30 Kasım 2019 Cumartesi

82- İnfitar suresi (Hubeyb öndeş meali)

1- Gök, yarıldığı zaman,

2- Parlayan yıldızlar saçıldığı zaman,

3- Büyük sular fışkırtıldığı zaman,

4- Kabirler, açılıp [içindekiler] yönlendirildiği¹ zaman,

¹: (müfredat : بعثر)

5- [Her] can (nefis), önden hazırladığı ve ertelediği [şeyleri] bilir.

6- Ey insan! Değerli RAB'bin hakkında seni ne aldattı?

7- [RAB'bin] seni yaratmış, ardından seni eşitleyip dengelemiş olandır.

8- Yani hangi surette tercih ettiyse seni onda biçimlendirdi

9- Asla! Aksine siz, dini yalanlıyorsunuz.

10-11- Gerçekten, üzerinizde kayıt edenler yani değerli yazıcılar var.

12- Yaptıklarınızı biliyorlar.

13- Gerçekten, iyiler kesinlikle Naim'in içindedirler.

14- Gerçekten, [dinin] sınırlarını parçalayanlar, kesinlikle kızgın ateşin içindedirler.

15-16- Dinin gününde, ondan kayıp olmayacak [çıkamayacak] bir haldeyken onun [azabını] çekerler.

17- Sana ne öngörüde bulundurdu? Nedir dinin günü?

18- Sonra sana ne öngörüde bulundurdu? Nedir dinin günü?

19- Herhangi bir benliğin herhangi bir benlik lehine hiçbir şeye sahip olamayacağı günü [an!] O gün emir, Allah'ındır.

81- Tekvir suresi (Hubeyb öndeş meali)

1- Güneş, kör edildiği¹ [ışığını yitirdiği] zaman


¹: (Ferra meani-l kuran, kurtubi, Ebu hayyan el garniti, bkz: كور: {كورت}: أذهب ضوءها) 

2- Yıldızlar, darmadağın olduğu¹ zaman,

¹: (müfredat : كدر)

3- Dağlar, gezdirildiği zaman,

4- On aylık hamile [develer],¹ gereksiz sayılıp bırakıldığı zaman,

¹: "Bulutlar, yağmursuz bırakıldığında" anlamında olduğu da söylenmiştir (Beydavi).

5- Vahşi hayvanlar, bir araya toplanıldığı zaman,

6- Büyük sular, tutuşturulduğu¹ zaman,

¹: "çekildiği zaman" anlamında da olabilir. (müfredat: سجر) Su, oksijen ve hidrojen'den oluşmaktadır. Bu iki madde birbirinden ayrıldığı zaman, denizler yanabilir. (mevdudi)

7- Benlikler eşleştirildiği zaman,

8-9- Diri diri gömülen kız çocuklarının cezayı gerektiren hangi işleri (!) sebebiyle [gömüldükleri] sorgulandığı¹ zaman,

¹: "seelet=سألت" yani "Sordukları zaman" şeklinde de okunmuştur (Fahreddin Razi)

10- Sayfalar, yayıldığı/dağıtıldığı zaman,

11- Gök, sıyırıldığı¹ zaman,

¹: "Gök" ile kasıt edilen, bildiğimiz gökyüzü de olabilir, yerden yukarıda olan herhangi bir cisim de olabilir. "sema=سماء" kelimesinin "yerden yukarıda" olan her şeye, [mesela evin çatısı, atın sırtı, yağmur, bulut, vb.) denildiği malumdur. (bkz: Kurtubi bakara 19. Ayetin tefsiri, müfredat: سماء ve ارض maddeleri) belkide, kıyamet esnasında atmosfer, ozonosfer, gibi tüm gök tabakalarının yok olacağına işaret olabilir.

12- Kızgın ateş, alevlendirildiği zaman,

13- Cennet, yaklaştırıldığı zaman,

14- [Her]¹ can (nefis), ne hazır ettiyse, onu bilmiştir.

¹: "nefsun=نفسٌ" kelimesi, geneli kapsamaktadır. (Beydavi). Yani "tüm canlar" anlamındadır.

15-18- Artık hayır! Saklananlar yani akıp giderek kaçanlar¹; dönüp gittiği zaman gece; nefeslendiği zaman sabah delildir ki,

¹: Gezegenler veya yuvalarına saklanan hayvanlar olabilir. Kelime anlamları, bu ve benzeri anlamlara müsaittir. (Fahreddin Razi)

19-21- Gerçekten o, bir kuvvet sahibi olan, arş'ın [yönetimin] sahibinin katında bir itibarlı olan, orada gönülden itaat edilen, güvenilir olan çok değerli bir Elçinin bildirisidir.¹

22- Dostunuz, asla bir cinlenmiş/delirmiş değildir.

23- Elbetteki, onu apaçık ufukta görmüştü.

24- O, Gayb [gizlilik] konusunda, asla cimri değildir [gerçeği gizlemez].

25- O, kovulmuş bir şeytanın bildirisi değildir.

26- Artık, nereye gidiyorsunuz?

27-28- O, ancak Alemlere [varlıklara] yani, sizden dosdoğru olmayı tercih etmiş kimselere hatırlatmadır (zikirdir).

29- Ancak Alemlerin RAB'bi olan Allah [imkan] var ettiyse, siz tercih edebilirsiniz.

80- Abese suresi (Hubeyb öndeş meali)

Abese suresi

1-2- Kör, kendisine geldi diye surat astı ve yüz çevirdi.

3-4- Sana ne öngörüde bulundurdu? belki o (Günahlardan) arınacaktı? Ya da hatırlayacak da hatırlama ona fayda verecekti?

5-7- [Kendini] yeterli görmek isteyene gelince, sen onunla ilgileniyorsun. Onun (Günahlardan) arınmaması [konusunda] sana [sorumluluk] yoktur.

8-9-10- Koşa koşa ve saygılı bir halde sana gelen kimseye gelince: Sen ondan [başkasıyla] oyalanıyorsun [onunla ilgilenmiyorsun].

11- Asla! Gerçekten bu bir öğüttür.

12- Artık, kim tercih ettiyse, onu hatırlayıp andı.

13-14- [Öğüt] değerli kılınmış, yükseltilmiş, temizlenmiş sayfaların içindedir.

15-16- Değerli, iyi yazarların ellerindedir.

17- (o) insan¹ lanetlendi.² Onu nankör yapan nedir?

¹: Bir görüşe göre, "kutile-l insanu=قتل الإنسان" ifadesinin geçtiği her yerde Kafir [gerçeği örten] kasıt edilmiştir. (kurtubi)

²: "kutile=قتل" ifadesi bu ayette "lanetlendi" anlamındadır. (kurtubi) beddua olduğu da söylenmiştir ama fail Allah olduğu için beddua manası uygun değildir.

18- Onu hangi şeyden yarattı?

19- Onu bir damladan(zigottan)¹ yarattı ve onu belirledi.

¹: Nahl 4. Ayetin dipnotuna bakınız. 

20- Sonra, yolu ona kolaylaştırdı.

21- Sonra onu öldürdü ve ona kabir yaptı.

22- Sonra, tercih ettiği zaman onu yaydı [diriltti].

23- Asla! [o insan] onun [Allah'ın] emir ettiğini hiç ama hiç yapmadı.

24- Artık, (o) insan, yemeğine bakıp düşünsün.

25- Gerçekten biz¹, suyu döktükçe döktük.

¹: "inne=إن" olarak da okunmuştur. (zamahşeri :keşşaf) çeviri bu okuyuşa göre yapıldı. "enne=أن" olarak da okunmuştur. Bu durumda "yemek" ifadesinden bedeldir. "insan, yediğine yani döktükçe döktüğümüz suya baksın" manasındadır.

26- Sonra, yeri böldükçe böldük.

27-31- Ardından, onun [yerin] içinde bir tanecik, bir asma, bir yonca, bir zeytin, bir Hurma, kalın ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlak yetiştirdik.

32- Sizin için ve sağmal hayvanlarınız için bir geçimlik olarak [bunları yetiştirdik].

33-36- Artık, (o) yüksek çığlık geldiği zaman, yani kişi kardeşinden, annesinden, babasından kız dostundan (eşinden) ve oğlundan kaçtığı gün..

37- O gün, onlardan her bir kişinin, kendisine yeterli önemli bir hali/işi vardır.

38- O gün, bir takım yüzler [kişiler], aydınlıktır/güzeldir.

39- Gülmektedir, sevinçli'dir.

40- O gün, bir takım yüzlere [kişilere gelince] onların üzerinde toz vardır.

41- Onları bir karanlık/duman sarar.

42- İşte onlar kafirlerin [gerçeği örtenlerin], sınırları parçalayanların ta kendileridir.

79- Naziat suresi (Hubeyb öndeş meali)

Naziat suresi

1-5- Boğuk bir şekilde çekip çıkaranlar¹, titrek bir şekilde hareket edenler,² tenzih ettikçe edenler, ardından yarıştıkça yarışanlar, ardından herhangi bir emri/işi planlayanlar delildir ki...³

¹: 1-5 ayetlerine kadar anlatılanların, Meleklerin sıfatları olduğu söylenmiştir. (Beydavi) bu ifade, ruhu şiddetle çıkarmalarına yorumlanmıştır. (müfredat :نزع)

²: "neşit=نشط" titreme ve hareket anlamındadır. (Mekayısi-l lugat: نشط) kasıt edilenler, bir yoruma göre yıldızlardır. (müfredat:نشط) Bir başka yoruma göre ise, "canı yumuşakça çıkaran melekler" anlamındadır. (zad'ul mesir)

³: Kasemin cevabı atılmıştır. Çünkü sonraki ayet buna işaret etmektir. Cevap "letebeasunne=لتبعثُنَّ‏" yani "mutlaka ama mutlaka diriltileceksiniz" şeklindedir. (Zamahşeri: keşşaf, Müşkül i'rab-ul kur'an, )

6-7- Sarsıntının sarsacağı ve takipçinin ona bağlı olacağı günü [an!]¹

¹: "YevmE=يوم" kelimesi, hazf edilmiş bir "uzkur=أذكر" yani "hatırlayıp an! (zikir et)" emri ile mensuptur.

8- O gün, kalpler hızlı hızlı atar.

9- Onların [kalplerin] bakışları mahçuptur.

10-11- "Gerçekten biz mi? çukurun [kabirlerin]¹ içindeyken geri döndürülecek miyiz [yeniden dirilecek miyiz]? Bir yığın çürük kemik olduğumuz zaman mı?" diyorlar.

¹: Bir görüşe göre, "hafr" kelimesi "kabirler" anlamındadır. (müfredat : حفر)

12- "O zaman işte bu, kaybeden (gereksiz) bir tekrardır." dediler.

13- Artık [bilin ki] o, sadece bir tek haykırıştır.

14- [Haykırışın] ardından, bir bakarsın ki onlar meydandadır.

15- Musa'nın olayı/sözü sana geldi mi?

16- Hani kutsanmış 'Tuva' vadisinde RAB'bi ona seslenmişti.

17- "Firavun'a git. Gerçekten o, taşkınlık etti."

18-19- "Ardından, "(Günahlardan) Arınmayı ve RAB'bine doğru sana yol göstermemi böylece (RAB'bine) saygılı olmayı ister misin?¹" de."

¹: Buradaki "هَلْ لَكَ إِلَى أَنْ تَزَكَّى‏" ifadesine anlam itibariyle meal verildi. (bkz; Fahreddin Razi, Halebi:duru-l mes'un)

20- Ardından [Musa] ona daha büyük olan ayetleri [işaretleri] gösterdi.

21- Ardından [Firavun] yalanladı ve isyan etti.

22- Sonra koşa koşa arkasını döndü.

23-24- Ardından, bir araya toplayıp seslendi, ardından "Ben, en yüce RAB'binizim!" dedi.

25- Derken, Allah onu [Firavun'u], sonun ve ilkin caydırıcı[bir cezası] olarak yakaladı.

26- Gerçekten, saygılı olan/çekinen kimse[ler] için işte bunda mutlaka bir ibret vardır.

27- Yaratma bakımından siz mi daha şiddetlisiniz/zorsunuz? Yoksa Gök mü? [Allah] onu [göğü] bina etti.

28- Onun yukarıya doğru kalınlığını/çatısını¹ yükseltti. Ardından, onu eşitledi.

¹: "semke=سمك" kelimesi yukarıya doğru giden yükseklik veya çatı anlamındadır. (Zamahşeri: keşşaf, beydavi, kurtubi) atmosfer bir koruyucu olarak dünya için çatı görevi görüyor. Atmosfer olmasaydı, meteor taşları dünyaya çarpar, güneş ışınları dünyayı yok ederdi.(bkz: ozon tabakası, meteor taşları) Peki atmosferin yükselme olayı nedir? Atmosfer dünyada bir buhar olarak oluşur. Ateş kütlesi olan dünyanın soğuması ile ortaya çıkan buhar, göğe yükselip atmosferi oluşturuyor. (bkz: Dr. melik kara, yerkürenin ve atmosferin oluşumu) Böylece “yükselme” olayı gerçekleşmiş oluyor.

29- Onun [Göğün] karanlığını bulanıklaştırdı/körleştirdi¹; onun aydınlığını çıkardı.

¹: (Müfredat ve Halil b. Ahmet: kitabu-l ayn: غطش)

30- Bir de yeri [dünyayı]... bundan sonra¹ onu [yeri] yerinden giderdi [onardı]².

¹: "ba'de ze'like=بعد ذالك" ifadesinin "bundan sonra", "bununla birlikte" ve "bundan önce" anlamında olduğu da söylenmiştir. (kurtubi) "bundan önce" anlamını verenlerin dayanağı pek sağlam değildir. Enbiya 105. Ayette geçen "Zikir'den sonra, zebur'da.." ifadesinden "Sonra" manası verilen yine aynı ifadedir. Zikri kur'an kabul ederek "kur'an'dan önce zebur'da" anlamı vermişlerdir. Ancak "Zikir" ile kasıt edilen Tevrat olabilir. Bu yüzden isabetli bir anlam değildir. "Bununla birlikte" anlamını verenlerin delilleri ise kalem 13. Ayette geçen "bundan sonra da kötülükle damgalanmış" ifadesinde geçen "Sonra" kelimesidir. Bu ifadenin "bununla birlikte kötülükle damgalanmış" manasında olduğunu söylemişlerdir. Bu da gayet uygundur.

²: Verilen genel anlamlar aşağı yukarı "yerinden gidermek, oynatmak, başka yere taşımak, yaşama elverişli hale getirmek onarmak" anlamlarındadır. (müfredat: دحا, Fahreddin Razi, kurtubi, zamahşeri: belegat esası: دحو)

31- Ondan [yerden] suyunu¹ ve otunu² çıkardı.

¹: Dünyanın soğuma aşamasında suyun kendisinin içinden çıkmasına işaret ediyor olabilir. (Dünyanın bu aşaması ile ilgili detaylı bilgi için bkz: Dr. Melik kara, yerkürenin ve atmosferin oluşumu)

²: Dikkat ederseniz, bitkilerin oluşumu atmosferden sonra anlatılıyor. Çünkü mevcut verilere göre bitkilerin oluşması için atmosfere ihtiyaç var. Atmosfer ilk oluştuğu anda oksijen yoktu, sonradan oluştu. Ayrıca dünyanın ilk başta bir ateş kütlesi gibi olması sebebiyle, ilk başta suyu yoktu. Mevcut olan bazı bilimsel verilere göre, dünyadaki su sonradan oluşuyor. Konuyla ilgili BBC dergisinden küçük bir bölüm bırakayım;
Her türlü yaşamın kaynağı olan su, 4,5 milyar yıl önce Dünya oluştuktan yüz milyonlarca yıl sonra yabancı bir madde olarak, donmuş parçalar halinde uzaydan geldi dünyaya. O sırada gezegenimiz yanardağların sürekli patladığı kupkuru bir yerdi… Dünya yüzeyindeki suyun hemen hemen tamamı onu oluşturan kaya ve buz parçalarından gelmişti. Fakat atmosfer henüz oluşmadığı için bu su molekülleri kaynayıp uzaya uçuyordu.

