13 Ağustos 2019 Salı

13- Rad suresi (hubeyb Öndeş meali)

Rad

1- Elif, lam, mim, ra. İşte bu, kitabın ayetleridir. O ki, RAB'binden sana Hak [gerçek] olarak indirildi; fakat insanların çoğu inanmıyor.

2- Gökleri, herhangi bir dayanak [direk¹] olmadan yükselten, Allah'tır. [gökleri] görüyorsunuz². Dahası arş'ı[yönetimi]³ hükümranlığı altına aldı⁴. Güneşi ve Ay'ı hizmete sundu, her biri isimlendirilmiş birer süre sonuna akıp gidiyor. [Allah] işi planlıyor ve ayetleri [mucizeleri] açıklıyor. RAB'binizin kavuşmasına (kıyamete) kesin olarak inanmanız beklenir.

¹: Eski çağlarda, insanlar göğün direklerle ayakta durduğuna ve direklerle yükseldiğine inanırdı. Türklerin eski inançlarında bile, bu inançtan eser vardır.

Hatta, peygambere en yakın zamanlarda yaşamış olan ıbni Abbas, ikrime, Mücahid, hasan, katade gibi birçok kişi de, bu yanlış inanca sahiptir. (ıbni kesir, kurtubi, Fahreddin Razi, zad'ul mesir) kur'an bu yanlış inanca açıkça karşı çıkmaktadır. Bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen, kur'an bu yanlış inanca karşı çıkarak mucize olduğunu bize gösteriyor.

²: "onları görüyorsunuz" manasında olan (ترونها) fiili, kendi başına ayrı bir cümledir. (zamahşeri:keşşaf, zad'ul mesir) çünkü (ها) zamiri (سماوات) [yani "göklerin"] dişi olması sebebiyle, onlara dönmektedir.

Bu fiili "direkler" isminin sıfatı yapanlar da vardır, ancak ilkinin daha uygun olduğu söylenmiştir. (zad'ul mesir)

³: arş, aslen "kürsü" demektir. Fakat bu kelime "yönetim, güç, saltanat, mülkiyet" manasında da kullanılmıştır. Örneğin "kralın Arşı" ile "kralın mülkü, saltanatı" kasıt edilmiştir. (müfredat : عرش, Fahreddin Razi) buradan anlıyoruz ki, Allah'ın Arşı ile kastedilen, onun mülkü, yani yönetimidir.

⁴: "ıstiva = استوى" fiili "ale =على" harfi cerr'i ile "istila etmek" yani "hükümranlığı altına almak" mânâsına gelir (müfredat :سوا) bu Ayette de aynı şekilde kullanıldığı için bu mana verildi.

3- Yeri[n büyüklüğünü] artıran¹, onun [yerin] içinde ağırlıklar², nehirler ve ürünlerin tamamından, [ürünlerin] içinde iki çifti³ yapan O'dur. Geceyi gündüze bürüyor. Gerçekten, bunda kavramaya çalışan bir millet için mutlaka ayetler [kanıtlar] vardır.

¹: "medde=مدَّ" fiili, uzatmak manasındadır. Ancak bu uzatma, dümdüz bir şeyi uzatmak manasında değildir. Örneğin Türkçedeki "müddet" kelimesi de buradan gelmiştir. Arapçada "süreyi uzatmak" manasında bu fiil kullanılır. Mesela Meryem 79. Ayette "...kendisine, müddet açısında azaptan (geleni) uzatırız..." denilir. Azabın süresini artırmak manasında bu fiil kullanılmıştır. Bu Ayette de, yerin [dünyanın] büyüklüğünün artırıldığı yazmaktadır. Şekliyle alakalı bir durum yoktur.

²: "revasiye=رواسي" kelimesi "resev=رسو" kelimesinin çoğul halidir. Bu kelime "ağırlık" manasındadır.
Örneğin:
"القت السحابة مراسيها
Bulutlar, ağırlıklarını attı" (müfredat : رسو)

Yani "yağmur ağırlığını bıraktı" denir. Naziat 32. Ayette "dağları ağırlaştırdı/yerine oturttu (أرساها)" manasında bu kelime fiil olarak kullanılır. "yerde bulunan ağırlıklar" denilince, genel olarak dağlar anlaşıldığı için bu kelimeye "dağlar" manası verilmiştir.

