet gücümüz yetseydi, mutlaka ve mutlaka sizinle beraber çıkardık." [diye] Allah'a ant edecekler.

43- Allah seni Affetti¹. Doğru kimseler sana açıkça belli olana ve sen yalancıları bilinceye kadar (beklemeden) niçin onlara izin verdin?

¹: sözün sahibi Allah olduğu için, bu ifade "affetsin" şeklinde dua olarak meal edilemez. Sözün sahibi Allah'tır ancak iltifat gereğince kendisini üçüncü şahıs olarak anlatmıştır.

44- Allah'a ve ahiret [son] gününe inananlar malları ve canları ile çaba sarf etmekte [Cihad konusunda]¹ senden izin istemezler. Allah, korunup sakınanları devamlı bilendir.

¹: "konu Cihad olduğu zaman sana sorma ihtiyacı bile hissetmez, üzerlerine düşeni yaparlar" manasındadır.

45- Sadece, Allah'a ve ahiret [son] gününe inanmayan ve kalpleri şüpheye kapılmış böylece kendileri de şüpheleri içinde gidip gelenler senden [Cihad konusunda] izin isterler.

46- Şayet (cihada) çıkmayı isteselerdi mutlaka onun için bir hazırlıkta bulunurlardı; fakat Allah onların gidişatından hoşlanmadı da onları meşgul etti. "oturanlarla beraber oturun" denildi.

47- Şayet, sizin içinizde[aranızda] (cihada) çıksalardı sizde ancak bir problemi artırırlardı. İçinizde, onlara kulak verenler varken, size fitne [sıkıntı] isteyerek aranızda (problem) koştururlardı. Allah, zalimleri devamlı bilendir.

48- Elbetteki önceden onlar hoşlanmıyor oldukları halde hak gelinceye ve Allah'ın işi açığa çıkıncaya kadar (o) Fitneyi aramışlardı ve sana işler çevirmişlerdi.

49- Onlardan "Bana izin ver ve fitneleme[belaya çekme]¹" diyen kimseler vardır. Dikkat! Onlar fitnenin [belanın] içine düştü. Kesinlikle cehennem, kâfirleri [gerçeği örten kimseleri] mutlaka  bir kuşatandır.

¹: "Beni istemediğim bir şeye zorlama, sonra sana baş kaldırır ve günahkar olurum" diyen Münafıkları anlatıyor. (zad'ul mesir)

50- Sana bir iyilik isabet etse, onlar [ikiyüzlüler] üzülür; sana bir felaket isabet ederse, "Biz önceden işimizi (tedbirimizi) almıştık" derler ve mutlu bir halde yüz çevirirler.

51- "Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla isabet etmez. O bizim mevlamızdır." de. Artık inançlılar sadece Allah'a güvenip dayansın (tevekkül etsin).

52- "Biz size Allah'ın kendi katından veya bizim ellerimizden bir azabı isabet ettirmesini gözetlerken, siz bize iki iyilikten biri dışında [bir şey] gözetleyemezsiniz¹. Artık gözetleyin, kesinlikle biz sizinle birlikte gözetleyenleriz." de.

¹:soru edatı olan (هل) burada (ما) anlamındadır. Devamında (إلا) edatı bunu gösteriyor.

53- "isteyerek veya istemeyerek harcama (infak) yapın (fark etmez!), sizden [infak] asla kabul edilmeyecek! Kesinlikle siz, hadlerini aşan bir millet oldunuz." de.

54- Harcamalarının kendilerinden kabul edilmesinden kendilerini engelleyen ancak Allah'ı[n varlığı] ve elçisini[n doğru olduğu] gerçeğini örtüp göz ardı etmeleri, yönelişe (namaza) ancak tembel bir halde gelmeleri ve ancak istemeyerek harcama (infak) yapıyor olmalarıdır.

55- O halde malları ve çocukları sana hoş gelmesin. Allah, bunlarla [malları ve çocukları ile] Sadece, onlara dünya [ilk] hayatının içinde azap etmeyi ve kendileri kâfirler [gerçeği örtenler] iken canlıların üzüntülü bir şekilde çıkmasını istiyor.

56- Kendilerinin mutlaka ama mutlaka sizden olduklarına [dai] Allah'a ant içiyorlar. Halbuki sizden değiller; fakat onlar çok korkan bir millettir.

57- Şayet, bir sığınma mekanı veya kaçacak yerler¹ veya bir delik bulsalardı koşa koşa oraya dönerlerdi.

¹' (Zamahşeri:keşşaf)

58- Onlardan, sadakalar hakkında seni ayıplayan kimseler vardır. Eğer onlardan [Sadakalardan] kendilerine verilirse razı olurlar; eğer onlardan [Sadakalardan] kendilerine hiç verilmezse bir bakarsın ki kızarlar.

59- Allah ve Elçisi kendilerine ne verdiyse ona razı olup "Allah bize yeter. Allah, kendi ikramından bize verecektir. Elçisi de öyle. Kesinlikle biz sadece Allah'a rağbet edenleriz." deselerdi…

60- Sadakalar Allah'tan bir farz olarak sadece fakirlerin, yoksulların, onun üzerine çalışanların[zekat görevlilerinin], kalpleri kaynaştırılacak kimselerin, boyunduruktakilerin[kölelikten kurtarılacakların]², borçluların, Allah'ın yolunun ve yolda kalanların hakkıdır. Allah devamlı bilendir, hakimdir/hikmetlidir.

²: özgürlük isteyen kölenin özgür bırakılması için Efendisine verilen para veya esir kimselerin bırakılması için verilen para veya doğrudan köleyi hürriyetine kavuşturmak için verilen para manasındadır. (müfredat : رقب, kurtubi, beydavi)

61- Onlardan, nebi'ye eziyet eden ve "o bir kulaktır[çok dinler ve sözü çok dinlenir]¹" diyenler vardır. "[O] Allah'a inanan, inançlılara güvenen² olarak sizin için bir hayrın kulağıdır. Sizden, inanmış olanlar için bir rahmettir." de. Allah'ın elçisi'ne eziyet edenler (evet!) onlara can yakıcı bir azap vardır.

¹: çok dinleyen ve sözü çok dinlenen manasındadır (müfredat : اذن) söyleyeni dinleyen ve hemen kabul eden manasında olduğu da söylenmiştir (kurtubi) bir nevi Münafıklar, peygamberin her teklifi kabul edeceğini iddia ediyorlar. Ancak devamında "hayrın kulağıdır" denilerek, sadece hayırlı şeyleri dinleyip kabul edeceği söyleniyor.

²: "iman =ايمان" kelimesi, Allah için kullanıldığında (ب) harfi cerr'i ile; inananlar için kullanıldığında (ل) harfi cerr'i ile kullanılmıştır. İnananlara karşı "güvenmek, tasdik etmek, dediklerine inanmak" manasındadır. Mesela Yusuf 17. Ayette, Yusuf'un kardeşleri, babalarına "sen bize inanacak/dediklerimizi tasdik edecek/bize güvenecek değilsin" manasında (ل) harfi cerr'i ile (و ما أنت بمؤمن لنا) demişlerdir.

62- sizi razı etmek için, Allah'a sizin için yemin ediyorlar. Hâlbuki -inançlı olsalardı- Allah ve elçisi onların razı etmelerine daha layıktır (haktır).

63- [Şunu] hiç bilmediler mi; kim Allah ve Elçisi ile sınırlaşırsa, kendisine kesinlikle içinde kalıcı olduğu cehennem ateşi vardır. İşte bu, büyük rezilliktir

64- Münafıklar [ikiyüzlüler] kalplerinde bulunanları haber veren bir surenin kendilerine [kısım kısım] ineceğinden çekiniyorlar. "Maskara edinmeye çalışın (bakalım!) Kesinlikle Allah, dikkat ettiğinizi (korktuğunuz şeyi) [ortaya] çıkarıcıdır" de.

65-66- Sorsan onlara mutlaka "Biz sadece dalmıştık ve eğleniyorduk." derler. "Allah ile, ayetleri [mucizeleri] ile ve elçisi ile mi alay ediyordunuz? Özür dilemeyin. inancınızın ardından gerçeği örtmüş oldunuz." de. Sizden bir takımı affetsek, (başka) bir takıma, suçlu olduklarından dolayı azap ederiz.

67- Münafık [ikiyüzlü] erkekler ve münafık [ikiyüzlü] kadınlar tanınmayanı [kötülüğü] emir ediyor; tanınanı [iyiliği] yasaklıyor ve ellerini kapatıyorlar [cimrilik yapıyorlar]  iken birbirlerindendirler. Allah'ı unuttular, [Allah da] onları unuttu [umursamadı]. Kesinlikle Münafıklar, hadlerini aşanların ta kendileridir.

68- Allah, münafık [ikiyüzlü] erkeklere, münafık [ikiyüzlü] kadınlara ve kafirlere içinde kalıcı oldukları cehennem ateşini söz verdi. O [cehennem] onlara yeter, Allah onları lanetledi [rahmetinden engelledi] ve onlar için sürekli bir azap vardır.

69- Sizden öncekilere [söz verdiği] gibi. Onlar kuvvet olarak sizden daha güçlü; mallar ve çocuklar bakımından çoktu, kendi paylarından faydalanmak istediler. Sizden öncekilerin, kendi paylarından faydalanmak istediği gibi, siz de kendi paylarınızdan faydalanmak istediniz. (yalanlamaya ve boş şeylere) dalmış olanlar gibi (yalanlamaya ve boş şeylere) daldınız. İşte onların eylemleri dünyada [ilk hayatta] ve ahirette [son hayatta] boşa çıkmıştır. İşte onlar, kaybedenlerin ta kendileridir.

70- Kendilerinden öncekilerin yani Nuh'un milletinin, Ad'ın, Semud'un, İbrahim'in milletinin, Medyen dostlarının (ashabı medyen) ve altı üstüne gelenlerin haberi kendilerine hiç gelmedi mi? Elçileri onlara açık kanıtlarla geldi. Ardından Allah, onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi canlarına zulmetmekteydiler.

71- İnançlı erkekler ve inançlı kadınlar, tanınanı [iyiliği] emretmekte; tanınmayandan [kötülükten] engellemekte; yönelişi (namaza) ayakta tutmakta, zekâtı vermekte, Allah'a ve elçisi'ne gönülden itaat etmekteyken birbirlerinin velileridir. İşte onlara (evet!) Allah onlara rahmet edecektir. Kesinlikle Allah devamlı üstündür, hakimdir/hikmetlidir.

72- Allah, inançlı erkeklere ve inançlı kadınlara, alt tarafından ırmaklar akan, kendilerinin içinde kalıcı oldukları cennetler ve Adn cennetlerinde güzel yurtlar söz verdi. Allah'tan bir Rıdvan [çokça razı oluş] ise en büyüğüdür. İşte bu, büyük kazanışın ta kendisidir.

73- Ey Nebi! [belirli] kafirlere ve münafıklara [ikiyüzlülere] karşı savunma yap¹[Cihad et]. Onlara karşı sert ol. Onların barınağı cehennemdir, Ne kötü bir dönüş yeridir.

¹: "Cihad =جهاد" kelimesi "müdafaa'da[savunmada] düşmana karşı bütün gücünü harcamak" manasındadır (müfredat : جهد) ancak kelimenin kullanımından anlaşıldığı üzere Cihad savunma savaşıyla sınırlı olmayıp, her türlü çabayı kapsayan bir kelimedir. Örneğin zekat vermek, dini anlatmak, İnsanın nefsine karşı mücadele etmesi de "Cihad" olarak değerlendirilmiştir. Elçiye isnat edilen bir hadiste "Düşmanlarınızla Cihad ettiğiniz gibi arzularınızla Cihad edin" yazmaktadır. İsnat edilen bir başka hadiste "Elleriniz ve diliniz ile Gerçeği örten kimselerle Cihad edin" yazmaktadır. (müfredat: جهد) bütün bunlar, verdiğimiz manayı doğruluyor.
Ayette "kâfirler" ve "Münafıklar [ikiyüzlüler]" sözü, belirlilik takısı ile gelmiştir. Tıpkı Alimran 173. Ayette "insanlar" sözünün (ال ) takısı ile belirli olup, bütün insanları kasıt etmemesi gibi.. Yani Cihad emri verilen kişiler belirli kişilerdir, bütün kişiler değildir. Bütün kişiler manasında olsa bile, Cihad duruma göre savunma savaş, duruma göre dil ile mücadele manasındadır. Bakara 190. ve Hac 39. Ayette Savaşa savunma amacıyla izin verildiğine göre savaş olacaksa sadece savaş açan kişilerle savaş olur. Diğerlerine karşı sözle mücadele yapılır.

74- (o) küfürlü sözü mutlaka söyledikleri ve İslamlarının ardından küfr ettikleri [gerçeği örttükleri] halde, demediklerine [dair] Allah'a ant içiyorlar. Hiç ulaşamadıkları(şeye)¹ kalkışmışlardı. Nefretleri ancak Allah ve elçisinin ikramından onları [inançlıları] zenginleştirmesinden dolayıdır. Eğer, tevbe ederlerse, kendileri için daha iyi (hayırlı) olur; eğer yüz çevirirlerse, Allah dünyada [ilk hayatta] ve ahirette [son hayatta] can yakıcı bir azap olarak onlara azap eder. Onların yerde [dünyada] herhangi bir veli ve de bir yardımcısı yoktur.

¹: Elçiye suikast girişimidir. (zad'ul mesir)

75- Onlardan, Allah'a "Eğer, ikramından bize verirsen, mutlaka ama mutlaka sadaka veririz ve mutlaka düzgün kimselerden oluruz" [diye] söz veren kimseler vardır.

76- Ardından [Allah] onlara ikramından verdiğinde, onunla [o ikramla] cimrilik ettiler ve ilgiyi kesenler olarak yüz çevirdiler.

77- Allah'a verdikleri sözlerinden dönmeleri ve yalan söylemekte olmalarından dolayı, onunla [Allah ile] karşılaşacakları güne kadar kalplerinin içinde bir nifak olarak onları sonuçlandırdık [cezalandırdık].

78- Allah'ın, onların sırlarını ve gizli konuşmalarını bilmekte olduğunu ve gayb'ları [tüm gizlilikleri] çokça bilen olduğunu hiç bilmediler mi?

79- İnançlılardan Sadakalar hakkında gönüllü olanları ve (sadaka konusunda) gücünün yettiğinden başkasını bulamayanları ayıplayan, ardından onlarla dalga geçenlere [gelince] Allah onları maskara etmiştir [ceza vermiştir]¹. Onlar için can yakıcı bir azap vardır.

¹: bakara 15. Ayetin dipnotuna bakınız

80- onlar için bağışlanma iste veya bağışlanma isteme, onlar için yetmiş defa bağışlanma istesen (yine de) Allah onları asla bağışlamayacak. İşte bu, Allah[ın varlığı] ve Elçisini[n doğru olduğu] gerçeğini örtüp göz ardı etmiş olmalarından dolayıdır. Allah, hadlerini aşanlar milletine yol göstermez.

81- Geride bırakılanlar, Allah'ın elçisinin gerisinde oturmalarından dolayı sevindiler. Malları ve canları ile Allah'ın yolunda Cihad [çaba sarf] etmekten hoşlanmadılar ve "(şu) sıcakta nefer [seferber] olmayın" dediler. "Cehennemin ateşi sıcaklık bakımından daha şiddetlidir. Şayet biliyor olsalardı.." de.

82- Artık [münafıklar] elde etmekte oldukları [şeyler] sebebiyle bir ceza olarak pek az gülsünler; pek çok ağlasınlar.

83- Eğer, Allah seni onlardan bir takıma geri döndürür de, senden, [savaşa] çıkmak için izin isterlerse, "Benimle beraber, ebediyen asla [savaşa] çıkamayacaksınız ve benimle beraber, herhangi bir düşmanla asla savaşmayacaksınız. Kesinlikle siz, ilk defasında oturmaya razı oldunuz. Artık geri kalanlarla birlikte oturun." de

84- Onlardan ölen herhangi bir kimseye ebediyen yönelme[dua etme/namaz kılma]!¹ ve onun [ölenin] kabri ile ilgilenme². Kesinlikle onlar, Allah[ın varlığı] ve Elçisini[n doğru olduğu] gerçeğini örtüp görmezden geldiler ve hadlerini aşanlar olarak öldüler.

¹: "Salle =صلي" fiili "ale=على" harfi cerr'i ile genellikle "dua ve arındırma" manasında kullanılır. Mesela "dua ve arındırma" manasında (صليت عليه) denir. (müfredat : صلا) ayette de bu harfi cerr'le kullanıldığı için "onlara dua etme" manası verildi. Ancak genel olarak "cenaze namazını kılma" olarak anlaşılmıştır. (kurtubi, kadı beydavi)

²: "kame= قام" fiili "durmak" manasında olduğu gibi, "yerine getirmek, yapmak" manasında da kullanılır (müfredat : قوم) bu ifade "kabirlerinin başında durma" şeklinde anlaşıldığı gibi "kabirlerini düzenlemeyle uğraşma" şeklinde de anlaşılmıştır (Fahreddin Razi).

85- Malları ve çocukları sana hoş gelmesin. Allah, bunlarla [malları ve çocukları ile] Sadece onlara dünya [ilk] hayatının içinde azap etmeyi ve kendileri kâfirler [gerçeği örtenler] iken canlıların üzüntülü bir şekilde çıkmasını istiyor.

86- "Allah'a inanın ve elçisi ile birlikte cihad [çaba sarf] edin." diye bir sure indirildiği zaman, onlardan [mal bakımından] genişlik [zenginlik] sahipleri senden izin isterler ve "Bizi bırak da oturanlarla beraber olalım" derler.

87- Geride kalan [kadınlarla¹] birlikte olmaya razı oldular ve kalplerine damga basıldı. Artık onlar anlamıyorlar.

¹: "havelif=خوالف" kelimesi geride kalan kadınları kasıt etmektedir (müfredat : خلف, zad'ul mesir) bu ayetten anlaşıldığı üzere, savaş emri kadınlara yönelik değildir. Yani kadına savaşma zorunluluğu yoktur.

88- Fakat elçi ve onunla birlikte inanmış olanlar malları ve canları ile Cihad [çaba sarf] ettiler. İşte onlara (evet!) iyiler (hayırlar) onlara aittir. İşte onlar başarılı olanların ta kendileridir.

89- Allah, onlara alt tarafından ırmaklar akan, içinde kalıcı oldukları cennetler hazırladı. İşte asıl büyük kazanış budur!

90- Araplardan özür beyan edenler¹ kendilerine izin verilmesi için geldiler; Allah'ı ve elçisini yalanlamış olanlar ise oturdular. Onlardan olup gerçeği örtmüş olanlara can yakıcı bir azap isabet edecektir.

¹: bu kelime "mu'zirune=معذرون [gerçekten özrü olduğu için özür beyan edenler]" ve "muazzirune=معذِّرون[özrü olmadığı halde özrü varmış gibi gösterenler]" olarak iki şekilde de okunmuştur. (müfredat: عذر, kadı beydavi)

91- [Güç bakımından] zayıflara, hastalara ve harcayacak (bir şey) bulamayanlara, Allah'a ve elçisi'ne samimi oldukları zaman herhangi bir darlık [günah] yoktur. Güzellik yapanlara hiçbir yol [sorumluluk] yoktur. Allah çok bağışlayandır, bir rahimdir.

92- [bir bineğe] binmeleri için sana gelip de sen "sizi kendisine bindirecek [binek] bulamıyorum" dediğin zaman infak edecekleri [bir şey] bulamadıklarından dolayı yüz çevirip, üzüntülü bir halde gözleri yaştan dolup taşanlara da [herhangi bir darlık/günah yoktur].

93- (o) yol [sorumluluk] sadece zengin oldukları halde senden izin isteyenlere vardır. Onlar Geride kalan [kadınlarla] birlikte olmaya razı oldular ve Allah kalplerine damga bastı. Artık onlar bilmiyorlar.

94- kendilerine [zengin olduğu halde geri kalanlara] döndüğünüzde, size özür beyan ederler,  "Özür beyan etmeyin. Biz size asla güvenmeyeceğiz. Allah sizin haberlerinizden bize bildirdi." de. Allah, eylemlerinizi görecek, elçisi de [görecek] Sonra gayb'ın[gizliliğin] ve şehadetin [açıkça görünenin] bilenine döndürüleceksiniz. Ardından, yapmakta olduklarınızı size haber verecek.

95- Kendilerine döndüğünüzde, kendilerinden ilgiyi kesmeniz [uğraşmamanız] için Allah'a sizin için ant içecekler. Artık onlardan ilgiyi kesin. Kesinlikle onlar bir kirliliktir (azaptır)¹ ve elde etmekte olduklarına bir karşılık olarak barınakları cehennemdir.

¹: kelime manevi, akli ve mizaci açıdan "kirlilik" manasında olsa da "azap" anlamında da kullanılmıştır. (müfredat : رجس)

96- Onlardan razı olmanız için size ant içiyorlar. Artık onlardan razı olursanız [bilin ki] Allah, hadlerini aşanlar milletinden razı olmaz.

97- Araplar küfür [gerçeği örtme] ve nifak [ikiyüzlülük] bakımından daha şiddetlidir; Allah'ın elçisi'ne indirdiğinin sınırlarını bilmemeye daha müsaittirler. Allah devamlı bilendir, hakimdir/hikmetlidir.

98- Araplar'dan olup harcamalarını (infaklarını) bir angarya kabul eden [bazı] kimseler vardır. Size belalar gözetliyorlar, çirkin bela sadece onlara [iner]. Allah devamlı işitendir, devamlı bilendir.

99- Araplar'dan olup Allah'a ve ahiret [son] gününe inanan ve harcamalarını (infaklarını) Allah'ın katında bir takım 'yaklaşmalar [vesilesi]' ve 'elçinin salavatı [duaları] sayan kimseler de vardır. Dikkat! Kesinlikle o [infakları], kendileri için bir yakınlık'tır. Allah onları rahmetinin içine girdirecektir. Kesinlikle Allah çok bağışlayandır, bir Rahimdir.

100- Hicret edenlerden (muhacirler'den), çokça yardım edenlerden (ensar'dan) ve onlara güzellikle bağlı olanlardan ilk öne geçenlere [gelince] Allah onlardan razı oldu ve onlar da ondan [Allah'tan] razı oldu. [Allah] onlara, alt tarafından ırmaklar akan, kendilerinin onda ebedi kalıcı oldukları cennetler hazırladı. İşte bu çok büyük bir kazanıştır.

101- Çevrenizdeki Araplardan ve şehir (medine) halkından münafık [ikiyüzlü] kimseler vardır. Nifak [ikiyüzlülük] üzerine ustalaştılar. Sen onları bilmiyorsun, biz onları biliyoruz. Onlara iki¹ defa azap edeceğiz, sonra çok büyük bir azaba döndürülecekler.

102- Diğerleri, cezayı gerektiren işlerini itiraf etti. Onlar düzgün eylemleri diğer kötü [eylemler] ile karıştırdılar. Allah'ın, onların tevbelerini kabul etmesi umulur. Kesinlikle Allah çok bağışlayandır, bir rahimdir.

103- Onların mallarından, kendisiyle onları temizleyeceğin ve arındıracağın bir sadaka¹ al ve onlara Salat et [dua et ve arındır]. Kesinlikle senin Salat'ın, onlar için bir huzurdur. Allah bir devamlı işitendir, bir devamlı bilendir.

¹: Tevbe 60. Ayete bakınız.

104- Allah'ın, kullarından tevbeyi kabul eden ve sadakaları alan olduğunu ve Allah'ın 'tevbeleri çokça kabul eden', bir Rahim olduğunu hiç bilmediler mi?

105- "Siz eylemde bulunun (bakalım!). Allah eyleminizi görecektir. Elçisi ve inançlılar da [görecektir]. Gayb'ın [görünmeyenin] ve şehadetin [açıkça görünenin] bilenine döndürüleceksiniz. Ardından [Allah], bulunmakta olduğunuz eylemleri size haber verecektir." de.

106- Diğerleri, Allah'ın emrine kalmıştır. Allah bir devamlı bilen, bir hakim/ hikmetli olarak ya onlara azap eder ya da onların tevbelerini kabul eder.

107- Zarar vermek, gerçeği örtmek, inançlıların arasını ayırmak ve önceden Allah ve elçisi ile harp etmiş kimseye gözetleme yeri hazırlamak için bir ibadethane edinmiş olanlar da [Allah'ın emrine kalmıştır].¹ "Ancak güzelliği istedik" [diye] Allah'a mutlaka ant içecekler. Halbuki Allah şahitlik ediyor ki kesinlikle onlar yalancılardır.

¹: Bu ifade, önceki ayette geçen "diğerleri" sözünün mahaline atıftır. (Beydavi)

108- Onun [o ibadethanenin] içinde ebediyen [namaza] durma. İlk günden takva[korunup sakınma] üzerine kurulan bir ibadethane, içinde [namaza] durmana mutlaka daha layıktır(haktır). Onun içinde, temizlenmeyi seven bir takım kişiler vardır. Allah, temizlenenleri seviyor.

109- O halde Allah'tan (gelen) bir takva [korunup sakınma] ve Rıdvan [çokça razı oluş] üzerine yapısını kuran kimse mi daha iyidir (hayırlıdır)? Yoksa çökecek bir uçurumun kenarına yapısını kurup da onunla cehennem ateşinin içine düşen kimse mi? Allah, zalimler milletine yol göstermez.

110- Kendilerinin yaptıkları yapı, kalplerinin içinde bir şüphe olmaya ara vermeyecektir. Ancak kalplerinin parçalanması durumunda [ara verecektir]. Allah devamlı bilendir, hakimdir/hikmetlidir.

111- Gerçekten, [inançlılar] Allah'ın yolunda[savunma, koruma ve zulme karşı]¹ savaşırlarken, Allah inançlılardan canlarını ve mallarını kendileri için cennet karşılığında satın almıştır. Artık onlar Tevrattaki, incildeki²ve kur'an'daki bir hak olarak kendisine verdiği bir söz olarak [bu yolda] öldürürler ve öldürülürler. Kendi anlaşmasına Allah'tan daha vefalı olan kimdir? Artık karşılıklı alıp verdiğiniz satışınız sebebiyle sevinin/müjdelenin. İşte bu, çok büyük kazanıştır.

¹: Allah yolunda savaş, Allah'ın kur'an'da onay verdiği savaştır. Kur'an'da da sadece savunma (bakara 190) insanları koruma (Nisa 75), Fitnenin [baskı ve şiddetin] yok olması ve insanların sadece Allah'a kul olması, başkalarının kulu, kölesi olmaması için savaşa müsaade vardır. (Bakara 190-193, Enfal 39-40)

²:
İncil | Matta 5: 10-12 "Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere! Çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır. Benim yüzümden insanlar size sövüp zulmettikleri, yalan yere size karşı her türlü kötü sözü söyledikleri zaman ne mutlu size! Sevinin, sevinçle coşun! Çünkü göklerdeki ödülünüz büyüktür. Sizden önce yaşayan peygamberlere de böyle zulmettiler... "

Matta 10:39 ''Canını kurtaran onu yitirecek. Canını benim uğruma yitiren ise onu kurtaracaktır."

Matta 19:29 "Benim adım uğruna evlerini, kardeşlerini, anne ya da babasını, çocuklarını ya da topraklarını bırakan herkes, bunların yüz katını elde edecek ve sonsuz yaşamı miras alacak."

112- [Onlar] tevbe edenlerdir, kulluk edenlerdir, [Allah'ı] övenlerdir, [bilgi için²] seyahat edenler/kendilerini tutanlardır, rüku edenlerdir, secde edenlerdir, tanınanı [iyiliği] emir edenlerdir, tanınmayanı [kötülüğü] yasaklayanlardır ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. (o) inançlıları müjdele!

¹:"seyahat edenler" manasında olan (السائحون) kelimesi "kulak, göz ve dil organlarını günahtan koruma" manasında bir "oruç" olarak açıklanmıştır. (müfredat : سيح) "normal oruç, hicret, bilgi için seyahat etme," gibi pek çok manada da anlaşılmıştır. (Zamahşeri:keşşaf, kurtubi)

113- Kızgın ateşin dostları olduklarının iyice belli olmasından sonra müşrikler için nebinin ve inanmış olanların bağışlanma istemesi -yakınlık sahipleri [akrabalar] olsalar bile- [doğru] olmaz.

114- İbrahim'in babası için bağışlanma istemesi ancak ona [babasına] söz verdiği bir vaad'dir. Ardından onun [babasının] Allah'a bir düşman olduğu ona [İbrahim'e] açıkça belli olunca, [İbrahim] ondan [babasından] uzak durdu. Gerçekten İbrahim çok acıyandı, ha'limdi.

115- Allah, herhangi bir millete, kendilerine yol gösterdikten sonra sakınacakları[şeyleri] kendilerine açıkça belli edene kadar, yolu kaybettirecek değildir. Kesinlikle Allah her şeyi devamlı bilendir.

116- Kesinlikle Allah göklerin ve yerin mülkü [yönetimi] kendisine ait olandır. Can veriyor ve can alıyor. Sizin için Allah'tan beride içbir veli(rehber) ve hiçbir yardımcı yoktur.

117- Elbetteki Allah; nebi'nin, hicret edenlerin (muhacirin) ve zorluk saatinde kendilerinden bir grubun kalplerinin neredeyse saptığı [bir zamandan] sonra ona bağlı olan ensarın[çokça yardım edenlerin] tevbelerini kabul etmiştir. Aynı zamanda onların [kalplerinin neredeyse saptığı o grubun] tevbelerini kabul etti. Kesinlikle o, onlara karşı Rauf'tur, Rahimdir.

118- Geride bırakılan o üç [kişinin] de [tevbesini kabul etti]. Öyle ki yer [dünya] genişliğiyle onlara dar geldiği, kendi benlikleri onlara dar geldiği ve Allah'tan kendisinden başka hiçbir kaçış yeri olmadığını düşündükleri zaman (bunu yaptı) sonra tevbe etmeleri için tevbelerini kabul etti. Gerçekten Allah, tevbeleri çokça kabul edendir, rahimdir.

119- Ey inanmış olanlar! Allah'a (karşı gelmekten) sakının ve dürüst kişilerle beraber olun.

120-121- Medine halkı ve çevresindeki araplardan kimselerin Allah elçisinden geride kalmak ve onun [elçinin] canından yüz çevirip kendi canlarına rağbet etmeleri [doğru] olmaz. İşte bu, Allah'ın yolunda isabet eden her susuzluğun, her yorgunluğun ve her açlığın ve gerçeği örtmekte aşırıya gidenleri şiddetlice öfkelendiren herhangi bir vatana ayak basmanın ve herhangi bir düşmandan (yana) bir başarıya sahip oluşun kendilerine ancak düzgün-iyi bir eylem olarak yazılmasından dolayıdır. Kesinlikle Allah, güzellik edenlerin ödülünü yok etmiyor. [Bu durum] bir de küçük ve büyük olarak infak ettikleri her sadaka, geçtikleri her vadi, kendileri içinancak Allah'ın kendilerine bulunmakta oldukları eylemleri sebebiyle en güzel şekilde karşılık vermesi için yazılmasından dolayıdır.

122- İnançlıların hepsinin seferber olmaları [doğru] olmaz. Artık onlardan olan her bir gruptan bir takımın, din konusunda uzmanlaşmak ve kendi milletlerini kendilerine döndükleri zaman -Kendilerinin dikkat etmeleri beklendiği için- uyarmaları gerekmez mi?

123 - Ey inanmış olanlar! [Belirli]¹ kafirlerden size yaklaşanlarla savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar. Allah'ın sabredenlerle beraber olduğunu bilin.

¹: "elkkuffar=الكفار" kelimesinin başındaki (ال) takısı belirli kişiler olduğunu gösteriyor. Kur'an'da sadece savunma (bakara 190, Haç 39), insanları koruma (Nisa 75), Fitnenin [baskı ve şiddetin] ve zulmün yok olması (bakara 190-193) için savaş emir edilmiştir. Onun haricinde dini farklı kişilere, savaş çıkarmadığı sürece iyilik etmeye ve adil davranmaya müsaade ettiği (Mumtehine 8.) kötülüğü iyilikle def etmeyi emir ettiği (Fussilet 34) barışa meyil eden düşmanın barış teklifini kabul etmeyi emir ettiğine (Enfal 61) göre buradaki kâfirler, savaş açanlardır.

124- Herhangi bir sure indirildiği zaman, onlardan "Bu, inanç bakımından hanginizi artırdı?" diyen kimseler vardır. Artık İnanmış olanlara gelince, onları inanç bakımından artırdı. Onlar sevinirler/müjdelenirler.

125- Kalplerinde bir hastalık bulunanlara [gelince] o [sure] onların kirliliklerine bir kirlilik [günah] olarak onları artırdı ve onlar kafir [gerçeği örten] olarak öldüler.


¹: (Mukatil bin Süleyman)

126- Onlar her yıl bir defa veya iki defa fitnelendiklerini[azaba uğradıklarını] sonra da öğüt almaz bir haldeyken, tevbe etmediklerini görmüyorlar mı?

127- Herhangi bir sure indirildiği zaman, "herhangi biri sizi görüyor mu?" (diye) birbirlerine bakarlar sonra da ayrılırlar. Onların anlamayan bir millet olmaları sebebiyle Allah onların kalplerini çevirdi.

128- Elbetteki size kendi canınızdan olan bir elçi gelmiştir. Sıkıntı yaşamanız ona zor gelir. Size çok düşkündür, inançlılara rauf'tur, rahimdir.

129- Artık yüz çevirdiler ise, "kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah bana yeter. [Allah] büyük arş'ın [hükümranlığın] RAB'bi iken, sadece ona güvenip dayandım) tevekkül ettim)" de.

19 Temmuz 2019 Cuma

8- Enfal suresi (hubeyb Öndeş meali)

Enfal

1- Sana Enfali[ganimetlerden artanı]¹ soruyorlar. "Enfal [ganimetlerden artan] Allah'a ve Elçisi'ne aittir. Artık, Allah'a(karşı gelmekten)  sakının, kendi aranızın sahibini [bağını] düzeltin ve eğer inançlı idiyseniz Allah'a ve Elçisi'ne gönülden itaat edin.

¹: "Enfal=انفال" kelimesi ganimetten arta kalanı anlamındadır. (zad'ul mesir) Genellikle "ganimet" olduğu söylense de bu anlam daha uygundur.
Ganimet ile ilgili ayetlerde açıkça "ganimet =غنيمة" denildiği halde bu ayette "Enfal=انفال" kelimesinin kullanılması farklı bir manada olduğunu doğruluyor.

2- İnançlılar, sadece 'Allah anıldığı zaman kalpleri ürpermiş' olanlardır. Onun ayetleri [işaretleri] kendilerine okunup teşvik edildiği zaman [ayetler] onları inanç bakımından artırdı. Onlar sadece RAB'lerine güvenip dayanıyorlar (tevekkül ediyorlar).

3- o [inançlılar] ki, yönelişi (namazı) ayakta tutuyor ve kendilerini rızıklandırdığımızdan harcama (infak) yapıyorlar.

4- İşte, Hak [gerçek] olarak inananlar asıl bunlardır. Onlara RAB'leri katında bir takım dereceler, bir bağışlanma ve kerim [üstün] bir rızık vardır.

5- Tıpkı RAB'binin seni Hak ile [gereğince] evinden çıkarması gibi¹... Gerçekten, inananlardan bir grup, kesinlikle hoşlanmıyor.

¹: "Kema=كما" ifadesi 1. Ayetle bağlantılı olup "Enfal'in, Allah ve Elçisi'ne ait olması haktır. Tıpkı RAB'binin seni evinden çıkarması gibi bir haktır" manasındadır.

6- [Hak] açıklandıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sevk ediliyormuş gibi 'Hak' konusunda seninle mücadele ediyorlar.

7- Hani Allah, iki takımdan birini size söz vermişti. Siz silahsız olanın sizin olmasını istiyordunuz. Allah ise, kelimeleri ile "Gerçeği" gerçekleştirmeyi ve kafirlerin [gerçeği örtenlerin] arkasını kesmeyi istiyordu.

¹: (keşşaf sahibi)

8- "Gerçeği" gerçekleştirmek; "Yalanı" yalan etmek için (bunu yaptı). Suçlular hoşlanmıyor olsa da...


9-10- O vakit RAB'binizden yardım istiyordunuz. Ardında size "kesinlikle ben, peş peşe gelen meleklerden bin¹ [tanesi] ile sizi destekleyenim." [diye] cevap vermeyi dilemişti. Allah bunu [yardım sözünü] başka [bir sebepten dolayı] değil, ancak müjde olsun ve kalpleriniz onunla [yardım sözüyle] huzur bulsun diye yaptı. Yardım, ancak Allah'ın katındandır². Kesinlikle Allah, devamlı üstündür, bir hakimdir/hikmetlidir.

¹: Alimran 125-126 ayetlerinde 5000 melek; Enfal 10. ayette ise 1000 melekle yardım edildiği söylenmektedir. Bazıları çelişki iddia etmiştir ancak bu ayet Bedir savaşıyla ilgili, Alimran 125-126 ise uhud savaşıyla ilgilidir.(zad'ul mesir, Alimran 126) Farklı savaşlar olduğu için çelişki yoktur.

²: kur'an'da bir açık arayan misyonerler, bu ayetin uhud savaşıyla ilgili olduğunu ve ayetlerin yenilgiden dolayı bir açıklama amacıyla geldiğini söylemiştir. Fakat bu yanlış bir bilgidir. Bu Ayette anlatılan savaş, Bedir savaşıdır ve 300 kişilik müslüman ordusu 1000 kişilik müşrik ordusuna galip gelmiştir. (kurtubi, kadı beydavi, zad'ul mesir, keşşaf sahibi) uhud savaşıyla ilgili Alimran 152. Ayete bakabilirsiniz. Şu anki ayetin bu ifadeleri de, zaferin Meleklerden değil tamamen Allah'tan olduğunu hatırlatmak ve meleklerle yardım sözünün de, zafer amaçlı değil, sadece korkuyu gidermek amaçlı olduğunu bildirmektedir.

Meleklerin varlığı konusuna gelince;
Melek, köken olarak "gönderilen mesaj, mektup, Elçi" gibi manalarda kullanılmaktadır. İlk muhatabın bu varlıkları gökten (uzaydan) gelen bir varlık çeşidi olarak inandığı malumdur. (müfredat : الك ،ملك, kurtubi bakara 30) günümüzde de meleklerin aslında uzaylılar olduğunu iddia edenler vardır.

Bu varlıklara inanmak, varlıklarının "Gayb" alanında olması sebebiyle "körü körüne inanışçılık" değildir. Örneğin, bir kişi evrenin çok uzak bir noktasında bembeyaz bir boşluk olduğunu iddia etse, bu iddia doğrulanamaz ve yanlışlanamaz. Çünkü bu iddia "Gayb" noktasındadır. Ancak bunu iddia eden kişinin daha önceden bulunduğu her iddia zamanla doğrulanmış ise, bu iddiasına da inanılır.

Kur'an'ın 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir bilgi vermemesi ve "Gayb" alanında olduğunu söylediği pek çok bilginin (mesela ahiret) doğruluğuna kanıt olması sebebiyle henüz doğrulanmış olmayan diğer iddialarına inanmak mantığa aykırı değildir.

11- O vakit, kendisinden bir güvenlik olarak sizi hafif uykuya bürüyor; sizi onunla [o suyla] temizlemek, şeytanın riczini (azabını-sarsıntısını)¹ sizden gidermek, kalplerinizin üzerini bağlayıp korumak² ve onunla [kalplerinizi korumakla] ayaklarınızı sabitleştirmek³ için yaptı.

¹: ayetteki (رجز) kelimesi "sarsıntı" mânâsına gelir (müfredat : رجز) Şeytan, Müslümanların susuzluk çektiği bir durumda kendilerine vesvese verdiğinde bazıları inançlarından şüphe etmeye yani inançları sarsılmaya başlamıştı. Bunun üzerine Allah istediklerini kendilerine vererek, şeytanın verdiği bu sarsıntıyı giderdi. (kurtubi)

²: "rabt= ربط" Atı korumak için onu yerine bağlamak manasındadır (müfredat : ربط) bir nevi "kalplerinizdeki inancı korumak için, inancınızın kaçıp gitmemesi için su indirdik" manasındadır.

³: buradaki "onunla" zamiri kalbin korunmasına dönmüştür. "ayaklarınızı sabitleştirmek" ifadesi ise "kuvvetlendirmek" manasındadır (müfredat : ثبت)

Çünkü inanç, hayata etki etmektedir. İnsan, zafer kazanacağına, Allah'ın kendisine yardım edeceğine inandığı esnada başarıya çok yakındır. İnanç giderse bu başarı da gider.

 İnancın hayata etki etmesi, "Çekim yasası (The secret)" olarak bilinir.

12- O vakit RAB'bin meleklere "Kesinlikle ben, sizinle birlikteyim. O halde inanmış kimseleri sabitleştirin[kuvvetlendirin]. Gerçeği örtmüş kimselerin kalplerine (o) dolup taşan korkuyu atacağım. Artık vurun boyunların üstüne! Vurun onlardan parmak uçların her birine!" [diye] vahiy ediyordu.

13- İşte bu, onların Allah ve elçisi ile cepheleşmiş olmalarından dolayıdır. Allah ve elçisi ile cepheleşenler [bilsin ki] kesinlikle Allah, sonucu [cezası] şiddetli olandır.

14- İşte size.. Artık tadın onu! Kesinlikle kafirlere [gerçeği örtenlere] ateşin azabı vardır.

15- Ey inanmış olanlar! Gerçeği örtmüş olanlarla ordu halinde karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin.

16- O gün kim -herhangi bir savaş için kenara çekilerek¹ veya herhangi bir birliğe katılarak [arkasını dönmesi/geri çekilmesi] durumu dışında- onlara arkasını dönerse Allah'tan bir gazaba uğramıştır ve barınma yeri cehennemdir. Ne Kötü varış yeridir!

¹: düşmana yenilmiş gibi bir izlenim verip kaçarak tekrar saldırı yapmak anlamındadır. (Zamahşeri:keşşaf)

17- Siz onları hiç öldürmediniz; fakat Allah onları öldürdü. Attığın vakit sen atmadın; fakat Allah attı. O, kendisinden güzel bir sınama olarak inançlıları sınamak için [bunu yaptı]¹. Kesinlikle Allah devamlı bir işitendir, devamlı bir bilendir.

¹: Bu ifade hazf edilmiştir (Müşkül i'rab-ul kur'an)

18- [güzel bir sınama] işte budur. Kesinlikle Allah, kafirlerin[gerçeği örten kimselerin] planını zayıflatandır.

19- Eğer fetih [hüküm/zafer¹] istiyorsanız, fetih size gelmiştir. Son verirseniz bu sizin için daha iyidir(hayırlıdır);  başa dönerseniz biz de döneriz. Birliğiniz çok olsa bile hiçbir şekilde size asla yeterli gelmeyecek. Kesinlikle Allah inançlılarla birliktedir.

¹: Fetih, sözlükte "zafer, yardım ve hüküm" manalarına gelir (müfredat : فتح)

20- Ey inanmış olanlar! Allah'a ve elçisi'ne gönülden itaat edin. Siz işitirken ondan¹ yüz çevirmeyin.

¹: "ondan (anhu=عنه)" zamiri tekil gelmiş ve Elçiye dönmüştür. Bu durumda ayetteki "ve (و)" harfi tebyin amaçlı kullanılmıştır. Ayetin manası sanki "Allah'a, yani onun Elçisi'ne gönülden itaat edin" manasındadır. Bu anlam, "Kim, Elçiye gönülden itaat ederse, artık Allah'a gönülden itaat etmiştir" (Nisa 80) ayeti ile bağdaşır.

21-22- Duymadığı[anlamadığı/itaat etmediği¹] halde "duyduk!" demiş olanlar gibi olmayın. Kesinlikle Allah'ın katında, kımıldananların en kötüsü (şerlisi) akıl etmeyen dilsiz sağırlardır.

¹: "sem'a= سمع" duymak mânâsına geldiği gibi, algılamak, itaat etmek mânâsına da kullanılır. İlgili ayet "anlamadıkları halde, 'anladık' diyenler gibi olmayın" veya "gereğini yapmadıkları halde 'duyduk (itaat ettik)' diyenler gibi olmayın" manasında da olabilir (müfredat : سمع)

23- Allah onlar hakkında bir hayır bilseydi mutlaka onlara işittirirdi. Şayet onlara işittirmiş olsaydı, onlar mutlaka ilgiyi keserek yüz çevirirlerdi.

24- Ey inanmış olanlar! size hayat verene [kur'an'a]¹ çağırdığı zaman Allah'a ve elçi'ye olumlu cevap vermeyi dileyin. Allah'ın kişiyle kalbinin arasına girdiğini ve sadece onun [emrine]² doğru bir araya getirileceğinizi bilin.

¹: "hayat veren" ifadesi ile kasıt edilen kur'an'dır. (Fahreddin Razi) Bakara 179. Ayette "Kasasta/kur'an'da hayat vardır Ey akıl sahipleri!" denilmesi de bunu destekler.

²: burada tamlayan olan (أمر) kelimesi hazf edilmiştir. Cümle (إلي أمره تحشرون) takdirindedir.

25- Sizden sadece zulüm etmiş olanlara isabet etmekle asla¹ kalmayan bir fitneden[azaptan] korunup sakının. Allah'ın, sonucu [cezası] şiddetli olan olduğunu bilin.

¹: Cevap cümlesi normalde 'tekit nunu' ile gelmez. Yani bu ifade cevap cümlesi ise normalde "le tusibeNNE=لا تصيبن" şeklinde olmaması gerekirdi. Ama bu ayette cevap cümlesi değildir. Sıfat cümlesidir.

26- Hatırlayın: hani siz, insanların sizi kapıp götürmesinden korkarak yerde zayıf bırakılmak istenilen pek bir azınlıktınız. Ardından şükretmeniz beklendiği için o sizi barındırdı, kendi yardımıyla sizi güçlendirdi ve temiz olanlardan sizi rızıklandırdı.

27- Ey inanmış olanlar! Allah'a ve Elçisi'ne ihanet etmeyin! aksi takdirde¹ siz bildiğiniz halde emanetinize ihanet ediyorsunuz [demektir].

¹: arapçada cevap için bazen (ف) yerine (و) kullanılabilir. Buna göre ayetin bu kısmı cevap cümlesidir. (Fahreddin Razi)

ayetin bu kısmı "emanetinize de ihanet etmeyin" manasında da olabilir. Buna göre ayetin bu kısmı (ولا تخونو) şeklindedir. (Fahreddin Razi)

28- Mallarınızın ve çocuklarınızın sadece bir fitne [sınama] olduğunu bilin. Allah(a gelince) büyük bir ödülün onun katında [olduğunu bilin].

29- Ey inanmış olanlar! Eğer siz Allah'a (karşı gelmekten) sakınırsanız Allah büyük ikram sahibi iken sizin için bir furkan [gerçeği ve yalanı ayıran¹] yapar, sizden kötülükleri tamamen örtüp yok eder ve sizi bağışlar.

¹: (müfredat : فرق)

30- Hani, gerçeği örtmüş olanlar seni sabitlemek [hapsetmek] veya seni öldürmek veya seni [yurdundan] çıkarmak için hile yapıyorlardı. Onlar tuzak kuruyor, Allah da tuzak kuruyor [karşılığını veriyor]. Hâlbuki Allah hile yapanların[karşılık verenlerin¹] en iyisidir (hayırlısıdır).


¹: "karşılığını vermek" manasındadır. Alimran 54. Ayetin dipnotuna bakınız


31- Kendilerine ayetlerimiz okunup teşvik edildiği zaman, "Duymuştuk, istesek bunun benzerini gerçekten biz de söyleriz. Bu, başka [bir şey] değil, ancak öncekilerin-öncülerin satırlarıdır [uydurmalarıdır].

32- Hani onlar "Ey Allah! Eğer bu senin katından (gelmiş) gerçeğin ta kendisi ise üzerimize gökten bir taş yağdır veya can yakıcı bir azap getir" demişlerdi.

33- Sen onların içindeyken Allah onlara azap edecek değildi. Onlar¹ bağışlanma isterken Allah onlara azap edici değildi.

¹: Zamir, bu duayı edenlere işaret edebileceği gibi müslümanlara da işaret edebilir.

34- [yoksa] onların ne var ki kendileri kutsal ibadethaneden (Mescidi haram'dan) çeviriyorlarken Allah onlara azap etmesin? Onun velileri değillerdi. Onun velileri başkası değil, ancak korunup sakınanlardır; fakat onların çoğunluğu bilmiyor.

35- (Bu) evin yanında namazları/duaları başka ancak bir ıslık çalmak ve bir alkışlamaktı. O halde gerçeği örtmekte olmanıza karşılık tadın azabı!

36- Doğrusu şu ki, gerçeği örtmüş olanlar mallarını Allah'ın yolundan engellemek¹ için harcıyorlar. [daha da] onu [mallarını] harcayacaklar sonra bu kendilerine bir hasret olacak sonra yenilgiye uğrayacaklar. Gerçeği örtmüş olanlar sadece cehenneme doğru bir araya getirilecektir.

¹: engellemeleri sadece sözle değildi. Peygambere ve inananlara karşı savaşmak için orduya para harcamaları ile olmuştu.

37- Allah'ın, kirli planı temiz olandan ayırtlaması ve pis olanı birbirine katıp, topluca üst üste biriktirip onu cehennemin içine atması için... İşte, kaybedenler asıl bunlardır.

38- Gerçeği örtmüş olanlara söyle¹, son verdilerse geçmişte olanlar kendileri için bağışlanır; eğer tekrar başa dönerlerse [bilsinler ki] öncülerin-öncekilerin sünneti [kanunu] geçmişti.

¹: Anlaşılacağı üzere "de" [قل] sözü her zaman "şöyle söyle" manasında değildir.

39 - Herhangi bir fitne [baskı ve işkence]¹ olmayıncaya ve Din [kulluk başkalarına değil]² tamamıyla Allah'a ait oluncaya kadar onlarla [Allah'ın yolundan engelleyenlerle]³ savaşın! Eğer, [engellemeye] son verirlerse,[bilin ki] kesinlikle Allah onların eylemlerine karşılık bir görendir.

¹: "fitne = فتنة" kelimesi "azap, baskı, şiddet, sınama" gibi manalarda kullanılır (müfredat : فتن) Ankebut 10, Enfal 73, Hadid 14 ve yunus 83 ayetlerinde "fitne" kelimesi "işkence ve baskı" anlamında kullanılmaktadır. Örneğin yunus 83 "Firavun'un ve onun seçkin adamlarının kendilerine fitne [işkence] etmesi korkusundan dolayı Musa için onun milletinden bir tek soydan başkası inanmadı’’ denilmektedir. Demek ki Fitne ‘’fiziksel işkence’’ manasında kullanılmaktadır. Bu durum ayette kendileriyle savaşma emri verilen kişiler, -tıpkı ammar b. Yasirin annesi Sümeyye’ye sırf müslüman olduğu için işkence ederek öldüren müşrikler gibi- müslümanlara savaş açıp onlara çeşitli işkenceler yapan bir gruptur.

²: Dinin Allah'a ait olması, inanç özgürlüğünün olmasıdır. Allah'ın dini, bakara 256. Ayette yazıldığı üzere "bu dinde zorlama yoktur" denilen, yani inanç özgürlüğü olan din demektir.

Şu şekilde de anlaşılabilir: "din = الدين" kelimesi "kulluk" mânâsına da gelir. (müfredat : فتن) bu anlama göre "insanlar birbirlerine kul/köle olmayıp, sadece Allah'a kul olarak özgür oluncaya kadar" manasındadır. Allah'ın dini, baskı ve zorlama olmayan özgürlük dinidir. (bakara 256)

Ayetteki bir hedef zulmün yok olması diğeri ise dinin Allah'a mahsus olmasıdır. Bu hedefi yerine getirmek için uğraşan biri, saldırıya uğrarsa, ona savaşması emir edilir. Yoksa durduk yere savaşmak emir edilmez. Eğer öyle olsaydı âyette "din Allahın oluncaya kadar sizinle çarpışan /savaşan o kimselerle savaşın" demek yerine "din Allahın oluncaya kadar kafirlere karşı savaşın" derdi.


³: "onlar = هم" zamiri, 36. Ayetteki "Allah'ın yolundan engelleyen" kişilere döner. Bu kişiler engellemeyi sadece mal ile değil, bu ayetin diğer ifadelerinden (mesela "fitne [işkence/baskı] yok oluncaya kadar" ifadesi gibi) ve 36. Ayetin iniş sebebinden anlaşıldığı kadarıyla baskı ve şiddet uygulama ile olmuştur.

Bu ayet islamın savunma amaçlı savaş yaptığının ispatıdır. Eğer amacı durduk yere farkı inançta olan kişilere karşı saldırı olsaydı herhangi bir şart koşmadan "sizden olmayan insanlarla savaşın." derdi.

40- Yüz çevirdiler ise Allah'ın mevlanız[sahibiniz] olduğunu bilin. Ne güzel mevla! Ne güzel devamlı yardımcıdır!

41- Allah, her şeye imkanı olan iken, Furkan [gerçeğin ve yalanın ayrılma] gününde yani iki topluluğun karşılaşma gününde Allah'a ve kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, ganimet [elde] ettiğiniz herhangi bir şeyden, beşte biri kesinlikle Allah'a, yani¹ elçi'ye², yakınlık sahiplerine, yetimlere, yoksullara ve yolculara ait olduğunu bilin.

¹: Buradaki (و) harfi sıla olarak kabul edilebilir (zad'ul mesir) çeviri buna göre yapıldı.

Geriye kalan 4/5, gazilere gider.

Buradaki (و) harfini atıf kabul edenler ganimeti altıya bölmüş, hükmü buna göre açıklamıştır. Buna göre ayetin bu kısmı "beşte biri kesinlikle Allah'a, Elçi'ye, yakınlık sahiplerine..." manasındadır.

Allah'ın hakkının devlet hazinesine gideceği de, kabe'ye gideceği de söylenmiştir (beydavi)

²: Elçimiz bugün hayatta olmasa bile, onun konumuna sahip olan kişiler devlet yöneticisi veya ordu komutanı olan kişiler bu payı alır (kadı beydavi) Elçinin hakkının kamuya harcanması da mümkündür. Çünkü Elçimiz sağlığında kendi payını böyle harcanmıştır (kadı beydavi)

42- O vakit, onlar en uzak vadide iken siz en yakın vadideydiniz ve kervan sizden daha aşağıdaydı. Şayet sözleşme yapsaydınız, mutlaka sözleşmenizde ayrılığa düşerdiniz. Fakat Allah'ın yapılmış olan bir emri tamamlaması için ki, helak olanın, açık bir kanıttan helak olması ve yaşayanın açık bir kanıttan yaşaması için [böyle oldu]. Kesinlikle Allah, gerçekten bir devamlı işitendir, bir devamlı bilendir.

43- O vakit Allah, uykunda sana onları az olarak gösteriyordu. Şayet sana çok gösterseydi, mutlaka korkarak zayıf düşerdiniz¹ ve emir hakkında mutlaka çekişirdiniz. Fakat Allah sağlık verdi. Kesinlikle o, göğüslerin özünü devamlı bilendir.

¹: (müfredat : فشل)

44- O vakit Allah, yapılmış bir emri[işi] tamamlaması için size onları, karşılaştığınız zaman gözlerinizde az olarak gösteriyordu ve onların gözlerinde sizi azaltıyordu. Emirler[işler] sadece Allah'a döndürülür.

45- Ey inanmış olanlar! Herhangi bir birlik ile karşılaştığınızda, sabit olun ve Allah'ı çok hatırlayıp anın, istediğinizi elde edip kurtulmanız beklenir.

46- Allah'a ve elçisi'ne gönülden itaat edin ve çekişmeyin. Aksi halde korkarak zayıf düşersiniz ve rüzgarınız[devletiniz/gücünüz]¹ gider. Sabredin! Kesinlikle Allah sabredenlerle beraberdir.

¹: "rüzgar (ruh=روح )" istiare yoluyla "devlet, güç, galibiyet, başarı, zafer" manalarında kullanılır. (müfredat : روح, zad'ul mesir, kurtubi,)

47- Bir şımarıklık ve insanların gösterişi için yurtlarından çıkmış olanlar gibi olmayın. Onlar, Allah'ın yolundan çeviriyorlar. Hâlbuki Allah onların eylemlerini bir kuşatandır.

48- o vakit, şeytan¹ onlara [yurtlarından bu şekil çıkanlara] kendilerinin eylemlerini süslemiş ve "Bugün, insanlardan sizi yenecek hiçbir [kimse] yoktur. Kesinlikle ben size bir komşuyum." demişti. Ardından, [şeytan] iki bölüğü görünce, topukları üzerinde geri çekildi ve "kesinlikle ben sizden beriyim. Kesinlikle ben sizin görmediğinizi görüyorum. Gerçekten ben Allah'tan korkuyorum. Allah, sonucu [cezası] şiddetli olandır." dedi.

¹: Şeytan, bir sıfattır. Kur'an'da "şeytan" ifadesiyle birlikte, "şeytanlar" ifadesinin de geçmesi (mülk 5,) bunu gösteriyor. İçlerinden söz sahibi olan birisi, kötülüğünden dolayı şeytan sıfatına sahip olmuştur.

49- O vakit münafıklar [İkiyüzlülük yapanlar] kalplerinde bir hastalık bulunanlara "Dinleri bunları kandırmış." diyordu. Kim Allah'a güvenip dayandıysa [bilsin ki] Allah devamlı bir üstündür, bir hakimdir/hikmetlidir.

50-51- Gerçeği örtmüş olanları, Melekler onların yüzlerine ve arkalarına vura vura onları vefat ettirirken görseydin... "Tadın yangının azabını! İşte bu, ellerinizin önden hazırladığı [şeyler] ve Allah'ın kullara asla ve asla zulüm edici olmaması sebebiyledir

¹: manayı kuvvetlendirmek için "çokça acımasızlık eden" manasında (ظلام) fiili kullanılmıştır. (ب) harfi cerr'i bu manayı daha da kuvvetlendirir. Ağır bir cezanın ardından, kendisinin zulüm etmediğini söylemesi çelişki değildir. Çünkü onlar, inanan insanlara karşı savaş açmış, eziyet etmişti. Zalime ceza vermemek, mazluma bir zulüm olacağı için Allah ceza vermiş, ceza vermesinin de mazlumlara zulüm etmediğini vurgulamak için böyle bir ifade kullanmıştır.

52- Firavun'un halkı ve onlardan öncekilerin gidişatı gibi... Allah'ın ayetlerinin [hak olduğu] gerçeğini örtüp göz ardı ettiler, Ardından Allah onları ceza gerektiren işleri¹ sebebiyle yakaladı. Kesinlikle Allah güçlüdür, sonucu [cezası] şiddetli olandır.

¹: "zenb=ذنب" kelimesi "kuyruk" manasındadır. Bu kelime nokta-i nazardan sonucu ceza gerektiren her şey için kullanılmıştır. (müfredat : ذنب)

53- İşte bu, Allah'ın herhangi bir millete kendisini verdiği bir nimeti, kendileri kendi benliklerindekini değiştirene kadar, değiştirici olmamasından ve Allah'ın devamlı işiten, devamlı bilen olmasından dolayıdır.

54- Firavun'un halkının ve onlardan öncekilerin gidişatı gibi... RAB'lerinin ayetlerini [mucizelerini] yalanladılar. Ardından onları cezayı gerektiren işleri sebebiyle helak ettik ve Firavunu’nun halkını boğduk. Her biri zalimdi.

55-56- Kesinlikle Allah'ın katında, kımıldananların en kötüsü (şerlisi), gerçeği örtmüş olanlar yani¹ onlardan kendileriyle anlaşma yapmış olduğun sonra da her defasında hiç sakınmaksızın kendi anlaşmalarını bozanlardır². Artık onlar inanmıyorlar.

¹: 56. ayetin başındaki ismi mevsul [الذين] bir önceki (55.) ayetteki ismi mevsul'den [الذين] bedeldir (Halebi:duru-l mes'un)

¹: "küfr=كفر" bir şeyi örtmek demektir. (müfredat : كفر) Allah, kur'an'da zinayı yasakladığı halde tecavüz eden; Allah, haksız yere öldürmeyi yasakladığı halde masum bir insanı öldüren herkes "eylemde küfr işlemiş" sayılır. Çünkü Allah'ın emrini çiğnemek bile onun hükümlerini örtmek (yani küfr) sayılır.

ayetler birbirlerini açıklar. Enfal 22. Ayette, Allah'ın katında debelenenlerin en şerlisi için gerçeğe karşı sağır, dilsiz ve akıl etmeyen kimseler olduğu söylendi. Bir insan, zulmü görüyor, buna karşı sağırlık yapıyor, zulmü söylemek yerine sessiz kalıyor ve aklını kullanmak yerine yalanlara takılmaya devam ediyorsa o insan da Allah'ın katında debelenenlerin en şerlisi yani "kafir [gerçeğini örten]" sayılmaktadır. Yani bu ayetlere göre kötülük yapanları geçin, kötülüğe sessiz kalanlar bile bu ayetin anlattığı kategoriye giriyor.

²: Kureyza oğulları (Beni Kureyza) yahudileridir. Kendileri düşmana yardım etmemek adına peygamber ile anlaşma yapmışlardı. Bu anlaşmayı her defasında bozdular. Son bozmaları ise hendek savaşında olmuştu. (kurtubi, beydavi, taberi)

57- Artık, harp'te onlara¹ denk gelirsen, onlar sayesinde arkalarındaki kimselere göz dağı ver². Düşünmeleri beklenir.

¹: zamir, önceki ayette anlatılan anlaşmayı bozan kişilere dönüyor. Bu ayetten anlaşıldığı üzere, peygamber beni kureyza savaşında sadece anlaşmayı bozan yahudilere ceza vermiştir. İçlerinde anlaşmaya sadık kalan masum yahudilere ceza vermemiştir.

²: (müfredat: شرد)

58- Herhangi bir milletten bir ihaneti mutlaka bekliyorsan¹ bir eşitlik üzerine onlara [anlaşmayı] at². Kesinlikle Allah, hainleri sevmiyor.

¹: "havf=خوف" Herhangi bir düşünce veya bilgi olan bir belirtiden dolayı, hoş görülmeyen bir şey beklentisine girmektir. Bu kelime "bilmek" anlamında da kullanılabilir (müfredat: خوف)  "ihanet eserleri açığa çıkarsa" manasında olması da mümkündür (Taberi) bu ayette "zan, korku" anlamında değildir. Çünkü ayette tekit eden nun [ن] harfiyle bu fiil kullanılmıştır.

²: Meful [nesne] hazf edilmiştir. Ayetteki "nebeze=نبذ" fiili normalde "bir şeyi değersiz bularak atmak" mânâsına gelir. Ancak isfehani burada (özetle) "barış anlaşması yap, onlar sadık kaldığı sürece sende sadık kal" manasında olduğunu söylemiştir. (müfredat : نبذ)

59- Gerçeği örtmüş olanlar sakın öne geçtiklerini sanmasınlar. Kesinlikle onlar aciz bırakmazlar.

60- Onlar [barış anlaşmasını bozanlar/savaşanlar]¹ için gücünüzün yettiğince herhangi bir kuvvetten ve kendisiyle Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan berideki sizin kendilerini bilmediğiniz Allah'ın kendilerini bildiği diğerlerini kendileriyle korkutacağınız bağlanmış bineklerden² hazırlayın. Allah'ın yolunda herhangi bir şeyden ne harcarsanız, size tamamen verilir ve zulüm olunmazsınız.

¹: Zamir, önceki ayetlerde anlatılan kişilere yani anlaşmayı bozan kişilere dönüyor. Bu kişilerin bozduğu anlaşmanın, barış anlaşması olduğunu hemen sonraki Ayette barışa gelmeleri halinde barışın kabul edilmesinin emir edilmesinden anlıyoruz. Buna göre ayetteki kişiler ya savaş açanlar ya da barışı bozanlar olmalıdır.

²: "el-hayl= الخيل" ismi at ve binek topluluğu için kullanılır (müfredat : خيل) genelde bunun, savaş için hazırlanan atlar olduğu söylenmiştir (kadı beydavi, kurtubi, Fahreddin Razi)

61- Onlar [savaş açanlar] barışa meyil ederlerse barışa¹ meyil et ve Allah'a güvenip dayan (tevekkül et). Kesinlikle o devamlı işitendir, devamlı bilendir.

¹: "ha=ها" zamiri "selm=السلم" yani barışa işaret ediyor. (Halebi:duru-l mes'un) islamın barışı emir ettiğinin en açık kanıtı bu ayettir.

İslamı savaş dini gibi göstermeye çalışanlar bu ayetin nesh edildiğini savunmuştur. Ancak bu Ayetin nesh edilmediğini kabul eden sahabeler de mevcuttur. (kurtubi)
kur'an önceki kitapları nesh eder. Kur'an içinde nesh olsa bile, bu ayeti nesh eden herhangi bir ayet yoktur. Savaş ayetleri savaş ortamında, bu ayet ise barış ortamında geçerlidir.

62- Eğer seni oyuna getirmeyi istiyorlarsa [bil ki] kesinlikle Allah sana yeter. O, seni yardımıyla ve inançlılarla güçlendirendir.

63- Onların [inançlıların] kalplerinin arasını uzlaştırdı. Sen, yerde [dünyada] ne varsa hepsini harcamış olsaydın onların kalplerinin arasını uzlaştıramazdın; fakat Allah onların arasını uzlaştırdı. Kesinlikle o  devamlı üstündür, hakimdir/hikmetlidir.

64- Ey Nebi! Sana ve İnançlılardan sana bağlı olanlara Allah yeter.

65- Ey Nebi! İnançlıları (o) savaşa [savunma ve koruma savaşına¹] teşvik et. Eğer sizden sabreden yirmi [kişi] olursa, iki yüz [kişiyi] yener. Eğer, sizden yüz [kişi] olursa, gerçeği örtmüş olanlardan bin [kişiyi] yener. Çünkü onlar [gerçeği örtenler] anlamayan bir millettir.

¹: "savaş" yani (القتال) sözü marife [belirli] gelmiş olmasından dolayı bu savaş belirli bir savaştır. Savaşın hangi savaş olduğu bu surenin 36-61 ayetlerinde ve kur'an'ın diğer ayetlerinde anlatıldığı üzere (bakara 190-194 , Nisa 75) savunma amaçlı veya mazlumları koruma amaçlı olan bir savaştır.

Savaş esnasında her lider, askerlerini savaşa teşvik eder. Bu durum liderin savaş taraftarı olduğu anlamına gelmez.

66- Şimdi Allah sizden [sorumluluğu] hafifletti¹ ve sizin içinizde bir zayıflık olduğunu bildi². Artık sizden sabreden yüz [kişi] olursa, iki yüz [kişiyi] yener. Allah, sabredenlerle beraber iken sizden bin [kişi] olursa, Allah'ın izniyle iki bin [kişiyi] yener.

¹: bu iki ayet arasında bir nesh [hükmü kaldırma] yoktur. Eğer zayıflık varsa bu ayet (1'e 2) geçerli; eğer zayıflık yoksa önceki ayet (1'e 10) geçerlidir.

Zayıflık olduğu için Allah yardım etmiştir. Bundan dolayı onların sorumluluğu hafifledi.

Nesh olduğunu iddia edenlere göre ise önceki ayetin dolaylı olarak "1 müslüman 10 kişiyi yenmeli" şeklinde emir manasındadır. Bu ayet ise önceki ayeti nesh etmiş artık 1 müslüman 2 kişiye dayanmak zorundadır.. (Fahreddin Razi)

Bu iki ayet "önceden zayıflardı şimdi ise sayıca çok oldukları için sorumluluk hafifledi" şeklinde açıklayan da mevcuttur (kadı beydavi)

²: "bildi" ifadesinden hareketle "Allah, eylemleri ortaya çıktıktan sonra bilir" sonucunu çıkaranlar olmuştur (Fahreddin Razi).
Ancak, iradenin sonucunun Allah tarafından bilindiğini düşünenlerin görüşünü kısaca şöyle anlatabiliriz;
Arapçada, "görmek(اري)", "bilmek(علم)", "korkmak(خوف )" eylemleri, birbiri yerine kullanılabilir. Örneğin fil suresinin 1. Ayetinde "RAB'binin fil ashabına ne yaptığını görmedin mi?" denilir. Halbuki peygamber bunu görmedi (لم يري) sadece, Allah'ın kendisine haber vermesi sayesinde bunu bildi (علم). Bu Ayette görmek, "bilmek" anlamındadır. Buradan hareketle, bu ayetteki "bilsin" ifadesini, "görsün, ezeli ilmi ile bildiğini görsün (açığa çıkarsın)" şeklinde anlamak mümkündür.

67- Bir nebi için, yerde [bölgede] katı oluncaya[kontrolü altına alıncaya] kadar kendisine ait esirler olması [doğru] olmaz!¹Allah, ahireti [sonu] istemekteyken, siz dünyanın [ilkin] geçici olanını (malını) istiyorsunuz. Allah bir devamlı üstündür, bir hakimdir/hikmetlidir.

¹: bu ayetin, Muhammed 4. Ayetle nesh olduğunu iddia edenler olmuştur. Ancak nesh edici herhangi bir şey yoktur. Çünkü bu ayet, savaşta katı oluncaya [galip gelinceye, hakim oluncaya] kadar esir almanın yasak olduğunu belirtmiştir. Tamamen yasak olduğunu değil.

68- Şayet Allah'tan bir yazı öne geçmiş olmasaydı, aldıklarınız[esirler] hakkında size büyük bir azap mutlaka dokunmuştu.

69- Artık ganimet [elde] ettiğinizden helal ve temiz olarak yeyin[alın] ve Allah'a (karşı gelmekten) sakının. Kesinlikle Allah çok bağışlayandır, bir rahimdir.

70- Ey Nebi! Esirlerden ellerinizde bulunan kimselere "Eğer Allah kalbinizde bir hayır biliyorsa, sizden alınanlardan daha hayırlı olanını size verir ve sizi bağışlar. Hâlbuki Allah çok bağışlayandır, bir rahimdir." de.

71- Sana ihanet [etmeyi] istiyorlarsa, [bil ki] önceden Allah'a ihanet etmişlerdi. Ardından Allah devamlı bir bilen, bir hakim/hikmetli olarak onlardan imkan verdi [onları ele verdi].

72- Gerçek şu ki, inanmış, hicret etmiş, Allah'ın yolunda [iyilik yolunda] malları ve canları ile cihad [çaba] sarf etmiş olanlar ve (insanları) barındırmış ve yardım etmiş olanlar (evet!) işte onlar, birbirlerinin velileridir. İnanmış ve hiç hicret etmemiş olanlara [gelince] onlar hicret edene kadar onların velayetinden size ait hiçbir şey yoktur. Eğer, dinde sizden yardım isterlerse yardım etmek size [düşer]; ancak sizinle kendileri arasında pekiştirilmiş bir anlaşma bulunan bir millete karşı [yardım isterlerse] bu durum hariçtir [yardım etmek size düşmez].  Hâlbuki Allah, eylemlerinizi bir devamlı görendir.

73- Gerçeği örtmüş olanlar birbirlerinin velileridir. Eğer onu yapmazsanız [birbirinizin velileri olmazsanız]¹, yerde [dünyada] bir fitne ve büyük bir fesat [terör, kaos] oluşur.

¹: Zamir gerçeği eylemlerine işaret etmektedir. Yani "siz onların yaptığı gibi birbirinize veli olmaz, birbirinize destek çıkmazsanız" manasındadır. Bunun önceki ayette anlatılan kurallara dönmesi de mümkündür.


74- inanmış, hicret etmiş, Allah'ın yolunda [iyilik yolunda] malları ve canları ile çaba sarf etmiş olanlar ve (insanları) barındırmış ve yardım etmiş olanlar (evet!) işte hak olarak [kesin olarak] inançlılar onlardır. Onlar için bir bağışlanma ve değerli bir rızık vardır.

75- Sonradan inanmış, hicret etmiş ve sizinle birlikte çaba sarf etmiş olanlara [gelince] İşte onlar sizdendir. Rahim sahipleri[akrabalar], Allah'ın kitabında birbirlerine daha önceliklidir. Kesinlikle Allah, her şeyi bir devamlı bilendir.

14 Temmuz 2019 Pazar

7- Araf suresi (hubeyb Öndeş meali)

Araf suresi

1-3- 'Elif, Lam, Mim, Sad' sana indirilen bir kitaptır.¹ Artık, onunla[bu kitapla] uyarıyorsun diye, ondan [kitaptan] yana göğsünde bir darlık olmasın. İnançlılar için bir hatırlatma; RAB'binizden size indirilene bağlı olun; ondan berideki velilere(rehberlere) bağlı olmayın. Pek az öğüt alıyorsunuz!

¹: "Elif, lam, Mim, sad" ifadesi öznedir, çünkü "kitap" [كتاب] kelimesi haber olarak merfudur. Ya da takdiri bir "Bu" [هذا] işaret zamirinin haberidir.

"Elif, lam, Mim, sad" harflerinin "Ben Allah'ım, daha çok bilirim ve açıklarım" [أنا اللّه أعلم وَأفصِّلُ] ifadesinin kısaltılmış hali olması da mümkündür. (zeccac: meani-l kur'an)

4- Kent[ler]den kaç tanesini helak ettik! Kederimiz(azabımız), ona [halkına¹] geceleyin hemde kendileri öğlen dinlenmekte iken geldi.

¹: "Halkına" [أهل] ifadesi [yani muzaf] hazf edilmiştir. (kurtubi)

5- Perişan edişimiz (azabımız) geldiği vakit duaları "kesinlikle biz zalimlerdik!" demekten başkası olmadı.

6- Kendilerine gönderilmiş olanlara mutlaka ama mutlaka soracağız¹; gönderilmiş olanlara da mutlaka ama mutlaka soracağız.

¹: Allah'ın ne cevap verileceğini bildiği halde sorması, onları azarlamak, suçlarına kendilerini şahit ettirmek içindir (Zamahşeri:keşşaf)


7- Kendilerine bir bilgi ile mutlaka ama mutlaka anlatacağız. Biz Gaibler[kaybolanlar] değildik.

8- Terazi o gün Haktır. O halde tartıları ağır gelen kimseler (evet!) işte onlar başarılı olanlardır.

9- Tartıları hafif gelen kimseler (evet!) işte onlar ayetlerimize [mucizelerimize] zulüm etmelerinden dolayı kendi benliklerini kayba uğratanlardır.

10- Elbetteki sizi yerde [dünyada] yerleştirmiştik-imkan sağlamıştık. Onda [yerde] sizin için yaşam araçları yaptık. Pek az şükür ediyorsunuz.

11- Elbetteki, sizi yaratmıştık sonra sizi şekillendirmiştik sonra meleklere "Adem'e secde edin!" dedik hemen secde ettiler. Ancak iblis¹ hariç, o secde edenlerden hiç olmadı.

¹: iblis, meleklerden değildir. (kehf 50. Ayet) ancak burada tağlip sanatı olduğu için ayriyeten "iblis'e de secde et, dedik" yazmasına gerek kalmamıştır. Çoğunlukta melekler olduğu için meleklerle birlikte aralarında bir cin olan iblis de muhatap olmuştur (zamahşeri:keşşaf bakara 30)


12- "Sana emir ettiğim zaman, seni secde etmemeye sevk eden¹ nedir?" dedi. [iblis] "Ben ondan [Ademden] daha iyiyim. Beni bir ateşten yarattın; onu [Ademi] bir çamurdan² yarattın" dedi

¹: (Müfredat: منع)

²: Enam 2. Ayetin dipnotuna bakınız.

13- "O halde [değersizleşir bir halde]¹ in oradan! Artık, orada büyüklenme [hakkı] senin için [mümkün] olmaz. Artık çık, gerçekten sen, küçüklerdensin." dedi.

¹: bu Ayetteki (اهبط) fiili, seviyeyi düşürerek inmek, alçalmak manasındadır (müfredat : هبط)

14- [iblis] "Yönlendirilecekleri/yeniden diriltilecekleri güne kadar beni beklet." dedi.

15- "Kesinlikle sen bekletilenlerdensin" dedi.

16-17- [iblis] "Beni mahvetmen¹ sebebiyle senin dosdoğru yoluna onlar [insanlar] için mutlaka oturacağım. Sonra önlerinden, arkalarından, sağ taraflarından ve sol taraflarından mutlaka kendilerine geleceğim. Onların çoğunu şükür edici olarak bulamazsın." dedi.

¹: buradaki (غوي) fiili bir yoruma göre "yaşamı bozmak" manasındadır (müfredat : غوي)

18- [Allah] "Yerilmiş ve uzaklaştırlmış bir halde çık ondan! Gerçekten, onlardan sana bağlı olmuş kimseler [bilsinler ki] cehennemi mutlaka ama mutlaka sizden topluca dolduracağım." dedi.

19- "Ey Adem! Sen ve eşin cenneti yurt edin. Ardından tercih ettiğiniz yerden yeyin; bu ağaca yaklaşmayın. Aksi halde zalimlerden olursunuz."

20-21- Ardından şeytan, kendilerinden örtülmüş olan edep yerlerini kendilerine göstermek için kendilerine kötü düşünceler fısıldadı ve "RAB'biniz, sırf iki melek olursunuz veya kalıcılardan olursunuz diye sizi bu ağaçtan engelledi." dedi. O ikisiyle "Kesinlikle ben, ikiniz için mutlaka nasihat edenlerdenim." [diye] antlaştı.

22- [şeytan] ikisinin aldatmayla [seviye olarak] aşağı sarkıttı.¹ Ağacı tattıklarında, edep yerleri kendileri için açığa çıktı ve cennetin [bahçenin] yaprağından kendilerine yamamaya başladılar. RAB'leri o ikisine "İkinizi de (bu) ağaçtan engellemedim mi? ve ''Şeytan, siz ikiniz için apaçık bir düşmandır'' demedim mi?" diye seslendi.

¹: "Ağaçtan yeme seviyesine indirdi" anlamındadır. (Zamahşeri:keşşaf)

23- O ikisi "RAB'bimiz! kendi benliğimize zulüm ettik. Eğer, bizi hiç bağışlamaz ve bize rahmet etmezsen kesinlikle kaybedenlerden oluruz." dediler.

24- [RAB'leri] "Bazınız, bazınıza düşman olarak [değersizleşir bir halde] inin. Sizin için yerde bir süreye kadar barınma ve bir geçim vardır." dedi.

25- "Onda[yerde] yaşarsınız, onda[yerde] ölürsünüz ve ondan[yerden] çıkarılırsınız." dedi.

26- Ey Ademin oğulları! Size, edep yerlerinizi örten bir elbise, bir tüy [süs] ve 'korunup sakınma' elbisesi¹ indirdik. İşte bu, daha iyidir(hayırlıdır). İşte bu, Allah'ın ayetlerinden[mucizelerinden]'dir. Öğüt almaları beklenir.

¹: "libasu-t takve=لباس التقوى" ifadesi, öncesinde geçen "bir elbise, bir tüy" sözüne atıf olarak mensup olarak yani "libasE-t takve=لباسَ التقوى" şeklinde de okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf) çeviri buna göre yapıldı.

"elbise" mecazdır.

27- Ey Ademin oğulları! Şeytan, kendilerine edep yerlerini göstermek için kendilerinin elbiselerini kendilerinden çekip çıkararak cennetten çıkardığı gibi sizi de fitnelemesin[belaya çekmesin]. Kesinlikle o [şeytan] ve kabilesi sizin onları görmediğiniz yerden sizi görüyor. Kesinlikle biz, şeytanları inanmayanlar için veliler (rehberler) yaptık.

28- Onlar herhangi bir çirkin iş yaptıkları zaman "Atalarımızı, bunun üzerinde [bu çirkin fiili yaparken] bulduk ve bunu [çirkin fiili] bize Allah emir etti" dediler. "Allah, çirkin işi emir etmez! bilmediğiniz [şeyleri] Allah'ın üzerinden mi söylüyorsunuz?" de.

29-30- "RAB'bim hakkaniyeti emir etti. Her bir secde zamanlarında/mekanlarında yüzünüzü [kıbleye] doğrultun ve dini ona [RAB'bime] adayanlar olarak ona dua edin." de. (Yaratmada) size ilk başladığı gibi, doğru yolu bulmuş bir grup olarak ve kendilerine dalalet [doğru yoldan sapma] kendilerine hak olmuş bir grup olarak tekrar iade olacaksınız. Gerçekten onlar, Allah'tan beride şeytanları veliler edindiler. Kendilerinin doğru yolu bulanlar olduklarını sanıyorlar.

31- Ey Ademin oğulları! Her bir secde zamanında/yerinde, süsünüzü¹ alın. Yeyin, için ve israf etmeyin. Kesinlikle o [Allah], israfçıları sevmiyor.

¹: süs ile, güzel kıyafet kasıt edilir. Bazı Arapların kabe'yi(secde yerini) elbiseleri olmaksızın tavaf etmelerine karşı inmiş bir ayettir. (müfredat : زين) Nur 31. Ayette kullanılan "süs" kelimesi de burada kasıt edilenin elbise olduğunu doğrular. Ayette "her bir secde yerinde (عند كل مسجد)" demesi bunun kabe ile sınırlı olmayıp her bir ibadet yerinde geçerli olduğunu göstermektedir. Bu da namazda edep yerlerinin kapatılması gerektiğinin (setri avret) kanıtıdır.

32- "Allah'ın, kullarına çıkardığı süsü ve rızıktan temiz olanlarını kim haram etti?" de. "O [süs ve temiz rızık] ahiret gününde (kendilerine) mahsus olarak dünya hayatında inanmış olanlara aittir" de. İşte, bilen bir millet için ayetleri bunun gibi açıklıyoruz.

33- "RAB'bim sadece fuhuşları[çirkin işleri] -ondan açığını ve gizlisini-, kasıtlı suçu, haksız yere sınırı aşmayı istemeyi, kendisine hiçbir yetkiyi-delili [kısım kısım] hiç indirmediği [şeyleri] Allah'a şirk koşmanızı [ortak kabul etmenizi] ve bilmediğiniz [şeyleri] Allah'ın üzerinden söylemenizi haram etti." de.

34- Her bir topluluk için bir süre sonu vardır. Artık, süre sonları gelince bir saat olarak ertelemeyi isteyemezler ve öne almayı isteyemezler.

35- Ey Ademin oğulları! Eğer, Ayetlerimizi size anlatan sizden olan elçiler size gelirse, bu halde kimler korunup sakınır ve (halini) düzeltirse kendilerine herhangi bir korku yoktur, kendileri üzülmezler.

36- Ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış ve onlar [ayetlerimiz] hakkında büyüklük taslamış olanlar (evet!) işte onlar ateşin dostlarıdırlar, onun [ateşin] içinde kalıcıdırlar.

37- Allah'ın üzerinden bir yalan uyduran veya onun ayetlerini yalanlamış kimse[ler]den daha zalim kimdir? İşte onlara kitaptan (yazılı cezalardan) nasipleri ulaşır. Nihayet elçilerimiz onları vefat ettirerek geldikleri onlara geldikleri zaman "Allah'tan beride dua etmekte olduklarınız nerede?" dediklerinde "Bizden kaybolup gittiler." dediler. Kendi benliklerine karşı 'kendilerinin kâfirler [gerçeği örtenler]' olduklarına şahitlik ettiler.

38- "Sizden önce gelip geçmiş cinden ve insandan (oluşan) toplukların içinde ateşin içine girin." dedi. Her ne zaman bir topluluk (ateşe) girdiyse, kardeşine lanet etti. Sonunda topluca onda [ateşte] bir araya biriktikleri zaman sonrakiler öncekiler için ''RAB'bimiz! bunlar bize yolu kaybettirdi. O halde onlara ateşten bir kat (daha) azap ver.'' dediler. [RAB'leri] ''Her biri için bir kata (daha) vardır;fakat siz bilmiyorsunuz.'' dedi.

39- Öncekiler de sonrakiler için "Bize karşı herhangi bir üstünlükten(payınız) yoktu. O halde elde etmekte olduklarınız sebebiyle azabı tadın!" dediler.

40- Ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış ve onlar [ayetlerimiz] hakkında büyüklük taslamış olanlara [gelince] kesinlikle onlara göğün kapıları açılmaz. Deve, iğnenin deliğinin içinden geçene kadar cennete giremezler. İşte suçluları bunun gibi cezalandırıyoruz.

41- Onlar için cehennemden bir hazırlanmış yer ve üstlerinden örtüler¹ vardır. İşte, zalimleri bunun gibi cezalandırıyoruz.

¹: ''Gıveşun=غواشٌ'' şeklinde merfu olarak da okunmuştur (Zamahşeri:Keşşaf) çeviri buna göre yapıldı.

42- İnanmış ve düzeltici eylemlerde bulunmuş kimselere [gelince] herhangi bir canlıya kendi genişliğinden [gücünden] başka [sorumluluk] yüklemeyiz. İşte cennetin dostları olanlar onlardır. Onda [cennette] kalıcıdırlar.

43- Onların alt taraflarından ırmaklar akarken göğüslerinde kinden/düşmanlıktan ne varsa çekip çıkardık. "Övgü, bizi buna yumuşakça ileten Allah'a aittir. Allah'ın yol göstermesi olmasaydı biz doğru yolu bulanlar asla olamazdık. Elbetteki RAB'bimizin elçileri hakkı [gerçeği] getirmişti.'' dediler. ''Bulunmakta olduğunuz eylemlerden dolayı kendisine mirasçı olduğunuz cennet işte budur!'' diye kendilerine seslenildi.

44- Cennetin dostları, ateşin dostlarına "RAB'bimizin bize hak olarak söz verdiğini (cenneti) bulmuş bulunuyoruz. Artık RAB'binizin size hak olarak söz verdiğini (ateşi) buldunuz mu?" diye seslendi. Onlar [ateşin dostları] "evet" dediler. Ardından bir ilancı"Allah'ın laneti [rahmetinden engellemesi] zalimlerin üzerinedir!" diye onların arasında ilan etti.

45- O [zalimler] ki, Allah'ın yolundan engelliyorlar. ahirete karşı kafirler [gerçeğini örtenler] olarak, onda [Allah'ın yolunda] bir eğrilik(hata) arıyorlar.

46- ikisinin [cennetin dostlarının ve ateşin dostlarının] arasında bir perde/duvar vardır. Araf'ın [perdenin yükseklerinin] her birini simaları [işaretleri] ile tanımakta olan kişiler¹ vardır. Umdukları halde ona [cennete] hiç girmemiş iken cennetin dostlarına ''Esenlik üzerinize olsun!'' diye seslendiler.

¹: ''Rical=رجال'' kelimesi, normalde sadece erkekler için kullanılmaktadır. Ancak, tağlip yoluyla kadını da kapsaması mümkündür (müfredat : رجل, el mizan) kelime gerek sözlüklerde manası olsun gerekse kur'an'da kullanımı olsun, "kişiliği tam" olan erkekler için kullanılıyor (müfredat : رجل) buradan anladığımız kadarıyla, Araf bölgesinde bulunan kişilerin üstün kişiler olması daha mantıklıdır. Doğrusunu Allah daha iyi bilir.

47- Bakışları ateşin dostlarının yönüne çevrildiği zaman "RAB'bimiz! bizi zalimler miletiyle beraber sayma [azaba dahil etme]!" dediler.

48-49- Araf'ın [yükseklerin] dostları, simaları [işaretleri] ile tanımakta oldukları bir takım kişilere seslendiler. "Ekibiniz ve büyüklük taslamakta olmanız yeterli gelmedi. ''Allah kendilerini herhangi bir Rahmete eriştirmez'' [diye] ant içtiğiniz bunlar mıydı?'' dediler. [Allah] "Girin cennete! siz üzülmeyecek bir haldeyken size herhangi bir korku yoktur." [dedi].¹

¹: Aynı ayetin içinde herhangi bir ''dedi'' ifadesi olmadığı halde iki farklı kişinin sözünün tek cümle gibi aktarılması durumu Araf 110. ayette de görülür. Okuyucu tarafından kimin konuştuğu rahatça anlaşılmaktadır.

50- Ateşin dostları cennetin dostlarına "(şu) sudan veya Allah'ın sizi rızıklandırmış olduklarından bize taşırın." diye seslendi. [Cennetin dostları]"kesinlikle Allah, onları kafirlere [gerçeği örtenlere] haram etti." dediler.

51- [kafirler] ki, dinlerini bir oyalanma ve oyun edindiler. Dünya [ilk] hayatı onları kandırdı. Artık bugün kendilerini unutuyoruz [umursamıyoruz]¹, tıpkı bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve ayetlerimizi [mucizelerimizi] bile bile reddetmekte oldukları gibi...

¹: ''unutmak'' [نسيان] "umursamamak" manasında kullanılmıştır. Çünkü bu kelime ''kasten [hafızada] tutmayı terk etmek'' manasında da kullanılır. (Müfredat:نسي)

52- İnançlı bir millet için bir bilgi üzerine kendisini açıkladığımız¹, doğru yol rehberi (hidayet) ve bir rahmet olan bir kitabı elbetteki size getirmiştik.

¹: "fessalnehu=فصلناه" ifadesi "feddalnehu=فضلناه" şeklinde yani "[diğer bütün kitaplardan] üstün kıldık" şeklinde de okunmuştur (Zamahşeri:keşşaf)

53- Onlar onun tevilinden [söz verdiği azaptan] başkasını beklemiyor.¹ Onun tevilinin geldiği gün önceden onu unutanlar [umursamayanlar] "RAB'bimizin elçileri gerçeği getirmiş! Artık bizim için şefaatçi'ler var mı ki bize şefaat etsinler? veya geri çevrilir miyiz ki bulunmuş olduğumuzdan başka eylemlerde bulunalım?" derler. Kendi benliklerini (nefislerini) kayba uğramışlardır ve uydurmakta oldukları kendilerinden kaybolup gitmiştir.

¹: "hel=هل" burada "Ma=ما" anlamındadır.

54- Gerçekten RAB'biniz altı günde [evrede]¹ gökleri ve yeri (evreni) yaratmış sonra arşı[yönetimi]² hükümranlığı altına almış³ olan Allah'tır. Geceyi, aceleyle kendisini istediği gündüze bürüyor. Güneş, ay ve yıldızlar⁴ onun [Allah'ın] emriyle hizmete sunulmuştur. Dikkat! Yaratma ve emir yalnız ona aittir. Alemlerin [varlıkların] RAB'bi Allah ne şanlıdır!

¹: "gün" kelimesi kur'an'da "evre" manasındadır. Örneğin çoğu Ayette "yevmu-l kıyamet =يوم القيامة" yani "kıyamet günü" ifadesi geçer. Halbuki kıyamet, 24 saatlik bir günden oluşmuş değildir. Ayet "kıyamet dönemi, evresi" manasında "gün" demiştir. Haricen mearic suresinin 4. Ayetinde "Allah'ın katında bir gün bin yıl gibidir" denilmektedir. Bütün bunlar, günün "evre" manasında olduğunu ispatlıyor.

Bazıları bu görüşe katılmıyor olsa da, "6 günde yaratılış, Allah'ın katındaki zaman dilimi ile 6 gündür. 24 saatlik zaman dilimi olan 6 günlük bir yaratılış değildir." şeklinde yorum yapanlar eskiden beri vardır. (kurtubi)

²: arş, aslen "kürsü" demektir. Fakat bu kelime "yönetim, güç, saltanat, mülkiyet" manasında da kullanılmıştır. Örneğin "kralın Arşı" ile "kralın mülkü, saltanatı" kasıt edilmiştir. (müfredat : عرش, Fahreddin Razi) buradan anlıyoruz ki, Allah'ın Arşı ile kastedilen, onun mülkü, yani yönetimidir.

³: "ıstiva = استوى" fiili "ale =على" harfi cerr'i ile "istila etmek" yani "hükümranlığı altına almak" mânâsına gelir (müfredat :سوا) bu Ayette de aynı şekilde kullanıldığı için bu mana verildi.

⁴: "şems =الشمس" (güneş), "Kamer =القمر" (Ay) ve "nucum =نجوم"(yıldızları) sözleri müpteda olarak merfu olarak da okunmuştur. (kurtubi, beydavi) çeviri buna göre yapıldı.

55- Yalvararak ve gizlenerek RAB'binize dua edin. Gerçekten o, haksızlık yapanları/saldırganları sevmez.

56- İyileştirilmesinden sonra yerde [dünyada] fesat [terör, kaos, bozgun]¹ çıkarmayın. Ona [Allah'a] korkarak ve umarak dua edin. Kesinlikle Allah'ın rahmeti, güzellik yapanlardan daha yakındır.²

¹: Maide 33. Ayetin dipnotuna bakınız.

²: "karibun=قريب" ifadesi, "rahmet=رحمة" kelimesinin dişi olması sebebiyle "karibetun=قريبة" şeklinde yazılması gerekirdi. Fakat "Rahmet=رحمة" kelimesi, hakiki dişil değildir. Yani "rahm=رحم" şeklinde eril anlamındadır. Hakiki olmadığı için haber olan "karibun=قريب" kelimesi eril gelmiştir. (Zamahşeri:keşşaf) Dilin bu özelliğini bilmeyenlerin bu ayete yönelik "Gramer hatası" iddialarına itibar edilmemelidir.

57- Rüzgarları rahmetinin önünde bir müjde¹ olarak gönderen o'dur. Sonunda [rüzgarlar] ağır bulutu hafif bulup yüklendiği² zaman onu [bulutu] ölü bir beldeye sevk sevk ederiz, ardından onunla suyu indiririz, ardından onunla ürünlerin tümünden çıkarırız. İşte, ölüyü de bunun gibi çıkarıyoruz. Öğüt almanız beklenir.

¹: "büşran=بشرا" kelimesi "neşran=نشرا" şeklinde de okunmuştur (Zamahşeri:keşşaf) Temel anlam olarak aralarında bir fark yoktur. "beşran=بشرا" kelimesi "müjdelemek"; "neşran=نشرا" kelimesi ise "yaymak" manasındadır. Müjde de güzel bir haberi "yaymak" olduğu için, iki okuyuşa göre de aynı manaya denk gelir.

²: (Müfredat: قلل)

58- Temiz belde... onun bitkisi RAB'binin izniyle çıkar; pis¹ olanın [bitkisi ise] ancak çileli olarak çıkar. İşte, şükür eden bir millete ayetleri bunun gibi halden hale çevirip açıklıyoruz.

¹: Hazf kabul edilerek "Pis olan beldenin bitkisi ancak çileli olarak çıkar" [والبلد الذي خبث لا يخرج نباته إلا نكدا] şeklinde de mana verilebilir. (Beydavi)

59- Elbetteki, Nuh'u kendi milletine göndermiştik, ardından "Ey milletim! Sizin için kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah'a kulluk edin. Gerçekten ben, size karşı çok büyük bir günün azabından korkuyorum." dedi.

60- [Nuh'un] milletinden seçkinler "Gerçekten biz, seni kesinlikle apaçık bir 'yolu kaybetme' içinde görüyoruz." dediler.

61- [Nuh] "Ey milletim! Bende herhangi bir 'yolu kaybetme (dalalet)' [mevcut] değildir; fakat ben Alemlerin [varlıkların] RAB'binden bir elçiyim." dedi.

62-63- "RAB'bimin mesajlarını size duyuruyorum, sizin için nasihat ediyorum ve Allah[tarafın]dan sizin bilmediğinizi biliyorum. Sizi uyarması için, korunup sakınmanız için ve rahmet olunmanız beklendiği için RAB'binizden bir hatırlatmanın size sizden bir kişi üzerinden gelmesini mi tuhaf buldunuz?" [dedi].

64- Onlar onu [Nuh'u] yalanladılar. Ardından onu [Nuh'u] ve onunla birlikte (o) Gemide olan kimseleri kurtardık; ayetlerimizi yalanlamış olanları boğduk. Kesinlikle onlar, bir körler milletiydi.

65- Ad [milletine]¹ da, kardeşleri Hud'u [gönderdik]. "Ey milletim! Sizin için kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah'a kulluk edin. Artık korunup sakınır mısınız?" dedi.

¹: "Ad milleti" [أهل عاد] manasındadır. Devamındaki "kardeşleri" ifadesindeki "onlar =هم" zamiri bunu gösteriyor.

66- Milletinden olup gerçeği örtmüş o seçkinler "Kesinlikle biz, seni bir akıl zayıflığı içinde görüyoruz ve kesinlikle biz, senin yalancılardan olduğunu düşünüyoruz" dedi.

67- "Ey milletim! Bende herhangi bir 'akıl eksikliği' [mevcut] değildir;fakat ben alemlerin [varlıkların] RAB'bi olan Allah[tarafın]dan bir elçiyim." dedi.

68-69- "Ben sizin için güvenilir bir nasihatçı olarak RAB'bimin mesajlarını size duyuruyorum. Sizi uyarması için RAB'binizden bir hatırlatmanın size sizden bir kişi üzerinden gelmesini mi tuhaf buldunuz? Hatırlayın, hani Nuh'un milletinden sonra sizi halifeler yapmıştı. Yaratılışta sizi uzunluk bakımından artırmıştı. Artık, başarılı olmanız beklendiği için Allah'ın üstün nimetlerini hatırlayıp anın." dedi.

70- "Allah'a kendisini tek sayarak kulluk etmemiz ve atalarımızın kulluk yapmakta olduklarını bırakmamız için mi bize geldin? O halde, dürüst kişilerden idiysen bize vaad ettiğini (azabı) getir!" dediler.

71- "RAB'biniz[tarafın]dan bir kirlilik ve gazap üzerinize düşmüştür [gerçekleşmiştir]. Kendilerini sizin ve atalarınızın isimlendirdiği, kendilerine Allah'ın herhangi bir yetkiyi-delili [kısım kısım] indirmemiş olduğu isimler hakkında mı benimle mücadele ediyorsunuz [tartışıyorsunuz]? O halde bekleyin! Kesinlikle ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim." dedi.

72- Ardından onu [Hud'u] ve onun beraberindekileri kendimizden bir rahmetle kurtardık; ayetlerimizi yalanmış olanların arkasını kestik. Onlar inançlı değildi.

73- Semud [milletine] kardeşleri Salih'i [gönderdik]. "Ey milletim! Sizin için kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah'a kulluk edin. RAB'binizden bir açık kanıt size gelmiştir. Bu, sizin için bir ayet [mucize] olarak, Allah'ın bir dişi devesidir. Onu [dişi deveyi] bırakın da Allah'ın yerinde [dünyasında] yesin. Ona herhangi bir kötülüğü dokundurmayın! Aksi halde can yakıcı bir azap sizi yakalar!" dedi.

74- "Hatırlayın, hani sizi Ad [milletinden] sonra sizi halifeler [birilerinin yerlerine geçenler] yaptı ve yerde [dünyada] sizi yerleştirdi. Onun [yerin] düzlüklerinden saraylar ediniyordunuz, dağları evler olarak yontuyordunuz. Artık Allah'ın üstün nimetini hatırlayıp anın ve yerde [dünyada] bozgunculuk [terör, kaos] yapanlar olarak baş kaldırmayın! "dedi.

75- Milletinden büyüklük taslamış o seçkinler, zayıf bırakılmak istenilenlere yani kendilerinden olup inanmış olanlara "Salih'in kendi RAB'bi[tarafın]dan bir gönderilen(!) olduğunu biliyor musunuz¹?" dediler, onlar da "kesinlikle biz, onunla [Salihle] gönderilen ne ise ona inançlıyız." dediler.

¹: Alay yollu bir ifadedir. Buna "istihza sanatı" denilir.

76- Büyüklük taslamış olanlar "kesinlikle biz, sizin inanmış olduğunuza karşı kâfirleriz [gerçeğini örtenleriz]." dediler.

77- Ardından, o dişi deveyi kurban¹ ettiler ve RAB'lerinin emri konusunda itaatsizlik ettiler. "Ey Salih! Eğer gönderilmişlerden idiysen bize vaad ettiğini (azabı) getir!" dediler.

¹: "akara=عقر" fiili "kurban etmek" [نحر] anlamındadır (müfredat: عقر) bunun "Dizinden ayağını kesmek" manasında olması da mümkündür. (kurtubi)

78- Derken onları şiddetli çalkalanma yakaladı. Ardından kendilerinin yurdunda çökmüş bir halde sabahladılar.

79- Ardından [Salih] onlardan yüz çevirdi ve "Ey milletim! Elbetteki ben RAB'bimin mesajını size duyurmuştum ve size nasihat etmiştim. Fakat siz, nasihatçıları sevmiyorsunuz." dedi.

80-81- Lut'u [da gönderdik]. Hani, milletine "alemlerden hiç birinin sizi geçmediği¹ (o) çirkin fiile mi geliyorsunuz? Gerçekten siz, kadınlardan beride şehvetle erkeklere geliyorsunuz.² Hayır! Siz İsrafçı [aşırıya giden] bir milletsiniz." demişti.

¹: "Sebeka=سبق" fiili, "her hangi bir şeyde öne geçmek" manasındadır (lisanul Arab, müfredat : سبق) kur'an'ın açığını arayanlar "daha önce eş cinsellik yapan hayvanlar ve insanlar vardı" demektedir. Ancak iddia, ayeti geçersiz çıkarmaz. Çünkü kullanılan fiilden anlaşıldığı üzere hiç kimse bu çirkin iş de Lut kavmi kadar aşırıya gitmeyi başarmış değildir.

²: Eşcinselliğin genetik değildir. Bazıları genetik olduğunu iddia etse de doğrulayan herhangi bir çalışma mevcut değildir. X kromozomu üzerinde Xq28 bölgesinin eş cinsellik ile ilişkili olabileceği bazı çalışmalarla bildirilmiş olsa da sonraki çalışmalar bu bilgiyi doğrulamayı başaramamıştır. (Balter, M., Can epigenetics explain homosexuality puzzle? 2015, American Association for the Advancement of Science. Orijinal metin ''Researchers thought they were hot on the trail of “gay genes” in 1993, when a team led by geneticist Dean Hamer of the National Cancer Institute reported that one or more genes for homosexuality had to reside on Xq28, a large region on the X chromosome. The discovery generated worldwide headlines, but some teams were unable to replicate the findings and the actual genes have not been found'') (Daha çok kaynak ve detaylı araştırma için Bilimveyaratilisagaci. com sitesinin "Eşcinsellik genetik midir? Yoksa tercih midir?" başlıklı makalesini okuyunuz.)

82- Milletinin cevabı "Kentinizden çıkarın onları! Gerçekten onlar temizlenen insanlarmış(!)¹" demekten başkası olmadı.

¹: ''İstihza sanatı''

83- Ardından onu [Lut'u] ve ailesini/halkını kurtardık. Ancak [Lut'un] hanımı hariç. O, (azapta¹) kalanlardan oldu.

¹: ''ga'birin=الغاببرين'' kelimesi "azapta kalmak" manasında da anlaşılabilir. (kurtubi, aynı ifadeyi taşıyan ayetlerin böyle anlaşıldığına dair bir görüş isfehani tarafından da söylenir ; müfredat: غبر) Geride kalmak anlamında da olabilir. Tevrata göre Lut'un hanımı da kentten çıkmıştır;ancak geriye bakınca tuz kesilmiştir. (Tevrat: yaratılış 19:26) yani o da azapta kalanlardan olmuştur.

84- Üzerlerine bir yağmur yağdırdık. Artık bak suçluların sonucu nasıl olmuş?

85 - Medyen [milletine] kardeşleri Şuayb'ı [gönderdik]. "Ey milletim! Sizin için kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah'a kulluk edin. Size RAB'binizden bir açık kanıt gelmiştir. O halde öçüyü ve tartıyı tam yapın; İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin; kendisinin düzeltilmesinden sonra yerde [dünyada] bozgun [terör, kaos] çıkarmayın. Eğer inançlı idiyseniz bu sizin için daha iyidir (hayırlıdır)." dedi.

86- "Tehdit ederek, Allah'ın yolundan ona [Allah'a] inanmış kimseleri geri çevirerek ve onda bir eğrilik (hata) arayarak her bir doğru yola oturmayın/pusu kurmayın. Hatırlayın, hani siz pek az idiniz, ardından [Allah] sizi çok yaptı. Bakıp düşünün, bozguncuların sonucu nasıl olmuş? "

87- "Sizden bir takım, benimle gönderilene inanmış ve bir takım hiç inanmamış idiyse Allah aramızda hüküm verene kadar sabır edin. O, hakimlerin en iyisidir (hayırlısıdır)."

88- Milletinden büyüklük taslamış o seçkinler "Seni kentimizden mutlaka ama mutlaka çıkaracağız ey Şuayb! seninle birlikte inanmış olanları da. Ya da dini görüşümüze mutlaka ama mutlaka tekrar döneceksiniz!" dediler. [Şuayb] "İstemeyenler olsak da mı?" dedi.

89- "Kendisinden bizi Allah kurtardıktan sonra tekrar dini görüşünüzün içine tekrar dönersek Allah'ın üzerinden bir yalan uydurmuş [oluruz]. Onun içine geri dönmemiz bizim için [mümkün] olmaz. Ancak RAB'bimiz Allah'ın tercih etmesi durumu hariçtir. RAB'bimiz her şeyi bilgi bakımından kuşattı. Sadece Allah'a güvenip dayandık (tevekkül ettik). RAB'bimiz! Bizimle milletimizin arasını hak ile [gereğince] aç. Sen, açanların en iyisisin (hayırlısısın)."

90- Milletinden olan gerçeği örtmüş o seçkinler "Yemin olsun, Şuayb'a uyarsanız kesinlikle siz, o an mutlaka kaybedenlerdensiniz!." dediler.

91- Derken şiddetli çalkalanma kendilerini yakaladı. Ardından kendilerinin yurdunda çökmüş bir halde sabahladılar.

92- Şuayb'ı yalanlamış olanlar sanki onda [yurtta] hiç yaşamamış gibiydiler. Şuayb'ı yalanlamış olanlar kaybedenlerin ta kendileri oldular.

93- Ardından [Şuayb] onlardan yüz çevirdi ve "Ey milletim! Elbetteki ben RAB'bimin mesajlarını size duyurmuştum ve size nasihat etmiştim. O halde kafir [gerçeği örten] bir millete nasıl üzüleyim?" dedi.

94- Ne [zaman] herhangi bir kentin içine herhangi bir nebi gönderdiysek -yalvarmaları beklendiği için- [sonunda] ancak keder ve sıkıntı ile yakaladık.

95- Sonra onlar gürleşinceye ve "Atalarımıza da sıkıntı ve mutluluk dokunmuştu.¹" diyene kadar çirkinliğin [kötülüğün] yerini güzellikle [iyilikle] değiştirdik. Derken onlar farkında değilken aniden onları yakaladık.

¹: Yani "Atalarımız da mutluluğu ve üzüntüyü yaşadı, demekki bu yaşananların ilahi bir müdahaleyle alakası yokmuş," diyene kadar...

96- Kentlerin halkı inansaydı ve korunup sakınsaydı, mutlaka kendilerine gökten ve yerden bereketleri açardık; fakat yalanladılar. Ardından onları elde etmekte olduklarından dolayı yakaladık.

97- Artık kentlerin halkı kendileri uyurken geceleyin 'perişan edişimizin [azabımızın)' kendilerine gelmesinden emin mi oldular?

98- Ya da (o) Kentlerin halkı kendileri eğlencede iken kuşluk vakti 'perişan edişimizin [azabımızın)' kendilerine gelmesinden emin mi oldular?

99- Artık Allah'ın hilesinden emin mi oldular? Kaybedenler milletinden başkası Allah'ın hilesinden emin olmaz.

100- Tercih etsek kendilerine cezayı gerektiren işleri sebebiyle isabet [azap] edebilecek olmamız, (bu) yere kendi halkından sonra mirasçı olanlara hiç yol göstermedi mi? Kalplerinin üzerini damgalarız böylece onlar işitmezler.

101- İşte bunlar, haberlerinden[bir kısmını] sana anlattığımız kentlerdir. Elçileri elbetteki kendilerine açık kanıtlar getirmişti de önceden yalanlamış olduklarına¹ inanacak değillerdi... İşte, Allah bunun gibi kafirlerin [gerçeği örtenlerin] kalplerinin üzerini damgalıyor.

¹: buradaki (بما) "....-dan dolayı" manasında olarak "önceden yalanlamış olduklarından dolayı, inanacak değillerdi" anlamı da verebilir.

102- Çoğuna ait hiçbir 'anlaşma[ya bağlılık]' bulamadık. Gerçekten çoğunu kesinlikle hadlerini aşanlar olarak bulduk.

103- Dahası onların ardından ayetlerimiz [mucizelerimiz] ile Musa'yı firavun ve onun seçkinlerine yönlendirdik. Ardından onlar [ayetlerimiz] sebebiyle¹ (insanlara) zulüm ettiler. Artık bakıp düşün, bozgunculuk [terör, kaos] yapanların sonucu nasıl olmuş?

²: "bi=ب" harfi  cerr'i zaiddir. Yani "onlara [ayetlerimize] zulüm ettiler" mânâsına gelir. Fakat çeviride yazıldığı gibi sebep manasında da olabilir. (Zamahşeri:keşşaf)

104- Musa "Ey Firavun! Kesinlikle ben, alemlerin [tüm varlıkların] RAB'bi[tarafın]dan bir Elçiyim." dedi.

105- "Allah'a karşı ancak hakkı söylemek bana en layık (hak) olandır.¹ Size RAB'binizden bir açık kanıt getirmiştim. Artık İsrail'in oğullarını benimle gönder." [dedi]

¹: "hakikun aleyye=حقيق عليَّ" şeklinde de okunmuştur. (Zamahşeri:keşşaf) çeviri buna göre yapıldı.

106- [Firavun] "Herhangi bir ayet [mucize] getirmişsen onu [meydana] getir. Tabi dürüst kişilerden idiysen..." dedi.

107- Asasını attı, birden bire o [asa] apaçık bir dev yılan [oldu]!

108- Elini çekip çıkardı, seyredenler için¹ bir anda bembeyaz [oldu]!

109- Firavun'un milletinden seçkinler "Bu, kesinlikle çok bilen bir sihirbazdır!" dediler.

110- [Firavun]¹ "Sizi yerinizden[bölgenizden] çıkarmayı istiyor. Artık ne emir ediyorsunuz?" [dedi]

¹: her ne kadar, ayette "Firavun dedi" [قال فرعون] yazmasa da, Ayette çoğul olarak "Sizi yerinizden[bölgenizden]..." demesi, sözün Firavun'a ait olduğunu gösteriyor. Aynı ifadelerin, şuara 34-35 ayetlerinde Firavunun ağzından söylenmesi de bu manayı doğruluyor.
Benzeri bir üslup şuara 39-40 ayetlerinde de görülür.

111-112-[Seçkinler] "Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere bir araya toplayıcılar gönder, bilen her bir sihirbazı sana getirsinler" dediler.

113- Sihirbazlar, firavuna gelip "Kazananlar biz olursak, bizim için, mutlaka bir ödül olmalı." dediler.

114- [Firavun] "Evet ve kesinlikle siz bana yaklaştırılmışlardan(olacaksınız)" dedi.

115- [Sihirbazlar] "Ey Musa! İstersen¹ sen atarsın, istersen biz atıcılar olalım?" dediler.

¹: ayetteki (إما) serbest bırakmak manasında kullanılan bir edattır. (Fahreddin Razi)

116- [Musa] "Siz atın." dedi. [Sihirbazlar] atınca, insanların gözlerini sihirlediler, onları [insanları] korkutmak istediler ve büyük bir sihir ile geldiler.

117- Musa'ya "Asanı at!" diye vahiy ettik. Birden bire o [asa] onların uydurmalarını¹ yutmaya [başladı].

¹: bu ifadeden anlaşılıyor ki, Sihirbazlar aslen olmayan bir şeyi, insanları hipnoz ederek öyle olmuş gibi göstermektedir, aslen olağan üstü bir şey yapamamışlardır.

118- Derken hak [gerçek] düştü [ortaya çıktı] ve onların bulunmakta oldukları eylemleri batıl [yalan] oldu.

119- Böylece [sihirbazlar] orada kaybettiler ve küçülmüş olarak geri döndüler.

120-122- Sihirbazlar, secde edenler olarak atıldılar (secdeye kapandılar) "Alemlerin [varlıkların] RAB'bine inandık! Musa'nın ve Harun'un RAB'bine..." dediler.

123-124- Firavun "Sizi izin vermemden önce mi ona inandınız? Kesinlikle bu, [şehrin] halkını kendisinden çıkarmak için şehirde kendisini kurduğunuz bir tuzaktır. mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz keseceğim. Aynı zamanda topluca hepinizi asacağım!" dedi.

125- 126- [Sihirbazlar] "kesinlikle biz, sadece RAB'bimize döneceğiz¹. Sen, başka [bir sebepten] değil, ancak RAB'bimizin ayetleri [mucizeleri] bize geldiğinde onlara [mucizelere] inandık diye bizden intikam alıyorsun. RAB'bimiz! üzerimize sabır yağdır ve müslümanlar [teslim olanlar] olarak bizi vefat ettir." dediler


127- Firavun'un milletinden seçkinler "Musa ve onun halkını, yerde [bölgede] bozgunculuk [terör, kaos] çıkarmaları, seni ve Tanrılarını bırakmaları için mi bırakıyorsun?" dediler. [Firavun] "Onların oğullarını çokça öldüreceğiz ve kızlarını hayatta bırakacağız. Kesinlikle biz, onların üstünde egemeniz." dedi.

128- Musa, milletine "Allah'tan destek isteyin ve sabır edin. [Allah] kullarından Kimi tercih ediyorsa, [yeri] ona mirasçı yaparken kesinlikle yer [dünya] Allah'ındır. Sonuç, korunup sakınanlarındır." dedi.

129- [Musa'nın milleti] "Senin bize gelmenden önce bize eziyet edildi, bize gelişinden sonra da..." dediler. [Musa] "RAB'binizin düşmanlarınızı yok etmesini, sizi yerde [dünyada] halifeler yapmasını, ardından da nasıl eylemde bulunacağınıza bakmasını umun¹." dedi.

¹: (müfredat : عسى)

130- Elbetteki, Firavun'un ailesini öğüt almaları beklendiği için kıtlık seneleri¹ ile ve ürünlerden eksiltme ile yakalamıştık.

¹: (müfredat : عام)

131- İyilik kendilerine geldiği zaman "Bu[iyilik] sadece bizimdir." dediler. Eğer, bir kötülük kendilerine isabet ederse, Musa ve beraberindekileri uğursuzlukla suçlarlar. Dikkat! Onların uğursuzluğu/kuşu sadece Allah'ın katındandır; fakat, çoğunluğu bilmiyor.

132- "Kendisiyle bizi sihirlemek için herhangi bir ayetten [mucizeden] ne getirirsen getir, artık biz sana asla inanacak/güvenecek değiliz!" dediler.

133- Tufanı[kuşatıcı belayı]¹, çekirgeyi, haşereyi, kurbağayı ve kanı ayrılmış ayetler [mucizeler] olarak onların üzerine gönderdik. Ardından büyüklük tasladılar ve bir suçlular milleti oldular.

¹: "Tufan =طوفان" kuşatıcı her türlü olaya denir (müfredat : طوف) onlara gelen tufan ile Nuh Tufanı aynı olaylar olmayabilir. Bunun çiçek hastalığı gibi bir hastalık olduğu da söylenmiştir (kadı beydavi, İrşad Ebu-s su'd)

134- Ricz (azap-sarsıntı) üzerlerine düşünce [meydana gelince] "Ey Musa! RAB'bine senin yanındaki anlaşma sebebiyle bizim için dua et. Yemin olsun bizden ricz'i (azabı-sarsıntıyı) kaldırırsa mutlaka ama mutlaka sana inanacağız ve İsrail oğullarını seninle birlikte mutlaka ama mutlaka göndereceğiz." dediler.

135- Kendisine ulaşıcı oldukları bir süre sonuna kadar kendilerinden ricz'i (azabı-sarsıntıyı) kaldırdığımız anda ne beklersin? Onlar döneklik yapıyorlar.

136- Derken onlardan intikam aldık [cezalandırdık]¹, böylece Ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış ve onlardan bihaber olmaları nedeniyle kendilerini yemm'de [denizde²] boğduk.

¹: (müfredat : نقم)

²: İbranice "deniz" anlamında olduğu söylenmiştir. (Zad'ul mesir, wictionary) 

137- Zayıf bırakılmak istenilmekte olan (bu) milleti ise, içini bereketlendirdiğimiz yerin [bölgenin] doğularına ve batılarına mirasçı yaptık ve sabır etmelerinden dolayı İsrail'in oğullarına en güzel RAB'binin kelimesi tamamlandı. Firavun ve milletinin tasarlamakta oldukları [şeyleri] ve yükseltmekte[inşaa etmekte] oldukları [şeyleri] yıktık.

138- İsrail'in oğullarını büyük sudan geçirdik. Ardından kendilerine ait olan putlara ibadete kapanan bir millete geldiler. [israil'in oğulları] "Ey Musa! Onların kendileri için olan tanrıları gibi bize bir tanrı yap!" dediler [Musa] "Gerçekten siz, cahillik eden bir milletsiniz." dedi.

139- "kesinlikle bunların içinde bulundukları yıkıktır ve bulunmakta oldukları eylemleri batıldır [yalandır]"

140- "O, sizi alemlere [varlıklara] karşı üstün yapmışken, Allah'ın haricinde bir tanrı mı arayayım?" dedi

141- Hani Firavun'un ailesinden/halkından, sizi azabın kötüsüne sürüyor, oğullarınızı şiddetle öldürüyor ve kadınlarınızı hayatta bırakıyor iken, sizi kurtarmıştık. İşte bunda sizin için RAB'binizden çok büyük bir sınama vardır.

142- Musa'ya otuz gece söz vermiştik¹ ve onu [geceyi] on (gece) ile tamamladık. Böylece RAB'binin belirlediği vakti kırk gece olarak tamamlanmıştı. Musa, kardeşi Harun'a "Milletimin içinde benim yerime geç ve (milleti) düzelt-iyileştir. Bozgunculuk [terör, kaos] çıkaranların yoluna uyma!" dedi.

¹: "veadne=وعدنا" olarak da okunmuştur (kadı beydavi, Fahreddin Razi) çeviri buna göre yapıldı.

143- Musa belirlediğimiz vakte gelince ve RAB'bi onunla konuşunca "RAB'bim bana göster de sana bakayım." dedi. [RAB'bi] "Asla beni asla göremeyeceksin; fakat (şu) dağa bak . Eğer, kendi yerinde durabilirse beni göreceksin." dedi. Ardından [RAB'bi] dağa tecelli ettiği [açıkça göründüğü] zaman, onu [dağı] darmadağın, dümdüz etti ve Musa baygın bir halde düştü. Ayılınca "seni tenzih ederim, sana tevbe ettim ve ben inananların önderiyim¹" dedi.

¹: (müfredat : اول)

144- [RAB'bi] "Ey Musa! Kesinlikle ben, mesajlarımla ve konuşmamla seni bütün insanlara karşı özel olarak seçtim. O halde sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol" dedi.

145- Kendisi çin, levhalara her şeyden bir öğüt ve her şey için bir açıklama yazdık. "O halde onları [levhaları] kuvvetle al ve milletine emir et ki onların en güzelini¹ alsınlar. Hadlerini aşanların yurdunu size göstereceğim."

¹: bu ifade tıpkı "o kimseler ki, sözü dinlemek isterler. Onun [sözün] en güzeline bağlı olurlar" (Zümer 18) ayeti gibidir.

Biz de, kur'an'ın bize verdiği tercihler hakkında tıpkı kısas meselesinde affetmek gibi, hükümlerin "en güzelini" almalıyız.

²: "dedik" sözü hazf edilmiştir (kurtubi)

146- Yerde [dünyada] haksız yere  büyüklenenleri ayetlerimden[mucizelerimden] geri çevireceğim. Her bir ayeti görseler onlara [ayetlere] inanmazlar. Rüşd'ün [olgunluğun] yolunu görseler, onu bir yol olarak tutmazlar; kurguların[yanlış bilgiden kaynaklı cehaletin] yolunu görseler, onu bir yol olarak tutarlar. İşte bu, onların ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamalarından¹ ve onlardan bihaber olmalarından dolayıdır.

¹: "Yalanlama"nın sadece sözle olmadığını unutmamak gerekir.

147- Ayetlerimizi [mucizelerimizi] ve ahiretin karşılaşmasını yalanlamış olanların eylemleri boşa çıkmıştır. Bulunmakta oldukları eylemlerinden başkasıyla mı cezalandırılıyorlar?

148- Musa'nın milleti, kendisinden sonra kendilerinin süs takılarından yapılmış, bir böğürmesi olan ceset bir buzağı edindiler. Onun [cesedin] kendilerine konuşmadığını ve herhangi bir yola iletmediğini hiç görmediler mi? Onu [Tanrı]¹ edindiler ve acımasızlardan oldular.

¹: "ittihaz=اتخاذ" fiili iki meful (nesne) alır (müfredat : أخذ) ayette ikinci meful olan "ilahen=إلها" kelimesi hazf edilmiştir.

149- Ellerinin içine düşürüldüğü [pişman oldukları]¹ ve kendilerinin yolu kaybetmiş olduklarını gördükleri zaman, "Şayet RAB'bimiz bize hiç merhamet etmez ve bağışlamazsa, mutlaka kaybedenlerden olacağız." dediler.

¹: bu ifade pişmanlık manasında bir deyim olarak kullanılır. (müfredat : سقط, Zamahşeri:keşşaf)

150- Musa, kızgın, üzüntülü bir halde halkına dönünce "Benden sonra ne kötü yerime geçtiniz [yöneticilik yaptınız]! RAB'binizin emrine acele mi ettiniz?" dedi. Levhaları attı ve Kardeşini kendisine çekerek başından tuttu. [kardeşi] "Annemin oğlu! Kesinlikle millet beni zayıf bırakmayı istedi ve beni neredeyse öldürüyorlardı. Artık, benimle [bana böyle yaparak] düşmanları sevindirme ve beni [bu] zalimler milletiyle beraber sayma!" dedi.

151- [Musa] "RAB'bim! beni ve kardeşimi bağışla. Sen merhametlilerin en merhametlisi iken, bizi Rahmetine girdir." dedi.

152- Gerçek şu ki, buzağıyı [Tanrı] edinmiş olanlara RAB'lerinden bir intikam(ceza) ve dünya hayatında bir 'aşağılanma' erişecektir. Uydurukçuları işte bunun gibi cezalandırıyoruz.

153- Kötü eylemlerde bulunmuş sonra bunun [kötü eylemlerinin] ardından tevbe etmiş [hatasından vazgeçmiş] ve inanmış olanlara [gelince] kesinlikle RAB'bin bunun [tevbenin ve inancın] ardından gerçekten çok bağışlayandır, bir Rahimdir.

154- Musa'dan öfke dinince levhaları aldı. Onların [levhaların] nüshasında, RAB'lerinden çekinerek korkanlar için bir doğru yol rehberi ve bir rahmet vardır.

155- Musa, belirlediğimiz vakitte milletinden¹ yetmiş kişiyi uygun bulup seçti. Şiddetli çalkalnma onları yakalayınca [Musa] "RAB'bim! Tercih etseydin onları ve beni önceden helak ederdin. Bizden olan aklı zayıfların yaptıklarından dolayı mı bizi helak ediyorsun? Bu ancak senin fitnendir[sınamandır]. Onunla [sınamanla] kimi tercih ediyorsan ona yolu kaybettiriyorsun; kimi tercih ediyorsan ona doğru yola gösteriyorsun. Sen, bizim velimizsin. O halde sen bağışlayanların en iyisi (hayırlısı) olarak bizi bağışla ve bize rahmet et." dedi.

¹: buradaki (من) harfi cerr'i hazf edilmiştir. "min kavmihi=من قومه" takdirindedir, çeviride olduğu gibi.

156 "Bize bu dünyada [ilk'te] ve ahirette [son'da] bir güzellik [iyilik] yaz. Kesinlikle biz, sana döndük [tevbe ettik]¹" [RAB'leri] "Azabım... kimi tercih² ediyorsam ona onu isabet ediyorum. Rahmetim her şeyi kuşattı. Artık onu [Rahmetimi] korunup sakınan, zekâtı verenler için bir de ayetlerimize inananlar için yazacağım" dedi.

¹: (maturudi)

²: bu manada olan ayetlerde "kimi tercih ediyor?" sorusunu sorarak diğer ayetlerden Allah'ın sadece tercihe göre tercihte bulunduğunu yani kötüyü tercih edene azap ettiğini, iyiyi tercih edene rahmet ettiğini anlıyoruz. Örneğin Rad 27. Ayette "Allah [samimi bir şekilde] kendisine yönelen kimseye hidayet ediyor [doğru yola iletiyor]" diyerek, tercihin yine doğru tercihe dayandığını görüyoruz.

 "men esae=من أساء" yani "kötülük eden kimseye azap ediyor" manasında da okunmuştur (zamahşeri:keşşaf)

157- o [ayetlerimize inananlar] ki, kendi yanlarında tevrat ve incilde onu yazılmış¹ buldukları, tanınanı [iyiliği] kendilerine emir eden, tanınmayandan [kötülükten] kendilerini engelleyen, temiz olanları kendilerine helal eden; kirli olanları kendilerine haram eden, kendilerinin İsr yükünü² kendilerinden kaldıran ve Üzerlerinde bulunan kelepçeleri [indiren] okuma yazma bilmeyen nebi olan elçi'ye uyarlar. Artık ona inanmış, onu yüceltmiş, ona yardım etmiş ve onunla birlikte indirilmiş olan aydınlığa (nur'a) uymuş olanlar (eve!)  İşte onlar, kazananların ta kendileridir.

¹: Tevrat ve İncil metin olarak değil; anlam olarak tahrif edilmiştir. (konuyla ilgili detaylı bilgi için enam 115. ayetin dipnotuna bakınız) peygamberimize işaret eden bir örnek Tevrat'ın şu ayetleridir:

Tevrat: yasanın tekrarı 18: 17-21 ;
"RAB bana, ‘Söyledikleri doğrudur’ dedi. ‘Onlara kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek. Adıma konuşan peygamberin ilettiği sözleri dinlemeyeni ben cezalandıracağım. Ancak, kendisine buyurmadığım bir sözü benim adıma söylemeye kalkışan ya da başka ilahlar adına konuşan peygamber öldürülecektir.’ 'Bir sözün RAB'den olup olmadığını nasıl bilebiliriz?’ diye düşünebilirsiniz. Eğer bir peygamber RAB'bin adına konuşur, ama konuştuğu söz yerine gelmez ya da gerçekleşmezse, o söz RAB'den değildir.."

Peygamberimizin söylediği gelecekle ilgili pek çok haber, o dönemde ortaya çıkmıştır. (Rum 2-4, Kasas 85, fetih 27, Maide 67, Nur 55)

Bugün bile mektubu mevcut olan büyük roma imparatoru heraklius'un, peygamberin mektubuna verdiği cevap, o dönem insanları tarafından Peygamberimizin kutsal metinlerde yazılı olduğunun kanıtıdır.
Mektupta şöyle yazmaktadır:
“Roma İmparatoru Heraklius’tan, İsa tarafından da kutsal kitapta açıklanmış bulunan Tanrı’nın elçisi Muhammed’e: Elçin tarafından sunulan mektubu aldım ve seni İncil’de Tanrı’nın elçisi olarak gördüğüme şahadet ederim. Meryem’in oğlu İsa da seni bildirmiştir. Romalılara sordum, sana inanmaktadırlar ama kabul etmeleri mümkün değildir. Eğer itaat etmiş olsalardı onlar için iyi olacaktı. Seninle beraber olmayı ve sana hizmet etmeyi… dilerdim.”

[kaynak, mektubun görselleri ve harici kanıtları Radidikici. Com sitesinde "hz. Muhammedin mektupları" başlıklı yazısında bulabilirsiniz]

²: bakara 286. Ayetin dipnotuna bakınız.

158- "Ey insanlar! Kesinlikle ben, göklerin ve yerin [tüm evrenin] mülkü [yönetimi] kendisine ait olan, yaşatan ve öldüren kendisi dışında hiçbir Tanrı olmayan Allah'ın hepinize (göndermiş olduğu) bir elçisiyim. Artık Allah'a ve onun okuma yazma bilmeyen, Allah'a ve onun kelimelerine inanan, nebi olan elçisi'ne inanın. Ona uyun, yol bulmanız beklenir.

159- Musa'nın milletinden, Hak [gerçek] ile doğru yolu gösteren ve onunla [Hakla] adaletli davranan bir topluluk vardır.

160- Onları oymaklar halinde on ikiye yani topluluklara¹ ayırdık. Musa'ya, milleti kendisinden su isteyince "Asanla taşa vur!" diye vahiy ettik. Ondan [taştan] on iki göz [pınar] patladı. Her insan, içme yerini bilmişti. Bulutu üzerlerine gölgelettik. Üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik. "Sizi rızıklandırdığımızın temiz olanlarından yeyin." Bize zulüm etmediler; fakat kendi benliklerine zulüm ettiler.

¹: "esbaten=اسباطا" kelimesi madud değildir, bedeldir veya temyiz amaçlıdır. (Beydavi) "umemen=امما" kelimesi de "on iki" ifadesinden bedeldir. (Zamahşeri:keşşaf)

"esbaten=اسباطا" kelimesinin madud olduğunu zannederek gramer hatası iddia edenler vardır. Ancak madud değil; üstte anlatıldığı üzere ya bedeldir ya da temyizdir.

161- Bir vakit kendilerine "Bu kenti yurt edinin. Ondan tercih ettiğiniz yerden yiyin, 'hıtta[günahlarımızı düşür]¹' deyin ve kapıdan secde ederek girin ki sizin için hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere (mükafatı) artıracağız." denildi.

¹: (Müfredat:حط)

162- Derken, onlardan zulüm etmiş olanlar, kendilerine söylenenin haricinde bir söz olarak değiştirdiler. Ardından, zulüm etmekte olmalarından dolayı üzerlerine gökten bir ricz (azap-sarsıntı) gönderdik.

163- Onlara, denizin kıyısında olan kentin [halkından]¹ sor. Bir vakit, onlar cumartesi[işi bırakma] hakkında sınırı çiğniyordu. Onların balıkları, kendilerinin cumartesilerinde[işi bırakmalarında] dolu dolu onlara geliyordu. Cumartesi [işi bırakma] yapmadıkları gün onlara gelmiyordu. Hadlerini aşamakta olmalarından dolayı kendilerini işte bunun gibi sınıyorduk.

¹: muzaf hazf edilmiştir. Cümle (أهل القرية) manasındadır. Devamında (يعدو) fiilinin çoğul olması da bunu gösterir.

164- O vakit kendilerinden bir topluluk, "Allah'ın kendilerini helak edici olduğu veya şiddetli bir azap olarak azaplandırıcı olduğu bir millete niye öğüt veriyorsunuz?" demişti. Onlar da "RAB'binize bir mazeret olması için¹ ve onların korunup sakınmaları beklendiği için" dediler.

¹: "maziraten=معذرة" meful'un li-eclihtir. (Halebi:duru-l mes'un)

165- Kendisiyle hatırlatıldıkları (vahyi) unuttukları zaman, kötülükten engelleyenleri kurtardık; zulüm etmiş olanları, hadlerini aşmakta olmalarından dolayı perişan bir azapla yakaladık.

166- Engellenmiş olduklarından yana baş kaldırdıkları zaman, onlara "Küçümsenerek kovulmuş¹ bir tür maymunlar olun²!" dedik.

¹: (müfredat: خسأ)

²: "ku'nu=كونو" ifadesi yahudilere yönelik bir emir değildir, Allah'ın onları o hale çevirmesidir. Şeklen veya huy olarak onların bir çeşit maymuna dönüştüğünü ifade etmektedir. (müfredat : قرد)

Ayet müpteda ve haber cümlesi olarak "maymunlar, Küçümsenerek kovulmuştur." anlamında değildir. Aksine sıfat tamlaması olarak "maymunlardan Küçümsenerek kovulmuş bir tür" anlamındadır. Bunu fark etmeyen bazıları, ayeti sanki tüm maymunları hakir görüyormuş gibi algılayarak "Maymunlar hakir görülüyor" şeklinde mantıksız bir iddiada bulunmaktadır.

167- O vakit kıyamet gününe kadar kendilerini azabın kötüsüne sürecek kimseleri onlara mutlaka ama mutlaka yönlendireceğini RAB'bin ilan etmişti. Kesinlikle RAB'bin, sonucu[cezası]  mutlaka çok hızlı olandır. Kesinlikle o, çok bağışlayandır, bir rahimdir.

168- Onları yerde [dünyada] topluluklara ayırdık. Onlardan düzeltenler-iyileştirenler de vardır, bundan beride olanlar da vardır. Geri dönmeleri beklendiği için kendilerini güzelliklerle ve çirkinliklerle [kötülüklerle] sınadık.

169- Onların ardından, bu en aşağının (dünya hayatının) geçici malını alarak ve "yakında bağışlanırız." diyerek kitaba mirasçı olan değersiz [kimseler] onların yerine geçti. Eğer, onun benzeri bir geçici mal kendilerine gelse onu alırlar. Kendilerinden, "Allah'a karşı, Haktan başkasını söylemeyecekler" diye kitabın pekiştirilmiş anlaşması hiç alınmamış mı? Onun [kitabın] içindekiler [ile] ders yaptılar. Ahiret yurdu, korunup sakınanlar için daha iyidir(hayırlıdır). Artık akıl etmiyor musunuz?

170- [Korunup sakınanlar] ki, kitabı sımsıkı tutarlar [hükümlerini korurlar]. Yönelişi (namazı) ayakta tuttular. Kesinlikle biz, düzeltenlerin-iyileştirenlerin ödülünü yok etmeyiz.

171- Bir vakit, (o) dağı sanki o gölge imiş gibi üstlerine çekip kaldırdık. Onun kendilerine düşücü [düşecek] olduğunu düşündüler. "size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırlayın, korunup sakınmanız beklenir." [dedik]¹

¹: "dedik" sözü hazf edilmiştir.

172-173- Kıyametin gününde "kesinlikle biz bundan¹ bihaberdik ." dememeniz için veya "Atalarımız önceden sadece şirk koştu [Allah'a ortak yaptı]. Biz onlardan sonra² (gelen) bir soy idik. O halde [gerçeği] iptal edenlerin yaptıklarından dolayı bizi mi helak ediyorsun?" dememeniz için, bir vakit RAB'bin, Adem'in oğullarından onların sırtlarından soylarını almıştı. Onları kendi benlilerine karşı şahit ettirip ''Ben sizin RAB'biniz değil miyim?" [demişti] "Tabiki [RAB'bimizsin], şahitlik ettik." demişlerdi³.

¹: Allah'ın varlığından onun Rab olduğundan..

²: yani "biz onlardan sonra gelen bir nesil olduğumuz için onların dinlerine uyduk. Bizim suçumuz yok" manasındadır. Kur'an bu ayetle taklidi[körü körüne] inancı eleştirmektedir.

³: buradaki konuşmalar, İnsanın fıtratına Allah'ın varlığı bilgisinin yerleştirilmiş olduğunu anlatan bir temsildir. En eski çağlardan beri insanların bir yaratıcıya inanması, en cahil dönemden en bilgili modern bilim dönemine kadar insan nereye bakarsa baksın her yerde sistematik bir yapı gördüğü için aklen bir yaratıcının varlığını hep anlamıştır. Hiçbir şey bilmeyen bir insan sadece gece ve gündüzün ardı ardına gelmesine bakarak dahi bu sistemi görmekte; kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında bilgi sahibi olan bir bilim insanı bile evrenin her yerinde determinist (belirlenmiş), rasyonel ve sistematik bir yapı olduğunu görerek yaratıcının varlığını anlamakta. Bu gerçekler bu ayeti doğruluyor.

174- Ayetleri [mucizeleri] işte bunun gibi halden hale çevirip açıklıyoruz. Dönmeleri beklenir.

175- Kendisine ayetlerimizi [mucizelerimizi] verdiğimizin haberini onlara oku. [O kişi] onlardan [mucizelerimizden] sıyrıldı. Ardından şeytan onu kendisine bağladı da o mahvolanlardan oldu.

176- Tercih etseydik, onu onlarla [mucizelerimizle] mutlaka yükseltirdik; fakat o, yere [dünyaya] takıldı ve hevasına bağlandı. Artık onun misali, (o) köpeğin¹  misali gibidir ki, [o köpek] kendisini tahrik etsen dilini salıp soluyor hemde kendisini terk etsen dilini salıp soluyor bir haldedir. İşte ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış olanlar milletinin misali budur. Artık [bu] olayı anlat. Kavramaya çalışmaları beklenir.

¹: köpeğin örnek verilmesine bazıları "hakaret" diye eleştiri yapsa da bu sadece bir metafordur. Örneğin güçlü biri, aslana benzetilir; çalışkan birisi karıncaya benzetilir; sürü psikolojisine sahip biri koyuna benzetilir. Bu benzetmeyi hakaret olarak algılamak tamamen bizim algımızla alakalıdır.

177- Ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış ve sadece kendi benliklerine zulüm etmiş olanların misali ne kötüdür!

178- Allah, kime doğru yolu gösteriyorsa¹, o yol bulucudur; kimlere yolu kaybettiriyorsa, işte kaybedenlerin ta kendileri onlardır.

¹: bu manada olan ayetlerde "kimi tercih ediyor?" veya "kime hidayet ediyor?" sorusunu sorarak diğer ayetlerden Allah'ın sadece tercihe göre tercihte bulunduğunu anlıyoruz. Örneğin Rad 27. Ayette "Allah [samimi bir şekilde] kendisine yönelen kimseye hidayet ediyor [doğru yola iletiyor]" diyerek, tercihin yine doğru tercihe dayandığını görüyoruz. Enam 35. Ayetin dipnotuna bakınız.

179- Elbetteki Cin ve İnsan[türü]den çoğunluğu cehennem için elemiştik¹. Onların kalpleri² var, onlarla anlamıyor; gözleri var, onlarla görmüyor; kulakları var, onlarla duymuyorlar. İşte onlar, sağmal hayvanlar³ gibidir, bilakis yolu daha çok kaybetmiştirler. İşte bihaber olanlar asıl bunlardır.

¹: çoğu mealde "yarattık" anlamı verilen (ذرأ) fiili "eledik" anlamındadır. Birden fazla kelime, aynı veya ortak bir manaya gelebiliyor olsa da, - bazı kelimeler istisna - hepsinin arasında önemli farklar mevcuttur. Örneğin (خلق) ve (بدع) fiilleri "yaratmak" manasında kullanılır. Ancak (خلق) fiili "tasarlamak" anlamında herhangi bir canlıya da nispet edilebilir bir fiil iken, (بدع) "örneği olmadan ilk defa yaratmak" anlamında olarak insana nispet edilemez.

"zere=ذرأ" fiili, bir görüşe göre hemzesiz olarak (ذريت الحنطة) yani "buğdayı savurdum/eledim" sözünden gelmektedir. (Ragıp istfehani müfredat : ذرو) Buradaki "savurdum/eledim" manasında olan (ذريت) fiili, "Rüzgar bir şeyi savurdu, eledi," manasında kullanılır. (Misbah-ul Münir: ذرو) bu sebeple ayete "yarattık" değil "eledik" manası verildi. Ayet mana olarak sanki şöyledir: "Cin ve insan'dan çoğunu cehennem için eledik/imtihan ederek cehennemlik olduğunu ortaya çıkardık"

²: Kur'an kalbi genellikle duygusal bir anlayış, kavrama ve derin anlayış kaynağı olarak tarif etmektedir. Genellikle öfke, sevgi, merhamet gibi duyguların ve bununla birlikte düşünme özelliğine sahip bir organ olarak tanımlar. Bilimden bihaber olan din karşıtları, bu durumun bilimsel bir hata olduğunu sanıyor, fakat bilim ise bu ayetlerin doğruluğunu ispat etmiştir.

''HearthMath'' tarafından yazılmış ''Science of the heart'' kitabında kalple ilgili şu bilgiler verilmiştir:

Aşk hormonu olarak bilinen, biliş, hoşgörü, arkadaşlık bağı ve güven gibi duygusal fonksiyonlara etkisi olan oksitosinin [1] kalp tarafından da üretilip salgılandığı hatta kalpteki üretimin beyindekiyle aynı aralıkta olduğu keşfedildi. [2] ayrıca beyindeki duygusal işlem merkezi olan amigdaladaki ve alakalı çekirdeklerdeki işlevlerin kalp tarafından doğrudan etkilenmiş olduğu da [3] keşfedildi. 

Bunların yanı sıra, kalbin beyne, beynin sadece anlamakla kalmadığı aynı zamanda itaat ettiği mesajlar gönderdiği biliniyor.[4] Demekki kalp, beyni kendisine itaat ettiriyor. Ayrıca kalp ve beyin sürekli olarak, iki taraflı bir diyalog halinde bir bağlantıya sahip olup her ikisi de birbirinin fonksiyonlarını etkiliyor [5]. Üstelik kalp, beynin kalbe yolladığından fazla bilgiyi beyne yolluyor. [6] 

İlgili kitap, kalbin kendi aklı varmış gibi davrandığını, gündelik etkileşimlerimizde algılarımızı ve tepkilerimizi önemli ölçüde etkilemiş olduğunu, kişiliğimizi, algılarımızı ve zekamızı etkileyebileceğini belirtmektedir [7].
Bunun yanı sıra kalbin daha pek çok fonksiyonlarından da bahsetmektedir. Yani kalp, sanılanın aksine; sadece kan pompalamaz. Ayetlerde belirtildiği üzere ve ilgili kitap tarafından da teyit edildiği üzere, kalbin duyguları ve düşünceye etkisi vardır. Kur'an'ın sıklıkla kalbe düşünme özelliğini atıf etme sebebi de bu olmalıdır. 

Kaynak: https://www.heartmath.org/research/science-of-the-heart/heart-brain-communication/

Science of the heart, ilgili ifadelerin orjinal metni:

[1], More recently, it was discovered the heart also manufactures and secretes oxytocin, which can act as a neurotransmitter and commonly is referred to as the love or socialbonding hormone. Beyond its well-known functions in childbirth and lactation, oxytocin also has been shown to be involved in cognition, tolerance, trust and friendship and the establishment of enduring pair-bonds. (Chapter 1)

[2] Remarkably, concentrations of oxytocin produced in the heart are in the same range as those produced in the brain. (Chapter 1)

[3] Research has shown that the heart’s afferent neurological signals directly affect activity in the amygdala and associated nuclei, an important emotional processing center in the brain. (Chapter 5)

[4]The heart was behaving as though it had a mind of its own. Furthermore, the heart appeared to be sending meaningful messages to the brain that the brain not only understood, but also obeyed. (Chapter 1)

[5] that communication between the heart and brain actually is a dynamic, ongoing, two-way dialogue, with each organ continuously influencing the other’s function.  (Chapter 1)

[6] This means the heart sends more information to the brain than the brain sends to the heart (Chapter 1)

 

³: hayvan, bir insan kadar aklını kullanamaz. Allah, cehennem için elenen insanların sanki hayvanlar kadar bile akıllarını kullanmayan varlıklar olduğunu bir metafor ile belirtmiştir.

180- En güzel isimler Allah'ındır. O halde ona onlarla [o isimlerle] dua edin. Onun isimleri hakkında [yanlışa] meyil edenleri bırakın. Onlar bulunmakta oldukları eylemleri sebebiyle karşılıklarını alacaklardır.

181- Yarattıklarımızdan hak ile [gerçek ile] yol gösteren ve onunla [gerçek ile] adil davranan bir topluluk vardır.

182- Ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış olanlara [gelince] onlara bilmedikleri yerden derece derece geleceğiz¹.

¹: (zad'ul mesir)

183- Onlara zaman veriyorum. Kesinlikle benim planım çok sağlamdır.

184- Hiç kavramaya çalışmadılar mı? Kendilerinin arkadaşında herhangi bir delikten (eser) yoktur. O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir.

185- Göklerin ve yerin (Evrenin) Melekutu[sistemi] hakkında, Allah'ın yarattığı herhangi bir şey hakkında ve belkide süre sonlarının yaklaşmış olabileceğini, hiç düşünmediler mi?¹ Artık bundan sonra hangi olaya-söze inanırlar?

¹: (müfredat :نظر)

186- Allah, kimlere yolu kaybettirirse, artık on[lar] için hiçbir yol gösterici yoktur. [Allah] onları taşkınlıkları içinde şaşkın bir halde bırakır.

187- Sana saat'ten (kıyametten) yana soruyorlar : "onun demir atması [gerçekleşmesi]¹ ne zamandır?" [diye..] "onun [saatin] bilgisi sadece RAB'bimin katındadır. Onun [saatin] vaktinde, ondan [RAB'bimden] başkası onu [saati] açığa çıkaramaz. [saat] göklerde ve yerde (evrende) ağırdır. [Saat] size ancak aniden gelir. Sanki sen ondan [saatten] yana ısrarla bilgi istemişsin gibi sana soruyorlar. "onun [saatin] bilgisi sadece Allah'ın katındadır; fakat insanların çoğunluğu [Allah'ın katında olduğunu] bilmiyor." de.

¹: kelimenin kökeni olan (رسو) "sabit oldu" mânâsına gelir. (müfredat : رسو) geminin durmak için demir atmasına da bu kelime kullanılır. Ayette "kıymetin sabit olması, ortaya çıkması, gerçekleşmesi" manasında bu fiil kullanılmıştır. (kadı beydavi)

188- "Allah'ın tercih etmesi bir tarafa, ben kendi benliğim için herhangi bir faydaya ve zarara sahip değilim. Şayet ben gaybı [gizliliği] biliyor olsaydım, mutlaka hayırdan daha çok isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben [başka bir şey] değilim, ancak bir uyarıcıyım ve inanan bir millet için müjdeciyim." de.

189- Sizi bir tek candan yaratan, ondan (onun türünden)¹ onun eşini [o can] onunla huzur bulsun-sakinleşsin diye yapan o'dur. [O can] onu [eşini] bürüdüğü [birliktelik yaşadığı]² zaman [eşi] hafif-hoş bir yük yüklendi. Ardından ondan [o yükten] şüphelendi³. Ardından [kadın] ağırlaşınca RAB'leri Allah'a "Eğer bize düzgün bir (çocuk) verirsen mutlaka ama mutlaka şükredenlerden oluruz." [diye] dua ettiler.

¹: "min-ha =منها" "onun türünden" manasında kullanılır. Örneğin rum 21. Ayette de "nefsinizden eşler yaratan" denilmektedir. Örneğin bu ayeti, kadınların hepsinin, erkeklerin bir parçasından yaratılmış olduğu şeklinde anlayamayız. Nahl 72. Ayette “nefislerinizden eşler, onlardan da çocuklar yarattı “ayeti de aynı mantığa sahiptir. Bu ayetleri “onun türünden” olarak anlamalıyız.

²: bu ifade, ilişkiyi kasıt etmektedir. (müfredat : غشي)

³: "miryet=مرية" yani "şüphe" anlamından "fe me'rat bihi=فمارت به" şeklinde de okunmuştur. "Hamilelik düşüncesi, içine düştü." anlamındadır (Zamahşeri:keşşaf)

190- Ardından, [Allah] o ikisine düzgün bir (çocuk) verince, o ikisine verdiği hakkında ona [Allah'a] ortaklar yaptılar. Allah, onların şirk koştuğu [ortak kabul ettiği şeyler]den yücedir.

191- Kendileri yaratılmışken hiçbir şeyi yaratmayan [şeyleri] mi şirk koşuyorlar [Allah'a ortak kabul ediyorlar]?

192- [Şirk koştukları şeylerin] onlara herhangi bir yardıma güçleri yetmez; kendi benliklerine de yardım etmezler.

193- Onları doğru yola çağırsanız size uymazlar. Onları çağırsanız da, sessiz kalsanız da, size göre eşittir.

194- Gerçek şu ki, Allah'tan beride dua ettiğiniz [şeyler] sizin benzeriniz kullardır. Eğer dürüst idiyseniz onlara dua edin de size cevap vermeyi dilesinler.

195- Onlara, kendileriyle yürüyecekleri ayaklar mı var? Yoksa kendileriyle yakalayacakları eller mi var? Yoksa, kendileriyle görecekleri gözler mi var? Yoksa kendileriyle duyacakları kulaklar mı var? "Ortaklarınıza dua edin. Aynı zamanda bana plan yapın da bana göz açtırmayın!" de.

196- "kesinlikle benim velim(rehberim), kitabı [kısım kısım] indiren Allah'tır. O, düzgün-iyi kişilere veli olur.

197- Ondan [Allah'tan] beride dua ettiklerinizin size yardım etmeye güçleri yetmez ve kendi benliklerine de yardım edemezler.

198- Onları doğru yola davet etseniz sizi duymazlar. Onları sana bakıp düşünürken görürsün, hâlbuki onlar görmüyorlar.


199- Sen affı [kolay olanı] al¹, güzel eylemleri² emir et ve cahillerden ilgiyi kes.

¹: insanlardan kolay olanı iste, zor olanı isteme manasındadır. "kolaylaştırın, zorlaştırmayın" [Buharî "Cihad ve siyer", 3] hadisi bu ayetle uyumludur.

²: (Zamahşeri:keşşaf)


200- Şeytandan [kötülükten] bir iğneleme seni dürterse,  Allah'a sığınmayı dile. Kesinlikle o, devamlı bir işitendir, devamlı bir bilendir.

201- Gerçek şu ki, korunup sakınmış olanlara şeytandan bir taif[hayal¹] dokunduğu zaman düşünmeye başlarlar; bir bakarsın ki onlar  [gerçeği] görürler.

¹: İnsanı avlamak için Şeytandan gelen şeye; hayal, kurgu vb. Şeylere denir (müfredat : طوف)

202- Kardeşleri, onları [korunup sakınmış olanları] mahvolmanın[kurguların] içine çekiyorlar, dahası [bunu yapmaktan] geri durmuyorlar.

203- Onlara herhangi bir ayeti[mucizeyi] getirmediğinde "Derleseydin[uydurup getirseydin¹] ya?" dediler. "Ben sadece RAB'bimden bana vahiy edilene bağlı oluyorum. Bu, inanan bir millet için RAB'binizden basiretlerdir, bir doğru yol rehberi ve bir rahmettir.

¹: ''toplamak" manasında olan bu fiil, peygambere inanmayan kişiler tarafından alay yollu bir sözdür. (müfredat : جبي, Zamahşeri:keşşaf)

204- Kur'an okunduğu zaman, hemen onu [kur'an'ı] dinleyin¹ ve susun. Rahmet olunmanız beklenir.

¹: "istima=استماع" kelimesinin kökeni olan (سمع) "algılama, uygulama, boyun eğme," manalarında kullanılır. (müfredat : سمع) ayet anlam itibariyle "kur'an'ın emirleri okunduğu zaman, susun ve kur'an'ın emirlerine itaat edin, uygulayın" manasında olabilir.

205- RAB'bini gün başında ve gün sonunda içinden yalvararak, korkarak ve sözden açığı [yüksek sesli] olmaksızın an! Bihaber kişilerden olma.

206- Gerçek şu ki, RAB'binin katındakiler onun kulluğundan [ona kulluk etmekten] yana büyüklük taslamazlar, onu tenzih ederler ve ona secde ederler.