Fakat bu arada yaşanan jeolojik olaylar sonucu gezegenin içinden yüzeye doğru su çıkmaya devam ediyordu. Demir gibi ağır elementler gezegenin merkezine doğru akıyor, bugün bildiğimiz haliyle Dünya’nın dış kabuğu, manto ve çekirdeği şekil alıyordu. Manto soğudukça su ve diğer uçucu maddeler yüzeye doğru çıkıyor, ısınan su buharı ise yanardağ ağızlarından dışarı çıkıyordu… . Böylece 500 milyon yıl önce Dünya’nın atmosferi ve ısısı istikrarlı bir hal aldı ve dışarı sızan su buharı soğuyup yoğunlaştı. Bunun sonucunda yağmur yağmaya başladı. Hem de binlerce yıl boyunca. Artık Dünya’nın yüzeyinde bir miktar su birikmişti. (bkz: BBC dergi- okyanuslar nasıl oluştu?)

32- Bir de dağlar.. Onları [Dağları] ağırlaştırdı.

33- Sizin için ve sağmal hayvanlarınız için bir geçimlik olarak [bunlar oldu].

34-36- Artık, daha büyük kuşatan geldiği zaman, yani¹ insanın ne gayret ettiyse onu hatırlayacağı ve kızgın ateşin, görenler için bariz [açıkça görünür] olacağı gün..

¹: idmar edilmiş bir "eaniy=أعني" fiili sebebiyle "yevmE=يوم" kelimesi mensuptur. (Halebi :duru-l mes'un)

37-39- Artık, taşkınlık yapmış ve dünya [ilk] hayatını tercih etmiş kimse[ler'e] gelince: Kesinlikle kızgın ateş, barınağın ta kendisidir.

40-41- RAB'binin makamından korkan ve (o) nefsi, (o) keyiften engelleyen kimse[ler'e] gelince: kesinlikle cennet, barınağın ta kendisidir.

42- Saat'ten yana sana soruyorlar: "Onun demir atması [gerçekleşmesi] nerede?"

43- Onun zikrinden neyin [hangi bilginin] içindesin ki?

44- Onun [Saat'in] son noktası sadece RAB'binedir.

45- Sen, sadece ona [Saat'e] saygılı olan kimseleri uyaransın.

46- Onlar, onu [saati] görecekleri gün sanki (dünyada) bir akşam veya onun [akşamın] aydınlığından [daha fazla süre] hiç kalmamış gibidirler.

29 Kasım 2019 Cuma

78- Nebe suresi (Hubeyb öndeş meali)

Nebe

1-3- kendisinde ayrılığa düşenler oldukları (o) büyük haber hakkında neyi soruşturuyorlar?

4- Asla! Bilecekler.

5- Sonra, asla! (yine) bilecekler.

6-7- Yeri [yeryüzünü], hiç dinlenmeye elverişli¹ halde yapmadık mı? Dağları da kazıklar² olarak [yapmadık mı]?

¹:"mihad=مهاد" ve "mehd=مهد" hazırlanan, basılan mekandır. Aslı, çocuk için hazırlanan [şeydir]. Hazırlamak ve bir şeye kolaylaştırmak anlamına da gelir. (müfredat: مهد maddesi, İbni faris:Mekayısi-l lugat : مهد maddesi). Verilen sözlüklerden anlaşıldığına göre kelime anlamı dünyanın şekliyle alakalı değildir. Sadece yerin düzenlenmesi ve bir bebeğe hazırlanan beşik misali dinlenmeye elverişli hale getirilmesi ile ilgilidir. Örneğin "Ona hazırladıkça hazırladım" (Müddessir 14) ayetinde "hazırladım" manasını veren "mehhedtu=مهدت" fiilidir. Buradan da anlaşılacağı üzere kelimenin şekil ile alakası yoktur.

²: Dağların "kazık" olması iki şekilde anlaşılabilir:
1- Dağların kökenleri olmasıyla bağdaşır. (bkz: orojenez)
2- İlk muhatapların algısına göre dünyanın dengesini sağlamasıyla alakalı olabilir. Nahl 15. Ayetin dipnotuna bakınız.

8- Sizi, sınıflar/çiftler halinde yarattık.

9- Uykunuzu, bir sabitlenme/dinlenme yaptık.

10- Geceyi, bir elbise yaptık.

11- Gündüzü, bir geçimlik yaptık.

12- Üstünüzde, yedi şiddetli/güçlü yaptık.

13- ışık/sıcaklık yayan bir lamba yaptık.

14-16- Kendisiyle [o suyla] tanecikler, bitkiler ve [birbirine] geçmiş cennetler [bahçeler] çıkarmak için, sıkıştıranlardan¹, bir sel olarak bir su indirdik.

¹: "Suyu, kendi içinde sıkıştıranlardan" yani bulutlardan anlamında olabilir. (müfredat : عصر)

17- Gerçek şu ki, [gerçeği, yalandan] ayırmanın günü, [en başından beri] belirlenmiş bir zamandı.

18- [Ayırmanın günü] yani, Sur'un içine üfleneceği, ardından bölük bölük geleceğiniz gün [belirlenmiş bir zamandı].

19- Gök, açıldı, ardından kapılar halinde oldu.

20- Dağlar, gezdirildi, ardından serap oldu.

21-22- Gerçekten, cehennem taşkınlar için bir gözetleme yeri oldu. Dönüş yeri [oldu].

23- Onun içinde, uzun çağlar boyunca bulunacaklardır.

24-26- Onun içinde, [taşkınlar] herhangi bir soğuk/buz tatmazlar, herhangi bir içecek de [tatmazlar]. Uyumlu bir karşılık olarak ancak kaynar su ve irin [tadarlar].

27- Gerçekten onlar, hesabı (mahşeri) beklemiyordu.

28- Ayetlerimizi [işaretlerimizi] tamamen yalanladılar.

29- Her şeyi.. bir kitap olarak hesapladık.

30- O halde tadın! Artık, sizi[n] azabı[nızdan] başkasını asla artırmayacağız!

31-34- Gerçekten, korunup sakınanlar (muttakiler) için bir başarı yani sulu bahçeler, bağlar, yaşıt bekar eşler¹ ve dolu kaseler vardır.

¹: Buradaki "kevaib=كواعب" kelimesini, Mukatil bin Süleyman [v. 767] "azeray=عذارى" yani "bekarlar" anlamında olduğunu söylemiştir.

35- Onun [cennetin] içinde, bir boş [söz] işitmezler, bir yalan da [işitmezler].

36- RAB'binden bir karşılık yani hesaplı [yeterli] bir bağış olarak [bunlar vardır].

37- Yani, göklerin ve yerin ve ikisinin arasındakilerin (içindekilerin) Rahman olan RAB'binden [bir karşılık olarak bunlar vardır].¹ Onlar [göklerin ve yerin içindekiler], ondan yana herhangi bir hitaba sahip olmazlar.

¹: "Rabbu=رب" ve "Rahmanu=رحمانُ" şeklinde merfu olarak okunmuştur. (Halebi: duru-l mes'un) buna göre şu şekilde bir çeviri yapılabilir:
"[O], göklerin ve yerin ve ikisinin arasındakilerin (içindekilerin) RAB'bidir. Rahman, onlar kendisinden [Rahman'dan] yana herhangi bir hitaba sahip olamazlar"

Mevcut çeviri, mecrur olarak yani "rabbi=رب" ve "Rahmani=رحمانِ" olarak okunuşa göre yapılmıştır. "RAB" kelimesi önceki ayette geçen "RAB" ifadesinden bedeldir, "Rahman" ise, "RAB"bin sıfatı olarak mecrurdur. (Beydavi)

38-40- Ruh(lar'ın) ve Meleklerin saf saf ayağa kalkacağı gün, yani kişinin kendi elinin [gücünün] önden hazırladığı [şeylere] bakıp düşüneceği ve kafirin [gerçeği örtenlerin] "Keşke, bir toprak olsaydım!" diyeceği gün¹ ancak Rahman'ın kendisine izin verdiği ve isabetli [doğru] söylemiş kimse[ler] konuşur. İşte bu, Hak [gerçek] gündür. O halde, kim tercih ettiyse, RAB'bine [giden] bir dönüş yeri edindi. Gerçekten biz, çok yakın bir azaba [karşı] sizi uyardık.

¹: 40. Ayetteki "gün" kelimesi 38. Ayetteki "gün" kelimesinden bedeldir. (Halebi: duru-l mes'un)

28 Kasım 2019 Perşembe

77- Mürselat suresi (Hubeyb öndeş meali)

Mürselat

1-7- Peş peşe gönderilenler, ardından estikçe esenler, yaydıkça yayanlar, ardından ayırdıkça ayıranlar, ardından bir özür için veya bir uyarı için¹ hatırlatmayı (zikri) atanlar delildir ki: ne vaat olunuyorsanız [size ne söz veriliyorsa] o kesinlikle ama kesinlikle gerçekleşicidir.

¹: Bu iki ifade meful'un min eclih'tir. (Halebi: duru-l mes'un)

8- Artık, yıldızlar silindiği zaman,

9- Gök, yarıldığı zaman,

10- Dağlar, toz toprak edildiği zaman,

11- Elçiler, vakitlendirildiği zaman,

12- "Hangi gün için süre sonları belirlendi?"

13- "Ayırma günü için..."

14- Ayırma günü nedir? öngörmeni ne sağladı?

15- O gün, yalanlayanlara yazıklar olsun!

16- öncüleri-öncekileri hiç helak etmedik mi?

17- Sonra, onları sonrakilerin [peşine] bağladık.

18- İşte, suçlulara bunun gibi yaparız.

19- O gün, yalanlayanlara yazıklar olsun!

20- Sizi, hakir bir sudan hiç yaratmadık mı?

21-22- Ardından, onu bilinen bir ölçüye kadar korunmuş bir durağın içine yerleştirdik.

23- Ardından, ölçüledik. Artık ne güzel ölçüleyenler[iz]!

24- O gün, yalanlayanlara yazıklar olsun!

25-26- Yeri; dirileri ve ölüleri² bir kucaklayıp kuşatan¹ yapmadık mı hiç?

¹: (müfredat : كفت & İbni faris:Mekayısi-l lugat: كفت)

²: "ehyaen ve emvat=أَحْيَآءً وَأَمْوٰتاً" ifadeleri, takdiri bir "tekfutu=تكفتو" fiili ile mensuptur. (Halebi: duru-l mes'un, Müşkül i'rab-ul kur'an)

27- Onun [yerin] içinde, yüksek ağırlıklar meydana getirdik. Size, tatlı bir su içirdik.

28- O gün, yalanlayanlara yazıklar olsun!

29- Kendisini yalanlamakta olduğunuz [şeye] doğru yola koyulun.

30-31- Üç kol/bölüm sahibi olan, gölgelendirici olmayan ve alevden [herhangi bir şeye karşı bile] yeterli gelmeyen bir gölgeye doğru yola koyulun.

32- Gerçekten o [alev], saraylar¹ gibi kıvılcım atıyor.

¹: "kasr=قصر" saray anlamındadır. Bunun tahta, deve boynu, anlamlarına geldiği de söylenmiştir. (Zad'ul mesir,)

33- Sanki o, sarı develer gibidir.

34- O gün, yalanlayanlara yazıklar olsun!

35- Bu, onların konuşamayacağı gündür.

36- Kendileri için izin verilmez ki özür sunsunlar...

37- O gün, yalanlayanlara yazıklar olsun!¹

¹: Tekrir sanatıdır.

38- Bu, ayırmanın [gerçeği ortaya çıkarmanın] günüdür. Sizi ve öncüleri-öncekileri topladık.

39- Eğer, size ait bir plan var idiyse, bana da plan yapın!

40- O gün, yalanlayanlara yazıklar olsun!

41-42- Gerçekten, korunup sakınanlar (muttakiler) gölgelerin [izzet ve zenginliğin¹], gözlerin [pınarların] ve çokça iştahlandıkları ne varsa onun içindedir.

¹: "zıl=ظل" kelimesi, izzet ve refah için de kullanılır. (müfredat : ظل)

43- Bulunmakta olduğunuz eylemleriniz sebebiyle afiyetle yeyin ve için!

44- Gerçekten biz, güzellik [iyilik] edenlere bunun gibi karşılığını veriyoruz.

45- O gün, yalanlayanlara yazıklar olsun!

46- Yeyin ve pek az geçinin [bakalım!] Gerçekten siz, suçlusunuz.

47- O gün, yalanlayanlara yazıklar olsun!

48- Kendilerine "Rüku edin!" denildiği zaman, rüku etmediler.¹

¹: "Namaz kılın denildiği zaman kılmadılar" anlamına da gelebilir. Belegat açısından, bir şeyin bir parçası söylenerek, onun tamamı kasıt edilebilir.

"Allah'a boyun eğin denildiği zaman, boyun eğmediler" anlamında da olabilir. Buna göre, "Rüku" mecaz anlamda kullanılmıştır.

49- O gün, yalanlayanlara yazıklar olsun!

50- Artık, bundan sonra hangi söze inanırlar?

76- İnsan suresi (Hubeyb öndeş meali)

1- İnsan [türün]ün¹ üzerinden, hiç anılır bir şey olmayan, uzun dönemden bir zaman geçmişti.²



¹: "insan" [الإنسان] isminin başındaki "el=ال" takısı, cins ismidir.(Zad'ul mesir) Yani insan türü anlamındadır.



²: "hel=هل", burada "kad=قد" manasındadır. (Zamahşeri :keşşaf)



2- Gerçekten biz insanı, kendisini sınamakta olduğumuz karışık bir damladan(zigottan)¹ yarattık. Ardından, onu işiten, gören bir hale getirdik.

¹: Nahl 4. Ayetin dipnotuna bakınız. Özellikle de "meni (مني)" kelimesi yerine, "damla" manasında olan "nutfe" kelimesini kullanması ve bu damlayı da "karışık (emşec=امشاج)" olarak tarif etmesi zigotla bağdaşır. 



3- Gerçek şu ki, İster teşekkür eden bir halde, isterse de nankörlük eden/gerçeği göz ardı eden bir halde olsun¹, (fark etmez) biz ona [insana] (o) yolu gösterdik.



¹: "şe'kiran=شاكرا" ve devamındaki ifade, "hedeynahu=هديناه" fiilinde bulunan zamir'den haldir. (Müşkül i'rab-ul kur'an) [çeviri buna göre yapıldı]



Ya da, "sebil=السبيل" kelimesinden haldir. Mana olarak "Ona, yolu öğrettik. İsterse, teşekkür yolunu, isterse de nankörlük yolunu [hangisini isterse onu öğrettik].." anlamındadır. Beled 10. Ayette olduğu gibi (zamahşeri:keşşaf)



4- Gerçekten biz, kafirler [gerçeği örtenler/nankörler] için, zincirler, kelepçeler ve Alev hazırladık.



5-6- Gerçekten iyiler, karışımı kafur olan yani Allah'ın kullarının tam bir fışkırtma olarak onu fışkırtarak kendisini içecekleri bir pınar olan bir bir kase'den içerler.



7- Onlar, Adaklarına vefa gösterirler ve zararı yaygın olmuş bir günden korkarlar.



8- Yemeği, onu¹ sevmeleri üzerine herhangi bir yoksula, yetime ve esire yedirirler.



¹: "Allah'ı sevdikleri için..." veya "O yiyeceği sevmelerine rağmen" anlamındadır. (Beydavi)



9-10- "Size, sadece Allah'ın yüzü [kendisi] için yediriyoruz. Sizden hiçbir karşılık istemiyoruz, hiçbir teşekkür de [istemiyoruz]. Gerçekten biz, RAB'bimizden dolayı, suratı asık, çetin bir günden korkuyoruz." [derler].¹



¹: "yekulune=يقولون" fiili, anlaşıldığı için hazf edilmiştir. [mahzuftur].



11- Böylece Allah onları işte bu günün kötülüğünden (şerrinden) koruyup sakındırdı ve onları aydınlık ve gizli bir sevinç olarak karşıladı.



12- Sabır etmeleri sebebiyle, onlara bir cennet ve bir ipek olarak karşılık verdi.



13- Kendileri onda [cennette] süslü tahtlara yaslanır bir halde... Onun içinde, herhangi bir güneş görmezler, dondurucu soğuk¹ da [görmezler].



¹: "zemeherir=زمهرير"'in, Ay anlamında bir kullanımı da vardır. (Beydavi)



14- Onun [cennetin] gölgeleri kendilerine sarkmış bir haldedir. Onun [cennetin] koparılmış meyveleri tamamen boyun eğdirilmiştir.



15-16- Karşılarında, gümüşten kaplar ve billur olan yani gümüşten billur olan bardaklar ile karşılarında dönüp dolaşılır. Onu, tam bir belirleme olarak belirlediler.



17- Onun [cennetin] içinde, karışımı zencefil olan bir kase kendilerine içirilir.



18- Yani, onun [cennetin] içinde selsebil olarak isimlendirilen bir pınar olarak...



19- Karşılarında, kalıcı kılınmış [ölümsüz] çocuklar dönüp dolaşır. Onları gördüğün zaman, saçılmış inciler sanarsın.



20- Gördüğün zaman, orada bir Naim ve çok büyük bir krallık görürsün.



21- Onların üzerinde, kalın ipek olan yeşil ve ince ipek kıyafet vardır. Gümüşten bilezikler [ile] güzelleştiler. RAB'leri, onlara temiz bir içecek içirdi.



22- Gerçekten bu, sizin için bir karşılık oldu. Gayretiniz, teşekküre layık oldu.



23- Gerçekten biz (evet!) biz, kur'an'ı bir 'kısım kısım indiriliş' olarak sana kısım kısım indirdik.



24- Artık, RAB'binin hükmü için sabır et. Onlardan, kasıtlı suç işleyenlere veya nankörlere gönülden itaat etme.



25- RAB'binin ismini, günün başında ve sonunda hatırlayıp an! (Zikir et).



26- Geceden [bir bölümde de hatırlayıp an!]. Artık, onun için [RAB'bin için] secde et ve onu uzun bir gecede tenzih et.



27- Gerçekten, işte bunlar, acele olanı (dünyayı) seviyor ve arkalarında ağır bir günü bırakıyorlar.



28- Onları biz yarattık ve bağlarını¹ güçlendirdik. Tercih ettiğimiz zaman, tam bir değiştirme olarak onların benzerlerini (onlarla) değiştirdik.



¹: Yaratılış, eklem bölgeleri vb. diye açıklanmıştır. (kurtubi, beydavi) kişinin, kendisiyle güç kazandığı yakınları anlamında da olabilir. (müfredat : اسر)



29- Gerçekten bu bir öğüttür. Artık, kim tercih ettiyse, RAB'bine [giden] bir yol edindi.



30- Ancak Allah, [imkan] var ettiyse¹, siz tercih edersiniz.² Gerçekten Allah, [en başından beri] devamlı bilendi, hakimdi/hikmetliydi.



¹: "şae=شاء" fiilinin aslı, bazılarına göre icat etmek ve isabet etmektir. Allah'tan olursa "icat [var etme]"; insanlardan olursa "isabet [yakalamak]" anlamındadır. (müfredat : شيء) ayete bu anlam doğrultusunda mana verildi.



Diğer türlü "Allah istemedikçe, siz isteyemezsiniz" anlamına göre yine özgür iradenin olmadığı sonucuna ulaşılmaz. Çünkü, diğer ayetlerde (bkz: İnsan 3, beled 10, kehf 29) iradeye sahip olduğumuz açıkça belirtilmiştir.



²: "teşeune=تشاءون" ifadesi "yeşeune=يشاءون" yani "onlar tercih eder" şeklinde de okunmuştur. (Beydavi) mana olarak aynıdır. İlkinde, insanlar ikinci şahısa alınmıştır; ikincisinde ise insanlar üçüncü şahıs olarak anlatılmıştır.



31- Tercih eden kimseyi, kendi rahmetinin içine girdirir. Zalimlere [gelince] onlara can yakıcı bir azap hazırladı.


27 Kasım 2019 Çarşamba

75- Kıyamet suresi (Hubeyb öndeş meali)

1-2- Kıyametin gününü ve [kendisini] çokça kınayan benliği delil getiririm ki...

3- İnsan [türü]¹, kendisinin kemiklerini asla toplayamayacağımızı sanıyor?

¹: "el insan =الإنسان" isminin başındaki "el =ال" takısı ismu-l cins'tir. Yani insan cinsi anlamındadır.

4- Tabiki! Onun parmak uçlarını¹ (bile) düzenlemeye imkanı olanlarız.

¹: "benan=بنان" parmak uçları anlamındadır. (Abdullah b. Abbas: garibu-l kur'an: بنان İbni Abbas'ın, bu kelimenin anlamı için أطراف الأصابع dediği söylenir)

5- Hayır! İnsan, kendi önünü (ahiretini)¹ yok etmek² için (hayatı)³ ister.

¹: "Geleceğini yok etmek için" manasında (Beydavi) veya "önünde bulunanları (gerçekleri) yok etmek için" manasında olabilir. (Fahreddin Razi)

²: "yalanlamak" anlamında olduğu da söylenmiştir. buna göre "önündekini" ile kasıt edilen ahirettir. Sonraki ayet bunu doğruluyor. (kurtubi)

²: "yuridu=يريد" fiilinin nesnesi atılmıştır [hazf edilmiştir](Müşkül i'rab-ul kur'an)

6- [İnsan] soruyor, hani nerede kıyamet günü?

7-10- Bakış (göz), telaşlandığı¹, Ay, aydınlığını yitirdiği², güneş ve ay toplandığı³ zaman, insan[türü] o gün "kaçış nereye?" der.

¹: "bereka=برق" korkudan gözlerin açılıp kapanması ve [sağa sola] dönmesi anlamındadır. (müfredat : برق) mana itibariyle "telaş"ı ifade etmektedir.

²: Ay'ın aydınlığını tamamen yitirmesine bu kelime kullanılır. (müfredat : حسف, kurtubi) evrenin nihai sonunda olabilecekler ile ilgili teorilerden birisine göre evrende termodinamik yasası nedeniyle her şeyin ısısı dengelenecek ve ısı ölümü gerçekleşecektir. (bkz: ısı ölümü, big freeze) bu durumda doğal olarak güneşin ışığını kaybedip Ay'ı ışıksız bırakacağı bir ortam meydana gelecektir. Bu teori, ayetle uyumludur. 

³: Normalde Ay'ın güneşle bir araya gelmesi mümkün değildir, zaten bu durumu Yasin 40. Ayet belirtmiştir. Çünkü ay, güneşe doğru ilerlemiş olsa güneşe ulaşamadan yanıp yok olur, fakat termodinamik yasası sebebiyle evrendeki her şeyin ısısı eşit seviyede olduğu zaman, güneş ve ay da eşit derecede sıcaklığa sahip olacakları için bir araya gelebilirler. 

Ki, güneşin trilyonlarca yıl sonra "beyaz cüce" olacağı biliniyor. Beyaz cüceler, dünyayla hemen hemen aynı ölçüdedirler. (bkz: biraz kuantum'dan zarar gelmez kitabı sayfa :74) yani şu an gördüğümüz güneş, bir süre sonra neredeyse dünyayla aynı büyüklüğe sahip olacak, bu durumda da "Güneş ve Ay toplandığı zaman" ifadesi gayet beklenen bir olay olacaktır. 

"iki şeyin 'toplanması' için aynı ölçülerde olması gerekmez mi?" sorusu akla gelebilir; ayetteki "toplandığı" (cumia=جمع) ifadesi, aynı ölçülerde olmayan iki şey için de kullanılabilir. Örneğin bir hadiste "...'cem'i ile' (bi cum'ın=بجمعٍ) kadının ölmesi" denilmiştir. Buradaki "cem'i" sözlüklerde "karnındaki bebeği ile [kadının ölmesi]" olarak açıklanmıştır. (Ebu Ubeyde, garibu-l hadis: جمع) karnındaki bebek, anneyle doğal olarak aynı ölçüde değildir. Ama yine bu fiil kullanılmıştır. Demek ki ayetteki "cumia=جمع" yani "toplandı" kelimesi, eşit büyüklükte olmayan iki şey için de kullanılabilir. 

11- Asla! Hiçbir kaçış/sığınak yoktur.

12- O gün sadece RAB'bine varan bir durak vardır.

13- O gün, insan ne önden hazırladı ve erteledi ise, ondan haberdar olur.

14-15- Hayır! İnsan, mazeretin [ortaya] atsa bile, kendi canına (nefsine) karşı bir görendir.

16- Ona acele etmek (yetişmek) için dilini ona çabuklaştırma.¹

¹: Genellikle "Vahye yetişmek için, kur'an'ı okumakta acele etme" şeklinde yorumlanıyor olsa da, önceki ayetle bir bağlantı yok gibi görünmektedir. Bir görüşe göre, bu ayet, kıyamet günü amel defterini okuyan insanın korkudan dilini çabuklaştırmasıyla alakalıdır. Onun acele etmesine karşılık bu şekilde bir söz söylenecek olduğu bildirilmiştir. (Fahreddin Razi)

17- Gerçekten, onun toplanması ve okunması, sadece bize [düşer].

18- Artık, onu okuduğumuz zaman, onun okunmasına bağlı ol.

19- Sonra, onun açıklaması, sadece bize [düşer].

20- Asla! Hayır, (o) acele olanı (dünyayı) seviyorsunuz.

21- Ahireti [sonu] bırakıyorsunuz.

22- O gün, bir takım yüzler aydınlıktır/güzeldir.

23- Sadece RAB'lerine bakmaktadır.

24- O gün, bir takım yüzler, buruşuktur.

25- Kendisine belini kıracak bir felaketin¹ yapılacağını düşünür.

¹: (müfredat : فقر)

26-30- Asla! (can) köprücük kemiğine ulaştığında, "Kaldırıcı/iyileştirici¹ kimdir?" denildiğinde, [insan] onun ayrılış olduğunu düşündüğünde, bacak bacağa dolandığında² o gün, sevk sadece RAB'binedir.

¹: İki manaya da müsaittir. (müfredat : رقي, kurtubi)

²: Bu ifade, can çıkarken bacağın bacağa dolanması veya belaların belalara dolanması anlamındadır. (müfredat : ساق)

31- Çünkü o, doğrulamadı ve yönelmedi¹.

¹: Bu ayette, resmen sonraki ayette geçen "yüz çevirdi (تولي)" fiilinin zıddı olarak "salle=صلي" fiili kullanılmıştır. Ki, sözlükler de bu kelimenin yönelme/takip etme manasında olduğunu söylerler. (bkz: Lisanu-l Arap) 
وإذا جاءَ الفَرَسُ على أثَرِ الفَرَسِ قيل: صَلّى؛ 
"At, atın eseri/izi üzerine gelirse (onu takip ederse) 'salle=صلي' denilir" (Sahib bin Abbad: صلو) 

32- Fakat, yalanladı ve yüz çevirdi.

33- Sonra, üstünlük taslayarak ailesine-halkına gitti.

34- (Ceza) sana daha evladır, artık daha evladır!¹

¹: Tehdit ve korkutma amaçlı kullanılan bir ifadedir. "veyl=ويل" anlamındadır. (Beydavi, zamahşeri:keşşaf)

"Ceza, sana daya evladır!" manasında olduğu da söylenmiştir. (müfredat : ولي)

35- Sonra, daha evladır sana, artık daha evla!

36- İnsan, başıboş terk edileceğini mi sanıyor?

37- O, hedeflenen¹ bir meni'den bir damla (zigot)² hiç olmamış mıydı?

¹: (İbni faris:Mekayısi-l lugat, müfredat: مني) 

²: Nutfe'den sonraki aşama, sonraki ayette anlatıldığı üzere "alaka" yani rahme tutunan hücre (yuvalama) aşaması; bir önceki aşama da bu ayette görüldüğü üzere meni (sperm) aşaması. Buradan da anlaşılacağı üzere, nutfe aşaması "zigot" olmalıdır. Nahl 4. Ayetin dipnotuna bakınız. 

38- Sonra, bir Alaka (tutunan hücre)¹ olmamış mıydı? Ardından, yarattı, akabinde düzenledi.

¹: "alaka=علق" kelimesi bir şeyin bir şeye yapışması, tutunması anlamına gelmektedir. (müfredat & İbni faris:Mekayısi-l lugat : علق)
Op. Dr. Banu Çiftçi, "hamilelik nasıl oluşur?" başlıklı yazısında "yuvalanma" aşamasında aynen şunları söylemektedir:
"Yuvalanma, henüz çok genç olan embriyonun, ana rahminin iç tabakasında kendisine uygun bir yer bulup oraya gömülme, yerleşme işlemidir. Döllenmeden 6 gün sonra başlar ve ortalama 12 günde tamamlanır.
İlk aşama 6. günde başlayan, yapışma, tutunma aşamasıdır. Hücre topunun en dışındaki hücreler özelleşerek bu tutunmayı sağlayan özel kimyasal maddeleri salgılarlar ve rahim iç tabakasına tutunurlar."(kaynak: https://www.drbanuciftci.com/sayfa/hamilelik-nasil-olusur)

39- Ardından, ondan[meni'den]¹ iki sınıfı, erkeği ve dişiyi meydana getirdi.

¹:  buradaki zamir, 37. Ayetteki "meni'ye" işarettir. Öncesindeki "bir damla'ya" veya "alaka'ya" işaret edemez. Çünkü bu iki kelime dişildir. 
Ki bilimsel olarak da cinsiyet babanın menisinde bellidir, baba Y kromozomu verirse çocuk erkek; X kromozomu verirse çocuk kız olur. 

40- İşte o, ölülere can vermeye imkanı olan değil midir?








74- Müddessir suresi (Hubeyb öndeş meali)

Müddessir suresi.

1- Ey örtüsünü kalkan edinen!

2- Kalk da uyar!

3- Sadece RAB'bini yücelt!

4- Sadece kendi kıyafetini (nefsini)¹ temizle!

¹: "kıyafet" ile nefis kasıt edilmiş olabilir. Müfredat: ثوب) ayette hasr uygulanması, yani anlama "sadece" manasını vermek için "giysi" [siyab=ثياب] kelimesini başa alması da bunu gösterir. Çünkü insan sadece kendi nefsini temizler, başkasına sadece öğüt verebilir.

5- Sarsıntı'dan [günahtan] ayrıl.

6- Daha çoğunu isteyerek büyük iyilikte bulunma/başa kalkma!¹

¹: "istiksar=اثتكثار" iki anlama da müsaittir. (müfredat : كثر, zad'ul mesir, beydavi)

7- Sadece RAB'bin için sabır et!

8-10- Çünkü¹, (o) borunun içine [ses] vurulduğu zaman, işte  o gün, zor bir gündür. Kafirlere [gerçeği örtenlere] karşı  kolay olmayandır.

¹: "fe=ف" sebebiyye, yani "sebep bildirme" amaçlıdır. (Zamahşeri: keşşaf, Fahreddin Razi)

11- Beni ve tek¹ olarak yaratmış olduğum kimseyi bırak.

¹: "Tek başıma yarattığım" veya "kendisini tek başına yarattığım" manasındadır. (zad'ul mesir)

12-13- Kendisine, uzatılmış/çok mal ve hazır bulunan çocuklar verdim.

14- Kendisi için hazırladıkça hazırladım.

15- Sonra, artırmamı umuyor.

16- Asla! Gerçekten o, Ayetlerimize [işaretlerimize] çokça itaatsizlik edendir/inatçıdır.¹

¹: (Lisanu-l Arap: عند)

17- Onu, yokuşa/zorluğa¹ bürüyeceğim.

¹: "saud=صعود", yokuş anlamındadır. Ancak, zorluk anlamında istiare edilir. (müfredat : صعد) bu zorluğun ahirette karşılaşacağı bir zorluk olduğu söylenmiştir (kurtubi)

18- Gerçekten o [inatçı], kavramaya çalıştı ve (diyeceğini) belirledi.

19- Ardından, kaybetti¹. Nasıl da belirledi?

¹: "kaybetti" anlamında bir ifade olduğu da söylenmiştir. (kurtubi) bunu beddua olarak çevirmek doğru değildir. Çünkü sözün faili Allah'tır.

20- Sonra, [yine] kaybetti. Nasıl da belirledi?

21- Sonra, bakıp düşündü.

22- Sonra, sıkılıp surat astı¹ ve sinirlenip kaşlarını çattı.²

¹: (müfredat : عبس)

²: (Fahreddin Razi)

23- Sonra arkasını döndü [yüz çevirdi] ve büyüklük tasladı.

24-25- Ardından "Bu [başka bir şey] değil, ancak tercih edilmiş bir sihirdir [aldatmadır¹]. Bu, [başka bir şey] değil, ancak bir beşerin bildirisidir" dedi.

¹: "Sihir" deyince, akla peri masalları gelir. Ancak, kelimenin asıl anlamı, aldatmak, etkilemek ve yalanı gerçek olarak göstermektir. (kurtubi, müfredat: سحر)

26- Ona, sekar[ın azabını] çektireceğim.

27- Öngöremezsin, Sekar nedir?

28- Baki kılmaz [kalıcı yapmaz] ve bırakmaz.

29- Deriyi yakıp kavurandır.

30- Onun [sekar'ın] üzerinde on dokuz vardır.

31- Ateşin dostlarını ancak melekler yaptık. Kitap kendilerine verilmiş olanların yakinen-kesin olarak inanması, inanmış olanların inancını artması, kitap kendilerine verilmiş olanların ve inançlıların şüpheye düşmemeleri için, kalplerinde bir hastalık bulunanların ve kafirlerin [gerçeği örtenlerin] "Bu misal ile Allah'ın (demek) istediği nedir?" demesi için, onların sayısını [on dokuzu] ancak gerçeği örtmüş olanlar için bir fitne [sınama] yaptık.¹ İşte bunun gibi, Allah, tercih eden kimseye [yolu] kaybettiriyor; tercih eden kimseye yol gösteriyor. RAB'binin ordusunu ancak kendisi biliyor. O, [alev] beşer için sadece bir hatırlatmadır (zikirdir).

¹: Ayette sayının değil, bu fitnenin inançlıların inancının artıracak olduğu yazmaktadır. Yani, Gerçeği örtenler bu sayı sebebiyle bir fitneye düşecektir. Bu düştükleri fitne de, -ayette kasıt edilen olayın gerçekleşmesi sebebiyle- inançlıların inancını artıracaktır.
19 sistemini, baz alarak kur'an'dan ayet inkar edenler, bu fitnenin içine düşmüştür. Bu durum, ayetin anlattığı olayı doğrulayarak bize bir mucize olmaktadır. (en doğrusunu Allah bilir)

32-37- Asla! Ay delildir ki, arkasını dönmüş olduğu vakit gece ve ağardığı/açıldığı zaman sabah da [delildir ki] kesinlikle o [sekar], beşere yani sizden olup öne geçmeye ve sonraya kalmayı istemiş kimseye bir uyarıcı olarak büyüklerden biridir.

38-39- Her bir nefis, kendi elde ettiğine karşılık bir rehindir. Ancak, sağın dostları (ashabı yemin) hariç.

40-42- [Sağın dostları], cennetlerin içinde, suçlular hakkında soruştururlar: "Sizi, sekar'ın (alevin) içine katan nedir?"

43-47- [suçlular] "Hiç yönelenlerden/[vahyi] takip edenlerden¹ (musallin) olmadık. Yoksullara hiç yedirmezdik. (Boşa) dalanlarla beraber (boşa) dalardık. Bize yakın-kesin olarak gelinceye kadar, dinin gününü yalanlıyorduk." dediler.

¹: "[Vahyi] takip edenler (musallin)"'ın kimler olduğu, Mearic 22-35 ayetlerinde belirtilmektedir.

48- Artık, şefaatçilerin şefaati, onlara fayda vermez.

49-51- O halde, kendilerine ne var ki, öğüt'ten yana sanki kendileri aslandan kaçan, korkutulmuş/korkmuş¹ merkep'ler gibi uzaklaşıcıdırlar?

¹: "mustenfEr=مستنفر" ve "mustenfİr=مستنفر" olarak iki şekilde de okunmuştur. (kurtubi, müfredat: نفر) her iki okuyuşa göre de meal edildi.

52- Aksine! Onlardan her bir kişi, kendisine yayılmış sayfalar verilmesini ister.

53- Asla! Aksine onlar Ahiretten [son'dan] korkmuyor.

54- Asla! Gerçekten o, bir öğüttür.

55- Artık, kim tercih ettiyse, onu hatırlayıp andı (zikir etti).

56- Allah'ın [imkan] var etmedikçe¹ onlar hatırlayıp anmazlar. O, korunup sakınmanın (takvanın) ehlidir, bağışlamanın da ehlidir.

¹: "şae=شاء" filli, Allah'tan olursa "var etme"; kuldan olursa "elde etme" anlamındadır (müfredat: شاء)


26 Kasım 2019 Salı

73- müzzemmil suresi (Hubeyb öndeş meali)

Müzzemmil suresi

1- Ey bürünüp sarılan!¹

¹: Bu ifade "görevinde gevşeklik yapan" anlamında kullanılmış bir istiaredir. (müfredat : زمل) bir başka görüşe göre "Elçiliğin gereğine sarılan" veya "kur'an'a sarılan" anlamındadır. (kurtubi)

2-4- Pek azı yani yarısı hariç geceye kalk!¹ veya ondan [geceden] pek az olarak kıs [azalt] veya onun üzerine arttır. Kur'an'ı, sıraya yerleştirerek/ağır ağır/ seçerek oku.

¹: "Gece namazına kalk" anlamında olabilir. (kurtubi)

5- Gerçekten biz, sana ağır bir söz atacağız.

6-7- Gerçekten, gecenin işleri¹ (evet!) o, kalıcılık bakımından daha güçlüdür, söz bakımından daha sağlamdır [doğrudur]. Gerçekten, gündüzde senin için çok uzun bir koşturmaca² vardır.

¹: "Gecenin işleri" veya "gecenin vakitleri anlamındadır" . (Fahreddin Razi)

²: (müfredat : سبح)

8- RAB'binin ismini an. [kendini] tam bir adayış olarak ona ada!

9- Doğunun ve batının RAB'binin, kendisinden başka hiçbir Tanrı yoktur. Artık, onu bir vekil edin.

10- Onların söylediklerine karşı sabır et ve onlardan olabildiğince güzel bir ayrılış olarak ayrıl.

11- Beni ve nimet sahipleri olup yalanlayanları bırak ve onlara pek az mühlet ver.

12-14- Yerin ve dağların şiddetlice çalkalandığı ve dağların akıcı bir kum yığını oldukları gün gerçekten, tarafımızda ağır kelepçeler, kızgın ateş vardır, boğazda tıkanma [özelliğine] sahip bir yiyecek ve can yakıcı bir azap vardır.¹

¹: Bu azap çeşitlerinin ruhi bir azap olduğu, Cenneti elde etmeyi isteyen ve onu gören ama elde edemeyen kişilerin iç dünyalarında çektikleri azabı anlatan bir ifade olduğu da söylenmiştir (Fahreddin Razi)

15-16- Gerçekten biz, size bir şahit olan bir Elçiyi size gönderdik. Tıpkı Firavun'a Elçi gönderdiğimiz gibi. Ardından Firavun, (o) Elçiye isyan etti. Derken, onu tehlikeli bir yakalayış olarak yakaladık.

17- Artık gerçeği örtmüşseniz, çocukları başı ağarmış/ihtiyarlamış bir hale getiren [sıkıntılı] günden nasıl korunup sakınırsınız?

18- Gök, onunla [o gün sebebiyle] yarılıcıdır. Verdiği sözü, yerine getirilmiş oldu.

19- Gerçekten bu, bir öğüttür. Artık, kim tercih ettiyse, RAB'bine varan bir yol edindi.

20- Gerçekten, gecenin üçte ikisinden daha aşağı bir vakitte, yarısında ve üçte birinde kalktığını RAB'bin biliyor. Seninle birliktekilerden bir takım da [bu yaptığını yapıyor]. Allah, geceyi ve gündüzü belirliyor, onu yapamayacağınızı¹ bildi, ardından tevbenizi kabul etti. O halde, kur'an'dan ne kolay geliyorsa onu okuyun. Sizden, [bir kısmının] hasta olacağını; diğerlerinin, Allah'ın ikramından ararken yerde [yeryüzünde] sefere çıkacağını; diğerlerinin de Allah'ın yolunda [savunma ve koruma yolunda]¹ savaşacağını bildi. O halde, ondan ne kolay geliyorsa onu okuyun. Yönelişi (namazı) ayakta tutun (devam ettirin), zekatı verin ve Allah'a oldukça güzel bir ödünç olarak ödünç verin. Herhangi bir hayır[türün]den kendi canınız için önden ne hazırladıysanız, Allah'ın katında onu kendisinden daha iyi (hayırlı) olarak ve daha büyük bir ödül olarak bulursunuz. Allah'tan bağışlanma dileyin. Gerçekten Allah, çok bağışlayandır, rahimdir.

¹: "Len tuhsuhu=لن تحصوه" ifadesi genellikle "hesap edemeyeceksiniz" olarak anlaşılmış olsa da, "hasevey=حصوى" fiili, "yapabilecek güce sahip olmak= الْإِطَاقَةُ" manasında da kullanılır (İbni faris:Mekayısi-l lugat : حصوى) 
"Onu" zamiri, gece namazlarına gidebilir. Yani "Gece namazlarına gücünüz yetmeyecek" manasında olabilir. 

²: "Allah yolunda" ifadesiyle kasıt edilen her ifade, kur'an'ın onay verdiği ve emir ettiği şeyleri kapsar. Kur'an'ın onay verdiği savaş, sadece savunma, koruma, sadist insanları yok etmek, baskıyı yok etmek maksadıyla yapılan savaştır. (Bakara 190-195,) bunların dışında hiçbir şekilde savaşa müsaade yoktur. Savaş açanlar barış istiyorsa, bu durumda Barışı emir eder (Enfal 61,) savaş açmadığı sürece, müslüman olmayan kişilere dahi iyilik etmeye müsaade edilir. (Mumtehine 8,) bazılarının sandığının aksine; bu tarz ayetler durduk yere savaşmayı emir etmiyor.

72- Cin suresi (Hubeyb öndeş meali)

Cin suresi

1-2- "Bana, cinlerden bir bölüğün kulak verip ''Gerçekten biz, olgunluğa (doğruya) doğru yol gösteren hoş bir kur'an işittik. Ardından, ona inandık. RAB'bimize hiçbir kimseyi asla şirk [ortak] koşmayacağız.'' dedikleri vahiy edildi." de.

3-4- "Gerçekten, RAB'bimizin feyzi yücedir. Hiçbir dişi dost ve hiçbir çocuk edinmedi. Gerçek şu ki, Bizim 'aklı eksik' olanımız, Allah'ın üzerinden, [Haktan] pek uzak olanı söylüyordu."

5- [Cinlerden o bölüğün] "Gerçekten biz, insan ve cinin, Allah'ın üzerinden bir yalanı asla söylemeyeceğini¹ düşündük." [dediği vahiy edildi]².

¹: "tekavvele=تقوّل" şeklinde de okunmuştur (Halebi: duru-l mes'un) buna göre "Allah'ın üzerinden bir yalanı asla uydurmayacaklarını düşündük" manasındadır.

²: Bu ayet, ilk ayette konuşmaları aktarılan cinlerin konuşmasının devamıdır. Bazıları bile bile bu ayeti tek başına cımbız yaparak anlamı kaydırmaktadır.

6- Gerçek şu ki, insan[türün]den bir takım kişiler, Cin[türün]den bir takım kişilere sığınıyordu. Böylece, onları musallat olma bakımından artırdılar.

7- Gerçekten onlar, tıpkı Allah'ın hiçbiri [kimseyi] asla yeniden diriltmeyeceğini zannetmeniz/düşünmeniz gibi zannettiler/düşündüler.

8-9- "Gerçekten biz, göğe dokunduk da onu şiddetli bekçiler ve ateş topları [ile] doldurulmuş halde bulduk. Hâlbuki, gerçekten biz, ondan [gökten bir kısımda] işitmek için oturma zamanında/yerinde oturuyorduk da şimdi kim dinlemek isterse, kendisi için takip eden bir ateş topu buluyor".

10- [Cinlerden o bölük] "Gerçekten biz öngörüde bulunamıyoruz: yerdeki [dünyadaki] kimselere bir zarar mı istendi? Yoksa RAB'leri onlara bir olgunluk (doğruluk) mu istedi?" [dedi].

11- "Gerçekten biz, [evet!] bizden düzgün-iyi olanlar da vardır; bizden bundan [düzgünlükten] beride olan da vardır. Biz, bölünmüş [çeşitli] tarikatlar olmuştuk." [dediler]

12- "Gerçekten biz, yerde [dünyada] Allah'ı asla aciz bırakmayacağımızı ve kaçarak onu asla aciz bırakmayacağımızı düşündük [kabullendik]"

13- "Gerçekten biz, hidayeti [doğru yol rehberini] işittiğimizde, ona inandık. Artık, kim RAB'bine inanırsa, herhangi bir haksızlıktan ve herhangi bir kuşatmadan/musallat'tan korkmaz."

14- "Gerçekten bizden (evet!) bizden müslüman [teslim/barışçı olan] da vardır; bizden Hakka göz diken de [haksızlık yapan da] vardır. Artık, teslim [Müslüman] olmuş kimseler (evet!) işte onlar olgunluğu (doğruluğu) arıyorlar."

15- "Hakka göz dikenlere [haksızlık yapanlara] gelince: onlar, cehenneme bir odun oldular."

16-17- Şayet, onlar [cinler] tarikata/açılmış yola yönelmiş olsalardı, kendilerini onda [nimet konusunda] fitnelemek [sınamak] için onlara bol su içirirdik. Kim, kendi RAB'binin hatırlatmasından vazgeçerse [RAB'bi] onu zorlu bir azaba katar.

18- Gerçekten, İbadethaneler Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte başka herhangi birine dua etmeyin.

19- "Gerçek şu ki, Allah'ın kulu ona [Allah'a] dua ederek kalktığı zaman, ona karşı neredeyse bir araya sıkışmış (kendisine saldıracak) hale geliyorlardı."

20- "Sadece RAB'bime dua ediyorum ve ona hiçbirini şirk [ortak] saymıyorum." de.

21- "Gerçekten ben, sizin için ne bir sıkıntıya ne de bir olgunluğa (doğruya) sahibim." de.

22-23- "Gerçekten, Allah'tan [gelen herhangi bir şeye karşı] hiçbir kişi asla bana yakınlık edemez (kurtaramaz). Ondan beride herhangi bir dayanak asla bulamam. Ancak, Allah'tan bir duyuruya ve onun mesajına [sahibim].¹" de. Kim, Allah'a ve Elçisi'ne isyan ettiyse, [bilsin ki] kendisi için içinde ebediyen kalıcı oldukları cehennemin ateşi vardır.

¹: burada yapılan istisna, 21. Ayetteki ifadeden yapılan bir istisnadır. (kurtubi) Çeviri buna göre yapıldı.

24- Sonunda, vaat olundukları [kendilerine söz verilen] ne ise onu gördükleri zaman, yardımcılık bakımından daha zayıf ve sayı bakımından daha az kimmiş, bilecekler.

25-27- "Vaat olunduğunuz (azap) yakın mıdır? Yoksa, gayb'ın [görünmeyenin] bileni olan RAB'bim ona bir müddet mi katacak? Ben öngöremem. O, hiçbirine kendisinin gayb'ını [görünmeyenini] bildirmez. Ancak, Elçi [türün]den, kendisinin razı olduğu kim varsa ona [bildirir]. Gerçekten o, onun önünden ve arkasından bir takip eden [peşine] takar." de.

28- RAB'lerinin mesajlarını, onların [Elçilerin] duyurmuş olduğunu bilmesi için¹ [bunu yapar]. Onların [elçilerin] tarafında ne varsa kuşattı ve her şeyi sayıca hesapladı.

¹: Bir başka kıraat'te "li yu'leme=ليُعلم" yani "bilinmesi için" şeklindedir. (kurtubi) buna göre "[insanların] bilmesi için [bunu yapar]" anlamındadır.

25 Kasım 2019 Pazartesi

71- Nuh suresi (Hubeyb öndeş meali)

Nuh

1- Gerçekten biz Nuh'u, kendi milletine "Can yakıcı bir azabın kendilerine gelmesinden önce, milletini uyar!" diye gönderdik.

2-4- [Nuh] "Ey milletim! Gerçekten ben, ''Allah'a kulluk edin , kendisinden korunup sakının ve bana gönülden itaat edin ki, cezayı gerektiren işlerinizden [bir kısmını] size bağışlasın ve isimlendirilmiş [belirlenmiş] bir süre sonuna kadar sizi ertelesin." diye sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Gerçekten, Allah'ın süre sonu geldiği zaman, ertelenmez. Şayet, biliyor olsaydınız.." dedi.

5-7- [Nuh] "RAB'bim! Gerçekten ben, milletimi gece ve gündüz davet ettim. Ardından, davetim onları[n] kaçış[larından] başkasını hiç artırmadı. Gerçekten ben, her ne zaman kendilerini bağışlaman için onları davet ettiysem, parmaklarını kulaklarının içine tıkadılar, kıyafetlerine büründüler, ısrar ettiler ve olabildiğince büyüklük tasladılar.

8- "Sonra, gerçekten ben onları açıkça/yüksek sesle davet ettim."

9- "Sonra, gerçekten ben, kendileri için ortaya sunarak [davet] ettim, olabildiğince gizli bir şekilde de [davet] ettim."

10-13- "Ardından, "RAB'binizden bağışlanma dileyin -ki Gerçekten o, [en başından beri] çok bağışlayandır- göğü(yağmuru)¹ üzerinize bol bol göndersin, mallar ve çocuklar ile size destek versin, sizin için cennetler [bahçeler] yapsın ve sizin için ırmaklar yapsın. Size ne var ki, Allah için bir onur beklemiyorsunuz?" dedim." [dedi].

¹: "sema=سما" yerden yukarıda olan her şey için kullanılır. (kurtubi bakara 19, müfredat: سما) burada da yağmur anlamındadır.

14- "Sizi, aşamalar halinde yaratmıştı."

15-16- Hiç görmedin [bilmedin] mi, Allah yedi göğü tabakalar halinde nasıl yaratmış? onların [göklerin] içinde Ay'ı bir aydınlık (yansıtan)¹olarak yaptı, güneşi bir lamba olarak yaptı.

¹: Yunus 5. Ayetin dipnotuna bakınız.

17- Allah, sizi yerden bir bitki olarak bitirdi [yetiştirdi].

18- Sonra, sizi onun [yerin] içine iade eder ve sizi bir çıkarış olarak çıkarır.

19-20- Allah, ondan [yerden] uzak- derin vadi yollarına koyulmanız [gitmeniz] için, yeri [yeryüzünü] sizin için genişçe/büyükçe¹ yaptı.

¹: "bisat=بساط" genişçe olan yer manasındadır. (Müfredat: بسط maddesi) bu fiil "[avucunda] tutmak" kelimesinin zıttı olarak [yani açmak manasında] da kullanılır. (Halil b. Ahmet kitabu-l Ayn: بسط maddesi)
Örneğin şura 27. Ayette aynı fiil “rızkı genişletmek/artırmak” manasında, bakara 247, Araf 69, ayetlerinde “güç/kuvvet” manasında, rum 48. Ayette bulutların etrafa yayılması manasında kullanılır. Kısacası bu kelimenin dünyanın şekliyle alakası yoktur.


21- Nuh "RAB'bim! Gerçekten onlar, bana isyan ettiler, kendisini[n] malını ve çocuğunu hiç artırmayan, ancak kaybı[nı] artıran kimseye uydular." dedi.

22-24- "Oldukça büyük bir plan olarak plan yaptılar. "Tanrılarınızı sakın bırakmayın! Ne veddi, ne suva'yı, ne yakus'u, yauk'u ve nasr'ı [hiç birini]sakın bırakmayın!" dediler. Pek çoğuna yolu kaybettirmişlerdi. Zalimleri[n] ancak sapkınlığını arttır!" [dedi]

25- Onlar, hatalarından dolayı boğuldular/batırıldılar, ardından bir ateşe girdirildiler, ardından kendileri için Allah'tan beride hiçbir yardımcı hiç bulamadılar.

26-27- Nuh "RAB'bim! Yerin (bölgenin) üzerinde, kâfirlerden [gerçeği örtenlerden] hiçbir yerleşen [kimse] bırakma! Gerçekten sen, onları bırakırsan, senin kullarına yolu kaybettirirler ve ancak [ilahi sınırları] parçalayan çokça Kafir [gerçeği örten nankör] doğururlar." dedi.

28- "RAB'bim! Beni, annemi ve babamı¹, evime inançlı olarak girmiş kimse[ler'i], inançlı erkekleri ve inançlı kadınları bağışla. Zalimleri[n] ancak, yıkımını arttır."

¹: "veledeyye=ولديّ" yani "iki çocuğumu" şeklinde de okunmuştur. (zad'ul mesir)

70- Mearic suresi (Hubeyb öndeş meali)

Mearic suresi

1-3- Bir sorgulayan, 'yükselişin' sahibi olan Allah'tan, kafirler [gerçeği örtenler] için vuku bulucu [gerçekleşici] bir azab hakkında sordu. Onun [o azab] için, hiçbir engelleyici [mevcut] değildir.¹

¹: 2. ve 3. Ayetler sorunun cevabı şeklinde olarak da meal edilebilir. Yani "bir sorgulayan, vuku bulucu [gerçekleşici] bir azab hakkında sordu: Kafirler içindir, onun için hiçbir engelleyici [mevcut] değildir. [o azap] 'Yükselişin' sahibi Allah'tandır" şeklinde de yazılabilirdi.

Yapılan çeviriye göre 2. Ayetteki "Onun [o azap] için, hiçbir engelleyici [mevcut] değildir" ifadesi bir itiraz cümlesidir, diğer ifadeler "vuku bulucu [gerçekleşici]" ifadesinin sıfatıdır. (Halebi: duru-l mes'un)

4- Melekler ve ruh(lar)¹, miktarı elli bin sene olan bir gün içinde² onun [emrine]³ doğru yükselerek gider.

¹: "Ruh=الروح" isminin başındaki "el=ال" takısı ismu-l cins'tir. Yani ruh cinsi anlamındadır. Bu durumda, tüm canlıların ruhlarından bahsetmektedir. (kurtubi) alternatif olarak, ruh ile kastın melek, Cebrail veya başka bir varlık olduğu da söylenmiştir. (Beydavi, kurtubi, zad'ul mesir)

²: Zamanın izafiyet teorisi ile tamamen uyumlu bir ayettir. Bu ifadeye göre, bir gün, elli bin yıla denk olabilmektedir.

Bu ifade yoruma açıktır. Bu ifade, kıyamet günü yani kıyamet döneminde Meleklerin ve ruhların yükseliş süresinin elli bin yıl olduğunu işaret ediyor olabilir, yükselişin hızına işaret ediyor olabilir. (kurtubi)

Bu ifade, sıkıntıya işaret de olabilir. Çünkü, sıkıntılı zamanlar "çok uzun" olarak isimlendirilmiştir. Kâfirler için o günün çok sıkıntılı olduğunu belirtmek için "elli bin yıl" denilmiştir. (kurtubi) ayrıca bu durumu ayette "sene" kelimesinin kullanılması da destekliyor. Çünkü "sene" genellikle kötü zaman için kullanılır.

³: Tamlayan [muzaf] atılmıştır. "ile emrihi=الي أمره" takdirindedir. Tıpkı Saffat 99. Ayette "Ben, RAB'bime gidiciyim" ifadesinin, aslında "Ben RAB'bimin emrine gidiciyim" manasında olması gibi.

5- O halde, güzel bir sabır olarak sabır et.

6- Gerçekten onlar, onu çok uzak olarak görüyorlar.

7-9- Göğün, erimiş maden gibi olacağı ve dağların boyanmış yün gibi olacağı gün, onu çok yakın olarak görüyoruz.

10- [o gün] herhangi bir sıcak dost, herhangi bir sıcak dostu sormaz.

11-14- Onlar, onlara [birbirlerine] baktırılır. Suçlu, o gün azaptan yana çocuklarını, kız dostunu[eşini], kardeşini, kendisine sığındığı yakınlarını ve yerde [dünyada] kim varsa [hepsini] topluca feda etse sonra da [bu feda edişi] kendisini kurtarsa [diye] arzu eder.

15-18- Asla! Gerçekten o, organları çokça söküp çıkaran¹ bir haldeki yalın alevdir. Arkasını dönmüş, yüz çevirmiş ve (malı) toplamış ardından da saklamış kimseyi çağırır.

¹: "nezzeatUn=نزعة" şeklinde merfu olarak da okunmuştur. (Zad'ul mesir) bu durumda "..söküp çıkaran'dır" şeklinde meal edilir.

19- Gerçekten, insan tahammülsüz bir halde yaratıldı.

20- Kendisine zarar temas ettiği zaman çok sızlanandır.

21- Kendisine yarar temas ettiği zaman (hayra) çok engel olandır [cimri'dir].

22- Ancak, [vahyi] takip edenler¹ hariçtir. [Onlar böyle değildir].

¹: (Müfredat: صلا) 

23- O [takip edenler] ki, yönelişlerine [takiplerine] (vahye) karşı devamlı olanlardır.

24-25- [Takip edenler] ki, kendilerinin mallarında isteyenler [dilenciler] ve [istemekten] mahrum bırakılmışlar (hayvanlar)¹ için bilinen bir hak [pay] vardır.

¹: Bunların köpekler olduğu da söylenmiştir. (müfredat: حرم)

26- O [takip edenler] ki, Din gününü doğruluyorlar.

27- O [takip edenler] ki, RAB'lerinin azabından çekinenlerin ta kendileridir.

28- Gerçekten, RAB'lerinin azabı, güvenilmezdir.

29- O [takip edenler] ki, edep yerleri için koruyanların ta kendileridir.

30- Ancak, eşleri yani¹ güçlerinin sahip oldukları [kişiler] hariç. Artık, kesinlikle onlar (bu durumda) kınanmamıştır.

¹: Müminun 6. Ayetin dipnotuna bakınız

31- Artık, bundan [helal edilenlerden] geridekilerini aramış olanlar haddi aşanların ta kendileridir.

32- O [takip edenler] ki, emanetlerine ve anlaşmalarına riayet edenlerin ta kendileridir.

33- O [takip edenler] ki, şehadetlerini [şahitliklerini] sürekli olarak gereğince yerine getirenlerdir.

34- O [takip edenler] ki, onlar yönelişlerini/takiplerini korumaya çalışanlardır.

35- İşte onlar, değerlendirilmiş olarak cennetlerin içindedirler.

36-37- Gerçeği örtmüş olanlara ne var ki senin yanında sağdan ve soldan dağınık topluluklar olarak hipnoz olmuş haldedirler?

38- Onlardan her bir şahıs, Naim'in cennetine girdirilmeyi mi arzuluyor?

39- Asla! Gerçekten biz, onları bildikleri [şeyden] yarattık.

40-41- Artık, doğuların ve batıların RAB'bi delildir ki: gerçekten biz, kendilerinden daha iyi (hayırlı) olanla değiştirmeye elbette imkanı olanlarız. Biz, önlerine geçilmişler [engellenmişler] değiliz.

42-43- Artık, kendilerine söz verilen günleriyle yani mezarlardan sanki kendileri dikili taşlara doğru koşar gibi süratle çıkacakları gün ile karşılaşıncaya kadar onları bırak da dalsınlar ve oynasınlar.

44- [o gün] bakışları yerde, zillet kendilerini kuşatır bir haldedirler. İşte bu, kendilerine vaat olunmakta [söz verilmekte] olan gündür.

24 Kasım 2019 Pazar

69- Hakka suresi (Hubeyb öndeş meali)

Hakka suresi

1- Hak..

2- Hakkı[n gerçeği] nedir?

3- Hakkı[n gerçeğinin] ne olduğunu ön görmeni ne sağladı?

4- Semud'un [milleti] ve Ad'ın [milleti], (o) çarpanı yalanladı.

5- Ardından, Semud'un [milletine] gelince: taşkınlık ile¹ helak edildiler.

¹: "Taşkınlık sebebiyle helak edildiler" şeklinde de meal edilebilir. "bi=ب" harfi cerr'i iki anlama da müsaittir.

6- Ad'ın [milletine] gelince: azgın, Sarsar [dondurucu/uğultulu] bir Rüzgar ile helak edildiler.

7- Onlara karşı bir silip yok edici olarak¹ yedi gece ve sekiz gün onu [o azgın rüzgarı] hizmete verdi. Artık, (bu) milleti sanki hurma ağacının bomboş haldeki kökleri gibi [yere] yıkılmış² bir şekilde görürsün.

¹: "hasm=حسم" bir şeyin eserinin/izinin kaldırılmasıdır. (müfredat : حسم)

²: "sara=صرع" bir şeyin yere düşürülmesidir. (Mekayısi-l lugat: صرع)

8- Artık, onlara ait bir kalıntı görüyor musun?

9- Firavun, kendisinden önce kim varsa ve altı üstüne getirilmiş[kent]ler, hatalar [meydana] getirdiler.

10- Ardından, RAB'lerinin Elçisi'ne isyan ettiler. Derken, onları (azabı) yükselen bir yakalama (ceza) olarak yakaladı.

11- Gerçekten biz, 'su' taştığı zaman, akıp gidenin (geminin) içinde sizi taşıdık.

12- Size onu bir öğüt yapalım ve kavrayan bir kulak onu kavrasın diye [bunu yaptık].

13-15- Artık, bir tek üfleyiş olarak Sur'un içine üflendiği, yer ve dağlar taşınıp, ardından ikisi de tek bir dağılış olarak dağılıp toz oldukları zaman, o gün (o) vuku [olay] vuku buldu [gerçekleşti].

16- Gök, bölündü.¹ Artık, o gün, [gök] bir çözülücüdür/dağılıcıdır.

¹: bkz: Büyük yırtılma teorisi.

17- Melek[ler]¹, [Göğün] kenarlarındadır. Artık, o gün onların tepesinde RAB'binin Arş'ını [yönetimini] sekiz [melek] taşır.

¹: Cins ismi olarak "melekler" anlamındadır. (Fahreddin Razi)

18- O gün, sunulursunuz ve sizden hiçbir gizlenici gizlenemez.

19-20- Artık, kitabı yemininden/sağından verilmiş kimseye gelince: O "Alın okuyun kitabımı. Gerçekten ben, kendi hesabım [ile] karşılaşıcı olduğumu düşünmüştüm." der.

21-22- Artık o, razı olan bir yaşamın içinde, yani yüce bir cennetin içindedir.

23- Onun [cennetin] toplanacak meyveleri, yakındır/sarkmıştır.

24- "Boş günlerdeki geçmişiniz sebebiyle yeyin ve için!" [denilir].

25-27- Artık, kitabı solundan verilmiş kimseye gelince: o "Keşke kitabım verilmemiş olsaydı. Hesabımın ne olduğunu hiç bilmemiştim. Keşke o (ölüm)¹ tamamlayıcı olsaydı." der.

¹: Zamir, "mevt=موت" yani "ölüm"'e işaret etmektedir. (Zamahşeri:keşşaf)

28-29- "Malım bana yeterli gelmedi. Yetkim-kuvvetim benden yok olup kayboldu." [der]

30-32- "Tutun onu da bağlayın! Sonra da kızgın Ateşin [azabını] ona çektirin. Sonra, ölçüsü yetmiş arşın olan zincirin içine onu katın."

33-36- "Gerçekten o, en büyük Allah'a inanmıyordu. Yoksula yedirmeye teşvik etmiyordu. O halde, bugün işte burada ona sıcak bir dost yoktur. Herhangi bir yemek de yoktur. Ancak, irinden [bir parça yiyecek] vardır."

37- "Onu, ancak hatalı eylemi seçenler¹ yer."

¹: "hata=خطا" kelimesi, irade dışı olan, kasıtsız yapılan eylem anlamıyla sınırlı değildir. Kimi zaman, bile bile yanlış şeyi yapmaya da "hata" denir. (müfredat : خطا) mesela Yusuf 91. Ayette, Yusuf'un kardeşleri Yusuf'a yaptıkları kötülüğü itiraf ederken "hata edenler idik" dedikleri anlatılır. Hâlbuki, Yusuf'a o kötülüğü yaparken kasten bile bile bu kötülüğü yapmışlardı.

38-40- Artık, gördüğünüz ne varsa ve görmediğiniz ne varsa delildir ki: gerçekten o, çok değerli bir Elçinin bildirisidir.¹

¹: "Resul=رسول" mesajı ileten anlamındadır. Mesajı iletenin söylediği, mesajı gönderenin söylediği olduğuna göre bu ayetteki "söz" yani "kavl=قول" kelimesini doğal olarak "bildiri" olarak anlamak gerekecektir. Ayrıca, "kavl=قول" kelimesinin "bildir" manasında olduğuna dair örnek ayetler Zümer 10. Ayetin dipnotunda yazılıdır.

41- O, herhangi bir Şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz.

42- Herhangi bir kahin'in sözü değildir. Ne az düşünüp öğüt alıyorsunuz..

43- Kısım kısım indirilişi Alemlerin [tüm varlıkların] RAB'bi[tarafın]dandır.


44-47- Şayet, bazı sözleri bizim üzerimizden söylemeye [uydurmaya] başlamış olsaydı, mutlaka ondan yemini [kuvveti] yakalardık. Sonra, ondan can damarını mutlaka keserdik de sizden hiç biri, bu konuda onu engelleyenler (koruyanlar) olmazdınız.

48- Gerçekten o, korunup sakınanlar için mutlaka bir öğüttür.

49- Gerçekten biz, sizden yalanlayanlar olduğunu mutlaka biliyoruz.

50- Gerçekten o, kafirlere [gerçeği örtenlere] karşı mutlaka bir pişmanlıktır.

51- Gerçekten o, yakın-kesin olan gerçektir.

52- O halde, en büyük RAB'binin ismiyle tenzih et.

68- Kalem suresi (Hubeyb öndeş meali)

Kalem suresi

1-2- Nun. (o) kalem ve satır satır yazdıkları delildir ki:¹ RAB'binin nimeti sayesinde sen kesinlikle cinlenmiş/delirmiş değilsin.

¹: ""Kalem ve satır satır yazdıkları", peygamberin "delirmiş" olmadığına nasıl delili olabilir?" sorusu akla gelebilir.

O dönemde edebiyatın zirvede olduğu bir zamanda peygamberin üstün bir edebiyatta bir sözler söylemesi, 23 yılda söylediği hiçbir ayetin arasında çelişki olmaması, gelecekten haber vermesi ve okuma yazma bilmediği halde eski kutsal yazılarda bulunan ama kendisinin hiç ulaşmadığı bilgileri vermesi, onun delirmiş olmadığının delilidir. "kalemin satır satır yazdıkları" ayetler de bu olayı delil alarak onun delirmiş olmadığına kanıt getirmiştir.

Bu delilin bizim açımızdan kanıt olan tarafı ise şudur:
Kur'an'ın 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir sözü olmayan aksine isabetli ve bağdaşabilen ayetleri olan bir kitap olması peygamberin delirmiş olmadığının ve Allah'tan gelen bilgiyle bize aktardığının delilidir.

3- Gerçekten, senin için kesintisiz bir ödül mutlaka vardır.

4- Gerçekten sen, çok büyük bir ahlak üzerindesin.

5-6- Yakında göreceksin ve onlar da görecektir: hanginiz fitnelenmiştir?

7- Gerçek şu ki, RAB'bin, yol bulanları daha iyi bilen iken, kendisinin yolundan kaybolanları da kesinlikle daha iyi bilendir.

8- O halde, yalanlayanlara gönülden itaat etme.

9- Sen yağcılık yapsan da kendileri de yağcılık yapsalar [diye] çok arzu ettiler.

10-14- Her çokça yemin eden, düşük seviyede, çokça çekiştiren, karalama ile çokça ara bozuculuk yapan, hayra çokça engel olan, saldırgan, kasıtlı suç işleyen, eli çok sıkı [cimri] olan, bundan sonra da kötülükle damgalanmış¹ [kimseye], mal ve çocuklar sahibi olmuş diye itaat etme.

¹: "zenim=زنيم" kelimesi kötülükle damgalanmış anlamındadır. (zad'ul mesir) bu kelimenin "soyu belli olmayan, kulağı kesik" gibi anlamlara geldiği de söylenmiştir.

15- Ayetlerimiz [işaretlerimiz] kendisine okunup teşvik edildiğinde "öncülerin-öncekilerin satırlarıdır [uydurmasıdır]" dedi.

16- Onu, hortum üzerine işaretleyeceğiz [rezil edeceğiz].¹

¹: bu ifade rezil etme ve utanç verme anlamında kullanılır. (Beydavi, müfredat :خرط)

17-18- Gerçekten biz, onları sınadık. Tıpkı, cennetin [bahçenin] dostlarını sınadığımız gibi, hani onlar, sabaha girerken mutlaka ama mutlaka onu [bahçenin ürünlerini] toplayacaklarına [dair] yemin etmişlerdi. İstisna etmiyorlardı [fakirlerin hakkını ayırmıyorlardı/başka bir ihtimal vermiyorlardı]¹.

¹: "inşallah" yani "Allah (olmasını) tercih ederse" dememişlerdi, anlamındadır. "fakirlerin hakkını ayırmıyorlardı" anlamında olduğu da söylenmiştir. (zad'ul mesir, zamahşeri:keşşaf) Her iki anlam da kur'an'ın diğer ayetleriyle bağdaşır. Aralarında tercih yapmak gerekmez.

19- Derken, RAB'binden bir kuşatma, onlar uyurken onu [o bahçeyi] kuşattı.

20- Böylece, [bahçe] tamamen toplanmış/kararmış¹ gibi bir halde sabahladı.

21-22- Sabaha girerken, "Eğer, toplayıcı idiyseniz, erkenden ekininizi [toplamaya] kalkın." diye seslendiler.

23-24- Ardından Kısık sesle "Bugün, herhangi bir yoksul, karşınızda ona sakın [bahçeye] girmesin" diye konuşarak yola koyuldular.

25- Bir amaç üzerine (yoksullara engel olma niyetiyle)¹ imkanları olarak erkenden çıktılar.

¹: (Zad'ul mesir, Fahreddin Razi)

26-27- Ardından, onu [o bahçeyi] gördüklerinde "Gerçekten biz, şaşırdık/yolu kaybettik... Aksine! Biz mahrum edildik" dediler.

28- Onların en ortancası "Size hiç ''tenzih etmeniz gerekmez miydi?'' demedim mi?" dedi.

29- Onlar "RAB'bimiz! Seni tenzih ederiz, gerçekten biz, zalimler olduk." dediler.

30- Ardından, birbirlerini kınayarak birbirlerine yöneldiler.

31-32 - "Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz, taşkınlık yapanlar olduk. RAB'bimizin, ondan [bahçeden] daha hayırlısı [ile] bizim için değiştirmesi umulur. Gerçekten biz, sadece RAB'bimize rağbet etmekteyiz [onu istemekteyiz]" dediler.

33- İşte, azap bunun gibidir. Ahiretin [sonun] azabı, elbette daha büyüktür. Şayet, biliyor olsalardı...

34- Gerçekten, korunup sakınanlara RAB'lerinin katında, Naim'in cennetleri vardır.

35- Artık, Müslümanları [teslim/barışçı olanları], Suçlular gibi mi sayarız?

36- Sizin için ne var? Nasıl hüküm ediyorsunuz?

37- Yoksa, size ait, kendisinde ders çalıştığınız bir kitap mı var?

38- Onda [o kitapta] Beğenip tercih ettiğiniz ne varsa kesinlikle o gerçekten sizin miymiş?¹

¹: bir kıraat'te soru hemzesi ile (أ) ayete başlanmıştır. (Halebi: duru-l mes'un) çeviri buna göre yapıldı. Bir başka açıklamaya göre, "enne =أن" şeklindedir, "lema=لما" ifadesindeki "lam=ل" sebebiyle "inne=إن" şeklinde okunmuştur. (kurtubi, Müşkül i'rab-ul kur'an) buna göre, önceki ayete bağlı olarak "...içinde ''beğenip seçtiğiniz ne varsa kesinlikle sizindir'' diye kendisinde ders yaptığınız size ait bir kitap mı var?" anlamındadır.

39- Yoksa, "Hüküm ettiğiniz [şeyler] kesinlikle sizindir" diye¹ bize karşı kıyamet gününe kadar varacak olan size ait yeminler mi var?

¹: "lema=لما" ifadesindeki "lam =ل" sebebiyle "inne=إن" olmuştur. Aslında "enne=أن" şeklindedir. (zad'ul mesir) çeviri buna göre yapıldı.

40- Sor onlara "Bunlara hanginiz kefil?"

41-43- Yoksa, kendilerine ait ortaklar mı var? Eğer dürüst idilerse, bir bacaktan açılacağı [işlerin kızışacağı¹] ve onların secdeye davet edilecekleri gün² ortaklarını getirsinler. [Davet edilirler] ardından, bakışları boynu bükük/çaresiz bir haldeyken, utanç kendilerini kuşatır bir haldeyken [secdeye] güç yetiremezler. Hâlbuki onlar sağlıklı haldeyken, secdeye davet edilmişlerdi.

¹: Bu ifade, işlerin kızışması, sorunların büyümesi, gerçeğin ortaya çıkması anlamında kullanılır. (Beydavi, müfredat: ساق)

²: 42. Ayetteki "gün" kelimesi 41. Ayetteki "getirsinler" fiili ile mensuptur. (Halebi: duru-l mes'un)

44- Artık, beni bırak ve bu sözü/olayı yalanlayan kimseleri de [bırak]. Bilmedikleri yerden kendilerini derece derece [tuzağa] çekeceğiz.¹

¹: Zamahşerinin ve Razinin açıklamasına binaen bu anlam verildi. (bkz: ilgili ayet tefsiri)

45- Onlar için süre veriyorum. Gerçekten, benim planım sağlamdır.

46- Yoksa, onlardan bir ödül istiyorsun da onlar bir para kaybından dolayı ağır [borç altında] mı bırakılmışlar?

47- Yoksa, Gayb [gizlilik] kendilerinin katında bulunuyor da kendileri mi yazıyorlarmış?

48- RAB'binin hükmü için sabır et. Büyük balığın dostu (Yunus peygamber)¹ gibi olma. Bir vakit: öfkeye boğulmuş bir haldeyken seslenmişti.

49- Şayet, kendisinin RAB'binden bir nimet kendisine inmemiş/ulaşmamış olsaydı, gerçekten yerilmiş olarak çıplak alana değersizce atılmıştı...

50- Derken, RAB'bi onu özel olarak seçti, ardından onu düzgün-iyi kişilerden kıldı.

51- Gerçeği örtmüş olanlar, hatırlatmayı işittikleri zaman, gerçekten de neredeyse seni bakışlarıyla kaydıracaklardı/devireceklerdi.¹ "Gerçekten o, bir cinlenmiştir/delirmiştir" diyorlar.

52- O, ancak alemlere [tüm varlıklara] bir hatırlatmadır.

23 Kasım 2019 Cumartesi

67- Mülk suresi (Hubeyb öndeş meali)

Mülk suresi.

1- Yönetim, kendisinin elinde [gücünde] bulunan ne kutludur! Hemde o, her şeye imkanı olandır.

2- [O], "Eylem bakımından hanginiz daha güzelsiniz?" [diye] sizi sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. Hemde o, devamlı üstündür, çok bağışlayandır.

3- [O], tabaka/uyumlu halde yedi (birçok) göğü yarattı. Rahman'ın yaratmasında hiçbir uyumsuzluk/aykırılık¹ göremezsin.² Artık, bakmaya dön, hiçbir yarık görüyor musun?

¹: "tefavut=تفاوت" vasıflarda aykırılıktır. (müfredat: فوت)

²: Sakat doğum vb. olaylar, ayete aykırı değildir. Dikkat edilirse "Rahman'ın yarattığı şeylerde..." [في ما خلق الرحمان] denilmemiştir, doğrudan Rahman'ın yaratma sisteminde bir uyumsuzluk olmadığı söylenmektedir. Evrendeki yaratılışta herhangi bir uyumsuzluk yoktur, her şey belirlenmiş bir şekilde (determinizm) çalışmaktadır. Bu durum ayeti doğruluyor. Sakat doğum, hastalık vb. ise, "yaratılış" itibariyle gerçekleşen bir şey değildir, tamamen insanların doğadaki düzeni bozması sebebiyle gerçekleşmektedir. Biyolog Dr. Aidin Salih, "gerçek tıp" adlı kitabında da, yaratılıştan kaynaklı bir sorun olmayıp, insanların bu düzeni kendilerinin bozduğunu belirtmektedir.

4- Sonra, bakmaya iki kere dön ki, bakış (göz) yorgun/aciz bir halde çaresizce sana geri dönsün.

5- Elbetteki, en yakın-aşağı göğü, ışıklarla¹ süslü gösterdik² ve onu³, şeytanlar için bir uzaklaştırma/taşlama yaptık. Onlar [şeytanlar] için, alevin azabını hazırladık.

¹: "mesabih=مصابيح", "Misbah=مصباح" kelimesinin çoğuludur. "Misbah=مصباح" ise "lamba" anlamındadır. (müfredat : صبح, Lane's lexicon: مصباح) bu kelimenin istiare yoluyla "yıldız" anlamında olduğu söylense de, Nur 35. Ayette "yıldız" manasında olan "kevkeb=كوكب" kelimesiyle birlikte bahsedilmesi, bu kelimenin yıldız anlamında olmadığını gösteriyor. Bu ışıklar, Cin 9. Ayette, cinleri kovaladığı söylenen veya Rahman 35 ayetlerinde göğe çıkanlara gelecek olan ateş topu olabilir. Meteor da olabilir. Yıldız kayması dediğimiz olay da kuyruklu yıldızlardan kopan parçalar atmosfere girerek yanmaya başlar. Atmosferde sanki yıldız kaymış gibi bir görüntü verir. Asırlar önce yaşayan bir insan doğal olarak kayan şeylerin yıldızlar olduğunu zanneder.
Ancak kur'an özellikle yıldızlar manasında olan "kevakib=كواكب" veya "nucum=نجوم" kelimesini değil, "lambalar" manasında olan "mesabih =مصابيح" kelimesini kullanmıştır. İşte Ayette anlatılan ışıklar da bunlar olmalıdır.

²: Ayette, "yarattı yerleştirdi, yaptı" manasında olan "halaka=خلق" veya "ceale=جعل" fiili kullanılmamış; "süsledi" manasında olan "zeyyene=زين" fiili kullanılmıştır. Bu fiilin kullanılması, yıldızların en yakın gökte bulunduğunu değil, en yakın gökte öyle bir görüntü verdiğini gösteriyor. Örneğin enam 43. Ayette "şeytan onlara bulunmakta oldukları eylemleri süslü olarak gösterdi" denir. "süslü olarak gösterdi" manasında yine "zeyyene =زين" fiili kullanılmıştır. Halbuki yaptıkları şey güzel değil, şeytan onlara bu eylemi süsledi yani güzel gibi gösterdi. Bir benzeri olarak bakara 212. Ayette "dünya hayatı kafirlere süslendi" denir. "süslendi" manasında "zuyyine =زين" fiili kullanılmıştır.
Yine "güzel gösterildi, aslen güzel olmadığı halde onlara öyle gösterildi" manasındadır.

Eğer kur'an, yıldızların en yakın gökte olduğunu söylüyor olsaydı, Nuh 15-16 ayetlerinde Güneş ve Ay'ın gökte (uzayda) bulunduğunu göstermek için "ceale=جعل" fiilini kullandığı gibi, bu ayette de "ceale=جعل" fiilini kullanırdı.

³: "Onu" zamiri göğe de işaret edebilir. (Halebi: Duru-l mes'un) çünkü "ha=ها" zamiri dişi isme işaret eder, gök de dişi bir isimdir. Sanki "Göğü, şeytanlara bir uzaklaştırma yaptık" denilmiş gibidir.

"Onu" zamiri, ışıklara da işaret edebilir (Halebi: Duru-l mes'un,) tekil de olsa, "her şuursuz çoğul, tek bir dişi hükmündedir" kaidesi gereğince ışıklara işaret edebilir.
Bu ayette şeytanlar ile kastın müneccimler olduğu da söylenmiştir. (Beydavi)

6- Gerçeği örtmüş olanlara RAB'lerinde cehennemin azabı vardır. Ne kötü dönüş yeridir!

7- Onun[cehennemin] içine atıldıkları zaman, o [cehennem] kaynarken, ona ait derin bir nefes alışı işittiler.

8- [Cehennem] kızgınlıktan [dolayı] neredeyse parçalanıp dağılacak. Her ne zaman bir bölük onun içine atılsa, onun [cehennemin] hazinedarları/bekçileri onlara "Size, bir uyarıcı hiç gelmedi mi?" [diye] sorar.

9- Onlar "Tabiki bize bir uyarıcı gelmişti, ardından yalanlamıştık ve "Allah, hiçbir şeyden kısım kısım indirmedi. Siz, ancak apaçık bir kayboluşun içindesiniz!" demiştik." dediler.

10- Bir de "Eğer, işitiyor olsaydık veya akıl ediyor olsaydık, alevin dostlarının içinde (arasında) olmazdık." dediler.

11- Böylece, cezayı gerektiren işlerini itiraf ettiler. Artık, yıpranış alevin dostları içindir.

12- Gerçekten, Gayb'da [yalnızken] (bile) RAB'lerine saygılı olanlar [evet!] onlar için bir bağışlanma ve çok büyük bir ödül vardır.

13- Sözünüzü saklayın veya apaçık gösterin [fark etmez] gerçekten o, göğüslerin sahibini devamlı bilendir.

14- Yaratan kimse, bilmez mi? Hâlbuki o, latif'tir, devamlı haberdardır.

15- O, Yeri [dünyayı] sizin için zelil [hizmetinize baş eğmiş] hale getirendir. Artık, onun [yerin] omuzlarında [üzerinde] yürüyün ve onun [Allah'ın] rızkından yiyin. Dağılış/yeniden diriliş, onun [emrinedir].

16- Gökteki kimsenin¹, sizi yere geçirmesinden yana emin [güvende] misiniz? Ardından bir bakarsınız ki [yer] yalpalanıyor.

¹: Allah'ın zamandan mekandan ve maddeden münezzeh olduğunu kabul ediyorsak, "men fi-s sema=من في السماء", yani "gökteki kimsenin" ifadesiyle kasıt edilen melek olduğunu söyleyebiliriz. Ya da "gökteki kimsenin emrinden/azabından emin mi oldunuz?" şeklinde anlayabiliriz. (Fahreddin Razi)

17- Yoksa, gökteki kimsenin taş fırlatan bir fırtınayı üzerinize göndermesinden yana emin [güvende] misiniz? O halde, uyarıcım nasılmış? Bileceksiniz.

18- Elbetteki, kendilerinden öncekiler de yalanlamıştı. Artık, beni tanımamak nasıl olmuş?

19- Saflar halinde ve [kanatlarını] kapatan kuşlara hiç bakıp düşünmediler mi? Onları [o kuşları] ancak Rahman tutuyor. Gerçekten o, her şeyi görendir.

20- Yoksa, Rahman'dan beride size yardım edecek olan bu ordunuz kimdir? Kafirler [gerçeği örtenler] ancak bir aldanışın içindedir.

21- Yahut, [Rahman] rızkını tutarsa, sizi rızıklandıracak olan bu kişi kimdir? Aksine! Onlar, baş kaldırma ve nefret konusunda inat ettiler.

22- O halde, kendi yüzü üzerine [yere] kapanmış halde yürüyen mi daha doğru yoldadır? Yoksa düzgün bir şekilde, sapasağlam bir doğru yol üzerinde yürüyen mi?

23- "O, sizi inşaa eden ve size işitme, bakışlar ve gönüller yapandır. Ne az teşekkür ediyorsunuz!" de.

24- "O, sizi yerde [dünyada] savuran/ortaya çıkarandır. Sadece onun [emrine] doğru bir araya getirilirsiniz." de.

25- "Eğer, dürüst idiyseniz, bu söz verilen ne zaman?" diyorlar.

26- "Bilgi, sadece Allah'ın katındadır. Ben, sadece apaçık bir uyarıcıyım." de.

27- Artık, onu itibar halinde¹ gördükleri zaman, gerçeği örtmüş olanların yüzleri kötüleşti ve "Bu, size (ait olduğunu) iddia etmekte olduğunuzdur." denildi.

¹: bu ifade "kâfirler, inançlıların itibarını görünce" şeklinde de yorumlanmıştır. (müfredat : زلف)

28- "Bana haber verin: Allah beni ve benimle birlikteki kimseleri helak etse veya bize rahmet etse, artık kâfirleri [gerçeği örtenleri] can yakıcı azaptan geçirecek kimdir?" de.

29- "O, Rahman'dır, ona inandık ve sadece ona güvenip dayandık (tevekkül ettik). Artık kim apaçık bir kayboluşun içindeymiş bileceksiniz." de.

30- "Bana haber verin: suyunuz, içine çökmüş bir halde sabahlarsa [hale gelirse], artık kaynak olan bir suyu size getirecek kimdir?" de.



22 Kasım 2019 Cuma

66- Tahrim suresi (Hubeyb öndeş meali)

Tahrim suresi.

1- Ey Nebi! Allah'ın sana helal ettiğini, eşlerinin razı oluşlarını arayarak niçin haram ediyorsun?¹ Allah, çok bağışlayandır, rahimdir.

¹: Maide 87. Ayetteki mesajın aynısıdır.

2- Allah, yeminlerinizi çözme [yöntemini] sizin için belirledi¹. Allah, sizin sahibinizdir. O, devamlı bilendir, hakimdir/hikmetlidir.

¹: "farada=فرض" fiili, "ale =على" harfi cerr'i ile "Şart koştu" anlamında kullanılır. (örneğin: Kasas 85,) ancak "li=ل" harfi cerr'i ile "Şart koşmak" anlamında değil; "belirlemek" anlamında kullanılır. (örneğin: bakara 237) İlgili ayette "Allah, yeminlerinizi çözme yönetimini [kefaret gibi] size açıkladı," şeklinde açıklanmıştır. (Tenvir-ul mikbas, müfredat: حل)

3- Hani Nebi, eşlerinden bir kısmına bir olayı/sözü¹ sır vermişti. Ardından, [eşlerinden biri] onu bildirince ve Allah bunu, ona [Nebi'ye] bildirince (Nebi) onun bir kısmını tanıttı ve bir kısmından vazgeçti. Ardından, [Nebi] bunu, ona [eşine] bildirince, [eşi] "Bunu sana bildiren kimdir?" dedi. [Nebi] "Devamlı bilen, devamlı haberdar olan bana bildirdi" dedi.

¹: Bu olay hakkında pek çok şey söylenmiştir. Bunlardan biri de, peygamber'den sonra hz. Ebu Bekir ve hz. Ali'nin halife oluşudur. (kurtubi, beydavi) anlaşıldığı kadarıyla peygamber bu veya başka bir gerçeği eşlerinden bir kısmına haber vermiş ve eşlerinden biri ifşa etmiştir.

4- Eğer, ikiniz Allah'a tevbe ederseniz [bilin ki] ikinizin kalpleri eğilmiştir. Eğer, ona [Nebi'ye] karşı sırt sırta verirseniz [destekleşirseniz], artık [bilin ki] gerçekten Allah, onun sahibidir. Cebrail, inançlıların düzgün-iyi olanı ve bundan sonra melekler, onun devamlı destekçisidir.

5- Eğer, sizden boşanırsa, [Allah'ın] sizden daha hayırlı olan müslüman [teslim olan], inançlı, [Allah'a] itaatkar,¹ tevbe eden, [Allah'a] kul olan, seyahat eden/kendini tutan², dul kadınları bir de bekar kadınları onun için [sizin yerinize] değiştirmesi umulur.³

¹: "ka'nit=قانت" kelimesi, "Allah'a itaatkar" anlamında kullanılır. (Ahzab 35)

²: "seyahat edenler" manasında olan (السائحون) kelimesi "kulak, göz ve dil organlarını günahtan koruma" manasında bir "oruç" olarak açıklanmıştır. (müfredat : سيح) "normal oruç, hicret, bilgi için seyahat etme," gibi pek çok manada da anlaşılmıştır. (Zamahşeri: keşşaf & kurtubi tevbe 112)

6- Ey inanmış olanlar! Kendi canınızı ve ailenizi/halkınızı, yakıtı insanlar ve taşlar olan, üzerinde Allah'ın kendilerine emir ettiğine baş kaldırmayan ve kendilerine ne emir olunuyorsa onu yapan güçlü sert melekler bulunan bir ateşten koruyup sakındırın.

7- Ey gerçeği örtmüş olanlar! Bugün, özür sunmayın. Sadece, bulunmakta olduğunuz eylemlerinizi karşılık olarak bulursunuz.

8- Ey inanmış olanlar! Allah'a, Nasuh bir tevbe olarak tevbe edin. Allah'ın, Nebi'yi ve onunla birlikte inanmış olanları mahçup etmeyeceği günde sizden çirkinliklerinizi [kötülüklerinizi] tamamen örtüp kaybetmesi ve alt taraflarından ırmaklar akan cennetlere girdirmesi beklenir. [o gün] onlar "RAB'bimiz! Aydınlığımızı (Nurmuzu) bizim için tamamla ve bizim için [günahlarımızı] bağışla. Gerçekten sen, her şeye imkanı olansın." derlerken, onların aydınlıkları önlerinde ve yeminlerinde/sağlarında koşar.

9- Ey Nebi! (o) kafirlere [gerçeği örtenlere] ve Münafıklara [ikiyüzlülere] karşı savunma yap (Cihad et)¹ ve onlara karşı sert ol. Onların barınağı cehennemdir. Ne kötü dönüş yeridir.

¹: Cihad, müdafaa/savunmada tüm gücünü kullanmaktır. (müfredat : جهد) Demekki, kendilerine karşı sert davranılması emir edilenler, saldıranlardır. Diğer ayetler de bunu doğruluyor. (Bkz: Bakara 190-194, 256, Nisa 75, hac 39-40, maide 32, İsra 33,)

10- Allah, gerçeği örtmüş olanlara bir misal olarak Nuh'un hanımını ve Lut'un hanımını örneklendirdi. O iki kadın, kullarımızdan düzgün-iyi olan iki kulumuzun (nikahı) altında idiler. Ardından, o iki kadın, o ikisine ihanet etti. O ikisi, Allah'tan [gelen herhangi bir şeye karşı] hiçbir açıdan o iki kadına yeterli gelmediler. "Siz iki kadın, (ateşe) girenlerle birlikte ateşe girin." denildi.

11- Allah, inanmış olanlara Firavunun hanımını bir misal olarak örneklendirdi. Hani "RAB'bim! Bana katında, cennetin içinde bir ev bina et, beni Firavundan ve onun eyleminden kurtar. Beni, zalimler milletinden kurtar" demişti.

12- Kendi ırzını korumuş olan, İmran'ın kızı o kadın Meryem'i [de misal olarak örneklendirdi] Onun içine¹, kendi ruhumuz'dan üfledik. RAB'binin kelimelerini ve kitaplarını doğruladı. [Allah'a] itaatkar idi.

¹: "fiha=فيها" şeklinde de okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf)

65- Talak suresi (Hubeyb öndeş meali)

Talak suresi

1- Ey Nebi¹! Kadınlardan boşanmaya [karar verdiğiniz]² zaman, iddet vakitlerinde³ onlardan boşanın ve iddeti hesap edin. RAB'biniz Allah'a (karşı gelmekten) sakının. Onları [kadınları], kendi evlerinden çıkarmayın ve onlar çıkmasınlar. Ancak, apaçık bir çirkin eylem [meydana] getirmeleri hariç... İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim, Allah'ın sınırlarını aşmakta ise, [bilsin ki] kendi canına zulüm etmiştir. Ön göremezsin, Allah'ın bundan sonra bir iş/emir oluşturması beklenir.

¹: "Ey Nebi!" diye peygamberi muhatap aldığı halde devamında çoğul olarak "boşanın," demesi, peygambere verilen emirlerin, tüm Müslümanlara yönelik olduğuna bir kanıttır.

²: Bu ifade, tıpkı maide 6. Ayette "namaza kalktığınız zaman" ifadesi gibidir. Yani ayette "namazı kılmaya niyet ettiğiniz" anlamındadır. İlgili ayette aynı şekilde "boşanmaya niyet ettiğiniz zaman" anlamındadır. (beydavi, zad'ul mesir)

³: "lam=ل" harfi vakit anlamında kullanılmıştır. (Beydavi, zad'ul mesir)

2-3- Onların süre sonuna ulaştığınız zaman, tanınana göre [güzellikle] onları [kadınları, nikahta] tutun veya tanınana göre [güzellikle] onlarla birbirinizden ayrılın. Sizden, adalet sahibi olan iki [kişiyi] şahit ettirin ve şahitliği Allah için gereğince uygulayın. İşte bunlar, Allah'a ve ahiret [son] gününe inanmakta olan kimsenin kendisiyle öğüt olunduğudur. Kim, Allah'a (karşı gelmekten) korunup sakınırsa, [Allah] ona bir çıkış meydana getirir ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim, Allah'a güvenip dayanırsa (tevekkül ederse), o [Allah] ona [o kimseye] yeter. Gerçekten Allah'ın emri [yerine] ulaşandır. Allah, her şey için bir belirleniş/ölçü meydana getirmiştir.

4- Kadınlarınızdan, Ay halinden ümit kesmiş o kadınlar[a gelince] eğer şüphelendiyseniz, onların iddeti üç Ay'dır. Hiç ay hali görmemiş (amanoreli)¹ kadınların ki [de aynı şekilde üç Ay'dır].² Yük sahibi [hamile] kadınlar[a gelince] onların süre sonları yüklerini bırakmalarıdır [doğurmalarıdır]. Kim, Allah'a (karşı gelmekten) sakınırsa, [Allah] ona [o kimseye] kendi emrinden olarak bir kolaylık meydana getirir.

¹: Bu ifadeyi çocuk evliliğine delil olarak getirenler olsa da çocuk evliliği, diğer ayetlere aykırıdır.
1- Nisa 6. Ayette, ulaşılması gereken bir evlilik çağı olduğu, bu çağa ulaşmayan ve kendisinde olgunluk görünmeyen çocuklara malları verilmeyeceği anlatılıyor. Nisa 24-25 ve maide 5 ayetlerine göre evlilikte kadına mehir verilmesi zorunlu olduğuna ve küçük çocuklar mal alamayacağına göre çocuk evliliğine onay yoktur. Ancak, evlilik çağına ve olgunluk çağına (Nisa 6) ulaştığı zaman evliliğe izin veriliyor.

2- Nur 33. Ayette, evlilik için kadının zorlanmasının yasak olduğu anlatılır. Küçük bir çocuğun evliliğe nasıl rızası olabilir?

Ayetteki "hiç ay hali görmemiş" ifadesiyle kasıt amenoreli kadınlardır. Yaşı 20 olduğu halde hiç ay hali yaşamayan kadınlar vardır. Nisa 6. Ayetten kıyasla, evlilik ve olgunluk çağına ulaşmış olup da evliliğe rağmen hiç adet görmemiş kadınların iddet süresinden bahsedilmektedir. Diğer ayetler sebebiyle, çocuk evliliğine yol çıkmaz.

Hz. Aişe'nin evlilik yaşını delil getirenlerin delili ise yeterli değildir. Çünkü bu evlilik (yaşı ne olursa olsun) mekke döneminde olmuştur, ama çocuk evliliğine engel olan Nisa 6. Ayet Medine döneminde olmuştur.

Eğer bu ayette kasıt edilenler, iddia edildiği gibi küçük çocuklar ise, -üstteki delilleri yok sayarsak- şöyle açıklayabiliriz:
Nisa 22-23 ayetlerinde bir takım kadınlarla (anneler, teyzeler, kız kardeşler, üvey anneler vb.) evlilik yasaklanmıştır. Ancak ayette "geçmişte olanlar müstesna" ifadesi geçmektedir. Yani "geçmişte böyle bir şey yaptıysanız o yuvayı bozmayın, ama bundan sonra yapmayın" demektedir. Konumuz olan Ayette de, islamdan önce küçük yaşta evlilik yapmış kızlardan bahsetmektedir. İslam bu kızlarla evliliği yasaklamış (Nisa 6) ama var olan yuvayı da bozmamak için bu kızlar hakkında hüküm vermiş olabilir. Bu durumda ayetin yine "çocuk evliliğine" delil olacak bir tarafı olmaz, sadece geçmişte olmuş bitmiş bir olay hakkında hüküm vermiş olur.

²: Bu ifade, öncesindeki "vellei yeisne=وللائى يئسن" ifadesine bağlıdır. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

5- İşte bu, Allah'ın size indirdiği emridir. Kim, Allah'a (karşı gelmekten) sakınırsa, [Allah] ondan [o kimseden] çirkinlikleri [kötülükleri] tamamen örtüp kaybeder ve onun için bir ödülü büyütür.

6- Bulduğunuzdan [imkanınız kadarıyla] yurt edindiğiniz yerden [bir kısmında] onları [o kadınları] yurt edindirin. Onlara [o kadınlara] darlık/sıkıntı vermek için onlara zarar vermeye çalışmayın. Eğer, yük sahibi [hamile] idiyseler, artık yüklerini bırakıncaya [doğuruncaya] kadar onlara harcama (infak) yapın. Artık, sizin için emzirirlerse, onların ücretlerini verin. Aranızda bilinen iyilikle/güzelce istişare edin. Eğer, zorlanırsanız, artık onun için başka [bir kadın] emzirir.

7- Bir genişlik [zenginlik] sahibi olan, genişliğinden [gücü yettiği kadarıyla] harcama (infak) yapsın. Kime, kendi rızkı ölçülendi [kısıldı] ise, Allah'ın kendisine verdiğinden [bir kısmını] harcama (infak) yapsın. Allah, herhangi bir canı, kendisine verdiğinden başkasıyla [sorumlu] tutmaz. Allah, bir zorluğun ardından bir kolaylık meydana getirecektir.

8- Kent[türün]den niceleri vardır ki, RAB'binin emrine ve Elçilerin'e baş kaldırdılar. Ardından, onlarla [o Kentlerin halkıyla] şiddetli bir hesap olarak hesaplaştık ve onları [o Kentlerin halkını] tanınmamış bir azap olarak azap ettik.

9- Derken, [o kentlerin halkı] kendi emrinin/işinin vebalini tattı. Onun emrinin/işinin sonucu bir yenilgi oldu.

10- Allah, kendileri için şiddetli bir azap hazırladı. O halde, Allah'a (karşı gelmekten) sakının ey inanmış olan sağlıklı akıl sahipleri! Allah, size bir hatırlatma indirmiştir.

11- Yani, inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, Allah'ın ayetlerini [işaretlerini] açık açık size okuyup teşvik eden bir Elçi [indirmiştir]. Kim Allah'a inanır ve düzgün-iyi eylemlerde bulunursa, [Allah] onu [o kimseyi] alt taraflarından ırmaklar akan, içinde ebediyen kalıcı oldukları cennetlere girdirir. Allah, ona [o kimseye] bir rızık olarak güzellik yapmıştır.

12- Allah, Yedi (birçok)¹ Göğü ve yerden onların misallerini yaratandır. Allah'ın, her şeye imkanı olan olduğunu ve Allah'ın, her şeyi kuşatmış olduğunu bilmeniz için (o) emir, onların arasında kısım kısım iner.

¹: "yedi" sayısı, gerek eski metinlerde gerekse kur'an'da "birçok" anlamında kullanılır. Tıpkı Lokman 27. Ayette kullanıldığı gibi.

21 Kasım 2019 Perşembe

64- Tegabun suresi (Hubeyb öndeş meali)


1- Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa [tüm evrende bulunanlar] sadece Allah için tesbih ediyor. Yönetim, sadece onundur ve övgü, sadece onundur. O, her şeye imkanı olandır.

2- O, sizi yaratandır. Artık, sizden, Kafir [gerçeği örten/nankör] vardır; sizden, inançlı da vardır. Allah, eylemlerinizi devamlı görendir.

3- Gökleri ve yeri [tüm evreni] Hak ile [gereğince] yarattı. Sizi şekillendirdi, ardından şeklinizi güzel yaptı. Dönüş yeri sadece onun [emrinedir].

4- Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa [tüm evrende bulunanları] o biliyor. Allah, göğüslerin özünü bir devamlı bilen iken gizlediğinizi ve açığa çıkardığınızı biliyor.

5- Daha önceden gerçeği örtmüş ardından işlerinin vebalini tatmış olanların haberi size hiç gelmedi mi? Onlar için can yakan bir azap vardır.

6- İşte bu, şundan dolayıdır: Onlara, Elçileri açık kanıtlarla geliyordu, ardından onlar "Bir beşer mi bize yol gösteriyor?" demişlerdi. Ardından gerçeği örtmüş ve yüz çevirmişlerdi. Allah, ihtiyaçsızlığı/zenginliği diledi (onlara muhtaç olmadığını gösterdi). Allah, bir zengindir, bir 'övgüye layık' olandır.

7- Gerçeği örtmüş olanlar asla yeniden diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. "Aksine! RAB'bim delildir¹ ki: mutlaka ama mutlaka yeniden diriltileceksiniz ve bulunmuş olduğunuz eylemleriniz mutlaka ama mutlaka size haber verilecektir. İşte bu, Allah'a göre pek kolaydır." de.

¹: Önemli bir incelik vardır: Allah'ın varlığı, mantıksal olarak yeniden dirilişi gerektirdiği için "RAB'bim delildir" demiştir. Çünkü bir yaratıcının varlığı, doğal olarak bu dünyada yaşananların hesabının sorulmasını, yapılan iyiliğin ve kötülüğün karşılığını verilmesini gerekli kılar. İnsanın fıtratında doğal ihtiyaçları gibi, yaptığı ve yaşadığı iyiliğin ve kötülüğün karşılık bulması arzusu ve sonsuzluk arzusu vardır. Bu arzuyu veren bir yaratıcı varsa, doğal olarak bu arzuya karşılık olacak ahireti (ölümden sonra dirilişi) de yaratması gerekmektedir.

8- Allah, eylemlerinizden bir devamlı haberdar olan iken, artık Allah'a, Elçisi'ne inanın, bir de size indirdiğimiz¹ (o) aydınlığa [inanın].

¹: İltifat sanatı.

9- Onları, 'toplama günü' için toplayacağı günü [an!]. İşte bu, 'Tegabun günü'dür. Kim, Allah'a inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş ise, [Allah] onun [o kişinin] çirkinliklerini [kötülüklerini] tamamen örtüp yok eder ve onu alt taraflarından ırmaklar akan, içinde ebediyen kalıcı oldukları cennetlere girdirir. İşte bu, en büyük kazancın ta kendisidir.

10- Gerçeği örtmüş ve Ayetlerimizi [işaretlerimizi] yalanlamış olanlar [evet!] işte onlar, içinde kalıcı oldukları ateşin dostlarıdırlar. Ne kötü dönüş yeridir!

11- Herhangi bir felaket[türün]den size ne isabet ettiyse, ancak Allah'ın izniyle [isabet etmiştir]. Kim Allah'a inanırsa, [Allah] onun kalbine yol gösterir. Allah, her şeyi bir devamlı bilendir.

12- Allah'a gönülden itaat edin ve Elçiye gönülden itaat edin. Artık yüz çevirdiyseniz [bilin ki] Elçimize [düşen] sadece apaçık bir duyurudur.

13- Allah, kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayandır. İnançlılar, sadece Allah'a güvenip dayanır (tevekkül eder).

14- Ey inanmış olanlar! Gerçekten, eşlerinizden ve çocuklarınızdan [bazıları] size düşmandır. Artık, onlara dikkat edin! Eğer, affederseniz, hoşgörülü olursanız ve bağışlarsanız, [bilin ki] kesinlikle Allah, çok bağışlayandır, rahimdir.

15- Mallarınız ve çocuklarınız, sadece bir fitnedir [sınamadır]. Hâlbuki Allah'ın (evet!) kendisinin katında çok büyük bir ödül vardır.

16- Allah'a (karşı gelmekten) güç yetirdiğiniz [kadar] korunup sakının, dinleyin, gönülden itaat edin, kendi canınız için iyi (hayırlı) olanı harcayın (infak edin). Kim[ler], kendi canının doyumsuzluğundan korunup sakınırsa, [bilin ki] asıl başarılı olanlar işte onlardır.

17-18- Eğer, Allah'a güzel bir ödünç olarak ödünç verirseniz, [Allah] onu [o ödüncü] sizin için katlar ve sizi bağışlar. Allah, teşekküre çokça karşılık verendir, halimdir, Gayb'ın [görünmeyenin] ve açıkça görünenin bilenidir, devamlı üstündür, hakimdir/hikmetlidir.

63- Münafıkun suresi (Hubeyb öndeş meali)

Münafıkun suresi

1- Münafıklar [İkiyüzlülük yapanlar] sana geldikleri zaman, "Senin, Allah'ın Elçisi olduğuna şahitlik ediyoruz." dediler. Hâlbuki Allah biliyor ki, kesinlikle sen kendisinin gerçekten Elçisisin. Allah şahitlik ediyor ki, kesinlikle, Münafıklar [İkiyüzlülük yapanlar] gerçekten yalancıdır.¹

¹: Münafıkların söyledikleri şehadet sözü doğru olmakla birlikte, onların Kalplerinde olmayanı dilleriyle söylemesi sebebiyle "Yalancı" olarak nitelendirilmiştir.

2- Yeminlerini bir saklanış edinip Allah'ın yolundan çevirdiler. Gerçekten onların bulunmakta oldukları eylem ne kötüdür!

3- İşte bu, onların inanmış sonra da gerçeği örtüp göz ardı etmiş olmalarından dolayıdır. Artık, kalplerinin üzeri damgalanmıştır. Artık, anlamıyorlar.

4- Onları gördüğün zaman, onların cisimleri senin hoşuna gider. Konuşurlarsa, onların konuşmasını dinlersin. Onlar, sanki (duvara) dayanmış ağaç parçaları gibidir.¹ Her çığlığı, kendilerine karşı sanıyorlar, onlar düşmandır o halde onlara dikkat et! Allah ile savaşacak dereceye geldiler², nasıl da [Hak'tan, yalanlara] ters döndürülüyorlar!

¹: onlar meyve veren ağaç gibi değerli değildir; meyvesiz, kuru bir ağaç parçası gibi değersizdir.

²: "ka'tele= قاتل" sözü, mufaale (karşılık yapılan eylem) babından bir fiildir. Bunun beddua manasında olduğu söylenmiştir ancak doğrusu bu kelimenin "Allah ile karşılık savaşacak hale geldiler" manasında olmasıdır (müfredat : قتل) tıpkı bakara 278. Ayette "...Allah ve Elçisi tarafından bir harp içinde bulunuyorsunuz..." ifadesine benzer. Maide 33. Ayette "Allah ve Elçisi ile harp etmeye çalışan" ifadesi de buna örnektir.

5- Kendilerine "Haydi gelin, Allah'ın Elçisi sizin için bağışlanma istesin." denildiği zaman, başlarını çevirdiler (kibirlendiler). Onları, büyüklük taslayanlar olarak, şiddetle yüz çevirirken gördün.

6- Onlar için bağışlanma diledin mi? Yoksa dilemedin mi? [fark etmez] onlara göre eşittir. Allah, onları asla bağışlamayacak. Gerçekten Allah, hadlerini aşanlar milletine yol göstermez.

7- Onlar [ikiyüzlüler], "Allah'ın Elçisinin yanındaki kimselere, onlar dağılıp gidene kadar harcama (infak) yapmayın." diyenlerdir. Hâlbuki, göklerin ve yerin [tüm evrenin] hazineleri, sadece Allah'ındır; fakat Münafıklar [İkiyüzlülük yapanlar] anlamıyorlar.

8- "Yemin olsun ki, eğer şehire geri dönersek, en üstün olanlar, en alçak seviyede olanları, mutlaka ama mutlaka ondan [o şehirden] çıkaracaktır" diyorlar. Hâlbuki, (o) izzet Allah'ındır, Elçisinin'dir ve inançlılarındır; fakat Münafıklar [İkiyüzlülük yapanlar] bilmiyorlar.

9- Ey inanmış olanlar! Mallarınız da çocuklarınız da sizi Allah'ın zikrinden yana oyalamasın. Bunları yapanlar (evet!) onlar kaybedenlerin ta kendileridir.

10- Birinize ölüm gelip de "RAB'bim! Beni çok yakın bir ecele [süreye] kadar erteleseydin de sadaka verseydim¹ ve düzgün-iyi kişilerden olsaydım [olmaz mıydı?]" demesinden önce, size rızık ettiğimizden harcama (infak) yapın.

¹: "ekun=أكن" fiili, "essaddeka=أصدق" fiilinin mahaline atıf yapmıştır. Onun mahalli ise, cevap cümlesi olduğu için "ekun=أكن" şeklinde bitmiştir. Normalde cümle "...essaddek ve ekun=أصدق واكن" takdirindedir. Sorunun cevabı olarak gelen "fe=ف" harfi "saddek" fiilini nasb etti, "ekun=أكن" fiili, onun mahaline atıf olduğu için cezm edildi.
(Bu açıklama, ayetin gramer hatası olduğunu düşünenler için yazılmıştır.)

11- Allah, hiçbir canı, kendi eceli [süresi] geldiği zaman ertelemez. Allah, eylemlerinizden devamlı haberdardır.