³: "içindeki" ["fihe=فيها"] ifadesindeki zamir, "ürünlerin tamamı" ["kulli-s semerat=كل الثمرات"] ifadesine işarettir. Yani "ürünlerin içinde iki çifti yaratan" manasındadır.

Ki, bitkilerde ve meyvelerde erkek ve dişi hücreleri bulunmaktadır. 
(Kaynak: Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü, Tohumlu Bitkiler Sistematiği Ders Notları,
Prof. Dr. Osman BEYAZOĞLU, TRABZON, 2007) 
Bu bilgiyi doğrulayan pek çok kaynak vardır. 

O dönem insanının gözlem yoluyla tespit etmesinin mümkün olmadığı bir olayın açık bir ayetle belirtilmesi, Kur'an'ın Allah kelamı olduğunu ispatlar. 




4- Yerde [dünyada] komşulaşmış kıtalar; bir tek sudan sulanan üzümden cennetler [bahçeler], ekinler, kök salmış ve kök salmamış hurmalar vardır. Onları, yiyecekler konusunda birbirlerine karşı üstün yapıyoruz. Gerçekten bunda, akıl eden bir millet için mutlaka ayetler [kanıtlar] vardır.

5- Eğer tuhaf buluyorsan, onların "Biz mi bir toprak olduğumuz zaman, gerçekten biz mi yeni bir yaratılış¹ içindeyiz?" sözleri daha tuhaftır. İşte, RAB'lerinin [varlığı] gerçeğini örtüp göz ardı etmiş olanlar bunlardır. İşte, boyunlarında kelepçeler bulunanlar bunlardır. İşte, ateşin dostları bunlardır. Onlar onun [ateşin] içinde kalıcıdır.

¹: ''biz mi tekrar yaratılacakmışız?" şeklinde olan çeviriler doğru değildir. Çünkü (خلقٍ) mastardır.

Bu ayet, canlıların cesedinin toprağa karışmasından sonra yeni bir yaratılış içinde olduğunu belirtmektedir. Bilimsel olarak da doğrudur. Çünkü toprağa karışan elementler, topraktan bir bitki olarak çıkmaktadır. Bu bitki, canlının vücuduna gıda olarak girmektedir. Çiftleşme sonucu bu elementler yeni bir canlı olarak dünyaya gelmektedir.

6- Kendilerinden önce gelip geçmişlerin örnekleri olduğu halde kötülüğü, iyilikten önce senden acele istiyorlar. Gerçekten RAB'bin, insanların zulümlerin karşı mutlaka bir bağışlama sahibidir ve gerçekten RAB'bin sonucu şiddetli olandır.

7- Gerçeği örtmüş olanlar "RAB'binden ona (farklı)¹ bir ayet [mucize] indirilmesi gerekmez miydi?" diyorlar. Sen, sadece bir uyarıcısın. Her bir milletin birer yol göstereni vardır.

¹: Mucizelerin geldiği, çeşitli ayetlerde vurgulandı. Bu sözü söyleyenler, İsra 91-93 ayetlerinde yazdığı üzere, daha büyük mucizeler istemektedir.

8- Her bir dişinin ne taşıdığını, rahimlerin ne yuttuğunu ve ne arttırdığını Allah biliyor. Onun katında her şey, bir miktar iledir.

9- [Allah]¹ gayb'ın [görünmeyenin] ve şehadetin [açıkça görünenin] bilenidir, çok büyüktür, çok yücedir.

¹: müpteda olan (هو) zamiri hazf edilmiştir. (müşkil irabu-l kur'an)

10- Sizden, sözü gizleyen kimse de onu [sözü] açıklayan kimse de onu gecede gizlenmek isteyen kimse de gündüzde başını alıp giden de eşittir.

11- Allah'ın emrinden onu koruyarak önünden ve ardından onu [insanı] takip edenler vardır. Gerçekten Allah, hiçbir milleti, kendi benliklerinde bulunanları kendileri değiştirene kadar değiştirmez. Allah, bir millete bir kötülük istediği zaman, ona [kötülüğe] herhangi red etme [engelleme] yoktur. Onlara ondan [Allah'tan] aşağıda hiçbir veli yoktur.

12- O, bir korku ve bir ümit olarak, şimşeği size gösteren ve bulutları ağır olarak inşaa edendir.

13- Ra'd¹ onun övgüsüyle; melekler de onun ²(Ra'd'ın) korkusundan onu tenzih ediyorlar. Allah hakkında mücadele ederlerken, şiddetli sesi/sarsıntıyı(ölümü)³ gönderir, onları tercih ettiği kimseye isabet ettirir. Hâlbuki o kuşatması⁴ şiddetli olandır.

¹: Ra'd, gök gürültüsüdür veya bir yaratığın adıdır veya bir meleğin adıdır. (keşşaf sahibi, müfredat : رعد, Fahreddin Razi)

²: buradaki (منه) zamiri, Allah'a da işaret edebilir, Ra'd'a da işaret edebilir.

³: (İbni faris Mekayısi-l lugat & Ragıp isfehani: صعق) 

⁴: "mihal=محال" kelimesi kendi başına yeni bir kelime olabilir. Buna "ceza, kıtlık, kuraklık" anlamları verilmiştir. (müfredat : محل)

 "havl=حول" kelimesinden geldiği de söylenmiştir. (müfredat : محل) -Ki, bu tercih edildi-. Bu durumda "kuşatması" manasına gelir.

"hiyle=حيلة" kelimesinden gelmiş de olabilir. (müfredat : محل) bu durumda "hilesi" manasına gelir. (zad'ul mesir)


14- Hakkın daveti¹ sadece onundur. Ondan [Allah'tan] beride dua ettikleri², kendilerine hiçbir şeyle cevap vermeyi dileyemezler. Ancak, kendisine ulaşacak olmadığı halde ağzına ulaşması için avucunu suya uzatanın [suyun ona verdiği] cevabı gibi [cevap verirler]. Kafirlerin [gerçeği örtenlerin] duası ancak bir kayboluşun içindedir.

¹: "davet=دعوة" kelimesi "davet" manasında olabildiği gibi, "dua" manasında da olabilir. (kadı beydavi) Yani "kabul edilecek olan dua, sadece Hakka yapılan dua" manasındadır. Buna göre (دعوة الحق) manevi izafet değil; lafzi izafettir. Buna göre "Hak olan dua, sadece onundur[ona yapılandır]" şeklinde meal edilir.

²: buradaki (يدعون) ifadesi aslında (يدعونهم) şeklindedir, sonundaki (هم) zamiri hazf edilmiştir [atılmıştır]. Ayetin akışı, bunu gösteriyor. (ي) yerine (ت) ile (تدعون) şeklinde de okunmuştur (kadı beydavi, zamahşeri:keşşaf) bu durumda "dua ettikleriniz" olur. Bu kıraat bir açıdan verdiğimiz manayı doğrular. Mana itibariyle ikisi de aynı sonuca ulaşır. İlkinde, müşrikler 3. Şahıs; ikincisinde ise müşrikler 2. Şahıs olarak anlatılmıştır. Aynı sonuca ulaşır.

15- Göklerde ve yerde [tüm evrendeki] kimseler gönülden isteyerek ve istemeyerek sadece Allah'a secde ediyorlar. Onların gölgeleri de günün başında ve sonunda (her vakitte) [secde ediyorlar].

16- "Göklerin ve yerin [tüm evrenin] RAB'bi kimdir?" de. "Allah'tır" de. "O halde Allah'tan beride kendi benlikleri için herhangi bir faydaya ve zarara sahip olmayan veliler mi edindiniz?" de. "Kör (gerçeği örten) ile gören (gerçeği onaylayan)¹ eşit midir? Yoksa, karanlıklar(yalanlar) ile aydınlık (doğru yol) eşit midir? Yoksa, Allah'a onun yaratması gibi yaratan ortaklar yaptılar da (o) yaratma onlara benziyor (gibi) mi geldi?" de. "Allah tek, egemen olarak her şeyin yaratıcısı'dır" de.

¹: "kör" ve "gören" mecaz manadadır. (kadı beydavi)

17- Gökten bir su indirdi, ardından kendi kaderiyle (ölçüsüyle) vadiler sel oldu, sel üste çıkan köpüğü yüklendi. Üzerinde, güzellik (eşyası) veya bir geçim arayarak, ateşte yaktıklarından da onun misli bir köpük vardır. İşte, Allah; gerçeği ve yalanı bunun gibi örneklendirir. Köpüğe gelince, o bir çöp olarak gider; İnsanların faydasına olanlar ise yerde kalır. İşte, Allah bunun gibi misaller örneklendirir.

18- RAB'leri için olumlu cevap vermeyi dilemiş olanlara en güzeli vardır; ona hiç olumlu cevap vermeyi dilememiş olanlar, şayet yerde [dünyada] bulunanlar tamamen ve onların benzeri onlarla beraber kendilerinin olsaydı, mutlaka onları feda ederlerdi. İşte onlara (evet!) onlara hesabın kötüsü kendilerine aitti.  Onların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir hazırlanmış yerdir!

19- Artık, RAB'binden sana indirilenin Gerçek olduğunu bilen kimse, ona kör olan kimse gibi midir? Sadece sağlıklı akıl sahipleri düşünüp öğüt alır.

20- [Sağlıklı akıl sahipleri] ki Allah'ın anlaşmasına vefa gösterirler ve pekiştirilmiş anlaşmalarını bozmazlar.

21- [onlar] ki Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini¹ emir ettiğini birleştirirler, RAB'lerine karşı saygılı davranırlar ve. hesabın kötüsünden korkarlar.

¹: Akrabalık bağını korumak, bütün kitaplara inanmak, islam hukukuna uymak, gibi çeşitli şekillerde açıklanmış olsa da "inancı" ve "eylemi" birleştirmek olarak da açıklanmıştır (kurtubi) en uygunu budur.

22- [Onlar] ki, RAB'lerinin yüzünü [kendisini] aramak için sabır ettiler, yönelişi (namazı) ayakta tuttular (gereğince kıldılar), kendilerini rızıklandırdığımızdan gizlice ve açıkça harcadılar (infak ettiler) ve kötülüğü iyilikle savıyorlar. İşte, yurdun sonucu kendilerine ait olanlar bunlardır.

23- Adn cennetleri... onlar oraya girerler. babalarından, eşlerinden ve soylarından düzgün-iyi davranmış kimseler de [oraya girerler]. Melekler, onların yanına her bir kapıdan girerler.

24- "Sabır etmiş olduklarınız sebebiyle esenlik üzerinize olsun. Yurdun sonucu ne güzeldir!"

25- Allah'ın anlaşmasını, onun pekiştirilmesinin ardından bozan, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emir ettiğini koparan ve yerde [dünyada] bozgun [terör,] çıkaranlara [gelince] İşte onlara (evet!) onlara lanet [rahmetten kovulma] vardır. Kendileri için yurdun kötüsü vardır.

26- Allah, tercih ettiği kimseye rızkı uzatır [artırır] ve ölçüler. Dünya [ilk] hayatıyla sevindiler. Hâlbuki dünya [ilk] hayatı, ahirette[son hayatın yanında] ancak bir geçimdir.

27-28- Gerçeği örtmüş olanlar "RAB'binden ona (farklı)¹ bir ayet [mucize] indirilmesi gerekmez miydi?" diyorlar. "Gerçekten Allah, tercih eden kimseye¹ yolu kaybettirir; inanmış ve Allah'ın hatırlatmasıyla (vahiyle) kalpleri tatmin olmuş, ona [Allah'a] yönelmiş kimseye yolu gösterir." de. Dikkat! Kalpler sadece Allah'ın hatırlatmasıyla (vahiyle) tatmin olur.

¹: Rad 7. Ayete bakınız.

²: "men yeşeu=من يشاء" ifadesi mebni olduğu için faili "Allah" da olabilir, "kimse" de olabilir. İfadede geçen "tercih eder" [يشاء] fiilinin faili "kimse" [من] ifadesidir. Yani Allah "tercih ettiğine" değil "tercih edene" yolu kaybettirir. Devamındaki ifadeler de Allah'ın yol göstermesinin insanın eylemine bağlı olduğunu belirttiği için bu çeviri daha uygundur. Şayet faili "Allah" kabul edersek "Allah kimi tercih eder?" sorusunu sorarak yine aynı sonuca ulaşabiliriz. (bkz: saf 5. Ayet)

29- inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlara [gelince], Tuba[her türlü güzellik]¹ onlarındır. Güzel dönüş yeri de öyle.

¹: "tu'be=طوبى" kelimesi cennetteki bir ağaçtır veya cennetteki her türlü güzelliktir. (müfredat : طيب)

30- İşte bunun gibi, kendisinden önce gelip geçmiş topluluklar bulunan bir topluluğun içine, kendileri Rahman'ın [varlığı gerçeğini] örtüp göz ardı ederlerken sana vahiy ettiğimizi kendilerine okuyup teşvik etmen için seni gönderdik. "O [Rahman] Ondan başka hiçbir Tanrı olmayan RAB'bimdir. Sadece ona güvenip dayandım (tevekkül ettim). Tevbem¹ sadece onadır." de.

¹: "benim dönüşüm" manası da verilebilir. (kurtubi, zamahşeri:keşşaf) ancak Ebu Ubeyde, buradaki (متاب) kelimesinin (تبت إليه) [ona tevbe ettim] sözünün mastarı olduğunu söylemiştir. (zad'ul mesir) bu tercih edildi.

31- Şayet, kendisiyle dağların yürütüldüğü veya kendisiyle yerin [dünyanın] parça parça edildiği veya kendisiyle ölülerin konuşturulduğu bir kur'an olsaydı, [yine inanmazlardı¹]. Hayır! Emir tamamen Allah'ındır. İnanmış kimseler [şunu] halen fark etmediler² mi: Allah [zorlamayı³] tercih etseydi, insanların tamamına mutlaka doğru yol gösterirdi. Gerçeği örtmüş olanlara tasarlamakta oldukları [şeyler] nedeniyle, Allah'ın vermiş olduğu sözü gelinceye kadar kendilerine bir çarpıcı isabet etmeye veya [o çarpıcı] onların yurdundan yakın [bir yere] konmaya ara vermez. Gerçekten Allah, verdiği sözüne aykırı davranmaz.

¹: buradaki (لو) şart edatının cevabı hazf edilmiştir [atılmıştır]. Cevabı "[olsaydı] yine bu kur'an olurdu" olabildiği gibi, önceki ayete atıfla "yine inanmazlardı" da olabilir. (kadı beydavi, kurtubi, keşşaf sahibi)

²: buradaki (ييئس) fiilinin manası "ümit keser" demektir. Ancak burada, "bilmediler mi? anlayamadılar mı?" manasındadır. Bir kıraat'in (يتبين) şeklinde olması da bunu gösterir. (Zamahşeri:keşşaf, kadı beydavi, kurtubi)

³: "şae=شاء" fiili, geçişli bir fiil olduğu için bir meful [nesne] aranır (Enam 90. Ayete bakınız). Yani "Allah tercih etseydi" ifadesine "neyi tercih etseydi?" sorusunu sorarız. Buradan, meful'ün hazf edildiği [atıldığı] anlaşılır.
Kısacası ayet "lev şae Allahu en yukrihehum =ولو شاء ربك أن يُكرههم" yani "Allah onları zorlamayı tercih etseydi" takdirindedir.

32- Elbetteki senden önceki elçiler de (inanmayanlar tarafından) maskara yapılmak istenmişti, ardında gerçeği örtmüş olanlara süre vermiştim sonra onları yakaladım. Artık, sonucum(cezalandırmam) nasıl olmuş?

33- her canın, elde ettiklerinin üzerine gözetici olan kimse [böyle olmayan kimse gibi¹] midir? Allah'a ortaklar yaptılar. "Onların adını verin. Yoksa, ona [Allah'a] yerde bilmediği [şeyi] mi haber veriyorsunuz? Yoksa, sözden dış [asılsız²] olanını mı?" de. Hayır, gerçeği örtmüş olanlara hileleri süslendi ve yoldan engellediler. Kimi Allah şaşırttıysa, artık ona hiçbir yol gösterici yoktur.

¹: Bu cümle hazf edilmiştir.
Cümlenin takdiri (كمن ليس كذلك) şeklindedir. (müşkil irabu-l kur'an)

²: (kurtubi)

34- Onlara dünya [ilk] hayatında bir azap vardır. Ahiret [son] azabı tabiki daha zorludur. Onlar için, Allah'tan koruyan hiçbir [şey] yoktur.

35- Muttakilere [korunup sakınanlara] söz verilen cennetin örneği [şudur] : alt tarafından ırmaklar akıyor, yiyeceği daimidir ve gölgesi de.. İşte bu, korunup sakınmış olanların sonucudur. kafirlerin [gerçeği örtenlerin] sonucu ateştir.

36- Kendilerine kitabı vermiş olduğumuz [kişiler] size indirilenle seviniyorlar. (Şu) partilerden, onun [indirilenin] bir kısmını tanımayan (inkar eden) kimseler vardır. "Sadece Allah'a kulluk etmekle ve ona ortak kabul etmemekle emir olundum. Sadece ona davet ediyorum ve dönüş yerim sadece onadır." de.

37- İşte bunun gibi, onu [kur'an'ı] açık-anlaşılır¹ bir hüküm olarak indirdik. Şayet, bilgiden [bir kısmın] sana gelişinden sonra, onların keyiflerine uyarsan, senin için Allah'tan (koruyacak) hiçbir bir veli ve hiçbir koruyan yoktur.

¹: arabiyyu=العربي" konuşmanın açık net-duru [anlaşılır] olan kısmıdır. (müfredat: عرب bkz: والعَرَبيُّ: الفصيح البيّن من الكلام) bir nevi "Halk arasında konuştuğunuz gibi karmaşık ve kuralsız bir dil olarak değil; apaçık, anlaşılır kurallı bir dil ile onu indirdik" anlamındadır.


38- Elbetteki senden önce de elçiler göndermiştik, onlara da eşler ve soylar yapmıştık. Herhangi bir elçi için, Allah'ın izni olmadan herhangi bir ayet getirmek [mümkün] olmaz. Her bir süre sonunun bir kitabı [yazısı] vardır.

39- Allah, tercih ettiğini mahvediyor¹ ve sabitliyor. Kitabın anası sadece onun katındadır.

¹: ayetin ifadesi genel olup, bazı istisnalar (ecel gibi) haricinde her şeyin değişebilir olduğunu bildirmektedir.
"istediği günahı siler; istediği günahı yerinde bırakır, istediği hükmü nesh eder; istediği hükmü yerinde bırakır," gibi çeşitli şekillerde açıklanmış olsa da (zad'ul mesir, kurtubi, kadı beydavi) geneldir.

40- Eğer, onlara söz verdiğimizi (azabı) sana göstersek de veya seni vefat ettirsek de sana sadece duyurmak; bize sadece hesap düşer.

41- Yere gelip, onun [yerin] etrafından eksilttiğimizi¹ görmüyorlar mı? Allah, hesabı seri olan olarak hükmediyor, onun hükmü için takip eden yoktur.

¹: yer, yani (الارض) kelimesi, yerine göre "dünya"(Rad 4, Enbiya 30 ve pek çok ayet) yerine göre "bölge" (Yusuf 56, 80 ve pek çok ayet) mânâsında kullanılmaktadır.

Eğer "yer" kelimesi "bölge" mânâsında ise, Karaların azalması olayı (kimyaakademi. Com) ile bağdaşır.

 "yer" kelimesinin "dünya" manasında da olabilir. Bazıları bu ayeti, dünyanın kutuplardan içine doğru basık bir halde olmasını (kaynak: klimatoloji, DMİ YAYINLARI
YAYIN NO : 2005 / 01, sayfa: 40) delil alarak dünyanın uçlarından eksiltilmesini bağlamıştır.

İlk dönem islam yorumcuları, ayetin ifadesini anlamadığı için mecaz kabul etmiş, "toprakların fetih edilmesi, bilginlerin vefat etmesi" şeklinde yorumlamıştır(kurtubi, kadı beydavi, zad'ul mesir) . Ifadenin aynen yazdığımız manada olabileceğini ikrime (veya en-Nehai) de kabul etmiştir, ancak bunu mantıklı bulamadıkları için "yorum" açısından karşı çıkmışlardır. (kurtubi)

42- Kendilerinden öncekiler de tuzak kurmuştu. Tuzak[lar]¹ tamamen Allah'ındır. [Allah] Her bir benliğin elde ettiklerini biliyor. Kâfirler [gerçeği örtenler] yurdun sonucunun kime ait olduğunu bilecektir.

¹: buradaki (المكر) cins ismi olduğu için "tuzaklar" manasındadır.

43- Gerçeği örtmüş olanlar "sen gönderilmiş değilsin!" diyorlar. "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve kitabın bilgisi kendi yanında bulunanlar yetti" de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder