20 Mayıs 2019 Pazartesi

2- Bakara suresi (Hubeyb öndeş meali)


1- elif lam mim¹


2- işte bu, içinde hiçbir şüphe olmayan, korunup sakınanlara bir hidayet [doğru yol rehberi] olan kitaptır.


¹ : "hurufu mukatta" olarak bilinir. müteşabih olduğu için (Alimran 7 gereğince) araştırmamayı doğru bulanlar da vardı; bazıları ise pek çok yorum sunmuştur. Her bir harfin, Allah'ın bir sıfatını temsil ettiğini söyleyenler vardır, bazıları da ebced hesabı ile bazı olayların tarihini tespit etmiştir. (kaynak: Fahreddin Razi ilgili ayetin tefsiri)


3- [Korunup sakınanlar] gayb'da[yalnızlıkta]¹ inananlardır, yönelişi² (namazı) ayakta³ tutanlardır(devam ettirenlerdir), kendilerine rızık ettiğimizden harcama yapanlardır. 




¹: "gayb'a[görünmeyene] inanırlar" veya "gayb'da [yalnızlıkta] inanırlar" olarak iki şekilde de tercüme edilebilir. (müfredat: غيب) bir nevi "siz yanlarında olmasanız bile, inanırlar. İkiyüzlülük yapmazlar" manasındadır. Sonraki ayetlerde "ikiyüzlülük" yapanlardan bahsetmesi bu manayı destekliyor.




²: "Salat=صلاة" kelimesine sözlükler genelde "dua, içinde tazim bulunan bir dua çeşiti, içinde kıyam, rüku, Secde, dua ve tesbih bulunan namaz" anlamları vermişlerdir. (Lisanu-l Arap) hatta Zamahşeri, bu kelimenin uyluk kemiği anlamından hareketle, rüku ve secde eden insanların uyluk kemiğini hareket ettirmesi sebebiyle, salat kelimesinin namaz anlamında olduğunu söylemiştir. (Fahreddin Razi) 

Bu kelimenin "önde gideni takip etmek" manası da vardır. (Lisanu-l Arap) hatta bu mantıkla "Biz, hiç Musallin (namaz kılanlardan) olmadık" ( Müddessir 43) ayetini Ragıp isfehani sözlüğünde "peygambere tabi olmak; onu takip etmek" manasında anlatmıştır. 

Kıyamet 31-32 ayetlerinde de "Salat=صلاة" kelimesi, "yönelme" anlamında kullanılmıştır. 
Kıyamet 31. Ayet  "doğrulamadı ve salat etmedi" 
Kıyamet 32. Ayet  "ama yalanladı ve yüz çevirdi" 
Bu ayetlerde "doğruladı (سدّق)" fiilinin zıttı olarak "yalanladı (كذّب)" fiili; "Salat etti (صلّي)" fiilinin zıttı olarak da "yüz çevirdi (تولّى)" fiili kullanılmıştır. Demekki "yüz çevirme" eyleminin zıttı olan "Salat" takip etme/yönelme olmalıdır. 

"yönelme" eyleminin kapsamı geniştir. Dua, kur'an (zikir), din, namaz vb her eylem özünde vahye bir yöneliş olduğu için hepside de "Salat" kategorisine dahil edilebilir. 
Örneğin "Ey Şuayb! Atalarımızın kulluk ettiğini terk etmemizi veya mallarımızda istediğimizi yapmamızı terk etmeyi senin 'salatın' mı emir ediyor?..." (Hud 87) ayetinde "dinin" manasında kullanılmıştır. Ki, Zad'ul mesir tefsirinde de bu anlamda olduğu söyleniyor. 

 bazıları kelimenin etimolojik kökenini yok sayarak bu kelimeye "destek" manası verse de bu zorlama yorumdur. Çünkü kur'an'ın diğer hükümleri, zekat, yardımlaşma, iyiliği emir edip kötülükten alıkoymak gibi emirler ile zaten "destek olun" emrini vermiştir. Zorlama yaparak namazı yok etmenin bir manası yoktur.

³: "ikame=إيقام" mastarı, "ka'me=قام" (ayağa kalktı) fiilinin if'al kalıbından olup "ayakta tutmak" manasındadır. Bu kalıbın "devamlılık" manasında olduğu da söylenir (Fahreddin Razi) genellikle sözlükler, namazın sürekliliği ve tüm rükünlerine uyularak kılınması anlamında, olarak açıklamıştır. (müfredat : قوم) anlam olarak "yönelişi ayakta tutmak, yönelişi (yani vahyi) gereğince uygulamak, devam ettirmek" manasında olabilir. En doğrusunu Allah bilir. 

4- [Korunup sakınanlar] sana ne indirildi ise ve senden önce ne indirildi ise ona inananlardır, özellikle de Ahirete [son hayata] yakinen/kesin olarak inananlardır. 

5- işte onlar [sakınan kimseler] RAB'lerinden bir hidayet [doğru yol rehberi] üzerindedir. Ve işte onlar, başarılı olanların ta kendileridir.

6 - Gerçek şu ki, Gerçeği örtüp göz ardı etmiş olanlar[a gelince], onları uyardın mı? Yoksa, hiç uyarmadın mı? [fark etmez],onlara göre eşittir; İnanmıyorlar.

7- Allah, [o kimselerin] kalplerini¹, kulaklarını kapattı ve gözlerinin üzerinde bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.²

 ¹: Kur'an kalbi genellikle duygusal bir anlayış, kavrama ve derin anlayış  kaynağı olarak tarif etmektedir. Genellikle öfke, sevgi, merhamet gibi duyguların ve bununla birlikte düşünme özelliğine sahip bir organ olarak tanımlar. Bilimden bihaber olan din karşıtları, bu durumun bilimsel bir hata olduğunu sanıyor, fakat bilim ise bu ayetlerin doğruluğunu ispat etmiştir.

''HearthMath'' tarafından yazılmış ''Science of the heart'' kitabında kalple ilgili şu bilgiler verilmiştir:

Aşk hormonu olarak bilinen, biliş, hoşgörü, arkadaşlık bağı ve güven gibi duygusal fonksiyonlara etkisi olan oksitosinin [1] kalp tarafından da üretilip salgılandığı hatta kalpteki üretimin beyindekiyle aynı aralıkta olduğu keşfedildi. [2] ayrıca beyindeki duygusal işlem merkezi olan amigdaladaki ve alakalı çekirdeklerdeki işlevlerin kalp tarafından doğrudan etkilenmiş olduğu da [3] keşfedildi. 

Bunların yanı sıra, kalbin beyne, beynin sadece anlamakla kalmadığı aynı zamanda itaat ettiği mesajlar gönderdiği biliniyor.[4] Demekki kalp, beyni kendisine itaat ettiriyor. Ayrıca kalp ve beyin sürekli olarak, iki taraflı bir diyalog halinde bir bağlantıya sahip olup her ikisi de birbirinin fonksiyonlarını etkiliyor [5]. Üstelik kalp, beynin kalbe yolladığından fazla bilgiyi beyne yolluyor. [6] 

İlgili kitap, kalbin kendi aklı varmış gibi davrandığını, gündelik etkileşimlerimizde algılarımızı ve tepkilerimizi önemli ölçüde etkilemiş olduğunu, kişiliğimizi, algılarımızı ve zekamızı etkileyebileceğini belirtmektedir [7].
Bunun yanı sıra kalbin daha pek çok fonksiyonlarından da bahsetmektedir. Yani kalp, sanılanın aksine; sadece kan pompalamaz. Ayetlerde belirtildiği üzere ve ilgili kitap tarafından da teyit edildiği üzere, kalbin duyguları ve düşünceye etkisi vardır. Kur'an'ın sıklıkla kalbe düşünme özelliğini atıf etme sebebi de bu olmalıdır. 

Kaynak: https://www.heartmath.org/research/science-of-the-heart/heart-brain-communication/

Science of the heart, ilgili ifadelerin orjinal metni:

[1], More recently, it was discovered the heart also manufactures and secretes oxytocin, which can act as a neurotransmitter and commonly is referred to as the love or socialbonding hormone. Beyond its well-known functions in childbirth and lactation, oxytocin also has been shown to be involved in cognition, tolerance, trust and friendship and the establishment of enduring pair-bonds. (Chapter 1)

[2] Remarkably, concentrations of oxytocin produced in the heart are in the same range as those produced in the brain. (Chapter 1)

[3] Research has shown that the heart’s afferent neurological signals directly affect activity in the amygdala and associated nuclei, an important emotional processing center in the brain. (Chapter 5)

[4]The heart was behaving as though it had a mind of its own. Furthermore, the heart appeared to be sending meaningful messages to the brain that the brain not only understood, but also obeyed. (Chapter 1)

[5] that communication between the heart and brain actually is a dynamic, ongoing, two-way dialogue, with each organ continuously influencing the other’s function.  (Chapter 1)

[6] This means the heart sends more information to the brain than the brain sends to the heart (Chapter 1)

 

² : Allah'ın kalpleri kapatması, durduk yere keyfi olan bir eylem değildir. Diğer ayetlerde belirtildiği üzere Allah; gerçeği örtüp göz ardı edenlerin kalplerini mühürler(Nisa 155) haddi aşanların kalplerini mühürler (Yunus 74) büyüklük taslayan zorbaların kalplerini mühürler (mümin 35).

8- İnsanlardan [bazıları] İnançlı olmadıkları halde "Allah'a ve Ahiret [son] gününe inandık!" diyen kimseler vardır.

9- Allahı('ın elçisini¹) ve inanmış olanları oyuna getirmeye çalışırlar. Ancak kendi canlarını oyuna getiriyorlar ve farkında değiller.

¹: Bir tamlayan [muzaf] yani "Resul=رسول" ifadesi hazf edilmiş olabilir. (müfredat خدع, kurtubi)

10- Kalplerinde bir hastalık var, böylece Allah da onları hastalık bakımından arttırdı. Yalanlamakta olmaları sebebiyle kendilerine can yakıcı bir azap vardır.¹

¹: "Yalanlama=تكذيب" sadece dille değildir. İnsan, eylemiyle de yalanlar.(müfredat :كذب & صدق)

Örneğin kur'an, masum bir insanı öldürmeyi yasakladığı (İsra 33, maide 32,) halde masum bir insanı öldüren, işkence eden birisi, eylemiyle ayetleri yalanlamış sayılır.

11- Onlara [kalplerinde hastalık bulunan kimselere] "Yerde [dünyada] bozgun [terör, kaos] çıkarmayın!" denildiği zaman, "biz sadece düzelticileriz/iyileştiriceleriz" dediler.

12 - Dikkat! Kesinlikle onlar, asıl bozgunculardır; fakat fark etmiyorlar.

13- Onlara [kalplerinde hastalık bulunan kimselere] "(o) insanların inandığı gibi inanın!" denildiği zaman, "aklı eksikler gibi inanır mıyız?" dediler. Dikkat! kesinlikle onlar asıl aklı eksik olanlardır; fakat bilmiyorlar.

14- İnanmış olanlarla karşılaştıkları zaman "inandık" dediler. Şeytanlarına yalnız kaldıkları zaman "Kesinlikle biz, sizinle birlikteyiz. Biz ancak maskara edinmeye çalışanlarız" dediler.

15 - Allah onları maskara yapmayı diler¹ ve Taşkınlıkları içinde, şaşkın halde onlara müddet verir.

¹: Allah'ın istihza etmesi yani Maskara etmeyi dilemesi onlara göz yumup, kıyamet günü ceza vermesi anlamındadır. (müfredat : هزو)

Bu ifade "karşılığını verir" anlamında da olabilir. Mesela bir beyitte şöyle geçer;
"bize cahillik edenlere, daha fazla cahillik ederiz"(kurtubi)
Burada "cahillik" işlenen suçun cezası olarak kullanılmıştır. Çünkü Araplar, bir sözün karşılığını, manası aynı bile olsa, o sözü tekrarlayarak o sözün karşılığı olarak kullanırlar. Yani “ceza” manasında(kurtubi, bakara :15)


16- İşte onlar, hidayete [doğru yol rehberine] karşılık, kayboluşu [yanlış yolu] satın almış olanlardır. Böylece, kendi ticaretleri kar etmedi ve yol bulanlar değillerdi.


17- Onların örneği, bir ateş tutuşturmak istemiş olanın örneği gibidir. Artık, [ateş] çevresinde ne varsa onu aydınlattığı an, Allah onların aydınlığını (hidayetini) götürdü ve onlar göremiyor bir haldeyken karanlıklar (yanlış yollar) içinde terk etti.

18 - (onlar) sağır, dilsiz ve kördür, artık dönmezler.

19- Yahut gökten (buluttan)¹ içinde karanlıklar, bir gök gürültüsü/titreme ve bir şimşek bulunan bir 'düşen (yağmur)' gibidir. Şiddetli sesten/sarsıntıdan², ölümün (verdiği) dikkati (korkusu) yüzünden parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar. Allah, kâfirleri [gerçeği örtenleri] kuşatandır.

¹: "sema =سماء" kelimesi, yerden yukarıda olan her şey için kullanılır. Yağmura da, yerden yukarıda olması sebebiyle "gök" denilmiştir. Örneğin bir şair "Sema (yağmur) bir kavmin arzına yağdı mı..." demiştir. Burada sema (gök) kelimesi "yağmur" anlamında kullanılmıştır. (Ragıp isfehani el müfredat, سما maddesi, ayrıca bkz: kurtubi tefsiri ilgili ayet)

²: [Tekil formu "saika=صاعقة" olan] "savaika=صواعق" kelimesi, şiddetli ses- çığlık manasındadır. (İbni faris Mekayısi-l lugat: صعق) büyük sarsıntı manası da olup, kimi zaman ölüm, azap ve ateş anlamında kullanıldığı da bilinir. (Ragıp isfehani :müfredat: صعق) 

20- (O) şimşek, neredeyse onların bakışlarını [gözlerini] kapacak. [o şimşek] her ne zaman onlara aydınlık verirse, onda [ışığında] yürürler. Karanlık çökünce/ışığı yok olunca da, dikilip kalırlar. Eğer Allah tercih etseydi, kesinlikle duyularını (kulaklarını) ve görmelerini giderirdi. Gerçekten Allah her şeye imkanı olandır.

21- Ey insanlar!¹ Sizi yaratmış olan ve sizden öncekileri yaratmış olan RAB'binize kulluk edin. Korunup sakınmanız beklenir.

22- [O RAB] ki, yeri [yeryüzünü] sizin için düzenli bir halde¹ ve göğü de bir yapı halinde yaptı. Gökten² bir su indirdi ve onunla [o suyla] size rızık olarak ürünler çıkardı. O halde siz bilirken, Allah'a denkler (eşit ilahlar) kabul etmeyin.

¹: Bu ayette dünyanın "firaş=فراش" olarak yaratıldığı yazmaktadır. Bu kelimeye genellikle "döşek" manası verildiği için okuyucular tarafından "döşek düz olur, o zaman dünyada da döşek gibi dümdüzdür" şeklinde yanlış bir çıkarım yapılmıştır. Oysaki bu kelime sözlüklerde verilen anlamlara göre özetle bir şeyi hazırlamak ve artırmak anlamındadır. (İbni faris:Mekayısi-l lugat: فرش maddesi)
Mesela aynı kök ile if'al babından "efraşe-ş şecaru=وأفرش الشجر" denilir, "Ağaç dallandı" anlamındadır. Tefil babından "ferraşe-z zerau= وفرّش الزرع" denilir, "ekin yayıldı." anlamındadır. (zamahşeri: belegat esası فرش maddesi) bu kelimenin bu ayette hangi anlamda olduğu konusunda sözlük yazarı olan Ragıp isfehani [v. 1108] şunu söyler: "...[Bu ayet] onu [yeri] boyun eğdirdi/alçalttı, üzerinde istikrarın mümkün olmayacağı bir çıkıntı/tümsek yapmadı [anlamındadır]. [ذلّلها ولم يجعلها ناتئة لا يمكن الاستقرار عليها]" sözlük anlamlarından bu kelimenin dünyanın şekliyle alakalı değil de "düzenleme, yaşama elverişli hale getirme" manasında olduğunu görebiliyoruz.

Bu kelimeyle ilgili şu şekilde bir açıklama da yapılmıştır:

https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2020/01/204-yeryuzunun-uzatilmasi-ve-gunesin-etrafinda-bir-pervane-olmasi/

²: bakara 19. Ayetin dipnotuna bakınız. Gök ile kasıt edilen uzay da olabilir, bulut da. Mevcut bilimsel verilere göre, dünyadaki su, uzaydan gelmiştir. (kaynak: BBC dergi - okyanuslar nasıl oluştu.) ayetin kasıt ettiği bu olabilir.

23- Eğer, kullarımıza¹ kısım kısım² indirdiğimizde herhangi bir şüphe içinde idiyseniz onun [o vahyin] örneğinden bir yüksek makam³ getirin!⁴ Eğer dürüst iseniz, Allah'tan beride şahitlerinize dua edin!

¹: burası "kullarımıza" mânâsında olarak (على عبادنا) şeklinde de okunmuştur (Beydav)  Maide 59. Ayet bunu destekler.

pek çok Ayette "biz" zamiri kullanılır. Allah'ın tek olduğu halde "biz" diye kendinden bahsetmesi tıpkı kralların kendisini yüceltmek amacıyla "biz" diye konuşması gibidir. Bir başka görüşe göre melekleri ile birlikte kendini kasıt ettiği zaman "biz" ; sadece kendini anlattığı zaman "ben" der. (müfredat : نحن)

²: "[Kısım kısım] lütuf ettiğimizden" mânâsına gelen, "nezzelna =نزلنا" filli, ile "topyekun indirmek" mânâsına gelen "inzal=إنزال" fiili, birbirinden farklıdır.

(müfredat: نزل)

³: ''Suret=سورة'' yüksek makam anlamındadır. (Müfredat: سور)  bir nevi ''onun seviyesine ulaşan yüksek bir makam getirin.'' anlamındadır.

⁴:Kur'an'ın kendisine sunduğu kanıtı kendisinin benzerinin asla getirilemez oluşudur. Genellikle edebi açıdan eşsiz olduğu söylense de ayette herhangi bir sınırlama yoktur. 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir sözü olmayan aksine isabetli ve bağdaşabilen ayetleri olan, her çağın bilimine uygun şekilde yorumlamaya müsait bir yapısı olan, her okuyanın aradığını veren; mucize isteyene mucize; mesaj isteyene mesaj; bir sistem arayanlara bir sistem; inkar etmek için bahane arayanlara bahane veren bir kitabın benzeri asla getirilemez.

24- Artık, hiç yapamadıysanız, asla yapamayacaksınız, yakacağı insanlar ve taşlar olan (o) Ateşten korunup sakının. Kâfirler [gerçeği örtenler] için hazırlandı.


25- İnanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanları, kendileri için alt taraflarından ırmaklar Akan cennetler olduğunu müjdele! Bir rızık olarak, ondan [cennetten] herhangi bir üründen her ne zaman rızıklandırıldılarsa, "Bu, önceden de bize Rızık edilendir." dediler. Onlara, onun [önceden verilen rızkın] benzerleri verildi. Onlar, orada [cennette] kalıcı iken, kendileri için temizlenmiş eşler vardır.

26- Kesinlikle Allah, bir misal olarak bir sivrisineği, ardından onun üstündekini örnek vermekten utanç duymaz. Artık, İnanmış olanlara gelince: onlar bunun RAB'lerinden bir Hak [gerçek] olduğunu bilirler. Kâfirlere[gerçeği örten kimselere] gelince: onlar "Allah'ın, bu örnek ile (demek) istediği nedir?" derler. [Allah] bununla bir çoğuna [yolu] kaybettirir ve bununla bir çoğuna yol gösterir. Bununla [bu örnekle] ancak hadlerini aşanlara [yolu] kaybettirir.

¹: bu ifadelerden Allah'ın keyfine göre yoldan çıkardığı veya doğru yola ilettiği sonucu çıkmaz. Çünkü ayetin sonunda yanlış yola götürmesinin sadece hadlerini aşanlara mahsus olduğu yazıyor. Sonraki Ayette bunu açıklıyor. (Ali İmran 86. Ayete bakınız)

27- [Hadlerini aşanlar] ki, Allah'ın sözleşmesini¹, kendisinin sağlam sözünden sonra bozuyorlar, Allah'ın, kendisiyle birleştirilmesini emir ettiğini² kesiyorlar ve yerde [dünyada] bozgun [terör] çıkarıyorlar. İşte, asıl kaybedenler onlardır.

¹: Araf 172. ayette anlatılan sözleşmedir.

²: "akrabalık bağı" olarak bilinir. Ancak bununla sınırlı değildir. İnananlar arasındaki bağı kesmek, iman ve eylem arasındaki bağı kesmek de bu kapsama girer.

28- Siz ölülerdiniz, ardından [Allah] size hayat vermişken nasıl olur da Allah['ın varlığı] gerçeğini örtüp nankörlük ediyorsunuz?² Sonra sizi öldürüyor, sonra size hayat veriyor, sonra ona döndürülüyorsunuz. 

¹: "tekfurun =تكفرون" kelimesinin mastarı olan "küfr= كفر” bir şeyi örtmek ve nankörlük mânâsına gelir(müfredat : كفر) . Allah'ın varlığını bile bile görmezden gelen, bu gerçeği örtmüş olur. Nankörlük de, nimeti örtmek ve göz ardı etmektir.

²: buradaki soru, öğrenmek amaçlı değil, muhatabı düşünmeye sevk etmek amaçlıdır. Ayet sanki "siz doğada cansız maddeler halinde ölü iken, size hayat verildi. Böyle bir gerçek varken Allah'ı inkar etmeniz mümkün değil" demiştir.

29- Her şeyi bilen olarak, yerde [dünyada] ne varsa, topluca sizin için yaratmış olan sonra da göğe¹ yönelip, yedi² [birçok] gökler olarak düzenleyen³ o'dur.


¹: "sema =سماء" kelimesi, yerden yukarıda olan her şey için kullanılır. (bakınız 19. Ayet) kelime her ne kadar tekil olsa da, çoğul yerine de kullanılabilir.(müfredat : سما)

²: "yedi" sayısı, eski metinlerde (Arapça metinler, hadisler, diğer dillerde yazılı metinler) hep "birçok" manasındadır. Lokman 27 de ".. Yedi deniz de katılsa.." ifadesi de bunu destekler. âyette "birçok" manasında kullanılmış olabilir.

³:ayetin bilime zıt herhangi bir yönü yoktur. bu Ayette dünyanın veya göğün yaratılış sırası değil, düzenleme sırası anlatılıyor. Fussilet 9-12 ve Naziat 29-32 ayetlerinin dipnotuna bakınız.




30- Bir zamanlar RAB'bin, meleklere¹ "kesinlikle ben yerde [dünyada] bir halife [birinin yerine geçen] yapıcısıyım [yapacağım]." demişti. Onlar "biz seni övgünle tesbih [tenzih ve ibadet] yaparken ve seni kutsarken, orada [dünyada] kanlar döken ve bozgunculuk yapan kimseyi mi yapıyorsun?" dediler. [RAB'bin] "kesinlikle ben, bilmediklerinizi biliyorum" dedi.




¹: Melek, köken olarak "gönderilen mesaj, mektup, Elçi" gibi manalarda kullanılmaktadır. İlk muhatabın bu varlıkları gökten (uzaydan) gelen bir varlık çeşidi olarak inandığı malumdur. (müfredat : الك ،ملك, kurtubi bakara 30)

Bu varlıklara inanmak, varlıklarının "Gayb" alanında olması sebebiyle "körü körüne inanışçılık" değildir. Örneğin, bir kişi evrenin çok uzak bir noktasında bembeyaz bir boşluk olduğunu iddia etse, bu iddia doğrulanamaz ve yanlışlanamaz. Çünkü bu iddia "Gayb" noktasındadır. Ancak bunu iddia eden kişinin daha önceden bulunduğu her iddia zamanla doğrulanmış ise, bu iddiasına da inanılır.

Kur'an'ın 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir bilgi vermemesi ve "Gayb" alanında olduğunu söylediği pek çok bilginin (mesela ahiret) doğruluğuna kanıt olması sebebiyle henüz doğrulanmış olmayan diğer iddialarına inanmak mantığa aykırı değildir.

31- Adem'e isimlerin tümünü öğretti, sonra onları meleklere sundu. Ardından "Eğer dürüst idiyseniz, bunların isimlerini bana haber verin" dedi.

32- [Melekler] "Seni tenzih ederiz! senin bize öğrettiğin dışında bizim için hiçbir bilgi yoktur. Kesinlikle sen, asıl bilensin, hakimsin/hikmetlisin" dediler.

33- "Ey adem! Onlara [meleklere] bunların isimlerini haber ver." dedi. Ardından onların isimlerini haber verdiği anda [RAB] "ben size "göklerin ve yerin [evrenin] gizliliğini biliyorum, sizin açığa vurduğunuz [şeyler] ve gizlemiş olduğunuz [şeyleri] biliyorum" demedim mi?." dedi.

34- Bir zamanlar, meleklere "Ademe secde edin" demiştik. Ardından secde ettiler, ancak iblis hariç. [iblis] şiddetle karşı çıktı, büyüklendi. Kâfirlerden [gerçeği örtenlerden] oldu.

35- "Ey adem, sen ve eşin cenneti [bahçeyi]¹ yurt edin. Ondan istediğiniz yerde bol bol yiyin ve şu ağaca yaklaşmayın, aksi halde zalimlerden² olursunuz." dedik

¹: "cennet =الجنة" bahçe mânâsına gelir. (müfredat : جن) genellikle bu cennetin, dünya harici bir yer olduğu söylenir, ancak bu cennetin (bahçenin) dünyada bir yer olduğunu kabul edenler de bu cennetin (bahçenin) bize söz verilen cennet olmayıp, Aden bölgesinde bir yer olduğunu söylemiştir. (kurtubi)

Tevratın yaratılış 3. Bölümü, bakara 30. Ayette" yerde [dünyada] bir halife yapacağım "ifadeleri , ademin dünyada bir bahçede olduğu fikrini destekler.

²: "kuralları çiğneyerek kendinize eziyet etmiş olursunuz" manasında.

36 - Akabinde şeytan o ikisini ondan yana kaydırdı/yanılttı, ardından o ikisini bulundukları [konum]dan çıkarttı. "Birbirinize birer düşman olarak inin! Yerde [dünyada] sizin için bir barınma yeri ve bir süreye kadar bir geçim vardır." dedik.

37- Ardından, Adem RAB'binden bir takım kelimeler aldı, ardından [RAB'bi] onun pişmanlığını[tevbesini] kabul etti. Kesinlikle o, pişmanlığı [tevbeyi] çokça kabul edendir, Rahim'dir.

38- "Ondan topluca inin! Artık benden bir hidayet [doğru yol] size gelir de kimler benim hidayetime [rehberime] uyarsa, artık kendileri üzülmez bir haldeyken, kendilerine herhangi bir korku yoktur" dedik.

39 - Gerçeği örtmüş ve âyetlerimizi yalanlamış olanlar¹ [evet!] İşte onlar ateşin dostlarıdırlar. Onlar orada [ateşte] kalıcıdırlar.

¹: "yalanlamak (كزب)" "doğrulamak (صدق)" kelimesinin tersidir. Ancak yalanlamak sadece sözle sınırlı değildir. Eylemleri ile ayetleri yalanlamak da bu kategoriye girer. (bkz : Zümer 33) günümüzde ne yazık ki diliyle ayetleri doğrulayan, eylemi ile ayetleri yalanlayan kişiler müslüman olarak görülüyor.


40- Ey İsrail'in¹ oğulları [soyu]² size verdiğim nimeti,[iyi hali]³ hatırlayıp anın! Benim anlaşmama vefa gösterin ki anlaşmanıza vefa göstereyim. Sadece benden korkun/sakının.


¹: İsrail adının manası için, "Allahın kulu" manası verilmiştir. (kurtubi)

²: "beni =بنى" manası her ne kadar "oğul" olsa da, genelde "soy" kasıt edilir. Mesela çoğu âyette "adem oğulları" derken, kadın ve erkek hepsini kapsar. Ayrıca Nahl 72. Ayete bakınız.

³: Kasas suresinde yazdığı üzere, İsrail oğullarının, firavunun elinden kurtulmasıdır.

⁴: bu söz Maide 11. ve 12. Ayetlerinde yazmaktadır.

41- Sizinle birlikte bulunanları doğrulayan olarak indirdiğime inanın. O konuda, kafirin [gerçeği örtenin] önderi¹ olmayın, ayetlerimi [işaretlerimi] düşük bir bedelle değiştirmeyin ve sadece bana (karşı gelmekten) korunup sakının!

¹: "ilk (اول)" kelimesi sözlükte "önder, uyulacak kişi" manalarına da gelir. İsfehani de bu ayeti aynı şekilde yorumlamıştır. (müfredat : evl =اول)

42- Siz bilirken, gerçeği yalanlarla karıştırmayın ve¹ gerçeği gizlemeyin.

¹: bu ayetteki "ve (و) 'nin" beyan olması da mümkündür. Şu şekilde de meal edilebilir "siz biliyor haldeyken, gerçeği, yalanlarla karıştırarak gerçeği gizlemeyin" (nesefi medarik, ilgili ayet)

43- Yönelişi (namazı)¹ ayakta tutun (devam ettirin), zekâtı verin ve Rüku edenlerle birlikte Rüku edin.²

¹: Bakara 3. Ayetin dipnotuna bakınız.

²: rüku (ركع) sözlükte "boyun eğmek" mânâsına gelir. Bu bazen "Allah'ın kurallarına boyun eğmek" anlamında bazen de namazda rüku hali mânâsına gelir. Hepsi de mümkündür. Bazıları da "yahudilerin kıldığı namazda rüku yoktur, Allah onlara rüku etmelerini emir etmiştir" demektedir.

44- Siz kitabı okuyup teşvik etmekte¹ iken insanlara iyiliği emir ediyor ve kendinizi birbirinizi unutuyor musunuz? Artık akıl etmiyor musunuz?

¹: (müfredat : تول)

45- Sabır¹ ve yöneliş (dua) ile destek dileyin. Kesinlikle o, çok zor gelir, [Allah'a] saygı gösterenler hariç. [onlara zor gelmez]

¹: sabır (صبر) kelimesi için "oruç" manasında olduğunu iddia edenler de vardır (kurtubi ilgili ayet,)

²: Bu ayeti "sabır (oruç) ve namazla destek dileyin" olarak anlamak da mümkündür. (kurtubi ilgili ayet)

46- [Allah'a saygı gösterenler] ki, kendilerinin RAB'lerine kavuşacak olduklarını ve kendilerinin ona dönecek olduklarını düşünürler.

47- Ey İsrail'in oğulları [soyu]!¹ Size verdiğim nimeti [iyi hali] ve size âlemlere² [tüm varlıklara] karşı fazlalık/üstünlük verdiğimi hatırlayıp anın!

¹: bakara 40. Ayete bakınız.

²: Fatiha 2. Ayetin dipnotuna bakınız. alem kelimesinin "insanlar, varlıklar, boyutlar" manasında olduğu söylenir. Genellikle bu Ayette kasıt edilenin Musa zamanındaki insanlar olduğu söylenir (müfredat: علم, kurtubi ilgili ayet)

³:  Hitap, İsrail oğulları üzerinden tüm insanlara yöneliktir. Çünkü adem oğlu da tüm canlılara üstün kılınmıştır. (İsra 70)

48- Kendileri yardım olunmaz bir haldeyken, herhangi bir canın (nefsin) herhangi bir can (nefis) hakkında hiçbir şekilde karşılık ödemeyeceği, kendisinden [o candan] hiçbir şefaat'in [yardıma gelişin]¹ kabul edilmeyeceği ve kendisinden fidye alınmayacağı bir günden (dönemden)² korunup sakının.

¹: (müfredat : شفع)

²: "yevm= يوم" kelimesi eski sözlüklerde "dönem, çağ, evre" anlamında kullanılır. Bunu kur'an ayetleri ile de anlayabiliriz ;

Kur'an'ın pek çok ayetinde "kıyamet GÜNÜ (يوم القيامة)" ifadesi geçer (örnek :2/85)
Bu ayetlerde "gün" kelimesinin "dönem, zaman, evre" manasında olduğunu anlıyoruz. Çünkü kıyametin 24 saatlik bir zaman diliminden oluşmadığını biliyoruz.

Ayrıca bir diğer delil de Kur'an'a göre zaman görecelidir.
Bunu şu ayetlerden anlayabiliriz ;
Mearic 4 "süresi 50.000 yıl olan 1 günde ona yükselir"
Hac 47 "Allah katında 1 gün sizin saydığınız 1000 yıl gibidir"
Bilimsel olarak da ispat edilmiştir. Zaman görecelidir.
Arapçada 1000, 50.000 gibi sayılar çokluktan kinayedir. Bu ayetlerde 1 günün çok uzun yıllara denk olarak göreceli olduğu açıkça belirtiliyor.

49- Hani [Firavun'un ailesi/halkı] sizi azabın en kötüsüne sürerek çocuklarınızı boğazlıyor ve kızlarınızı hayatta bırakıyorlarken, sizi Firavun'un Ailesinden/halkından kurtarmıştık. Bunda sizin için RAB'binizden büyük bir sınama vardır.

50- Hani denizi/suyu sizinle¹ ayırmıştık, ardından sizi kurtarmıştık ve siz bakıp düşünürken² firavunun ailesin/halkını batırmıştık³.

¹: sizinle (بكم) ifadesinin "sizin için(لكم)" mânâsında olduğu da söylenmiştir. (kurtubi ilgili ayet)

²: "bakmak, görmek, ibret almak" mânâsına gelen (نظر) kelimesi daha çok "bir şeyi düşünmek" mânâsında kullanılır. (müfredat: نظر)

³: "batırmak, boğmak" mânâsına gelen (غرق), "belaya boğmak, suya boğmak" manalarına da gelir. (müfredat : غرق)

51- Bir zamanlar, Musa'ya kırk gece söz vermiştik¹ onun ardından zalimler olarak buzağıyı [Tanrı]² yaptınız.

¹: bu kelime mevcut mushafta mufaale (işteş) babından (واعدنا) şeklinde olup "sözleştik" demektir. Ancak, bu kelime (وعدنا) şeklinde elif harfi olmaksızın da okunmuştur.(kurtubi)

² : "edindi" manasında olan (اتخذ) fiili, iki meful (nesne) alan bir fiildir. Ayette hazf edilmiş bir meful olan (اله) kelimesi vardır.

52- sonra bunun [buzağıyı Tanrı edinmenizin] ardından sizi[n hatalarınızı] sildik¹, teşekkür etmeniz beklenir.

¹: af(عفو) kelimesi, an (عن) harfi cerr'i ile "günahları silmek" mânâsına gelir. Mesela عفوت عنه "günahlarını sildim" denir. (müfredat : عفو)Kelime farklarını bilmeyen ve art niyetle kur'an'a yaklaşan insanlar, Bu Ayetin "Allah şirk'i bağışlamaz" ayetleri ile çelişkili olduğunu iddia ederler. İlgili Ayette "affetti [afe=عفو]" fiili geçerken, "Allah, şirki bağışlamaz" (Nisa 48) ayetinde ise "bağışladı [ gafera=غفر]" fiili geçer. Affetmek bir ceza karşılığı veya karşılıksız olarak günahı silmek mânâsına; bağışlamak, hiçbir ceza vermeden doğrudan bağışlamak anlamına gelir.(kurtubi ilgili ayet) dolayısıyla çelişki yoktur.

53- Bir zamanlar, Musa'ya (o) kitabı ve¹ Furkanı [gerçeği ve yalanı ayıranı] verdik. Doğru yolu bulmanız beklenir.

¹: "Ve=و" harfi, sadece ayırmak maksadıyla değildir. Bazen sıla olarak kullanılır. Örneğin bu ayet "kitabı ve Furkanı verdik" şeklinde anlaşıldığı gibi, "Furkan olan kitabı verdik" şeklinde de anlaşılabilir. Aradaki "ve" ayırmak maksatlı değildir. (kurtubi, nesefi medarik, ilgili ayetin tefsiri)

54- Bir zamanlar Musa, kendi milletine "Ey milletim! Buzağıyı [Tanrı] edinmeniz sebebiyle kesinlikle siz kendi canınıza zulüm ettiniz! Artık, örneksiz var edicinize tevbe edin, ardından benliklerinizi öldürün¹ işte bu [hüküm] örneksiz var edicinizin katında sizin için daha iyidir." demişti. Ardından, tevbenizi [özrünüzü] kabul etti. Kesinlikle o, tevbeyi [özrü] çokça kabul edendir, Rahimdir.

¹: nefsi arzuları öldürmek manasında da olabilir. (müfredat : قتل)

55- Bir zamanlar, "Ey Musa! Allah'ı açıkça görünceye kadar senin için asla inanmayacağız!" demiştiniz. Ardından siz bakıp düşünürken şiddetli ses/sarsıntı¹ (ölüm) sizi yakalamıştı.

¹: (müfredat : صعق, kurtubi, İbni faris Mekayısi-l lugat: صعق) 

56- Sonra, ölümünüzün ardından sizi uyandırdık¹. teşekkür etmeniz beklenir.

¹: "yeniden dirilttik" anlamında bir uyandırmadır. (بعث) fiili, "göndermek, diriltmek," manalarına gelir. (müfredat : بعث)

57- bulutu üzerinize gölgelettik, üzerinize kudret helvası¹ ve bıldırcın eti indirdik. "size ne pay ettiysek Temiz/hoş olanlarından yiyin" [dedik]². Bize zulüm etmediler, fakat kendi canlarına zulüm ediyorlardı.

¹: Et, yumurta gibi proteinli yiyeceklerin, midede hazmı uzun sürer. Tatlılar ve meyveler, midede fazla kalmadan hemen hazım edilir. Bundan dolayı yemekte önce Tatlı sonra proteinli yiyecekler yenilir. Ayette de önce tatlı (kudret helvası) sonra proteinli gıda (et) anlatılmaktadır. (aidin Sâlih, gerçek Tıp)

²: ayetteki (قلنا) sözü hazf edilmiştir. (Kurtubi ilgili ayet)

58- Bir zamanlar, "bu kente¹ girin, oradan istediğiniz yerden bol bol yiyin ve secde ederek² kapıya/bölüme girin. 'hıtta' [günahlarımızı düşür]³ diyin, sizin için hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere (mükafatı) artıracağız." demiştik.

¹: karye (القري) kelimesi, insanların toplandığı yere denildiği gibi, insanların kendisine de denebilir. (müfredat: قري)

²: secde, bildiğimiz yere kapanmak maksadıyla da olabilir, gönülden boyun eğmek manasında da olabilir. (kurtubi ilgili ayet)

³: (kurtubi ilgili ayet)

59- Zulüm etmiş olanlar, kendilerine söylenmiş olmayan bir söz ile değiştirdiler. Ardından, zulüm etmiş olanlara, hadlerini aşmakta olmaları sebebiyle gökten bir sarsıntı indirmiştik.

60- Bir zamanlar Musa, kendi milleti için su istemişti, ardından "Asan ile taşa vur" dedik, hemen ondan [taştan] on iki göz [pınar] patladı. İnsanların hepsi içme yerlerini/zamanlarını bilmişlerdi. "Allah'ın rızkından yiyin ve için. Yerde [dünyada] bozguncular olarak, baş kaldırmayın!"

61- Bir zamanlar, "Ey Musa, bir tek yemeğe asla sabır etmeyeceği. Artık, bizim için RAB'bine dua et de bizim için yerin yetiştirdiği şeylerden, bakliyatından, kuru bitkisinden, buğdayından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın.." dediniz. [Musa] "İyi olanı daha aşağı/değersiz olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Büyük şehire/Mısır'a¹ inin². Kesinlikle, ne istediyseniz o sizin için vardır ." dedi. Onların üzerine zillet ve yoksulluk vuruldu [çöktü/örttü] ve Allah'tan bir gazaba uğradılar. İşte bu [cezanın nedeni] Allah'ın ayetlerini [işaretlerini] örtüp göz ardı ediyor olmaları ve Nebi'leri haksız yere öldürüyor olmalarından dolayıdır. İşte bu, baş kaldırmaları ve saldırganlık etmekte olmalarından dolayıdır.

¹: "misran (مصرا)" sözü için, bazıları herhangi bir şehir olduğunu, bazıları da Mısır şehri olduğunu söylemiştir. (müfredat :مصر, kurtubi ilgili ayet) kelimenin son harfinin tenvinli olması sebebiyle "herhangi bir şehir" olduğunu düşünerek böyle meal ettim.

²: ayetteki (اهبط) fiili, (إنزال) fiili gibi, yukarıdan aşağıya inmek manasında değildir. Farka dikkat edilmelidir.

62- Gerçek şu ki, inanmış olanlar¹, yahudiliği seçmiş² olanlar hristiyanlar ve Sabii'ler [Evet! Bunlardan] kim[ler] Allah'a ve ahiret (Son) gününe inandı ve düzgün-iyi eylemlerde³ [amellerde] bulunduysa, [bilsinler ki] kendileri üzülmez bir haldeyken RAB'lerinin katında kendileri için ödülleri vardır ve kendilerine herhangi bir korku yoktur⁴.

¹: inançlı tüm insanları kapsar. Tek şart, yaratıcıya ve ahiret gününe de iman etmeleridir.

²: Birisi, Dinde Yahudilerin yolunu seçtiği zaman "he'de fulenun=هاد فلان" denilir. (müfredat : هاد) ayette de "ellezine he'du=الذين هادو" şeklinde fiil olarak gelmiştir.

³: "amele (عمل)" fiili ile "feale (فعل)" fiili arasında fark vardır. (عمل) sadece bilinçli bir şekilde yapılan eylemleri kapsar. Dar anlamlıdır. (müfredat : عمل)

⁴: Ayet özetle: Hristiyan olsun, Yahudi olsun, bir Yaratıcıya ve ahiret gününe inanıp, bilinçli olarak iyi işler yapma şartıyla, cennetlik olduğunu müjdeliyor. Ancak, kendisine kur'an veya diğer mucizeler farklı şekillerde apaçık belli olduysa, gerçeği kabul etmek zorundadır. Aksi takdirde inat eder gerçeği görmezlikten gelmeye devam ederse, "bile bile görmezlikten gelen (kafir)" olur.


63- Bir zamanlar, Tur'u¹ üzerinize kaldırarak² "size ne verdiysek onu kuvvetle tutun (hükümlerine itaat edin) ve içindekileri hatırlayıp anın! Korunup sakınmanız beklenir." [diyerek] sağlam sözünüzü almıştık.

¹: tur (طور) bilinen Dağ'dır. herhangi bir dağ da olabilir. (müfredat : طور)

²: buradaki (و) hal vav'ıdır. (i'cazu-l beyan)

64- Sonra bunların ardından yüz çevirdiniz. Allah'ın size ikramı ve rahmeti olmasaydı, mutlaka kaybedenlerden olmuştunuz.

65- Sizden cumartesi [işi bırakma]¹ gününde saldırganlık yapıp da bizim kendilerine "küçümsenerek kovulmuş² maymunlar olun!³" dediğimiz kimseleri bilmiştiniz.

¹: (müfredat : سبت)

²: (Müfredat: خسأ)

³: "ku'nu=كونو" ifadesi yahudilere yönelik bir emir değildir, Allah'ın onları o hale çevirmesidir. Şeklen veya huy olarak onların bir çeşit maymuna dönüştüğünü ifade etmektedir. (müfredat : قرد)

66- Bunu [bu olayı] öncesine ve arkasına/sonrasına bir ders ve korunup sakınanlar için, bir öğüt yaptık.

67- Bir zamanlar Musa, milletine "kesinlikle Allah bir inek kurban etmenizi emir ediyor." dedi. "Bizi bir maskara mı ediniyorsun?" dediler. [Musa] "cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" dedi.

68- "RAB'bine bizim için dua et onun ne olduğunu bize açıklasın" dediler. [Musa] "kesinlikle o [Allah] diyor ki: gerçekten o yaşlı olmayan, genç de olmayan, bunun arasında orta yaşlı bir inektir. Artık, emir olunduğunuz [şeyi] yapın." dedi.

69- "RAB'bine bizim için dua et onun renginin ne olduğunu açıklasın" dediler. "kesinlikle o [Allah] diyor ki: gerçekten o, Tam sarı olan, rengi bakanları sevindiren bir inektir." dedi.

70- "RAB'bine bizim için dua et ki onun ne olduğunu bize açıklasın. Kesinlikle (o) inek, bize benzer geldi. Eğer Allah tercih ederse, kesinlikle biz yol bulanlarız" dediler.

71- "Kesinlikle o [Allah] diyor ki : gerçekten o, yeri sürmeyen ezilmiş olmayan, ekinleri sulaması olmayan hastalıklardan uzak, renginde herhangi bir benzeri olmayan bir inektir." dedi. "işte şimdi gerçeği getirdin." dediler. Hemen onu kestiler, Neredeyse bunu yapamayacaklardı.¹


¹: bu olayda hükmün detayı hakkında soru sorma hastalığının işleri zorluğa götürdüğünü anlatıyor. Günümüzde gereksiz detay soran insanlara güzel bir mesaj içeriyor.

72- Bir zamanlar, bir canı öldürmüştünüz. Ardından, Allah, saklamakta olduğunuzu [ortaya] çıkarıcı olduğu halde o konuda [katilin kim olduğu konusunda] itiştiniz/birbirinizi suçladınız.

73- Ardından "ona [ölüye]¹ onun² bir parçası ile vurun!" dedik. İşte bunun gibi, Allah ölülere yeniden canlandırıyor ve ayetlerini/delillerini size gösteriyor. Akıl etmeniz beklenir.

¹: ayetteki (ه) zamiri öldürülen nefsin, erkek olduğunu gösteriyor.

²: âyette (ها) zamiri, ineğe de ölmüş kişiye de dönebilir. Çünkü can mânâsına gelen (نفس) kelimesi de, inek mânâsına gelen (بقرة) kelimesi de dişi olduğundan iki tarafa da dönmesi mümkündür.

74- Dahası, bu [olayların] ardından kalpleriniz katı oldu. Artık onlar taşlar gibidir. Hatta¹ katı olmak bakımından daha beterdir! Kesinlikle taşlardan [bir kısmı] vardır ki kendisinden ırmaklar fışkırır. Kesinlikle onlardan [taşlardan], çatlayıp da kendisinden su çıkanı vardır. Kesinlikle onlardan [taşlardan] Allah saygısından aşağıya yuvarlanan vardır.² Allah, eylemlerinizden³ bihaber değildir.


¹: bazı meallerde "veya" diye çevrilen (أو), yerine göre "ve, veya, hemde, hatta" anlamlarını kazanır. (kurtubi ilgili ayet)

²: âyette güzel bir benzetme vardır. Taşlar bile, sert olmalarına rağmen aralarından ırmaklar dahi akar. Ancak sizin kalpleriniz o kadar sert oldu ki, bir taş kadar dahi yumuşak olmuyor.


³: "amele (عمل)" fiili ile "feale (فعل)" fiili arasında fark vardır. (عمل) sadece bilinçli bir şekilde yapılan eylemleri kapsar. Dar anlamlıdır. (müfredat : عمل)

75 - Onlardan [yahudilerden] bir grup vardı. Allah'ın kelamını duyuyordu, dahası onu akıl ettikten sonra bilerek onu tahrif ediyorlardı. [Durum bu haldeyken] sizin için inanırlar diye mi umut ediyorsunuz? (umut etmeyin!)

76- Onlar [yahudilerin bir kısmı] inanmış olanlarla karşılaştıkları zaman "inandık" dediler. Birbirleriyle yalnız kaldıklarında, "RAB'binizin katında bunlarla size delil getirmeye çalışsınlar diye mi Allah'ın size açtığı [hüküm ettiği şeyleri] onlara bahsediyorsunuz? Artık, akıl etmiyor musunuz?" dediler.


77- Gizlemekte olduklarını ve açığa vurmakta olduklarını, Allah'ın bildiğini bilmiyorlar mı?

78- Onlardan bilgisiz olanlar/okuma yazma bilmeyenler¹ var. Kitabı bilmiyorlar. Ancak kuruntu biliyorlar. Onlar ancak zannediyorlar.

¹: "ummi=امّي" okuma yazma bilmeyen, anlamına geldiği gibi, bilgisizlik, bilgi kıtlığı anlamına da gelir. (müfredat : ام) resmen günümüz İnsanları tarif edilmiştir. Kur'an'ı bilmez, öğrendiği şeylerin dinde yeri olup olmadığını bilmez, sadece kulaktan dolma bilgilerle dini bilir ve yaşar.

79- Kendi elleriyle kitabı yazıp, sonra düşük bir bedele onu satmak için "bu Allah'ın katındandır." diyenlere yazıklar olsun! Yazıklar olsun elleriyle yazdıklarından dolayı. Yazıklar olsun elde ettikleri [şeylerden] dolayı...

80 - Bir de "bize ateş asla dokunamayacak, ancak sayılı günler müstesna" dediler. "Allah'ın katından bir anlaşma mı edindiniz? Öyleyse Allah, kendi anlaşmasına asla aykırı davranmaz. Yoksa, Allah'ın üzerine bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?" de.

81- Aksine! bir çirkinlik [kötülük] elde edip de hatası kendisini kuşatmış kimseler (evet!) işte onlar ateşin dostlarıdırlar. Onlar onun [ateşin] içinde kalıcıdırlar.

82- İnanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlar (evet!) işte onlar cennetin [o bahçenin] dostlarıdırlar. Onlar onun [cennetin] kalıcıiçindedırlar.

83- Bir zamanlar, "Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, anaya babaya iyilik edin¹ yakınlara da, yetimlere de, yoksullara da [iyilik edin!]. İnsanlara güzelce söyleyin, yönelişi (namazı) ayakta tutun ve zekâtı verin" diye² İsrail'in oğullarının sağlam anlaşmasını almıştık. Sonra azınlık bir kısım hariç, ilgiyi kesenler olarak yüz çevirdiniz.³

¹: âyette gizli bir (أحسنوا) fiili vardır. (Fahreddin Razi, bakara 83. Ayet)


²: "diye" manası verdiğim (ان) edatı hazf edilmiş. Yani ayet "....الا تعبدوا.." şeklindedir. (Fahreddin Razi bakara 83. Ayet)

³: İltifat sanatı uygulanarak, üçüncü şahıstan ikinci şahısa çekildi. Üçüncü şahıs olanlar, ikinci şahıs olarak anlatıldı.


84- Bir zamanlar, "kanınızı dökmeyeceksiniz ve birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız" [diye] sizin pekiştirilmiş anlaşmanızı aldık. Sonra siz şahitler olarak onayladınız.

85- Sonra siz, yine kendi benliğinizi/birbirinizi öldürüyorsunuz, sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz, onlara karşı kasıtlı suçta ve düşmanlık konusunda sırt sırta veriyorsunuz. Onları çıkarmak size yasak edildiği halde size esirler olarak gelirlerse, onlarla fidyeleşiyorsunuz. Yoksa (o) Kitabın bir kısmına inanıyor, diğer kısmını örtüp göz ardı mı ediyorsunuz? sizden bunu yapanların cezası/karşılığı dünya [ilk] hayatında rezillik harici bir şey değildir. Ahiret gününde azabın en kötüsüne doğru geri döndürülmekten [başka bir şey değildir]. Allah, eylemlerinizden bihaber değildir.


86- İşte bunlar dünya hayatını ahiret hayatına satın almış olanlardır. Kendileri yardım olunmaz bir halde iken, onların azabı yumuşatılacak değildir.

87- Elbetteki, Musa'ya (o) kitabı vermiştik ve onun ardından peş peşe elçiler yolladık. Meryemin oğlu İsa'ya açık deliller verdik ve onu kutsal Ruh ile güçlendirdik. Artık, ne zaman Nefsinizin keyif almadığı [şeyler] ile bir elçi gelirse büyüklük tasladınız. Ardından bir grubu yalanladınız ve bir grubu da öldürüyorsunuz¹, öyle mi?

¹: ifadenin öncesinde "yalanladınız" (كذّبتم) şeklinde geçmiş zaman ifadesi varken, bu kısımda "öldürüyorsunuz" (تقتلون) şeklinde şimdiki zaman ifadesinin kullanılması dikkat çekicidir. 

88- "Kalplerimiz bir kılıftır" dediler. Hayır! küfürleri/gerçeği örtmeleri sebebiyle Allah onları lanetledi [rahmetinden engelledi]¹. Artık ne az inanıyorlar!

¹: "Lane (لعن)" kelimesi, belirlenmiş yoldan atılmak mânâsına gelir. Allah için kullanıldığı zaman, dünyada Allah'ın rahmetinden uzak tutulmak mânâsına gelir. (müfredat : لعن)

89- Daha önceden, gerçeği örtmüş olanlara karşı fetih [hüküm, yardım]¹ istedikleri halde, kendilerine Allah'ın katından yanlarında bulunanları (kutsal metinleri) doğrulayan bir Kitap geldiği zaman, ardından tanıdıkları² geldiği zaman, onu örtüp göz ardı ettiler. Artık, Allah'ın laneti [rahmetinden engellemesi]² kafirlere [gerçeği örtenlere]'dir.

¹: feth (فتح) ile kasıt edilen, peygamberdir (müfredat) veya Allah'ın hükmüdür. (kurtubi : bakara 76)

²: Tanıdıkları peygamber kasıt ediliyor. İncil de geçen şu durum, onların tanıdığına işaret etmektedir:

Yuhanna :1:19-25: "Yahudi yetkililer Yahya’ya, “Sen kimsin?” diye sormak üzere Yeruşalim’den kâhinlerle Levililer’i gönderdikleri zaman Yahya’nın tanıklığı şöyle oldu –açıkça konuştu, inkâr etmedi– “Ben Mesih değilim” diye açıkça konuştu.Onlar da kendisine, “Öyleyse sen kimsin? İlyas mısın?” diye sordular.O da, “Değilim” dedi. “Sen beklediğimiz peygamber misin?” sorusuna,


 “Hayır” yanıtını verdi. Bu kez, “Kim olduğunu söyle de bizi gönderenlere bir yanıt verelim” dediler. “Kendin için ne diyorsun?” Yahya, “Peygamber Yeşaya’nın dediği gibi, ‘Rab’bin yolunu düzleyin’ diye çölde haykıranın sesiyim ben” dedi.Yahya’ya gönderilen bazı Ferisiler ona, “Sen Mesih, İlyas ya da beklediğimiz peygamber değilsen, niye vaftiz ediyorsun?” diye sordular"

"beklediğimiz peygamber" ifadesi, Yahudilerin beklediği bir peygamber daha olduğunu gösteriyor.


³: ( müfredat: لعن)

90- Allah'ın, kullarından tercih ettiği kimseye kendi ikramından kısım kısım¹ indirdiğini² kıskanarak, (sırf) Allah'ın indirdiğini örtüp göz ardı etmek için³ kendi canlarını (nefislerini) kendisine sattıkları ne kötüdür! Artık, bir gazap üzerine bir gazaba uğradılar.⁴ Kâfirler [gerçeği örtenler] için, alçaltan bir azap vardır.


¹: ayetteki (ينزِّل) ifadesi, şeddesiz olarak (ينزل) olarak da okunmuştur (celaleyn)

²: topluca indirme ve ayrı ayrı indirme manalarına gelen (إنزال - تنزيل) ayrımı için, bakara 23. Ayetin dipnotuna bakınız.

³:"li-en yekfuru=لان يكفرو" manasındadır.

91- Onlara [yahudilere] "Allah'ın indirdiğine inanın!" denildiği zaman "biz, bize indirilene inanırız!" dediler. Onun [kendilerine indirilenin] gerisindekini örtüp göz ardı ediyorlar. Hâlbuki o, kendileriyle birlikte olanı doğrulayan bir haldeki gerçektir. "Eğer inançlı idiyseniz, neden daha önceden Allah'ın Nebi'lerini öldürüyordunuz¹?" de.

¹: buradaki "siz" hitabı, onların atalarına yöneliktir. Muhatap olan yahudilerin, atalarının yaptıklarını savunuyor ve onları Maide 81 de yazdığı üzere rehber ediniyor olmaları sebebiyle Allah onları da suçlar. Çünkü Tevratta Nebi'lerin yani peygamberlerin katledilmesi yasaktı. Ama ataları katletti, muhatap yahudiler de atalarını savundu. (kurtubi ilgili ayet,)

Peygamberleri katlettikleri Tevratın pek çok ifadesinde belirtilir. En basitinden :''...Ama İsrail halkı senin antlaşmanı reddetti, sunaklarını yıktı ve peygamberlerini kılıçtan geçirdi. Yalnız ben kaldım. Beni de öldürmeye çalışıyorlar.''  (1. krallar 19:10)

Bu ayetten "bir kötülüğü savunan, o kötülüğü yapan kadar suçludur" hükmünü görebiliriz.



92- Elbetteki Musa size açık kanıtlarla gelmişti, sonra zalimler olarak buzağıyı [Tanrı]¹ yaptınız .

¹: bakara 54. Ayetin dipnotuna bakınız.

93- Bir zamanlar, sizin pekiştirilmiş anlaşmanızı aldık. Tur'u üstünüze kaldırdık "size verdiğimizi kuvvetle tutun ve duyun! [algılayıp itaat edin]¹" (diye söz aldık)."işittik ve isyan ettik" dediler ve küfürleri/gerçeği örtmeleri sebebiyle Kalplerine buzağı [sevgisi]² içirildi³. De ki "inancınız size ne kötü emir ediyor! Siz inananlar değilsiniz!⁴"

¹: ayetteki (سمع) kelimesi, algılamak, bazen de itaat etmek manasında kullanılır (müfredat : سمع) ayetteki bu ifade "dinleyip itaat edin" manasındadır. Devamında "işittik ve isyan ettik" ifadesi de bunu doğruluyor.

²: burada (حب) kelimesi hazf edilmiştir. (nesefi medarik ilgili ayet)

³: buzağı sevgisi, önceki ayetlerden anlaşılacağı üzere onların müşrik olmaları içindir. Peki Allah durduk yere kulunu yanlışa iletir mi? Asla! yette onların "duyduk ve baş kaldırdık" sözlerine ve küfürlerine karşılık bu cezanın verildiği anlatılır. Bu durum "Allah dilediğini yanlışa götürür" ayetlerini izah ediyor.

⁴: ayetteki (ان) yerine göre "eğer" yerine göre "değil" manası verir.

94- "Eğer ahiret [son] yurdu Allah'ın katında diğer insanlardan beride mahsus kılınmış olarak size ait idiyse, ölümü temenni edin! [en başından beri] dürüst değildiniz." de.

95- Allah, zalimleri gayet iyi bilirken, elleriyle hazırladıkları sebebiyle onu [Ölümü]ebediyen asla temenni etmeyecekler.

96- Onların biri, bin sene kendisine ömür verilseydi [diye] arzu ederlerken, insanların bir hayata en düşkünü - ortak koşanlardan bile [daha düşkün]- olarak mutlaka ama mutlaka onları bulursun. Hâlbuki o, kendisine ömür veriliyor diye kendisini azaptan uzaklaştıracak değildir. Hâlbuki Allah, onların eylemlerini devamlı görendir.

97- "kim Cebrail'e düşman olduysa, (artık Allah da o kimseye düşman olmuştur)¹" de. kesinlikle o [Cebrail] onu (kur'an'ı/vahyi) önündekileri bir doğrulayan, insanlara bir yol rehberi ve müjde olarak Allah'ın izniyle senin kalbine [kısım kısım] indirdi.

¹: burada cevap cümlesi hazf edilmiştir (İrşad Ebu-s su'd ilgili ayet)

98- Kim Allah'a, onun Meleklerine, onun Elçilerine Cebrail'e ve Mikaile¹ bir düşman olduysa [bilsin ki] kesinlikle Allah, kafirlere [gerçeği örtenler] düşmandır.

¹: Cebrail ve Mikail de melek sınıfına dahil olduğu halde, meleklerden ayrı gibi söylenmesi, onların özel bir konuma sahip olduğunu gösterir. Tıpkı "O iki cennette meyveler; hurma ve nar vardır” (Rahman: 68) ayetinde hurma ve nar da meyve olduğu halde, onların ayrı sayılması gibidir.

99- Kesinlikle sana apaçık ayetler [işaretler] indirmiştik. Onları [o mucizeleri] ancak hadlerini aşanlar örtüp göz ardı eder.

100 - [Hadlerini aşanlar] ne zaman bir anlaşma yaptılarsa, onlardan bir grup onu [anlaşmayı] değersizce atmadılar mı [bozmadılar]? Aksine, onların çoğunluğu inanmıyor!

101- Onlara [hadlerini aşanlara] ne zaman Allah'ın katından, yanlarında bulunanları doğrulayan olarak bir elçi geldiyse, kendilerine kitap verilmiş olanlardan bir grup sanki bilmiyorlar gibi Allah'ın kitabını değersizce arkalarına attılar..

102- [Allah'ın kitabını arkalarına attılar ve]¹ şeytanların, Süleyman'ın krallığına karşı² okuyup teşvik ettikleri [şeylere] uydular. Süleyman, nankörlük etmedi; fakat şeytanlar babilde³ iki melik [sahip]⁴ olan harut ve maruta indirilen sihri insanlara öğreterek gerçeği örtüp göz ardı ettiler. halbuki o ikisi hiçbir kimseye, "kesinlikle biz sadece fitneyiz/imtihanız, gerçeği örtüp göz ardı etmeyin!" diyene kadar öğretmezlerdi. Artık onlar, Allah'ın izin verdiği hariç hiçbir kimseye zarar vermeyecek bir haldeyken, o ikisinden [o iki hükümdardan] kişi ile eşinin arasını ayıracak şeyi öğreniyorlar. Onlara sıkıntı veren ve fayda vermeyen [şeyleri] öğreniyorlar. Elbette [şunu] bildiler: onu [şeytanların anlattığını] satın alan kim varsa, kendisine ahirette [son'da] hiçbir pay yoktur. Şayet, biliyor olsalardı, kendi canlarını sattıkları ne kötüdür!

¹: bu ayet önceki ayetin devamıdır. Allah'ın kitabını arkalarına atanların yaptıklarını anlatmaya devam ediyor.


²: şeytandan kasıt, yanlışa giden cin ve insanlardır. (kurtubi ve Fahreddin Razi ilgili ayet)

³: "babil" ile kasıt edilen bölgenin ne olduğu hakkında Irak veya kufe toprağında bir yer olduğu söylenir, bazıları da nihavend de bir dağ olduğunu söyler. (İrşad Ebu-s su'd ve kurtubi ilgili ayet)

⁴: "melikeyn=ملكين" yani "iki Melik/kral" şeklinde de okumuştur. (kurtubi ilgili ayet)

103- Şayet onlar inanmış ve korunup sakınmış olsalardı, elbetteki Allah'ın katından bir 'eylemin getirisi' daha iyidir. Şayet, biliyor olsalardı..




104- Ey inanmış olanlar! "bize çobanlık et¹" demeyin! "Bize bak!" deyin ve işitin [algılayıp itaat edin]² kafirlere can yakıcı bir azap vardır.

¹:raina (راعنا) kelimesine "bize çobanlık et" manası müfredattaki manaya kıyasla verildi.

²: bakara 93. Ayette açıklandı

105- Allah, kimi tercih ediyorsa rahmetini ona mahsus kılarken, kitap halkından gerçeği örtmüş olanlar, RAB'binizden size hiçbir iyinin (hayrın) inmesini arzu etmiyorlar, müşrikler [Allah'a ortak sayanlar] da öyle. Hâlbuki Allah büyük ikram sahibidir.

106- Bir ayeti/mucizeyi¹ nesh² edersek veya iptal edersek³ ondan daha iyisini veya benzerini getiririz. Allah'ın, her şeye gücü yeten olduğunu hiç bilmedin mi?

¹: ayet kelimesi "mucize" mânâsında da olabilir.

²: nesh, bir şeyin yerine başka bir şeyi getirmek, bir şeyi aktarmak, kopya etmek manalarına gelir. (kadı beydavi) Mesela, "güneş, gölgeyi nesh etti" denir. (Fahreddin Razi) Güneşin ışığı, gölgeyi gidermiş onun yerine geçmiştir. Bu ayetin "kanununda değişme göremezsin" ayetleriyle çelişkisi yoktur. Çünkü nesh de kanuna dahildir. Örneğin güneşin gölgeyi gidermesi bir neshtir. Ancak güneşin doğuşu ve gölgenin giderilmesi de doğa kanunlarına bağlıdır.

"ayet" kelimesini "mucize" mânâsında kabul ederek, nesh'in sadece mucizeler için olduğunu savunanlar vardır.

Nesh ile kasıt, tevrat ve İncilin nesh'i olabilir. Önceki ayetlerde sürekli olarak tevrat'a atıf vardır.(Ebu hayyan, 2001)

Nesh'i duruma göre geçerlilik olarak anlamak mümkün. Savaş esnasında "size savaş açanlara karşı savaşın"(bakara 190) ayeti, barış olduğunda "barışa yanaşırlarsa sende barışa yanaş" (Enfal 61) ayeti geçerlilik kazanır.

³: ayetteki bu kelime (ننسأها) şeklinde de okunmuştur. (zamahşeri ilgili ayet) Manası "ertelemek" demektir. Bu takdirde manası "iptal etmek" olur. (müfredat : نسا)

107- Göklerin ve yerin (Evrenin)¹ yönetiminin Allah'a ait olduğunu bilmiyor musun? Sizin için Allah'tan beride hiçbir Veli (rehber) ve yardımcı yoktur.


¹: "gökler ve yer" ifadesi, her zaman için "tüm evren, tüm kainat" manasında kullanılır. Geçtiği tüm ayetlere dikkat edildiği zaman, bu durum kolayca anlaşılabilir.

108- Yoksa siz daha önceden Musa'dan istenildiği¹ gibi elçinizden istemeyi mi düşünüyorsunuz? İnancı, küfr [gerçeği örtmek] ile değiştiren kimse, yolun eşitliğini (doğru yolun ortasını) kaybetmiştir.

¹: Araf 138. Ayete bakınız.

109- Kitap halkından çoğunluğu, gerçek kendilerine açıkça belli olduktan sonra, içlerindeki kıskançlıktan dolayı sizi inancınızdan sonra, küfre/gerçeği örtenler olmaya çevirmeyi arzu ettiler. Artık Allah, emrini verinceye (kıyamet gününe)¹ kadar onları affedin ve hoş görün. Kesinlikle Allah, her şeye gücü yetendir.

¹: Allah'ın emri onların arasında kıyamet günü gelecektir.
Eğer bu emrin dünyada geldiğini kabul edersek gelen emir şudur;

Ankebut 46 "kitap ailesinden (Yahudi ve Hristiyanlardan) zulüm edenleri hariç, onlara karşı en güzel tarzın dışında fikri mücadele yapmayın"


110- Yönelişi (namazı) ayakta tutun ve zekâtı da verin. Kendi nefsiniz için hayırdan gönderdiğinizi, Allah'ın katında bulursunuz. Kesinlikle Allah, eylemlerinizi bir devamlı görendir.

111- "Cennete, Yahudi veya Hristiyan olandan başkası asla girmeyecek." dediler. İşte bu [söyledikleri] kendilerinin kuruntusudur. "Eğer sadık/doğru kimseler iseniz, en sağlam olan kanıtınızı [burhan] getirin!" de.

112- (durum gerçekten onların anlattığı gibi mi?) Hayır! Kim iyilik eden olarak yüzünü [kendini]¹ Allah'a teslim ederse, artık onun ödülü RAB'binin katındadır. Onlara bir korku yoktur onlar üzülmezler.

¹: ayetteki (وجه) bildiğimiz "yüz" mânâsına gelir. Ancak bazen bu kelimeyle insanın kendisi de kasıt edilir. (Mufredat: وجه)

113- Yahudiler "Hristiyanlar, herhangi bir şey (yol) üzerinde değildir." dediler. Hristiyanlar "Yahudiler, herhangi bir şey (yol) üzerinde değildir" dediler. Hâlbuki, kitabı okuyup teşvik ediyorlar. İşte bunun gibi, bilmeyenler de onların sözlerinin benzerini söylediler. Artık, hakkında ayrılığa düşmekte oldukları konuda Allah kıyamet günü aralarında hüküm verir.


114- Allah'ın ibadethanelerinde onun adının zikir edilmesini[anılmasını, anlatılmasını]engellemiş ve onun harap edilmesi konusunda gayret etmiş kimseden daha zalim kimdir? İşte onlara korkarak olması müstesna, oraya giriş yoktur. Onlara dünyada [ilk'te] bir rezillik vardır, ahirette [son'da] büyük bir azap vardır.


115- doğu ve batı [her yer]¹ Allah'ındır. Nereye dönerseniz, Allah'ın yüzü (yönü)² oradadır. Kesinlikle Allah, [gücü] geniş olandır, bilendir.

¹: bu ifadeyle, bütün yönler kasıt edilmiştir. (kadı beydavi, ilgili ayetin tefsiri) gökler ve yer, diyerek bütün evreni kasıt etmek gibi, doğu ve batı diyerek her yön kasıt edilir.

²: Rum 30. Ayette "yüzünü dine çevir" sözünde, yüz kelimesinin mecaz olması gibi, bu Ayette de yüz kelimesi Yön manasında kullanılıyor.


116- ve "Allah bir çocuk edindi" dediler. O yücedir [bundan münezzehtir]¹. Hayır! Göklerde ve yerde [tüm evrende] ne varsa, hepsi onundur [Allah'ındır]. [Onların²] her biri ona [Allah'a] gönülden bağlı olarak itaat eder.³

¹: Allah, kendi adını yüceltmek için bazen kendisine 3. Şahıs (o) olarak anlatır. Bu Ayette, konuşan Allah olduğu halde, kendisini "o" diyerek anlatma sebebi budur. 1. Şahıs (ben) 2. Şahıs (sen) 3. Şahıs (o) birçok Ayette birbirlerinin yerlerine kullanılır. (İltifat sanatı)


²: muzafun ileyh olan (هم) zamiri hazf edilmiştir. (كلهم) manasındadır.

³: (müfredat : قنت)

117- Göklerin ve yerin [tüm evrenin] örneği olmaksızın¹ ilk yaratıcısı'dır. Herhangi bir işi tamamladığı² zaman, ona sadece "ol" der, hemen oluverir.


¹: âyette (بدع) fiilinin, ismi faili olan (بديع), bir şeyi bilinen bir yol izlemeden, hiçbir örneği olmadan ilk yaratan mânâsına gelir. (müfredat : بدع) bu sadece Allah için kullanılır. İnsanın gücü, bir şeyi örnek almadan yaratmaya yetmiyor. Bugün yapılan tüm icatlar, evrende var olanlardan kopya çekilerek, örnek alınarak yapılmıştır.

²: "kada=قضي" fiili, "tamamladı" mânâsına gelir. Örneğin biri ölünce ömrünün tamamlanması sebebiyle de bu fiil kullanılır (müfredat : قضي Fahreddin Razi, ilgili ayet) bu ayeti de "işini yapıp bitirdiği zaman ona 'ol' der, hemen oluverir 'şeklinde anlamamız gerekiyor. Bunun delili Alimran 59. Ayette önce topraktan yaratmayı anlatıp "sonra" ol emrini verdiğini söylemesidir. Demekki "ol" emri, iş tamamlandığı zaman verilen bir emirdir. Aksi taktirde hem bu ayetle hemde evrenin 6 evrede yaratıldığını anlatan ayetlerle çelişki çıkardı.

118- Bilmeyenler "Allah bizimle iletişime geçmeli veya bir ayet (mucize) gelmeli değil miydi?" dediler. İşte bunun gibi, onlardan öncekiler de onların sözlerinin benzerini söylediler. Kalpleri benzedi. Yakinen/kesin bilgi sahibi olarak inanmak isteyen [her¹] millet için ayetleri (mucizeleri) elbetteki açıkça gösterdik².


¹: ayetteki (قومٍ) kelimesinin tenvinli olması, onun geneli kapsaması içindir. Yani bir tek topluluk değil, gerçeği bilmek isteyen her topluluk içindir bu.

²:Evrendeki sistematik ve rasyonel (anlaşılabilir) yapı, bize bir yaratıcının varlığını yeterince kanıtlayan bir mucizedir. Kur'an, 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir ayeti olmayan aksine isabetli ve bağdaşabilen ayetleri olan bir kitap olarak bize mucize sunuyor. Bu mucizeler diğer ayetlerde anlatılacaktır.


Ayetteki bahsedilen kişiler ise farklı mucize istiyor. Onların istediği mucizeler, Tıpkı Nisa 153. yette "Allah'ı bize açıkça göster" diyenlerin istediği gibi mucizedir.

119- Kesinlikle biz, seni hak ile bir müjde ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Kızgın Ateşin dostlarından sorulacak değilsin.

120- Yahudiler ve Hristiyanlar, sen onların dini görüşüne bağlı oluncaya kadar asla senden razı olmayacaklar. "kesinlikle, Allah'ın hidayeti, asıl hidayettir!" de. Eğer, sana bilgiden gelenlerden sonra, onların kötü arzularına uyacak olursan, kesinlikle sana Allah'tan bir veli [rehber] yoktur. Bir yardımcı da yoktur.


121- Kendilerine kitabı vermiş olduğumuz [kişiler] onu gerçek okunmasıyla okuyorlar[Takip ediyorlar]¹ işte, ona [o kitaba] inananlar onlardır. Kim onu görmezlikten gelirse/gerçeğini örterse, [bilsin ki] kaybedenlerin ta kendileri işte onlardır.

¹: (tilavet=تلاوة) kitaplara bağlılık manasında kullanılır. Okumak, kitabın içindeki emir ve yasaklara uymak, gereğini yapmak demektir. (müfredat : تلو)


122- Ey İsrail'in oğulları! Size verdiğim nimetimi [iyi hali] ve sizi âlemlere [tüm varlıklara] fazla/üstün kıldığımı hatırlayıp anın!

 123- Yardım olunmaz bir halde iken, herhangi bir canın (nefsin) herhangi bir can (nefis) hakkında hiçbir şekilde karşılık ödemeyeceği, kendisinden bir fidye kabul edilmeyeceği ve kimseden bir şefaat'in [yardıma gelişin] fayda vermeyeceği bir günden korunup sakının.

124- Bir zamanlar RAB'bi, İbrahim'i kelimelerle¹ sınadı. Ardından onları tamamladı. [RAB'bi] "kesinlikle ben, seni insanlara bir imam yapacağım" dedi. [İbrahim] "soyumdan da [imamlar yap]" dedi. [RAB'bi] "Benim anlaşmam, zalimlere ulaşmaz" dedi.

¹: kelimeler ile kasıt, oğluyla yaşadığı imtihandır (müfredat : كلم) bakınız saffat 100-113 ayetleri.


125- Bir zamanlar, (o) Evi, (o) insanlar için bir toplanma mekanı ve emniyet¹ yaptık. Siz de İbrahim'in makamından bir yönelme yeri² edinin. İbrahim ve İsmail'e "(o) Evi, tavaf edenler, akifler [ibadete kendisini bağlayanlar]³, Rüku edenler, secde edenler için temizleyin" diye anlaşma verdik.


¹: emniyet, azaptan emin olmak manasındadır. Fiziksel koruma değil. (müfredat : امن)

²: "musalla=مصلي" kelimesi İsmi mekan veya mastardır. (Halebi: duru-l mes'un) "bir yöneliş edinin" manasında da olabilir. Anlam itibariyle "İbrahim'in yönelişi gibi bir yöneliş edinin" manasında olabilir. 

³: (müfredat : عاكف)


126- Bir zamanlar, İbrahim "RAB'bim, bunu emniyetli bir belde (devlet)¹ yap. Onun [o beldenin] ailesinden kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, ona ürünlerinden Rızık ver" dedi. [RAB'bi] "kim, nankörlük ettiyse artık onu birazcık geçindiririm. Sonra Ateşin azabına doğru zorlarım/mahkum ederim! Ne Kötü bir ulaşım yeridir!" dedi.

¹: Belde (بلد) kelimesi sınırları çekilmiş bölge mânâsına gelir. (müfredat : بلد) Yunanca da "politea = πολιτεία" kelimesinden alıntıdır. Bu kelime "devlet," manasında kullanılıyor (kaynak : etimoloji türkçe/ wictionary)


127- Bir zamanlar İbrahim, evden temelleri yükseltirken İsmail ile "RAB'bimiz bizden Kabul buyur! Kesinlikle Sen işitensin, bilensin." [dediler] ¹.

¹: "dediler" ifadesi hazf edilmiştir.

128- "RAB'bimiz, bizi sana teslim olanlar (Müslümanlar)¹ ve soyumuzdan da sana teslim olan (müslüman) bir Ümmet (topluluk) yap. Bize ibadet yerlerimizi göster ve bizim pişmanlığımızı/tevbemizi kabul et. Kesinlikle sen, pişmanlığı /tevbeyi çokça kabul edenin, Rahim olanın ta kendisisin."

¹: müslüman ismi, if'al babından teslim olan ve barışa giren demektir. (müfredat : سلم)

129- "RAB'bimiz, Onların içine, ayetlerini onlara okuyup teşvik eden, (o) Kitabı ve hikmeti¹ öğreten ve onları arındıran kendi içlerinden bir elçi (resul) tayin et. Kesinlikle sen devamlı üstünsün, hakimsin/hikmetlisin."

¹: Hikmet, akılla gerçeğe isabet etmektir. (müfredat: حكمة)

130 - Kendine akılsızlık eden bir yana, kim İbrahim'in dini görüşünden hoşlanmaz¹ elbetteki onu dünyada seçtik ve kesinlikle ahirette [son'da] düzgün-iyi kişilerdendir.

¹: ayetteki (رغب) kelimesi, (عن) harfi cerr'i ile "sevmemek, yüz çevirmek" mânâsına gelir (müfredat : رغب)

131- RAB'bi ona [İbrahim'e] "Teslim ol!" demişti. O da "âlemlerin Efendisine teslim oldum." demişti.

132- Bunu İbrahim kendi oğullarına Vasiyet/emir etti. Yakup "Ey oğullarım! Kesinlikle Allah, sizin için (o) Dini seçti. Artık ancak Teslim olanlar (Müslümanlar) olarak ölün." [dedi].

¹: "dedi" sözü hazf edilmiştir.

133- Yakup, ölüm kendisine geldiği zaman, oğullarına "benden sonra neye kulluk edeceksiniz?" dediğinde "Teslim olanlar olarak senin Tanrına ve Ataların¹ İbrahim'in, İsmail'in ve İshak'ın da Tanrısı olan bir tek Tanrıya inanacağız." dediler. [bunlar olduğu] zaman siz şahit miydiniz?


134- İşte bunlar gelip geçmiş birer topluluktur. Ne elde ettiler ise kendileri içindir. Ne elde ettiyseniz sizin içindir. Onların bulunmakta oldukları eylemlerinden sorgulanmazsınız.


135- "Yahudi veya Nasrani [Hristiyan] olun ki, hidayet [doğru yol] bulursunuz" dediler. "Hayır! Hanif olarak ortak koşanlardan olmayan İbrahim'in milletine (dinine) [uyanlar, hidayeti bulur]¹" de!

¹: bu kısım, Yahudi ve Hristiyanların "Doğru yolu bu şekilde bulursunuz" sözüne itiraz olduğu için böyle meal edildi.

136- "biz ona teslim olanlar olarak, Allah'a ve bize [topluca] indirilene¹ inandık. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakuba ve Torunlarına [topluca]¹ indirilene inandık . Musa'ya İsa'ya verilene² inandık. RAB'lerinden Nebi'lere ne verildi ise inandık, onlardan hiçbirinin arasında ayrım yapmayız³." deyin.

¹: inzal (إنزال) topluca indirmek anlamına gelir. (müfredat : نزل)

²: İbrahim, İsmail, İshak ve yakup için indirilmiş sayfalar vardır. Musa ve isa için verilen kanunlar (Tevrat ve İncil) vardır. Bu sebeple kelime ayrımı yapılmıştır.

Bugün var olan Tevhid temelli dinler, aslında ilahi bir kaynaktan alıntı yapmış olabilir. Bu sebeple herhangi bir dinin kutsal metninin, vahye dayanabilecek olduğunu unutmamak gerekir.

137 - Eğer, sizin inandığınızın benzeri ile¹ ona [Allah'a] inandılar ise yol bulmuşlardır. Eğer yüz çevirdiler ise onlar ancak bir cepheleşme² içindedirler. O halde işiten, bilen olarak Allah sana yetecek.

¹: Allah'a bizim inandığımız gibi, ortak koşmadan inanırlarsa, manasındadır. Çünkü cennet Müslümanların tekelinde değildir (bakara 62)


138- Allah'ın boyası [dini]¹! Biz ona kulluk ederken, boya [din] bakımından, Allah'tan daha güzel olan kimdir?

¹: ayetteki (صبغ) kelimesi bildiğimiz boya demektir. Burada din kasıt edilmiştir. Boya nasıl iz bırakıyorsa, din de insanın eylemlerinde öyle bir etki bırakır. Bundan dolayı dine "boya" denmiştir. (kurtubi ilgili ayet) bu kelimenin fıtrat, Akıl manasında olduğu da söylenmiştir (müfredat : صبغ)

139- Kendisi RAB'bimiz ve RAB'biniz olduğu halde bizimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz? Biz ona adanmış iken, bizim eylemlerimiz bizim içindir; sizin eylemleriniz sizin içindir.

140- Yoksa, "kesinlikle İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunları birer Yahudi veya Hristiyandı" mı diyorsunuz? "Siz mi daha iyi bilirsiniz? Yoksa Allah mı?" de. Allah, eylemlerinizden bihaber değilken, Allah'tan gelen yanında bulunan şahitliği gizleyen'den daha zalim kimdir?¹


141- işte onlar gelip geçmiş birer topluluktur(ümmettir). Ne elde ettiler ise kendileri içindir; ne elde ettiyseniz sizin içindir. Onların eylemlerinden sorguya çekilmiyorsunuz.


142- İnsanlardan aklı eksikler, "Onları üzerine oldukları kıblelerinden [yönlerinden¹] ne çevirdi?" diyecekler. "doğu ve batı [her yer] Allah'ındır. [Allah] kimi tercih ediyorsa onu sapasağlam bir doğru yola iletir" de.

143- İşte bunun gibi, insanlara karşı şahitler olmanız ve Elçinin size karşı bir devamlı şahit olması için sizi orta bir topluluk (ümme)  yaptık. Üzerinde bulunmuş olduğu kıbleyi [yönü] ancak topuğu üzerine dönen kimseden, Elçi'ye bağlı olan kimseyi bilmemiz için yaptık. [Bu durum], Allah'ın kendisine yol göstermiş olduğu [kişilerden] başkasına kesinlikle çok büyük [bir iş] oldu. Allah, inancınızı zarara uğratacak değildir. Gerçekten Allah, insanlara bir Rauf'tur, bir Rahim'dir.

¹: bu ifadeye dayanarak Allah'ın eylemleri ortaya çıktıktan sonra bildiğini savunanlar vardır. Bu görüşü savunanlara göre, Allah'ın bilgisi, sadece kendisinin belirlediği olaylar için vardır. Henüz ortaya çıkmayan bir eylemin bilgisi yoktur.


144- Yüzünü, göğün içine döndürdüğünü görüyorduk. Artık seni kendisine razı olacağın bir kıbleye mutlaka ama mutlaka çevireceğiz. Artık, yüzünü kutsal ibadethane (mescidi haram) tarafına/yönüne çevir. Nerede olursanız, yüzünüzü onun tarafına/yönüne çevirin. Kendilerine kitap verilmiş olanlar kesinlikle onun RAB'lerinden (gelen) gerçek bir olduğunu biliyorlar. Allah onların eylemlerinden bihaber değildir.

145- Kendilerine kitap verilmiş olanlara bütün mucizeleri/ayetleri getirsen bile, sen onların kıblelerine [yönlerine] bağlı olacak değilken onlar kıblene [yönüne] bağlı olmazlar. Onların bazıları, bazısının kıblesine [yönüne] bağlı olmaz. Sana gelen (o) bilgiden sonra, onların kötü arzularına uyacak olursan, kesinlikle sen, o an zalimlerdensin [demektir].


146- Kendilerine kitabı vermiş olduklarımız onu (Peygamberi), kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanıyorlar. Kesinlikle onlardan bir grup, (o) gerçeği bile bile gizliyor.

147- (o) Gerçek, RAB'bindendir. Artık şüphelenenlerden olma!

148- Her biri için, birer yön/Kıble¹ vardır, ki o (Allah) ona (o yöne/kıbleye) çevirendir. O halde, iyilere (hayırlara) koşuşturmaya çalışın! Nerede olursanız olun, Allah hepinizi bir topluluk haline getiriyor. Kesinlikle, Allah her şeye gücü yetendir. 

¹: "vichetun=وجهاة" Kıble manasındadır. Bir başka kıraat'e "Kıbletun=قبالة" okunması da bunu destekler (KEŞŞÂF) 


149- Nereden çıkarsan çık, yüzünü kutsal ibadethane (Mescid-i haram) tarafına çevir. Kesinlikle o RAB'binden (gelen) gerçektir. Allah, eylemlerinizden bihaber değildir.

150- Nereden çıkarsan çık, artık yüzünü kutsal ibadethane (Mescid-i haram) tarafına çevir. Artık, onlardan zulüm edenleri hariç, size karşı insanlara ait bir delil olmaması için, nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin ve size nimetimi [iyi hali] tamamlamak için onlara [insanların zalim olanlarından] saygılı olmayın ve bana saygılı olun. Yol bulmanız beklenir.

151- Tıpkı, Ayetlerimizi size okuyup teşvik eden, sizi arındıran, kitabı ve hikmeti size öğreten ve hiç bilmiyor olduğunuz [şeyleri] size öğreten bir Elçi'yi, içinize gönderişim gibi.¹

¹: 150. Ayette geçen "liutimme=لأتم" yani "tamamlayayım" ifadesine bağlıdır. (zamahşeri: keşşaf) buna göre, "Elçi'yi, içinize gönderişim gibi, tamamlayayım" anlamındadır.

152- O halde, beni hatırlayıp anın ki sizi anıyım, bana teşekkür edin ve bana nankörlük etmeyin!

153 - Ey inanmış olanlar! Sabır¹ ve yöneliş (dua) ile destek isteyin. Kesinlikle Allah, sabır edenlerle birliktedir.

¹: 45. Ayetin dipnotuna bakınız.

154- Allah'ın yolunda¹ öldürülen kimseler için "ölüler" demeyin. Aksin! Onlar diridirler; fakat siz farkında değilsiniz.

¹:"Allah yolunda" ifadesiyle kasıt edilen her ifade, kur'an'ın onay verdiği ve emir ettiği şeyleri kapsar. Kur'an'ın onay verdiği savaş, sadece savunma, koruma, sadist insanları yok etmek, baskıyı yok etmek maksadıyla yapılan savaştır. (Bakara 190-195,) bunların dışında hiçbir şekilde savaşa müsaade yoktur. Savaş açanlar barış istiyorsa, bu durumda Barışı emir eder (Enfal 61,) savaş açmadığı sürece, müslüman olmayan kişilere dahi iyilik etmeye müsaade edilir. (Mumtehine 8,) bazılarının sandığının aksine; bu tarz ayetler durduk yere savaşmayı emir etmiyor.


155- Sizi korkudan, açlıktan; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme[türün]den bir şeyle mutlaka ama mutlaka sınayacağız. Sabırlıları müjdele!

156- [sabır edenler] ki kendilerine bir musibet² isabet ettiği zaman, "kesinlikle biz, Allah için varız ve kesinlikle biz sadece ona [Allah'a] dönüyoruz" dediler.


157- RAB'lerinden salavat¹ [bağışlama, övgüler] işte onların (evet!) onların üzerinedir, bir Rahmet [de onların üzerinedir.] işte onlar, yol bulanların ta kendileridir.

¹: Salat (الصلاة) bildiğimiz dua demektir. Ayette çoğulu (صلوات) geçmiştir. Salat, Allah'tan olursa, manası "rahmet,övgü, bağışlamak ," olur. (kaynak : Mufredat, lisanul Arab, Fahreddin Razi)

Devamında gelen rahmet, bu manayı pekiştirmek içindir. "ve" ayırmak maksatlı değildir, tevbe 117 de olduğu gibi pekiştirmek maksatlı kullanılmaktadır.

158- Kesinlikle, Safa ve Merve¹ Allah'ın alametlerinden'dir. Artık kim (o) Evi hacceder [kasıt eder]² veya umre yaparsa [ziyaret ederse] bu ikisini tavaf etmekte kendisine bir günah/yanlışa meyil ediş yoktur³. Kim, herhangi bir iyiyi (hayrı) gönülden itaat ederek yaptıysa, [bilsin ki] Allah, teşekküre çokça karşılık verendir, bilendir.


¹: safa, arınmış taş demektir (müfredat : صفو) âyette marife olarak gelmesi, bunun belli bir yer olduğunu gösteriyor. Merve ise sert taş demektir.(kurtubi)

²: Hac, "kasıt etmek" demektir.(kurtubi)


 ³: (müfredat : جنح)

⁴: ayetteki (طوع) ikrâh'ın (zorlamanın) zıddı olarak isteyerek, gönülden gelerek itaat etmektir. (müfredat : طوع)

159- Gerçek şu ki, açık kanıtlardan ve doğru yol rehberinden indirdiğimizi, kendisini kitapta insanlar için açıklamamızdan sonra gizleyenler (evet!) Allah'ın kendilerine lanet ettiği [rahmetinden engellediği] ve lanet edenlerin kendilerine lanet ettikleri [kimseler] işte onlardır.


160- Ancak, tevbe etmiş, (halini) düzeltmiş ve (gerçeği) açıklamış olanlar hariç. O halde, işte onlar (evet!) onların Tevbelerini kabul ediyorum. Hemde ben, Tevbeleri çokça kabul edenim, Rahim olanım.




161- Gerçek şu ki, Gerçeği örtmüş ve kâfirler [gerçeği örtenler] olarak ölmüş olanlar (evet!) Allah'ın, Meleklerin ve toplu halde insanların laneti kendilerinin üzerine olanlar işte onlardır.


162- Onda kalıcıdırlar. Onlara bakılmaz bir haldeyken, onlardan azap yumuşatılacak değildir.

163- Tanrınız, bir tek olan Tanrıdır. Rahman, Rahim ondan başka hiçbir Tanrı yoktur.


164- Gerçekten, göklerin ve yerin (evrenin) yaratılışında; gece ve gündüzün birbiri yerine geçmesinde; insanların faydalandığı [şeyler] ile denizin içinde akıp giden gemilerde; bir gökten¹ bir sudan Allah indirip, ardından yere [dünyaya] ölümünün ardından onunla hayat vermesinde; onun [yerin] içinde her kımıldanan[türün]den savurmasında/yaymasında; rüzgarları halden hale çevirmesinde; gök ve yer arasında hizmete hazır edilmiş bulutlarda, akıl eden bir millet için mutlaka ayetler [mucizeler] vardır.


¹:sema, yerden yukarıda olan her şey için kullanılır. (müfredat : سما, kurtubi Bakara 19)
Dünyanın oluşumu ile ilgili teoriler, dünyada başta su olmadığını ve sonradan dünya dışından suyun geldiğini belirtmektedir. (bkz: BBC- dergi, okyanuslar nasıl oluştu?) yani "Gökten" inen su ile kasıt edilen yağmur harici bir su olabilir.


165- İnsanlardan kimi, Allah'tan beride, Allah sevgisi gibi onları severek denk(Tanrı)lar ediniyor. İnanmış olanların, Allah(a olan) sevgisi, daha güçlüdür. Zulüm etmiş olanlar, (o) azabı gördükleri vakit kuvvetin tamamen sadece Allah'a ait olduğunu görüyor olsalardı...¹ Kesinlikle;² Allah, azabı şiddetli olandır. 

¹: "Şayet" [lev=لو] ifadesinin cevabı hazf edilmiştir. Yani anlamı takdiren şöyle olabilir "...görüyor olsalardı, zulüm etmezlerdi", "...şirk koşmazlardı" gibi. 

²: Buradaki "en=أن" Yakup'un kıraat'inde "in=إن" olarak yani yeni bir cümle başlangıcı olarak da okunmuştur. (Beydavi) çeviri buna göre yapıldı. Eğer mevcut kıraat baz alınırsa anlamı şu şekilde olur: "Zulüm etmiş olanlar, (o) azabı (dünyada yaşadıkları azabı) gördükleri o vakit, kuvvetin, tamamen sadece Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın, 'azabı şiddetli olan' olduğunu görüyor olsalardı..." 


166 - Bir zamanlar kendilerine bağlı olunmuş olanlar, (kendilerine) bağlı olanlardan beri oldu, azabı gördüler ve kendilerinden sebepler [bağlar] parça parça oldu.


167- (Onlara) bağlı olmuş olanlar "bizim için bir kere daha [dünyaya dönüş] olsaydı, onlardan [bağlı olduğumuz o kimselerden] bizden uzak oldukları gibi, onlardan uzak olurduk" dediler. İşte bunun gibi, onlar ateşten çıkmayacak bir haldeyken, Allah kendilerine hasretler olarak kendilerinin eylemlerini kendilerine gösterir.

168- Ey insanlar! Yerdekilerden temiz helal olarak yiyin ve şeytanın (kötülüğün) adımlarına uymayın. Kesinlikle o, sizin için apaçık bir düşmandır.


169- O sadece çirkinliği [kötülüğü], fuhuşu ve Allah'ın üzerinden bilmediğiniz [şeyleri] söylemenizi size emir ediyor.

170- Onlara "Allah ne indirdi ise ona uyun" denildiği zaman, "hayır! babalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) ne ise ona uyarız" dediler. Babaları bir şey akıl etmiyor ve yol bulamıyor olsa da mı?

171- Gerçeği örtmüş olanların örneği, tıpkı bir dua¹ ve bir nida seslenişinden başkasını duymayan [şeylere] bağırıp çağıranın² örneği gibidir. Sağır, dilsiz ve kördür, artık onlar akıl etmiyorlar.

¹: dua yakın sesleniş nida ise uzak sesleniş demektir. (kurtubi ilgili ayet)

²: ayetteki (نعق) kelimesi, çobanın sürüsüne haykırması manasındadır. (müfredat : نعق)

172- Ey inanmış olanlar! Size rızık ettiğimiz [şeylerin] hoş olanlarından yiyin ve eğer sadece kendisine kulluk etmekte idiyseniz Allah'a teşekkür edin!

173- size ancak kendiliğinden ölmüş¹ hayvan, kan, domuzun eti ve kendisiyle Allah harici bir şey adına² kesilenler ne ise onları yasak etti. O halde mecbur kalan kimseye sınırı aşmayı istemeksizin ve düşmanlık etmeksizin [bunları yemesinde] kasıtlı suç yoktur. Kesinlikle Allah, çok bağışlayandır, Rahimdir.

¹: buradaki (الميتة) kelimesi kendiliğinden kesilmeden ölmüş /leş mânâsına gelir (müfredat : موت) âyette "kutile=قتل" yani "katledilmiş" dememesi de bunu doğruluyor.

²: (müfredat : هلل)

Bu ayetten "ihtiyaç varsa, yasaklar serbest olur" hükmünü görebiliriz.


174- Gerçek şu ki, Allah'ın kitaptan indirdiği [şeyleri] gizleyenler ve onu az bir bedele satanlar (evet!) işte onlar karınlarına ancak Ateşi yiyorlar. Kıyamet gününde Allah, onlara konuşmaz ve onları arındırmaz. Kendileri için can yakan bir azap vardır.


175- İşte onlar, hidayet [doğru yol] karşılığı dalaleti [yolu kaybedişi] ve bağışlanma karşılığı azabı satın almış olanlardır. Artık onlar ateşe karşı ne sabırlıdır!¹


¹: burası "cüretkar" manasındadır. (müfredat : صبر)


176 - işte bu, Allah'ın hak ile kitabı indirmesi sebebiyledir. Kesinlikle (o) Kitap hakkında ayrılığa düşmüş olanlar kesinlikle çok uzak bir cepheleşme içindedir.

177- Yüzünüzü, doğu ve batı yönüne çevirmeniz 'iyilik' değildir; fakat 'iyilik' Allah'a, Ahiret [son] gününe, Meleklere, kitaba ve Nebi'lere inanmış; Malı, kendisini sevdiği halde yakınlık sahibine, yetimlere, yoksullara, yol çocuklarına [yolculara] ve isteyenlere (dilencilere) bir de boyunlar [köleler/esirler] hakkında vermiş; yönelişi (namazı) ayakta tutmuş, zekatı vermiş kimsenin; anlaşma yaptıkları zaman kendi anlaşmalarına vefalı olanların; perişanlık [savaş], sıkıntı ve perişanlık [zorluk] süresi içinde sabır edenlerin¹ [iyiliğidir]. İşte onlar, dürüst olanlardır. İşte onlar, korunup sakınanların ta kendileridir.

¹: burada "sabır edenler" anlamındaki "sabirine =الصابرين" ifadesinin mensup gelmesi "özellikle de bunları kasıt ediyorum" manasında olmasından dolayıdır. (kurtubi) dilin bu yapısını bilmeyenler gramer hatası olduğunu iddia etmiştir.

178- Ey inanmış olanlar! Cinayetlerde Kısas [misilleme] üzerinize yazıldı. Hür'e Hür, köleye köle, kadına kadın¹... Artık kimin lehine, onun kardeşinden [ölenin kardeşinden] bir şey affedilir ise tanınan iyiliğe bağlı kalmak ve ona diyeti iyilikle ödemek vardır. İşte bu RAB'binizden bir hafifletme ve rahmettir. Artık, kim bundan sonra düşmanlık ettiyse artık ona acı bir azap vardır.

¹: Bu ifade, İsra 33 ve Maide 45 ayetleri gereğince asla "Köle, hür'ü; Hür, köleyi; kadın erkeği öldürürse ceza almaz" olarak anlaşılamaz. Bu ifade sadece misilleme olduğunu vurgulamak amaçlıdır. Eğer "Köle'ye hür," gibisinden bir ifade olsaydı, bu durumda Arapların cahiliye döneminde uyguladığı, A kabilesinin B kabilesinden bir köle'yi katletmesine karşılık kısas yerine iki hürü katletmesini, yaralamalarda haddi aşmasını onaylamış olurdu. Hâlbuki ayetin iniş sebebi bile bu olayı engellemek amaçlıdır. (Fahreddin Razi) Ayrıca, hadislerde bile peygamberin uygulamasına bakılınca, katil bir erkeğin, katlettiği kadına karşılık kısas olduğu, yani "Erkeğe kadın" şeklinde bir kısas olduğu da görülüyor. (kurtubi) hatta bir hadiste "kıyamet günü Allah'a karşı en küstah üç kişi gelir: katilinden başkasını katletmiş olan adam..." hadisi de bu düşünceyi doğruluyor. 

179- Kasas'ta¹ [anlatılanlarda] size bir hayat vardır Ey akıl sahipleri! Korunup sakınmanız beklenir.

¹: "Kasas=قصص" şeklinde de okunmuştur. (kadı beydavi ) bu durumda çeviride yazıldığı anlamdadır. genel okuyuşta ise ''Kısas'ta hayat vardır'' anlamındadır.

180- Birinize ölüm geldiği zaman eğer bir hayır bıraktı ise meydana getirenler [anne ve baba] ve akrabalar için tanınan iyilikle [uygun bir biçimde] vasiyet etmek -korunup sakınanlara (mutakilere) bir Hak olarak- size yazıldı.

181- O halde kim onu duymasından sonra onu [vasiyeti] değiştirdi ise, onun kasıtlı suçu sadece onu değiştirenlerin üzerinedir. Kesinlikle Allah, bir devamlı işitendir, bir devamlı bilendir


182- Artık, kim vasiyet eden [kişi tarafın]dan bir taraflılık [yapılmasından] veya bir kasıtlı suç [işlenmesinden] korkup onların aralarını düzeltti ise, artık ona [o kimseye] bir kasıtlı suç [günah] yoktur. Kesinlikle Allah, çok bağışlayandır, Rahimdir.


183- Ey inanmış olanlar! Sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç size de yazıldı. Korunup sakınmanız beklenir.


184- Sayılmış günlerde [oruç size yazıldı]¹. Sizden kim hasta veya bir yolculukta olduysa diğer günlerden sayısınca [oruç tutsun]². Sadece ona takat yetirenlere herhangi bir yoksulun yiyeceği bir fidye³ vermek gerekir. Kim, gönülden gelerek bir iyiyi (hayrı) yaptıysa o [yaptığı] kendisi için daha iyidir. Eğer biliyorsanız, [hastalık veya yolculuk üzerinde] oruç tutmanız sizin için daha iyidir.


¹: "eyyemen=أياما" kelimesi zarf olarak mensuptur. (Beydavi, zad'ul mesir)

²: "feiddeten=فعدّةً" şeklinde mensup olarak da okunmuştur. (Keşf ve-l beyan) bu okuyuşa göre meal edildi.


³: bu ifade fitre olarak anlaşılabilir. Ayetin zahiri fitreye işaret etmektedir (müfredat : طوق)


185- Ramazan Ay'ı, kur'an'ın insanlara bir yol rehberi, hidayetten [doğru yoldan] açık kanıtlar ve Furkan [hak ile batılı ayıran] olarak kendisinde [topluca] indirildiği¹ [Ay'dır]. Artık sizden kim (o) Ay'a şahit olursa onu [orucu] tutsun. Kim hasta veya bir yolculuk üzerinde olursa diğer günlerden [tutmadığı günlerin]² sayısınca [oruç ona gerekir]. Hâlbuki Allah, size kolaylık istiyor; size zorluk istemiyor. Bir de, (o) sayıyı tamamlayın ve Allah'ı size yol göstermesi sebebiyle ululayın. Teşekkür etmeniz beklenir.

¹: ayetteki (أنزل) fiili, if'al babından olarak "topluca indirmek" manasındadır (müfredat : نزل)

²: (müfredat : عدد)
Bir nevi ayete "fe aleyhi iddetuha =فعليه عدتها" anlamı verildi. "iddetun=عدةٌ" ifadesindeki tenvin muzafun ileyh'ten bedeldir. "iddetuha=عدتها" anlamındadır.


186- Kullarım sana benim hakkımda sordukları zaman [kendilerine bildir] kesinlikle ben çok yakınım. Duacının duasına, bana dua ettiği zaman cevap veririm. O halde, bana cevap vermeyi dilesinler bana inansınlar, olgunluğa [doğruluğa] ulaşmaları beklenir.


187- Orucun gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal edildi. Siz onlar [kadınlar] için, [kötülükten koruyan]¹ bir elbise iken, Onlar [kadınlar] da sizin için [kötülükten koruyan] bir elbisedir. Allah, kesinlikle sizin kendinize hainlik etmeye çalışmış [fıtratınıza karşı gelmeye çalışmış] olduğunuzu bildi. Artık, tevbenizi kabul etti ve sizi affetti. O halde, şimdi onlarla [kadınlarla] birlikte olun ve Allah'ın size ne yazmış ise onu arayın. Şafağın bir kısmından [bir bölümde], beyaz iplik siyah iplikten, size göre ayırt edilene kadar yiyin ve için. Sonra geceye doğru [akşam vakti]² orucu tamamlayın. Siz ibadet yerlerinde (Mescitlerde), akifler [ibadete kapananlar] iken, kadınlarla birlikte olmayın³. İşte Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. O halde, onlara [sınırlara] yaklaşmayın. Allah, ayetlerini insanlara işte bunun gibi açıklıyor. Korunup sakınmaları beklenir.

¹: eşlerin birbirlerine elbise, kötülükten birbirlerini korumaları manasındadır. (müfredat: لبس)

²: arapçada "gece (ليل)" akşam vakti ile başlar. Lisanul Arab da, şöyle anlatılır: "gündüzün ardından akabinde gelendir ve güneşin battığı zamandır" (lisanul Arab : ليل) Dilimizde, gece vakti akşam vaktinin ardında gelen vakit olarak anlaşıldığı için ayet yanlış anlaşılabilir. Bu yüzden "akşam" kelimesi parantez içinde eklendi.

³: mecaz olarak ilişki demektir. (müfredat : بشر) aynı ortamda bulunmak manasında değildi.


188- Mallarınızı aranızda yalan ile [haksızlıkla] yemeyin. Siz bile bile kasıtlı suç ile insanların mallarından bir grubu yemek [almak] için onları [malları] hakimlere yollamayın [rüşvet teklif etmeyin].

189- Sana hilaller hakkında soruyorlar, "o, insanlar ve haç için, belirlenmiş vakitlerdir. İyilik, Evlere sırt tarafından girmeniz değildir; fakat iyilik, korunup sakınmış kimsenin [iyiliğidir]. Evlere, kapılarından girin! Allah'a (karşı gelmekten) korunup sakının. Başarılı olmanız beklenir.

190- Size, saldıranlara karşı Allah yolunda¹ savaşın ve haksızlık yapmayın². Kesinlikle Allah, haksızlık yapanları sevmiyor.

¹: Demekki Allah yolunda savaş, savunma amaçlı yapılan savaştır.

²: "i'tida=اعتدا" Hakka tecavüz etmek ve davranışlarda adaleti ihlal etmektir. (müfredat :عدا)


191- Size saldıranları¹ denk geldiğiniz yerde infaz edin ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. Fitne [işkence ve baskı]² öldürmekten daha şiddetlidir. Kutsal ibadethanenin (mescidi haramın) yanında, onlar size saldırıncaya kadar, onlarla savaşmayın. Artık, size saldırırlarsa onlarla savaşın. İşte, kafirlerin [gerçeği örtenlerin] karşılığı bunun gibidir.

¹: ayetteki "onlar = هم" zamiri önceki âyette bahsedilen "Size saldıranlar" ifadesine işaret etmektedir.

²: Ankebut 10, Enfal 73, Hadid 14 ve yunus 83 ayetlerinde "fitne" kelimesi "işkence ve baskı" anlamında kullanılmaktadır. Örneğin yunus 83 "..Firavun'un ve onun seçkin adamlarının kendilerine fitne [işkence] etmesi korkusundan dolayı Musa için onun milletinden bir tek soy'dan başkası inanmadı" devamındaki "fitne, öldürmekten daha şiddetlidir" ifadesi de bunu doğruluyor.

192- Artık, [saldırıya] son verirlerse,¹ [bilin ki] kesinlikle Allah, çok bağışlayandır, Rahimdir.


¹: Enfal 61. Ayet, savaşa son verdikleri zaman yapılması gerekeni belirtmektedir.


193- Size saldıranlara karşı¹, herhangi bir fitne² [şiddet, baskı] kalmayıncaya ve Din Allah'a ait³ oluncaya⁴ kadar savaşın. Artık, [sizinle çarpışmaya /savaşmaya] son verirlerse, zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.

¹: "onlar [Hum=هم]" zamiri, 190. Ayetteki saldıranlara işaret etmektedir.

²: 191. Ayetin dipnotuna bakınız.

³: dinin Allah'a ait olması, inanç özgürlüğünün olmasıdır. Allah'ın dini, bakara 256. yette yazıldığı üzere "bu dinde zorlama yoktur" denilen, yani inanç özgürlüğü olan din demektir.


⁴: ayetteki bir hedef zulmün yok olması diğeri ise dinin Allah'a mahsus olmasıdır. Bu hedefi yerine getirmek için uğraşan biri, saldırıya uğrarsa, ona savaşması emir edilir. Yoksa durduk yere savaşmak emir edilmez. Eğer öyle olsaydı âyette "din Allahın oluncaya kadar sizinle çarpışan /savaşan o kimselerle savaşın" demek yerine "din Allahın oluncaya kadar kafirlere karşı savaşın" derdi.


194- Kutsal Ay, kutsal Ay'a karşılıktır. Haramlar [kutsallar] kısas'tır [karşılıklıdır]. O halde, kim size haksızlık yaptıysa, size yaptığı haksızlığın örneğinde kendisine haksızlık yapın. Allah'a (karşı gelmekten) korunup sakının. Allah'ın, korunup sakınanlar ile birlikte olduğunu bilin.

195- Allah yolunda harcama (infak) yapın. Kendi ellerinizle [gücünüzle] kendinizi tehlikeye atmayın ve güzellik [iyilik] edin. Gerçekten Allah, güzellik [iyilik] edenleri seviyor.

196- Haccı ve umreyi [ziyareti] Allah için tamamlayın. Eğer, [bir düşman veya hastalık sebebiyle] engellenmişseniz, o halde hediy'den(kabe'ye gönderilen kurbandan)¹ size kolay olanını [kesin] ve hediy, mahalline [kesim yerine]² ulaşıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin. Artık, sizden kim hasta olduysa veya kendisinde başından [kaynaklı] bir eziyet varsa artık oruçtan veya sadakadan veya nesk'ten [ibadet kurbanından] bir fidye [gerekir]. Emin [güvende] olduğunuz zaman, kim Hacc'a kadar umreden [ziyaretten] faydalanmak isterse, hediy'den [kabe'ye gönderilen kurbandan] kolay geleni istemesi [kesmesi gerekir]. Artık, kim hiç bulamadıysa haç'ta üç gün, döndüğünde de yedi gün oruç [tutması gerekir]. İşte bu, tam on gündür. İşte bu, Ailesi/halkı kutsal ibadethanede (mescidi haramda) hiç olmayan kimseler³ içindir. Allah'a (karşı gelmekten) korunup sakının ve Allah'ın, sonucu [cezası] şiddetli olan olduğunu bilin.


¹: ayetteki (الهدي) kelimesi bu manada kullanılır. (kurtubi, beydavi,) Maide 95. Ayet bunu destekler.


²: kesim yeri kabe'dir. Maide 95. Ayete bakınız.

³: "ailesi kutsal ibadethanede olmayan kişiler" ifadesi, islamın lokal bir din olmayıp küresel bir din olduğunun ispatıdır. Eğer lokal olsaydı, bu ifadenin eklenmesine gerek kalmazdı. 

197- Haç, bilinen aylardır. kim o ayların içinde, haccı farz ederse [niyet ederse] Artık haç'ta, feras¹[çirkin konuşmak ve kadınlara yaklaşmak], haddini aşmak ve tartışmak/kavga etmek² yoktur. Hayır[türün]den ne yapıyorsanız, Allah onu biliyor. Yol eşyası edinin. Kesinlikle, yol eşyalarının en iyisi (hayırlısı) korunup sakınmadır. Korunup sakının ey sağlıklı akıp sahipleri!

¹: feras, her iki manada da kullanılır (müfredat : فرث)

²: cidal (جدال) bir tarafın diğer tarafa baskın gelmeye çalışması, tartışma mânâsına gelir. Bazıları da bunun kavga etme manasında olduğunu söyler (müfredat : جدل)


198- (Haç'ta) RAB'binizden bir ikramı aramanız¹ size bir günah/yanlışa meyil ediş² değildir. Arafat'tan afet olduğunuz [dolup taştığınız] zaman, Meşar-il Haram yanında, Allah'ı hatırlayıp anın! ve size yol göstermesi gibi onu hatırlayıp anın. Siz bundan önce, gerçekten [yolu] kaybedenlerden idiniz.

¹: Ticaret ile ilgilidir. İslamiyet geldikten sonra, Araplar ukaz zulmecaz ve mecenne gibi haç aylarında kurulan panayır ve pazarlardan günah endişesiyle bıraktılar. Bu ayet bu olay üzerine inmiştir. (İrşad /Ebu-s su'd ilgili ayet)

²: (müfredat : جنح)

199- Sonra insanların afet ettiği [taştığı] yerden afet edin [taşın] ve Allah'tan bağışlama dileyin. Kesinlikle Allah, çok bağışlayandır, Rahimdir


200-202 - Haç ibadetlerinizi¹ tamamlayınca atalarınızı hatırlayıp andığınız gibi hatta daha da güçlü bir anma olarak Allah'ı hatırlayıp anın! Artık, insanlardan "RAB'bimiz! Bize Dünyada [ilk'te] bir güzellik [iyilik] ver" diyen kim varsa ona Ahirette [son'da] hiçbir pay yoktur. Onlardan "RAB'bimiz! Bize dünyada [ilk'te] bir güzellik [iyilik], ahirette [son'da] bir güzellik [iyilik] ver ve ateşin azabından bizi koruyup sakındır" diyen kimse[ler de vardır]. İşte, kendilerine elde ettiklerinden bir nasip bulunanlar onlardır. Allah, hesabı seri [çabuk] olandır.


¹: bu kelime (مناسك) haç ibadetleri için kullanılır. Diğerleriyle karışmaması gerekir.

203 - Sayılmış günlerde, Allah'ı hatırlayıp anın. Kim iki günde acele ederse, artık ona kasıtlı suç [günah] yoktur. Kim erteler ise korunup sakınmış kimse için kendisine kasıtlı suç [günah] yoktur. Allah'a (karşı gelmekten) korunup sakının ve kendisine doğru bir araya toplanıyor olduğunuzu bilin.

204- İnsanlardan, dünya [ilk] hayatı hakkında sözü senin hoşuna giden kimse[ler] vardır. Kendisi azılı olan davacı [düşman] olduğu halde, kalbinde olana Allah'ı şahit eder.

 205- O, yönetime geçtiği zaman, Allah bozgunu sevmediği halde, yerde [dünyada] onun içini bozmaya [teröre], ekini ve¹ nesli helak etmeye gayret etti.


  ¹: buradaki (ve/و) harfi, sadece ayırmak maksadıyla değildir. Bazen sıla; önceki cümleyi açıklamak maksadıyla kullanılır. Yani ayet "ekinleri bozarak nesli helak etmek.." manasında olabilir.

doğuştan veya sonradan olan hastalıkların nedeni yaratılış değil, insanların kendisidir. İnsanlar ekinleri, bozarak yeni neslin hastalıklı doğmasına neden oluyor(Aidin Sâlih, gerçek Tıp. Kitabın yazarı özellikle şunu söyler: hastalıkların kaynağı bedenimiz değil, insanların kendisidir) . Bu ayet bu gerçeğe işaret ediyor

kur'an'da emir ve yasaklar her zaman "yapın, yapmayın" şeklinde gelmez. Bazen, yapanları eleştirerek bize yapmamamız gerektiğini söyler. Ayette açıkça ekinleri, doğayı ve canlı neslini bozmayı yasaklamış olduğuna göre, kur'an'a göre doğayı katletmek de bir suçtur.


206- Ona [yönetime geçip ekinleri ve nesli yok eden kimseye] "Allah'a (karşı gelmekten) korunup sakın!" denildiği zaman izzeti onu kasıtlı suç [günah] sebebiyle yakaladı. Artık cehennem ona yeterli gelir. Ne kötü hazırlanmış yer'dir!

207- insanlardan, canını Allah'ın rızasını aramak için satan kimse[ler] vardır. Allah, kullar konusunda rauf'tur.

208- Ey inanmış olanlar! Topluca barışa/teslimiyete girin ve şeytanın izlerini takip etmeyin. Kesinlik o, size apaçık bir düşmandır.


¹: "slm=سلم" kelimesi, barış ve teslimiyet/islam olarak her iki manaya da gelir. (müfredat : سلم, kurtubi, beydavi)

Çünkü barış, teslimiyeti gerektirir. İki taraf da birbirine teslim olduğu, güvendiği zaman barış meydana gelir. Bu yüzden ilgili ayet her iki manaya da uygundur.


209- Artık, size gelen açık kanıtlardan sonra (islamdan/barıştan) kayarsanız, kesinlikle Allah'ın aziz, hakim/hikmetli olduğunu bilin!

210- Onlar, Allah'ın [emrinin]¹, gölgelerin içindeki karanlıklardan gelmesini, meleklerin de [gelmesini] ve işin hüküm edilmesinden başkasını beklemiyorlar.² Emirler/işler yalnızca Allah'a döndürülür. 

¹: "emir" manasında olan muzaf hazf edilmiştir. [ayet "emrullahi=امر الله" manasındadır]

²: ''hel=هل'' burada ''ma=ما'' anlamındadır.

211- israil'in oğullarına, açık kanıt olan ayet[türün]den kendilerine kaç tane verdi[ğimizi] sor. Kim, Allah'ın nimetini, kendisine gelmesinden sonra değiştirirse, [bilsin ki] kesinlikle Allah, sonucu [cezası] şiddetli olandır.

212- kâfirler [gerçeği örtenler] için, dünya [ilk] hayatı süslendi. İnanmış olanlarla alay ediyorlar. Allah, kimi tercih ediyorsa ona hesapsız rızık verirken, korunup sakınmış olanlar kıyamet gününde onların [kafirlerin] tepesindedir.


213- İnsanlar tek bir topluluktu. Ardından Allah, müjdeci'ler ve uyarıcı'lar olan Nebi'leri yönlendirdi. İnsanların ayrılığa düştüğü ne ise, onun hakkında aralarında hüküm versin diye Gerçek ile (o) kitapları onların beraberinde [topluca] indirdi. O konuda ayrılığa düşmediler; ancak kendilerine onun [kitabın] verilmiş olduğu [kimseler] kendilerine açık kanıtların gelmesinden sonra aralarında bir hadsizlik sebebiyle [ayrılığa düştüler]. Ardından Allah, inanmış olanlara hakkında ayrılığa düşmüş oldukları [şeyler] için, Hak'tan [dolayı] kendi izniyle yol gösterdi. Allah, tercih ettiği kimseye en doğruya ileten sapasağlam bir yola doğru yol gösterir.

214- Sizden önceki gelip geçmiş olanların benzeri (olaylar), size henüz gelmeden, cennete gireceğinizi mi sandınız? Elçi ve onunla birlikte inanmış olanlar "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyene kadar, onlara perişanlık ve sıkıntı dokundu, sarsıldılar. Dikkat! Kesinlikle Allah'ın yardımı yakındır.

215- Neyi harcayacaklarını sana soruyorlar. "İyiden (hayırdan) ne harcama (infak) yaptıysanız o, artık meydana getirenler [anne ve baba], akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalanlar içindir. Bir hayır [türün]den ne yaparsanız, kesinlikle Allah onu devamlı bilendir.


216- (o) savaş¹, size hoş olmadığı halde üzerinize yazıldı [şart oldu]. Belki size iyi (hayırlı) olduğu halde bir şeyden hoşlanmıyor olabilirsiniz; belki size zararlı (şerli) olduğu halde bir şeyden hoşlanıyor olabilirsiniz. Siz bilmiyorken, Allah biliyor.


¹: burada [harfi tarifli gelerek] belirli bir savaş kasıt edilmiştir. Bu savaşın savunma olduğunu, bakara 190-193 gibi, ayetler anlatıyor.

217- Kutsal (haram) Ay yani onda savaşmak hakkında sana soruyorlar. "Onda savaşmak, çok büyük[günah]tır. Allah'ın yolundan şiddetle geri çevirmek, o konuda ve kutsal ibadethane (Mescidi haram) konusunda gerçeği örtüp göz ardı etmek, [kutsal ibadethanenin] ailesini/halkını ondan çıkarmak, Allah'ın katında daha büyük[günah]tır. Fitne [baskı ve işkence]¹, öldürmekten daha büyüktür. Eğer, güçleri yetse sizi dininizden döndürünceye kadar size saldırmaya ara vermezler. Sizden kim kendi dininden dönüp Kafir [gerçeği örten] olarak ölürse², [bilsin ki] Dünyada [ilk'te] ve ahirette [son'da] eylemleri boşa çıkanlar, işte kendileridir. İşte onlar, Ateşin dostlarıdırlar, onlar onda [Ateşte] kalıcıdır.


¹: bakara 191. Ayetin dipnotuna bakınız.

²: birinci "fe=ف" harfi cevap değildir, ikinci "fe=ف" harfi cevap cümlesidir.
bazıları "mevt =موت" kelimesinden "dinden çıkan öldürülür" manasını çıkarmaktadır. Bu yorum geçersizdir. Çünkü can almak eylemi bu fiil ile değil, "katl= قتل" fiili ile ifade edilir.

218- Gerçekten, inanmış olanlar, hicret etmiş olanlar ve Allah'ın yolunda çaba sarf (Cihad) etmiş olanlar (evet!) işte onlar, Allah'ın rahmetini umuyorlar. Allah, çok bağışlayandır, rahimdir.

219- Sana, içki ve kumar hakkında soruyorlar. "ikisinde de insanlara büyük bir kasıtlı suç [günah] ve fayda vardır. O ikisinin kasıtlı suçu [günahı] faydalarından daha büyüktür." de. Neyi harcayacaklarını (infak edeceklerini) sana soruyorlar. "harcanması kolay olanı¹" de. İşte bunun gibi, Allah ayetlerini size açıklıyor. Düşünmeniz beklenir.

¹: (müfredat : عفو)

220- Dünya [ilk] ve ahiret [son] hakkında [kavramaya çalışmanız beklenir]. Yetimler hakkında sana soruyorlar. "Onları düzeltilmesi [terbiye edilmesi] sizin için daha iyidir. Eğer onlarla içli dışlı olursanız, artık kardeşlerinizdir." de. Allah, bozguncuları, düzeltici olanlardan (ayırıp) biliyor. Allah tercih etseydi, sizi sıkıntı verirdi. Kesinlikle Allah, azizdir, hakimdir/hikmetlidir.

221- Eş koşan kadınlarla, inanıncaya kadar evlenmeyin. Elbetteki, inanan bir esir kadın, Eş koşan bir kadından daha iyidir. Hoşunuza gitmiş olsa bile. Eş koşan erkekleri, inanıncaya kadar evlendirmeyin. Elbetteki, inanan bir esir erkek, Eş koşan bir erkekten daha iyidir. Hoşunuza gitmiş olsa bile. Allah sizi izniyle cennete ve bağışlanmaya davet ediyorken, onlar [müşrikler] sizi (o) Ateşe davet ediyorlar. [Allah] ayetlerini insanlara açıklıyor. Düşünüp öğüt almaları beklenir.


222 - Sana Ay hali hakkında soruyorlar. "O bir eziyettir. Artık, Ay hali içindeki kadınlardan kaçının ve [kadınlar] temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlediği zaman, Allah'ın size emir ettiği yerden onlara gelin. Kesinlikle Allah, çokça tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.” de

223- (o) kadınlar, sizin için bir Ekim yeridir/kültürdür¹. Artık tarlanıza tercih ettiğiniz şekilde gelin, kendiniz için hazırlık yapın, Allah'a(karşı gelmekten) korunup sakının ve onunla karşılaşacak olduğunuzu bilin. İnançlıları müjdele!


¹: (Lisanu-l Arap: حرث)

224- Allah, devamlı işiten, devamlı bilen iken, iyilik etmemek, sakınmamak ve insanların arasını düzeltmemek/iyileştirmemek için¹, Allah'ı yeminlerinize bir alet² etmeyin.

¹: "...en = ان.(diye)" edatının önünde hazf edilmiş ,bir "le = لا " vardır. Yani "enle=الَّا" anlamındadır. Nisa 176. Ayette olduğu gibi. (kurtubi ilgili ayet)

²: (kurtubi)


225- Allah, yeminlerinizdeki boş sözlerden [ağız alışkanlığı olarak yapılan yeminlerinizden]¹ dolayı sizi (sorumlu) tutmuyor. Fakat, kalpleriniz ne elde etti ise, ondan sizi (sorumlu) tutuyor. Allah çok bağışlayandır, halimdir.


¹: ağız alışkanlığı, sinirle olan, laf gelimi söylenen yeminlerdir. (kurtubi )


226- kadınına, i'la eden [uzaklaşma yemini eden] kimseler için, dört ay bekleyiş hakkı vardır¹. Artık, güzel hale (eşlerine) geri dönüş yaparlarsa, kesinlikle Allah, çok bağışlayandır, Rahimdir.


¹: "hakkı vardır" manasını veren şey, ayetin başındaki (li=ل) harfidir. Eğer (ale =على ) olsaydı, bu şart olurdu.


227- Eğer, boşanmaya karar verdilerse kesinlikle Allah işitendir, bilendir.


228- Boşanmış kadınlar, üç kur kendi kendilerine beklerler. Eğer, Allah'a ve ahiret [Son] gününe inanıyorlar ise, Allah'ın, Rahimlerinde yarattığını (çocuklarını) gizlemek, onlara helal olmaz. Bu esnada (boşanma kararı veren) kocaları, eğer (arayı) düzeltmeyi istediler ise, işte bunda onlara geri dönmeye daha çok hak sahibidir. Bilinen iyilik konusunda, [kadınların] kendilerine karşı olanın [erkeklerin sahip olduğu hakkın] benzeri kendileri için de vardır.¹ Erkeklerin onlara [o kadınlara] karşı bir dereceleri vardır.² Allah, azizdir, hakimdir/hikmetlidir.

¹: kısaca: erkeğin kadın üzerinde olduğu gibi, kadının da erkeğin üzerinde hakkı vardır. Birbirlerine karşı olan sorumlulukları denktir.


²: Erkeğe bu derece, kadına mehir verme (Nisa 20-21) çocuğun geçimini sağlama (bakara 233) boşanmada kadını evinde tutma (talak 1-3) gibi sorumlulukları sebebiyle verilmektedir. Bu gayet adil bir durumdur. Eğer aynı görevler kadına da verilmiş olsaydı, buradaki dereceden dolayı adaletsizlik olduğu söylenebilirdi. Unutmayalım: eşitlikte adalet yoktur; ama adalette eşitlik vardır.

229- Boşanma, iki defadır¹. Artık, ya güzellikle/bilinen iyilik ile tutulur, ya da güzellikle bırakılır. Onlara verdiğinizden [mehirden] bir şey almak size helal olmaz. Ancak, [eşler] Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacak olduklarından korkuyorlarsa müstesna. Eğer, o ikisinin [eşlerin] Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacak olduklarına korkuyorsanız², o halde, [kadının] fidye ile kendisini [nikahtan] kurtarması[boşanması]³ konusunda, ikisine [kadına ve erkeğe] de bir günah/yanlışa meyil ediş yoktur. İşte Allah'ın sınırları bunlardır, artık onları aşmayın. Allah'ın sınırlarını aşan kimseler, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

¹: bu boşanmanın, tek seferde üç kez boşanma olduğunu söyleyenler de vardır, tek seferde üç kez söylenmiş olsa bile tek olduğunu kabul edenler de vardır. (kurtubi) ancak, islamın yuvayı ayakta tutma gayretinde olduğunu dikkate alırsak, bu boşanmanın ayrı ayrı yapılan bir boşanma olduğunu anlayabiliriz.


²: eşler arasındaki geçimsizlik, antipati, dışarıya yansıdı ise, yapılması gerekenleri anlatıyor. (ayrıca Nisa 35. Ayete bakınız)


³: kadının boşanma hakkını en açık anlatan ayettir. Kaynaklarda "hul" diye geçer. Elçinin uygulamasına bakınca, kadının boşanma için vereceği fidye, sadece aldığı mehirdir.

"Hul’ yapan kadından (kocası) ona verdiğinden fazlasını alamaz." Dârakutnî, III, 255; Ebû Dâvûd, el-Merasil, Beyrut, 1408/1988,)

Bir kadın, peygambere gelip" Ey Allah'ın Rasûlü, ebediyyen benim başımla onun başı bir araya gelmez. Ben çadırın bir tarafını kaldırdığımda birkaç kişiyle geldiğini gördüm. Baktım ki aralarında en siyah, boyları en kısa, suratı en çirkin olanlarıdır. Hazret-i Peygamber ona: "Bahçesini ona geri verir misin?" deyince kadın: Evet isterse daha fazlasını da veririm, dedi. Hazret-i Peygamber de onları birbirinden ayırdı. Taberî, II, 461; İbn Kesîr, I, 403; Suyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr, I, 671.




230 - Eğer [bundan sonra da¹] [Erkek] ondan boşandı ise, Artık [kadın] ondan başka bir eşle evleninceye² kadar, ona [eski eşine] helal olmaz³. Eğer, [o evlendiği eş de] ondan [kadından] boşandı ise, Artık [kadın ve o eski eşinin] birbirlerine geri dönmesinde -Eğer, Allah'ın sınırlarını ayakta tutacak olduklarını düşündülerse- bir günah/yanlışa meyil ediş yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır, bilen bir millete açıklıyor.

¹: buradaki (ف) harfi sebebiyle bu ifade yazıldı. Yani bu olay, erkeğin üç defa boşanmasının ardından olan bir olaydır.


²: buradaki "evlenme" eyleminin öznesi kadındır. [yani geniş zaman fiili, dişi çekimi olarak "tenkiha=تنكح " şeklinde okunup faili kadın olmuştur]bu durum evlilik hakkının erkeğe mahsus olmayıp kadına da ait olduğunu göstermektedir (nesefi medarik, ilgili ayet)


³: Bazıları bu hükmü tuhaf bulmuştur, ancak ayetin gayesi, kadını korumaktır. Örneğin, evlilikte erkek kadından boşandığı zaman, kadının beklemesi gereken bir iddet zamanı vardır. Bu süre içinde erkek kadına geri dönerse bu süre bozulur, tekrar boşanmış olsalar, kadın yine aynı süreyi beklemek zorundadır. Bu da kadını ne evli ne bekar gibi ortada bırakmak isteyenlere fırsat olacaktı. İslam, kadını bu şekilde bir zulümden korumak ve evliliğin çocuk oyuncağı olmadığını hatırlatmak için bu şekilde bir hüküm vermiştir.


231- Kadınlardan boşandığınız zaman sürelerinin sonuna ulaştıkları zaman, ya güzellikle/bilinen iyiliğe uygun bir şekilde tutun, veya güzellikle/bilinen iyiliğe uygun bir şekilde bırakın. Haklarına tecavüz etmek için, zararlı bir şekilde tutmayın! Bunu yapan, kendi canına zulüm etmiştir! Allah'ın ayetlerini maskara edinmeyin. Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kitaptan indirdiğini ve kendisiyle size öğüt verdiği hikmeti hatırlayıp anın, Allah'a (karşı gelmekten) korunup sakının ve Allah'ın her şeyi devamlı bilen olduğunu bilin.

232- kadınlardan boşandığınız zaman ardından sürelerinin sonuna ulaştıkları zaman, güzellikle/bilinen iyiliğe uygun bir şekilde (eski) eşleri ile aralarında anlaştıkları zaman, onların [kadınların] evlenmesini¹ engellemeyin! İşte bu, [Allah'ın] sizden olup Allah'a ve ahiret [son] gününe inanan kimseye kendisiyle öğüt verdiğidir. İşte bu, sizin için daha arınık ve daha temizdir. Hâlbuki, siz bilmiyorken Allah biliyor.


¹: kadının kendisinin evlilik yapabileceğine dair delildir. Çünkü eylemin faili kadındır.

233- Meydana getirenler [Anneler], emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse[ler] için, çocuklarını tam iki yıl emzirir. Onların [kadınların] rızkı ve giyeceği, güzellikle/bilinen iyiliğe uygun bir şekilde, kendisi için doğurulana [babaya] aittir¹. Herhangi bir can (nefis) ancak kendi [gücünün] genişliğince sorumludur. Doğurana [anneye] çocuğu sebebiyle hiçbir sıkıntı olmasın; kendisi için doğurulana [babaya] da çocuğu sebebiyle [sıkıntı olmasın]. Mirasçılara da bunun benzeri (yükümlülük) vardır. Eğer, kendi aralarında karşılıklı rıza ve danışma ile sütten kesmeyi isterlerse, o ikisine [kadına ve erkeğe] de bir günah/yanlışa meyil ediş yoktur. Eğer, çocuklarınızı (bir başkasına) emzirtmek isterseniz, verdiğinizi (ücreti) güzelce/bilinen iyiliğe uygun bir şekilde teslim ettiğiniz zaman, artık üzerinize bir günah/yanlışa meyil ediş yoktur. Allah'a (karşı gelmekten) korunup sakının ve Allah'ın eylemlerinizi devamlı gören olduğunu bilin.

¹: kadına yönelik pozitif bir ayrımcılık olarak çocuğun yiyeceği ve giyeceği tamamen erkeğin sorumluluğuna veriliyor.

234- sizden vefat ettirilen ve eşler bırakanlar[ın eşleri]¹, dört ay on [gün] kendi kendilerine beklerler. Sürelerinin sonuna ulaştıkları zaman kendi canları hakkında bilinen iyiliği yapmaları konusunda size bir günah/yanlışa meyil ediş yoktur. Allah, eylemlerinizden devamlı bir haberdardır.


¹: ifadenin takdiri ''ezvacu-lleziyne...=ازواج الذين...'' şeklindedir. (Müşkül i'rabu-l Kur'an) devamında ''yeterabbesne=يتربصن'' şeklinde dişi formuyla gelmesi de bunu doğrular.

235- (o) kadınların [kendileriyle] evlilik istenmesinden¹ yana ima [yoluyla evlilik teklif] etmeniz² veya kendi benliğinizde gizlemeniz konusunda size bir günah/yanlışa meyil ediş yoktur. Allah, sizin onları hatırlayıp bahsedeceğinizi bildi; fakat onlarla sır olarak [gizlice] sözleşmeyin. Ancak güzelce/bilinen iyiliğe uygun bir söz söylemeniz durumu müstesna. Kitap [belirlenmiş süre/iddet süresi] kendi süresinin sonuna ulaşıncaya kadar evlilik anlaşmasına karar vermeyin. Kendi canınız içinde ne olduğunu Allah'ın bildiğini bilin. O halde, dikkat edin! Allah'ın çok bağışlayan olduğunu, halim olduğunu bilin.

¹:(ibni faris: makayıs-l lugat: ختب)

²: (müfredat: عرض,)

236- Kadınlarla birlikte olmadan¹ veya/ve onlara bir mehir belirlemeden boşanmış iseniz, size bir günah/yanlışa meyil ediş yoktur. Onları geçindirin. [imkanı] geniş olana kendi gücü [kadarıyla]; yoksul olana kendi gücü [kadarıyla] güzel/bilinen iyiliğe uygun bir geçindirme olarak [kadınları geçindirme görevi] vardır. Güzellik [iyilik] edenlere bir hak olarak [hüküm budur]

¹: bazıları buradaki "dokunma" kelimesinin, normal temas olduğunu, bazıları ise birliktelik olduğunu söyler. Ancak bu kelime işteş bir kalıptan da [yani mufaale olarak {تماسوهن} şeklinde] okunmuştur (kurtubi) bu kıraat, buradaki dokunmadan kasıt edilenin birliktelik olduğunu doğrular.


237- Eğer, onlarla [o kadınlarla] birlikte olmadan önce, onlara mehir belirlemiş ve boşanmış iseniz, belirlemiş olduğunuz [mehirin] yarısını [vermeniz gerekir]. Ancak, [kadının] affetmesi [erkeğe bağışlaması] veya evlilik anlaşması bulunan [erkeğin] affetmesi [kadına bağışlaması] müstesna. Siz [erkeklerin] affetmesi [kadınlara bağışlaması], korunup sakınmaya (takvaya) daha yakındır. Aranızdaki fazlalığı/ikramı unutmayın. Kesinlikle Allah, eylemlerinizi bir devamlı görendir.


238- Yönelişleri¹ ve orta yönelişi (namazı) koruyun. Allah için gönülden bağlı olarak (namaza) kalkın.

¹: "Salat=صلاة" kelimesinin çoğul formu olan "salavat=صلوات" ile kasıt genellikle "tüm namazlar" olarak açıklanmıştır. Ancak kasıt "her türlü yöneliş çeşidini; namazı, duayı, dini, kur'an'ı, yani vahye yönelmenize sebep olan her yönelişi koruyun" manasında olabilir. En doğrusunu Allah bilir. 


239- Eğer korkarsanız, o halde yaya veya binek olarak [yönelişi(namazı)ayakta tutun]. Emniyette olduğunuz zaman, Allah'ın size bilmediklerinizi öğrettiği gibi, Allah'ı hatırlayıp anın.


240- sizden vefat ettirilen ve eşler bırakanlar, eşleri için çıkarılmaksızın bir (o) yıla kadar bir geçim olarak tam bir vasiyet olarak [vasiyet etsinler]¹. Artık, [kadınlar kendi rızalarıyla] çıktılarsa, onların kendi canları hakkında bilinen iyiliğe uygun olarak yaptıklarında size herhangi bir günah/yanlışa meyil ediş yoktur. Allah, azizdir, hakimdir/hikmetlidir.

¹: "vasiyyeten=وصية" meful'u mutlaktır. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

241- Korunup sakınanlara bir Hak [sorumluluk] olarak, boşanmış kadınlar için, bilinen iyiliğe uygun olarak bir geçim vardır.


242- Allah, akıl edersiniz diye, ayetlerini size bunun gibi açıklıyor.


243- görmedin mi¹ binlerce [kişi] oldukları halde, ölümün dikkati [korkusu sebebiyle] yurtlarından çıkan kimseleri? Allah onlara "ölün!" dedi (ölümü yarattı). Sonra onlara hayat verdi. Kesinlikle Allah, insanlara karşı gerçekten bir ikram sahibidir; fakat insanların çoğu teşekkür etmiyorlar.

244- Allah'ın yolunda¹ savaşın ve Allah'ın, devamlı işiten, devamlı bilen olduğunu bilin.

¹:" Allah yolunda" ifadesiyle kasıt edilen her ifade, kur'an'ın onay verdiği ve emir ettiği şeyleri kapsar. Kur'an'ın onay verdiği savaş, sadece savunma, koruma, sadist insanları yok etmek, baskıyı yok etmek maksadıyla yapılan savaştır. (Bakara 190-195,) bunların dışında hiçbir şekilde savaşa müsaade yoktur. Savaş açanlar barış istiyorsa, bu durumda Barışı emir eder (Enfal 61,) savaş açmadığı sürece, müslüman olmayan kişilere dahi iyilik etmeye müsaade edilir. (Mumtehine 8,) bazılarının sandığının aksine; bu tarz ayetler durduk yere savaşmayı emir etmiyor.


245- Allah'a güzel bir ödünç veren, böylece Allah'ın da onu [o ödüncü] pek çok katlar halinde artırdığı [kişi] kimdir? Allah, sıkar [daraltır] ve yayar [artırır]. Sadece ona geri döndürülürsünüz.

246- İsrail'in oğullarından olan seçkinleri hiç görmedin mi? Musa'dan sonra bir zamanlar, Nebi'lerine, "bize bir hükümdar gönder, Allah yolunda savaşalım." dediler. [Nebi] "savaş, size yazıldığı zaman, belki savaşmazsanız [ne olacak]?" dedi. "yurdumuzdan ve evlatlarımız(ın arasından) çıkartıldığımız halde, bize ne var ki Allah yolunda savaşmayalım?" dediler. Ardından, Allah zalimleri çok iyi bildiği halde, üzerlerine savaş yazılınca, onlardan pek azı hariç yüz çevirdi.

247- Nebi'leri onlara "kesinlikle Allah, sizin için bir yönetici olarak talut'u göndermişti" dedi. [İsrail oğulları da] "yöneticilik konusunda, biz ondan daha çok hak sahibi iken, o nasıl bizim üzerimize yöneticilik hakkına sahip oluyor? Ona maldan bir genişlik de verilmedi" dediler. [Nebi] "kesinlikle Allah, onu sizin üzerinize seçti, bilgi ve cisim konusunda, genişliğini artırdı. Allah, kimi tercih ediyorsa ona yöneticiliğini veriyor. Allah, [kuvvet] geniş olandır, devamlı bilendir" dedi.

248- ve Nebi'leri "kesinlikle onun yöneticiliğinin ayeti [delili], içinde RAB'binizden bir huzur bulunan, Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktığı bir kalıntı bulunan, kendisini Meleklerin taşıdığı sandığın size gelmesidir. İşte, eğer inançlı iseniz, bunda sizin için kesin bir ayet [delil] vardır." dedi.

249- Talut, ordular ile ayrıldığı zaman, "kesinlikle Allah, sizi bir nehir ile test edicidir. O halde, kim ondan içerse, artık benden değildir. Kim ondan tatmazsa, kesinlikle o bendendir. Ancak, eliyle bir avuç ile avuçlayan hariç [onlar da bendendir]." dedi. Ardından, onlardan pek azı müstesna, ondan içtiler. Onu [nehri] geçince, o [Talut] ve beraberindeki inanan kimseler "bugün, Calut ve ordusuna karşı, bizim için bir güç yoktur" dediler. Allah'a kavuşacak olduklarını düşünenler "nice [sayıca] az olan gruplar vardır ki, [sayıca] çok olan grupları, Allah'ın izniyle yenmişti. Allah, sabır edenlerle beraberdir." dediler.

250- Calut ve ordusu için açıkça göründükleri zaman "RAB'bimiz, üzerimize bir sabır yağdır, ayaklarımızı [bu yolda] sabit kıl ve kafirlere [gerçeği örtenlere] karşı bize yardım et "dediler.


251- Ardından, Allah'ın izniyle onları yıktılar, Davut, Calut'u öldürdü, Allah ona yönetimi, hikmeti verdi ve tercih ettiği [şeylerden] ona öğretti. Eğer Allah, insanların bir kısmını, bir kısmıyla savmasaydı, yer [yeryüzü] bozulurdu; fakat Allah, alemlere [tüm varlıklara] karşı ikram sahibidir.

252- işte bunlar, sana hak olarak okuyup teşvik ettiğimiz, Allah'ın ayetleri'dir. Kesinlikle sen, gönderilmişlerdensin.

253- işte! birbirlerinden farklı kıldığımız Elçiler bunlardır. Onlardan Kimisine Allah konuştu. Bazılarını dereceler halinde yükseltti. Meryemin oğlu İsa'ya açık kanıtlar verdik¹ ve onu kutsal Ruh ile güçlendirdik. Allah tercih etseydi, onlardan sonrakiler kendilerine açık kanıtların gelişinden sonra savaşmazlardı; fakat ayrılığa düştüler. Onlardan kimi inandı, kimi gerçeği örttü. Allah tercih etseydi, savaşmazlardı; fakat Allah istediğini yapıyor.


¹: İltifat sanatı uygulanmıştır.


254- Ey inanmış olanlar! İçinde hiçbir alışverişin olmadığı, hiçbir dostluğun olmadığı ve hiçbir şefaatine [yardıma gelişin] olmadığı bir gün gelmeden önce, size rızık ettiğimizden harcayın. Kâfirler [gerçeği örtenler] zalimlerin ta kendileridir.

255- Allah'tan başka hay [ölümsüz], kayyum [gözeten, destek olan, ayakta tutan]¹ hiçbir Tanrı yoktur. Onu herhangi bir dalgınlık ve uyku tutmaz. Göklerde ne varsa, yerde ne varsa [evrende ne varsa] onundur. Onun katında onun izin verdiği hariç şefaat edecek [yardıma gelecek] olan kimdir? Onların önlerinde bulunanları ve arkalarında bulunanları [Allah] biliyor. Onun bilgisinden, onun tercih ettiği müstesna, herhangi bir şeyi [bilgi] bakımından kuşatamazlar. Onun kürsüsü [hükmü/saltanatı]² gökleri ve yeri [evreni] kuşattı. Onları [gökleri ve yeri] korumak, ona [kürsüye] zor gelmiyor. O, yücedir, çok büyüktür.

¹: (müfredat : قوم)

²: kasıt edilenin, Allah'ın ilmi ve onun mülkiyeti olduğu söylenmiştir (müfredat : كرس) kürsünün Allah'ı taşıyan bir sandalye olması mümkün değildir. Çünkü Allah, her şeyden münezzehtir.

Kasas 88:
 :كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ
Her şey yok olacaktır, ancak onun (Allah'ın) kendisi hariç.
Rad 16:
اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ
Allah, her şeyi yaratmıştır.

Bu iki ayetten kıyasla, Allahın şey(ler)'den bağımsız olduğunu rahatça görebiliriz. Çünkü her şeyi yaratıyor ve kendisi dışında her şey yok olacaksa, bu yarattığı şeylerden kendisinin bağımsız olması gerekir. Eğer bağımlı ise, kendisi de yok olacaktır! Ki bu imkansız olduğuna göre bağımsızdır.
Şey, varlığı bilinebilen ve kendisinden haber verilebilendir. (müfredat: شيء)


256- Dinin içinde/din konusunda hiçbir¹ zorlama yoktur. Rüşd [doğru yol/olgunluk] , kurgulardan [yanlış bilgiden kaynaklı cehaletten] ayrılıp apaçık belli olmuştur. Artık, kim taşkınlığı (Tağutu) örtüp göz ardı eder ve Allah'a inanırsa, çok sağlam olan kendisi için hiçbir kopma olmayan kulb'a tutunmayı dilemiştir. Allah, devamlı işitendir, devamlı bilendir.

¹: nefyi cins olduğu için "ikrahE=اكراه" şeklinde mensup gelmiştir. Yani "Hiçbir zorlama yoktur" anlamındadır.

257- Allah, inanmış olanların velisi(rehberi)'dir. Onları, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Gerçeği örtüp göz ardı etmiş olanların velileri(rehberleri) ise, taşkınlık'tır (Tağut'tur). Onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar ateşin dostlarıdırlar, onun içinde kalıcıdırlar.

258- Allah ona yöneticilik verdi diye, İbrahim ile RAB'bi hakkında tartışmış olanı hiç görmedin mi¹? O vakit İbrahim "RAB'bim, yaşatan ve öldürendir" demişti. [o kişi] "ben yaşatıyor ve öldürüyorum" dedi. İbrahim "Kesinlikle Allah, güneşi doğu yönünden getiriyor, artık sen onu [güneşi] batı yönünden getir"² dedi. Gerçeği örtmüş olan [o kişi] şaşırıp kaldı. Allah, zalimler milletine yol göstermez.

¹: "görmek" bazen "bilmek" yerine kullanılır. Fil suresinin 1. Ayetinde anlatıldığı gibi. Bu ayette de "bilmedin mi" anlamındadır.

²: Olay, insan gözüyle anlatıldığı için "doğudan getiriyor" denilmiştir. Dikkat edilirse, olay gerçek anlamda anlatılmış değildir; İbrahim'in kendi gözlemi sebebiyle söylediği bir söz nakil edilmiştir.


259- veya, duvarları çatıları üzerine çökmüş halde olan bir kente uğrayan gibisini [görmüyor musun?] "Allah buna [kente] ölümünden sonra nasıl hayat verebilir ki?" dedi. Peşinden, Allah onu yüz yıl vefat ettirdi. Sonra onu uyandırdı [hayat verdi]. [Allah] "(bu halde) ne kadar kaldın?" dedi. "bir gün veya bir günün birazı kadar kaldım" dedi. [Allah] "Aksine! yüz yıl kaldın. Artık, yiyeceğine ve suyuna bakıp düşün: o hiç bozulmadı ve Eşeğine bakıp düşün. Hemde İnsanlara seni bir ayet/delil yapalım diye (böyle yaptık). Kemikleri, nasıl ayağa kaldırıyoruz¹ sonra bir et olarak ona giydiriyoruz seyret. Ona açıkça belli olunca "Allah'ın her şeye imkanı olan olduğunu biliyorum" dedi.




¹: "nunşiruha=ننشرها" ve "nunşizuha=ننشزها" olarak iki şekilde de okunmuştur (Beydavi, zad'ul mesir) her ikisi de "diriltmek" anlamında kullanılır. (müfredat : نشز ve نشر)




260- Bir zamanlar İbrahim "RAB'bim! Bana göster, ölülere nasıl hayat veriyorsun? " dedi. [Allah] "Hiç inanmadın mı?" dedi. [İbrahim] "Tabiki [inandım]. Ancak kalbimin tatmin olması için.." dedi. [Allah] "o halde kuşlardan dört tane al, kendine alıştır¹. Sonra onlardan bir parça olarak her dağın üstüne bırak. Sonra onları çağır, koşarak sana gelirler. Allah'ın aziz hakim olduğunu bil" dedi.




¹: "Onları böl/yar" anlamına gelecek şekilde "sirhunne=صيرهن" şeklinde de okunmuştur (müfredat : صير)




261- Malını, Allah yolunda harcayanların örneği yedi (birçok) başak yetiştiren bir tohuma benzer. Her bir başakta, yüz tane tohum vardır. Allah, kimin için tercih ediyorsa onun için arttırıyor. Allah, [gücü] geniştir, devamlı bilendir.

262- Malını, Allah yolunda harcayan sonra harcadığını başa kalkmak için peşine düşmeyen ve eziyet etmeyenler (evet!) İşte onların Efendileri katında ödülleri vardır. Kendileri üzülmez bir haldeyken, kendilerine herhangi bir korku yoktur.


263- Güzel/bilinen iyiliğe uygun bir söz ve bağışlamak peşinden bir eziyet gelen sadakadan daha iyidir. Hâlbuki Allah, zengindir, halimdir.




264- Ey inananlar! Başa kalkma ve bir eziyet ile sadakalarınızı iptal etmeyin. Malını insanların gösterişine harcayan, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan gibi [ böyle yapmayın]. Onun örneği, üzerinde toprak bulunan bir kayanın örneği gibidir. Ona bir sağanak isabet eder, bitki bitmeyen bir taş olarak bırakır. Elde ettiklerinden herhangi bir şeye kadir [sahip] olamazlar. Allah, kafirler [gerçeği örtenler] milletine yol göstermiyor.




265- Malını, Allah'ın rızasını aramaya ve kendi canlarından [bir kısmını: inancı] tespit etmek/sabit kılmak için harcayanların örneği, tepedeki bir cennete [bahçeye] benzer. bir sağanak isabet edince yiyeceklerini iki kat verdi. Artık, ona herhangi bir sağanak isabet etmese, bir çisenti [isabet eder] . Allah, eylemlerinizi bir devamlı görendir.

266- Biriniz, hurmalar'dan ve üzüm ağaçlarından [oluşan] alt taraflarından ırmaklar akan, içinde kendisine ait her üründen [bulunan] bir bahçe kendisine ait olsun, kendisine büyüklük[yaşlılık] isabet etsin ve kendisine ait zayıf bir soy olsun, ardından ona [bahçeye] içinde bir ateş bulunan kasırga isabet etsin ardından yakıp kül etsin [diye] arzu eder mi? İşte bunun gibi, Allah ayetlerini size açıklıyor. Düşünmeniz beklenir.


267- Ey inanmış olanlar! Elde ettiğinizin ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan temiz olanlarından harcayın (infak edin). Ondan harcama (infak) yaparak pis olana ve kendisi hakkında göz yummaksızın kendisini alıcı olmadığınız[ı harcamaya] kalkışmayın. Allah'ın, zengin olduğunu, övgüye layık olduğunu bilin.


268- Allah, kendisinden bir bağışlanmayı ve ikramı size söz verirken; şeytan size fakirliği söz veriyor ve çirkin işleri (fuhuşları) emir ediyor. Hâlbuki Allah, [gücü] geniş olandır, devamlı bilendir.

269- Kimi tercih ediyorsa ona hikmeti¹ veriyor ve kime hikmet veriliyor ise ona pek çok hayır verilmiştir. Ancak sağlıklı akıl sahipleri öğüt alır.


¹: Hikmet, akılla gerçeği tesbit etmektir. (müfredat : حكمة)

270- Harcama[türün]den harcadığınız veya adak[türün]den adadığınız ne varsa, kesinlikle Allah onu biliyor. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.

271- Eğer, sadakaları açığa çıkarıyorsanız [açıktan veriyorsanız] o ne güzeldir. Eğer onları gizliyorsanız ve fakirlere veriyorsanız, o sizin için daha yararlıdır(hayırlıdır).¹ [o gizli sadaka] sizin hakkınızda, kötülüklerinizden [bir kısmını] tamamen örtüp yok eder. Allah, eylemlerinizden devamlı haberdardır.

¹: sadaka açıkta herkesi teşvik etmek için açıktan da verilebilir, ancak gizleyerek vermek, kişinin kibirden kaçınması ve verilen kişiyi rencide etmemek adına daha iyidir. "daha yararlı" denilme sebebi budur. (en doğrusunu Allah bilir)

272- Onların hidayeti [yolu bulması] üzerine [düşen bir görev] değildir; fakat, Allah kimi tercih ediyorsa ona yol gösterir. Hayır[türün]den ne harcıyorsanız, kendi canınız (nefsiniz) içindir. Ancak Allah'ın yüzünü[kendisini] aramak için harcıyorsunuz. Hayır[türün]den ne harcıyorsanız size zulüm edilmez bir halde tamamen veriliyor.


273- [Sadakalar] Allah yolunda engellenmiş olanlar, Yerde sefere güçleri yetmeyen fakirler içindir. Bilmeyenler, onların utangaç olmalarından dolayı, zengin zannederler. Sen onları simaları sebebiyle tanıyorsun, insanlardan ısrarla istemiyorlar. Hayır [türün]den ne harcıyorsanız, kesinlikle Allah, onu devamlı bilendir.

274- Malını, gece ve gündüz [her zaman]¹ gizli ve açık [her şekilde] harcayanlar (evet) RAB'leri katında kendileri için ödülleri vardır. Kendilerine herhangi bir korku yoktur ve onlar üzülmezler.


¹: zıt kavramlar bir arada kullanılarak böyle bir mana verir. Tıpkı "gökler ve yer" diyerek tüm kainatı kasıt ettiği gibi. "gece ile gündüz" diyerek tüm zamanlar kasıt edilir.


275- Faiz yiyenler ancak delilikten dolayı kendisini şeytan çarpanın kalkması gibi kalkarlar. İşte bu, onların "Alışveriş sadece Faiz gibidir" demelerinden dolayıdır. Allah, alışverişi helal etti; faizi haram etti. Artık, kendisine RAB'binden bir öğüt gelip de [hatasına] son veren kimse[ye gelince] geçmiş olan, kendisine aittir ve onun işi Allah'a kalır. Kim[ler], tekrar dönerse, [bilsinler ki] işte ateşin dostları kendileridir. Onlar, onun içinde kalıcıdır.


276- Allah, faizi yok ediyor; sadakaları yükseltiyor. Allah, hiçbir kasıtlı suçlu kafiri [gerçeği örteni] sevmez.


277- Gerçekten, inanmış, düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş, yönelişi (namazı) ayakta tutmuş ve zekatı vermiş olanlar[a gelince] RAB'lerinin katında onlara ödülleri vardır. Kendilerine herhangi bir korku yoktur ve onlar üzülmezler.

278- Ey inananlar! Allah'a(karşı gelmekten) korunup sakının ve eğer inançlı iseniz, Faizden arta kalanı bırakın.


279- Artık, hiç yapmazsanız, Allah ve Elçisi[tarafı]ndan bir harp olduğunu¹ duyun. Artık, Tevbe ettiyseniz, mallarınızın başı sizindir. Zulüm etmezsiniz ve zulme uğramazsınız.

¹: burada dikkat edilirse harp; (حرب) denilmiştir. Kital; (قتال) değil. Buradaki savaştan maksat, kıyamet gününde uğrayacak oldukları bir harp'tir.(kurtubi) Fiziki bir saldırı olamaz. Çünkü islamın savaşı, ancak savunma ve koruma amaçlıdır. (bakara 190 Hac 39 Nisa 75), haksız yere değildir. (İsra 33 Maide 32) ve dine veya dinin içindeki herhangi bir şeye zorlamak yasaktır (bakara 256)

280- Eğer (alacaklı olduğunuz kişi), bir zorluğa sahip [durumu sıkıntılı] ise, bir kolaylığa [durumu iyi olana] kadar beklemek [gerekir]. Eğer, bilmekte idiyseniz sadaka olarak bağışlamak, sizin için daha hayırlıdır.

281- İçinde Allah['ın emrine]¹ döneceğiniz sonra her bir cana (nefse) ne elde ettiyse tamamen verileceği ve kendilerinin zulüm olunmayacağı bir günden korunup sakının.

¹: hazf edilmiş bir tamlama vardır. [yani muzaf olan (امر) hazf edilmiştir]


282- Ey inanmış olanlar! İsimlendirilmiş [belirlenmiş] bir süre sonuna kadar bir borç hakkında birbirinize borç verdiğiniz zaman, onu yazın! Herhangi bir yazıcı, aranızda adaletle yazsın. Allah'ın kendisine (bu ayette) öğrettiği gibi yazmaya karşı çıkmasın, artık yazsın. Üzerine hak olan [borçlu] da yazdırsın, RAB'bi olan Allah'a(karşı gelmekten) korunup sakınsın ve ondan [borçtan] hiç bir şey eksiltmesin. Eğer üzerine hak olan [borçlu], aklı eksik ise veya zayıf ise veya onu imla ettirmeye gücü yetmiyor ise, o halde onun velisi adaletli bir şekilde yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahidi şahit edinin. Eğer, hiç iki erkek yoksa, şahitler'den olan razı olacağınız kimse[ler]den bir erkek ve ikisinden biri şaşırırsa, diğer biri hatırlatır diye¹ iki kadın [şahit olur]. Şahitler davet edildikleri zaman karşı çıkmasınlar. Onu [borcu] küçük veya büyük, sürelerinin sonuna kadar yazmaktan üşenmeyin. İşte bu, Allah'ın katında daha hakkaniyetli, şahitlik için daha kuvvetli ve şüphelenmemeniz için daha yakındır. Ancak, aranızda hemen alıp vereceğiniz hazır olan alışveriş müstesna. Onu yazmamanız size bir günah/yanlışa meyil ediş değildir. Alışveriş yapacağınız zaman şahit ettirin. Yazıcıya ve şahide hiçbir zarar/sıkıntı yoktur [zarar vermek yasaktır]; yaparsanız [zarar verirseniz] kesinlikle o, sizin hakkınızda bir 'sınırı çiğnemek(günah)'tır. Allah'a (karşı gelmekten) korunup sakının. Size Allah öğretiyor. Allah, her şeyi devamlı bilendir.

¹: Buradaki illet, kadının şaşırmasıdır. O dönemde kadınlar genel olarak ticaret hayatına atılmış olmadığı için, bilmedikleri borç konusunda hata yapma riski daha yüksektir. Eğer illet ortadan kalkarsa, kadının tek başına şahitliği kabul edilebilir. Bunun delili şunlardır:

A.) Ayetteki "en tedille=أن تضل" ifadesi "in tedille=إن تضل" şeklinde de okunmuştur (zad'ul mesir) bu durumda "O ikisinden [kadınlardan] biri unutursa, bir erkek ve iki kadın [şahitlik eder]" anlamındadır. Bu okuyuş, illeti kadınlardan birinin unutmasına bağlamıştır.

B.) Peygamber tek başına bir kadının şahitliğini geçerli saymıştır. (bkz: Buhari şehadet 13)

C.) Zina şahitliği konusunda, kadın ve erkeğin dört defa şahitliği eş değerde tutulmuştur, kadının şahitliği yarım sayılmamıştır. Hatta kadının tek başına şahitliği, erkeğin şahitliğini bastırıp kadından cezayı kaldırmıştır. (Nur 4-9) diğer şahitlik ayetlerinde de cinsiyet ayrımı yapılmaz.

Mesela Boşanmada kadın - erkek ayrımı yapılmadan iki şahit istenir (talak 2) zina şahitliğinde dört şahit istenir ve cinsiyet ayrımı yapılmaz (Nisa 15) Vasiyet meselesinde iki şahit istenir ve yine kadın - erkek ayrımı yapılmaz (Maide 106)

283- Eğer, sefer üzerinde [yolculukta] olur ve hiç yazıcı bulamazsanız, alınan rehineler [yeterli]¹ eğer birbirinizden inandıysanız/güvendiyseniz, kendisine güvenilmiş olan [kişi], emanetini (borcunu) ödesin ve RAB'bi olan Allah'a (karşı gelmekten) korunup sakınsın. Şahitliği gizlemeyin. Onu [şahitliği] kim gizlerse, [bilsin ki] kesinlikle onun kalbi, kasıt suçludur. Allah, eylemlerinizi bir devamlı bilendir.

284- Göklerde ve yerde (evrende) ne varsa, Allah'ındır. Nefsinizde olanı açıklasanız veya saklamış olsanız bile, Allah onunla sorguya çekiyor¹. Artık, kimi tercih ediyorsa onu bağışlıyor; kimi tercih ediyorsa ona azap ediyor². Allah, her şeye gücü yetendir.

¹: kişinin aklına gelen düşünceler, bu kapsama dahil değildir. Çünkü 286.ayette kişinin sadece gücünün yettiği kadarıyla yükümlü olduğu yazmaktadır. Bunu engellemek gücünden fazlası olduğu için, bu kapsama giremez.

Kişinin içindeki inanç ve inkar bu kapsama girer. Çünkü inanç, insanın içinde olur.

²: bakara 26-27. Ayetlerin dipnotuna bakınız;

bu manada olan ayetlerde "kimi tercih ediyor?" sorusunu sorarak diğer ayetlerden Allah'ın sadece tercihe göre tercihte bulunduğunu anlıyoruz. Örneğin Rad 27. Ayette "Allah [samimi bir şekilde] kendisine yönelen kimseye hidayet ediyor [doğru yola iletiyor]" diyerek, tercihin yine insanın doğru tercihine dayandığını görüyoruz.

285- Elçi, RAB'binden kendisine [topluca] indirilene inandı ve inançlılar da [inandı]. [onların]¹ her biri, Allah'a, Meleklerine, kitaplarına ve Resullerine inandı. "Elçilerinden hiçbirinin arasında ayrım yapmayız" [derler]², "işittik ve itaat ettik, bağışlamanı [istiyoruz] RAB'bimiz! Dönüş yeri sadece sanadır [senin emrine'dir]³” dediler.


¹: muzafun ileyh hazf edilmiştir. (celaleyn)

²: hazf edilmiş bir (يقولو) fiili vardır. (Fahreddin Razi ilgili ayet)

³: muzaf hazf edilmiştir


286- Allah, her canlıya ancak kendi [imkanı] genişliğince [görev] yüklüyor. [Her bir canın] elde ettiği kendisinin lehine; [kötülük olarak] elde ettiği kendi aleyhinedir¹ "RAB'bimiz! unutursak veya hata edersek bizi (sorumlu) tutma. RAB'bimiz! bizden öncekilere yüklediğin gibi, bizim üzerimize o sorumluluğu (elçilere inanma ve destek olma görevini)² yükleme. RAB'bimiz! gücümüzün yetmediği [şeyleri] bize yükleme. Bizi affet, bizi bağışla ve bize rahmet et. Sen bizim için mevlasın/sahipsin, o halde kâfirler [gerçeği örten kimseler] milletine karşı bize yardım et" [deyin]!³

¹: ilk cümlede (كسب) fiili (له) ile gelerek Olayın lehe yönelik olduğunu gösteriyor. Sonraki cümlede (اكتسب) fiili (عليه) ile gelerek Olayın aleyhte olduğunu gösteriyor. Bir açıklamaya göre "iktisab=اكتساب" kötülük/günah anlamındadır. (müfredat: كسب)

²: ayetteki (اصر) kelimesi, bu ayet harici iki âyette geçer. Alimran 81. yette bunun ne olduğu anlatılıyor, Araf 157. yette ise, bizden öncekilere yüklenmiş bir görev olduğu yazıyor. Bu sebeple ayete bu manayı verdim.


³: hazf edilmiş bir (diyin ki= قولوا) emri vardır. (kaynak: müşkil irabul kuran ilgili ayet)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder