26 Temmuz 2019 Cuma

9- Tevbe suresi (hubeyb Öndeş meali)

Tevbe

1- [Bu]¹ Ortak yapanlardan anlaşma yapmış olduklarınıza yönelik, Allah ve elçisin'den bir beri² oluştur.

¹: "beraetun= براءة" kelimesi hazf edilmiş bir müptedanın haberidir. Bu müpteda (هذه) zamiridir.

²: Anlaşması iptal edilen kişiler müşriklerin hepsi değildir sadece anlaşmayı bozan kişilerdir. Çünkü 4. Ayette ve 7. Ayette anlaşmayı bozmayan kişilerle anlaşmaya devam edilmesi emir ediliyor

Diğer müşriklerle anlaşmanın iptal edilme sebebi ise ilk olarak kendilerinin anlaşmayı bozmasıdır. Çünkü Enfal 55. Ayette peygambere anlaşmayı bozan kişilere karşı anlaşmayı atması gerektiği söylenmişti. Onlar anlaşmayı bozduğu zaman, bu ayet gereğince Allah da anlaşmayı atmıştır. Ayrıca 13. Ayette bu müşriklerin anlaşmayı bozduğu ve savaşı ilk defa başlatan kişilerin kendileri olduğu yazmaktadır.

İniş sebebi hakkında, peygamberin sefere çıkmasının ardından müşriklerin anlaşmayı bozduğu anlatılmaktadır (Fahreddin Razi) bazı bilgilere göre de, barış anlaşmasının bozulması üzerine bu ayetler gelmiştir (kurtubi) bu durum, yaptığımız açıklamayı doğruluyor.

2- "Artık yerde [bölgede] dört ay seyahat edin. Kendinizin, Allah'ı aciz bırakıcılar olmadığınızı ve Allah'ın, kâfirleri [gerçeği örten kimseleri] rezil edici olduğunu bilin"

3- Allah'ın (o) ortak yapanlardan beri oluşu ve elçisinin de [beri oluşu], en büyük hac gününde, Allah ve Elçisi'nden insanlara yönelik bir ilandır. Artık, [anlaşmayı bozmaktan yana] tevbe etmişseniz, bu sizin için daha iyidir (hayırlıdır) ; yüz çevirdiyseniz,  Allah'ı aciz bırakıcılar olmadığınızı bilin. Gerçeği örtmüş olanları can yakıcı bir azapla müjdele!

4- Ancak, ortak yapanlardan anlaşmış olduğunuz sonra size hiçbir şeyi hiç eksiltmemiş¹ ve size karşı herhangi biriyle hiç sırt sırta vermemiş [destek çıkmamış] olanlar [hükmün]²haricindedir. Anlaşmalarını müddetlerine kadar onlara tamamlayın. Kesinlikle Allah, korunup sakınanları sever.

¹: burası "nekada=نقض" fiili ile de okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf) bu durumda "Size [anlaşmadan] hiçbir şeyi bozmamış" anlamındadır.

²: buradaki istisna, 1. Ayetten veya önceki ayetten istisnadır (Fahreddin Razi, keşşaf sahibi) yani anlaşmayı bozmayan ve düşmana destek çıkmayan kişiler, bu ayetlerin kapsamından beridir. Haliyle 5. Ayetteki savaş emri, sadece anlaşmayı bozan müşrikleri kapsamaktadır.

5- Kutsal aylar sıyrılınca [bitince] [belirli]¹ müşrikleri [Allah'a ortak kabul edenleri] nereden bulursanız öldürün! Onları yakalayın, onları [kutsal ibadethaneden] engelleyin² ve onlar için her bir gözetleme yerine oturun. Artık, tevbe ederler,  yönelişi ayakta tutar ve zekâtı verirler ise, hemen [kutsal ibadethaneye gelen³] yollarını serbest bırakın. Kesinlikle Allah bir bağışlayandır, bir Rahimdir.

¹: buradaki "el müşrikiyn= المشركين" sözünün başındaki (ال) takısı, bunların belirli müşrikler olduğunu gösteriyor. Önceki ayette anlaşmaya sadık kalan ve düşmana destek çıkmayan kişilerin bu ayetlerin kapsamından muaf olduğu belirtilmesi, 13. Ayette müşriklerin savaşı başlatmış olduğunun belirtilmesi ve diğer ayetlerde sadece savunma amaçlı savaşa (bakara 190-194, Nisa 75) müsaade edilmesi, bu ayetteki müşriklerin sadece savaş açanları, düşmana destek çıkanları ve anlaşmayı bozanları kasıt ettiğini gösteriyor. Buna göre ayetin bu kısmı "...Savaş açan, düşmana destek çıkan ve anlaşmayı bozan o ortak yapanları bulduğunuz yerde infaz edin" manasındadır. Hatta bu ifadenin sadece savaş açanları kapsaması da mümkündür. Çünkü devamında bazı kişilerin tevbe hakkı olduğu söylenmiştir.

²: "hasr= حصر" kutsal mescit'ten engellemek manasındadır (müfredat : حصر) bu ifadenin kutsal mescit'ten engellemek manasında olduğunu ıbni Abbas da söylemiştir. (zamahşeri:keşşaf, Fahreddin Razi, beydavi) zaten 28. Ayette açıkça yasaklanmıştır. Bu ayet 28. Ayetle birbirini tefsir etmektedir.

Ayetin kasıt ettiği bu olmak zorundadır, aksi düşünülemez. Çünkü aksi takdirde dine zorlama olurdu. Bu da diğer ayetlerle çelişirdi. (bakara 256, yunus 99)
"Herhangi bir insanın belirli bir mekana gelmesini yasaklamak, dine zorlama sayılmaz mı?" sorusu akla gelebilir. Herhangi bir dinin ve ideolojinin kendisine özel ayırdığı bir yer olabilir. Bu yere de o dinden veya ideolojiden olmayan kimselerin gelmesini yasaklanması bir tür zorlama sayılmaz. Örneğin ateizm derneği "Ateist olmayanlar bu derneğe gelemez üye olamaz" diyebilir. Çünkü derneğin kuruluşu tamamen ateistler içindir. Sonuçta kimse inançlılara "Bu derneğe gelmek zorundasınız. Gelmezseniz size savaş açarız" demiyor. Aynı şekilde kur'an da "kabeye gelmek zorundasınız. Gelmezseniz size savaş açarız." dememektedir. Bu durumda herhangi bir zorlamadan bahsedilemez.

³: önceki ifadeni kutsal mescit'e girmelerini engellediği için buradaki serbest bırakma, kutsal mescit'e gelen yollarını serbest bırakma manasındadır. Ibni Abbas da böyle tefsir etmiştir. (zamahşeri:keşşaf)

6- Eğer, [belirli]¹ müşriklerden birisi senden yakınlık [güvence] isterse, Allah'ın kelamını duyuncaya kadar hemen ona yakınlık [güvence] sağla. Sonra onu güvenli bir yere ulaştır². İşte bu, onların bilmeyen bir halk olmalarından dolayıdır.

¹: buradaki belirli olan müşrikler [ortak yapanlar], tevbe 5. Ayetteki müşrikler ise, içlerinde savaş Açmayan ve sığınmak isteyen kişilerdir. Buna göre tevbe 5. Ayet savaş açan müşrikleri kapsamaktadır. Eğer bu müşrikler 4. Ayetteki bahsedilen müşrikler ise, yine 5. Ayet savaş açanları ve anlaşmayı bozanları kapsar.

²: "müslüman olmazsa, güvenli bir yere ulaştır" manasındadır (kadı beydavi)
Hatta müşriklerden bir kişi hz. Ali'ye gelerek "Bizden herhangi bir kimse bu dört ayın bitişinden sonra Muhammed'in yanına gelip de Allah'ın kelamını işitmek isterse veya bir ihtiyâcı dolayısıyla gelirse öldürülür mü?" diye sorunca hz. Ali ''hayır," diyerek tevbe 6. Ayeti okumuştur. (kurtubi, İrşad Ebu-s su'd, zamahşeri:keşşaf, Fahreddin Razi) bütün bu açıklamalar, 5. Ayetin savaş açanlara yönelik olduğunu ispatlıyor. Bu ayet, islamın barış dini olduğunu ifade eden ayetlerden biridir.

7- [Müşriklerden] kutsal ibadethanenin (Mescidi haramın) yanında karşılıklı anlaşma sağladığınız kimseler, [anlaşmada] size sadık oldukları kadar, siz de onlara sadık olun. [bu kimseler bir yana diğer] müşriklerin [Allah'a ortak kabul edenlerin] Allah katında ve elçisinin katında herhangi bir anlaşması nasıl olabilir?

8- Nasıl? Eğer size karşı üstün olurlarsa, sizin hakkınızda ne bir feryat¹ gözetirler, ne de bir zimmet [anlaşma yapılmış kimse]... Ağızlarıyla[yalanlarıyla]² sizi ikna ediyorlar; kalpleri şiddetle karşı çıkıyor! Çoğunluğu hadlerini aşanlardır.

¹: "Feryat" anlamındadır (Zamahşeri:keşşaf). "anlaşma, akrabalık bağı," manasında olduğu ve İbranice "Tanrı" manasında olduğu söylenmiştir. (kurtubi, zamahşeri:keşşaf, kadı beydavi, müfredat : الا)

²: bu ifade kur'an'da genel olarak yalana işaret etmek amacıyla kullanılır (müfredat : فوه)

9- Allah'ın ayetlerini [mucizelerini] az bir bedel olarak sattılar böylece onun [Allah'ın] yolundan engellediler. Gerçekten, onların bulunmakta oldukları eylemleri ne kötüdür!

10 - Herhangi bir inançlı hakkında ne bir feryat gözetirler, ne de bir zimmet [anlaşma yapılmış kimse]. İşte onlar, haksızlık edenlerin ta kendisidir

11 - Eğer, tevbe ederler, yönelişi ayakta tutar ve zekâtı verirler ise, artık dinde kardeşlerinizdir. Ayetleri [mucizeleri] bilen bir halk için açıklıyoruz.

12- Eğer, kendilerinin anlaşmalarından sonra kendi yeminlerini bozarlarsa ve dininiz konusunda olay çıkarırlarsa, küfrün [gerçeği örtmenin] liderleriyle savaşın. Gerçekten onlara ait yeminler yoktur. Son vermeleri beklenir.

13- [Savaşı] size karşı ilk defasında kendileri başlatmış olduğu halde, yeminlerini bozmuş ve elçiyi çıkarmaya [sürgün etmeye] kalkışmış bir milletle savaşmıyor musunuz? Onlardan çekiniyor musunuz? O halde [bilin ki] inançlı idiyseniz Allah'ın kendisinden çekinmeniz daha haktır.

14-15- Onlarla [Savaşı ilk başlatan, yeminlerini bozan ve elçi'yi çıkarmaya kalkışmış kişilerle¹] savaşın da Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, inançlı bir milletin göğsüne şifa versin ve [inançlıların] kalplerinin şiddetli öfkesini gidersin. Allah kimi tercih ediyorsa onun tevbesini kabul ediyor. Allah, devamlı bir bilendir, bir hakim/hikmetlidir.

¹: "Hum=هم" yani "onlar" zamiri önceki ayetteki kişilere işaret etmektedir. Yani "onlar" dediği, savaşı ilk defa başlatan kişilerdir.

16- Yoksa, bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, sizden cihad [çaba sarf] eden ve Allah'tan, elçisin'den ve İnançlılardan beride hiç sırdaş edinmemiş olanları henüz bilmedi. Allah, eylemlerinizden bir devamlı haberdardır.

17- Müşriklerin, kendi benliklerine karşı kendi küfürlerine [gerçeği örtmelerine] şahitler iken, Allah'ın ibadethanelerini onarmaları [doğru] olmaz. İşte eylemleri boşa çıkanlar onlardır. Onlar ateşte kalıcıdırlar.

18- Allah'ın ibadethanelerini sadece Allah'a ve ahiret [son] gününe inanmış, yönelişi (namazı) ayakta tutmuş, zekâtı vermiş ve ancak Allah'tan çekinmiş kimseler onarır. Artık, işte bunların doğru yolu bulucular olması umulur.

19- Hacılara su taşınmasını ve kutsal ibadethanenin (Mescidi haramın) onarılması görevini, Allah'a ve ahiret [son] gününe inanan ve Allah'ın yolunda çaba sarf eden kimsenin [eylemi] gibi mi saydınız? Allah'ın katında eşit olmazlar. Allah, zalimler milletine doğru yolu göstermez.

20 - İnanmış, hicret etmiş, Allah'ın yolunda malları ve canları ile Cihad [çaba sarf] etmiş olanlar Allah'ın katında derece bakımından daha büyüktür. İşte onlar kazananların ta kendileridir.

21-22- Efendileri onları kendisinden bir rahmetle; bir rıdvanla[çokça razı oluşla] ve kendileri için içinde devamlı¹ nimetler bulunan cennetlerle müjdeliyor. Onların [cennetleri] içinde ebedi olarak kalıcıdırlar. Gerçekten Allah.. büyük bir ödül kendisinin katındadır.

¹: "ikame = إقامة" kelimesinin "süreklilik" manasında olduğunun ispatıdır.

23- Ey inanmış olanlar! Eğer, küfrü [gerçeği örtmeyi] inanca karşı daha çok seviyorlarsa [tercih ediyorlarsa] atalarınızı ve kardeşlerinizi veliler [rehberler¹] edinmeyin. Sizden kim onları veli yaparsa, artık onlar zalimlerin ta kendisidir.

¹: veli kelimesinin "dost" manasında olmadığını ve "rehber" manasında olduğuna dair delilleri görmek için Maide 51. Ayetin dipnotuna bakınız.

Veli edinmemek, onları düşman kabul etmek manasında değildir. Çünkü lokman 15. Ayette Allah, şirk konusunda anne ve babaya itaat etmemeyi ama bununla birlikte dünyada onlarla güzel biçimde yakınlığı korumayı emir etmektedir.

Haricen enam 151.ayette - inanç farkı gözetmeden - Tevhidden sonra en önemli emrin anneye babaya iyilik olduğu söylenmiştir.

24- "Eğer atalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretleriniz, kazandığınız mallarınız, durgunluğundan çekindiğiniz ticaretiniz ve razı olduğunuz yurtlarınız, size Allah'tan, elçisin'den ve onun [Allah'ın] yolunda çaba sarf etmekten daha sevgili geldiyse, Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin. Allah haddini aşanlar milletine yol göstermez.

25- Elbetteki Allah pek çok vatanda ve huneyn gününde size yardım etmişti. O vakit çokluğunuz hoşunuza gitmişti de, hiçbir açıdan size yeterli gelmemişti. Yer [dünya] genişliğiyle size dar gelmişti sonra kaçarak yüz çevirdiniz.

26- Sonra Allah, elçisi'ne ve inançlılara huzurunu indirdi. Hiç görmediğiniz askerleri indirdi ve gerçeği örtmüş olanlara azap etti. İşte bu kafirlerin [gerçeği örtenlerin] karşılığıdır.

27- Dahası Allah, bundan[bu olaydan] sonra kimi tercih ediyorsa onun tevbesini kabul ediyor. Allah çok bağışlayandır, bir rahimdir.

28- Ey inanmış olanlar! [belirli] Müşrikler [ortak yapanlar] sadece [manevi açıdan]¹ kirlidir. Bundan dolayı, bu yıllarından sonra kutsal ibadethaneye (mescidi harama) yaklaşmasınlar². Eğer, bir fakirleşmeden korkmuşsanız, [bilin ki] -Allah tercih etmişse- kendi ikramından sizi zengin edecektir [yeterli gelecektir]. Kesinlikle Allah bir devamlı bilendir, bir hakimdir/hikmetlidir.

¹: müşriklere "kirli" denilmesi onların kötü eylemlerinden dolayıdır. Çünkü 1-14 ayetlerinde kendilerinin anlaşmayı bozduğu, güç ellerinde olsa Müslümanların kendilerine davrandığı kadar insaflı davranmayacak oldukları, Elçiyi çıkarmaya kalkışmış oldukları ve savaşı ilk defa başlatan kişilerin kendileri olduğu söylenmiştir. Bu eylemlerinden dolayı, Allah onları "kirli" olarak değerlendiriyor.

Kirlilik, onların şirk inançlarından dolayı da olabilir.

²: Tevbe 5. Ayette "Onları [kutsal mescit'ten] engelleyin..." ifadesi bu ayetle bağlantılıdır.

29- Kendilerine kitap verilmişlerden olup¹ Allah'a ve ahiret [son] gününe inanmayan, Allah'ın ve elçisinin haram ettiğini haram etmeyen, hakkın dinini din edinmeyenlere karşı kendileri zillet halinde olarak o cezayı² elden [gönüllü olarak]³ verene kadar savaşın.

¹: Ayetin bu kısmı, hükmün, 'kendilerine kitap verilmiş kimseler[Yahudi ve Hristiyanlar]' ile sınırlı olduğunu gösteriyor. Yani herkes için geçerli değildir. Ancak uygulamada, müslüman olmayan herkes için uygulanmıştır.

 Ankebut 46. Ayette şöyle denir "kitap halkıyla ancak en güzel şekilde mücadele edin. Onlardan zulüm etmiş kimseler hariç" Zulüm etmeyen kimselerle en güzel şekilde mücadele edeceksek, ki bu mücadele Fussilet 34. Ayette "İyilik ve kötülük eşit değildir. Onu [kötülüğü] en güzeliyle def et. Bakarsın ki seninle kendisinin arasında bir düşmanlık olan kimse, sanki çok sıcak bir veli [olmuştur]" şeklinde anlatılmaktadır, zulüm eden kimseler ile bu ayette (Tevbe 29) anlatıldığı şekilde mücadele etmek emir edilmiştir. Hac 39. Ayette, zulme uğramış kimselere savaşma izini verildiğine göre bu Ayette (Tevbe 29) kendileriyle savaşılması emir edilen kişiler de müslümanlara zulüm eden kişilerdir.

²: "cizye =الجزية" genelde "müslüman olmayan kişilerin, islam ülkesinde kendilerinin can, mal ve inanç güvenliklerinin sağlanması şartıyla ödeyecekleri bedel olarak bilinir. Ancak ayette, 'kendilerine kitap verilmiş kimseler' ile sınırlaması, bu uygulamanın bu ayetle bağlantılı olmadığını gösteriyor. "peygamberin uygulaması bu şekildedir" mantığıyla bu ayetin cizye ile ilgili olduğu kabul edilmiş ve üstte açıklandığı şekilde uygulanmıştır.

Günümüzde Bu cezanın, savaş tazminatı olduğu da söylenmiştir. Çünkü dil açısından "cizye" kelimesi "ceza [karşılık]" kökünden gelir. Buna göre savaş açan kişilerin, savaş açtıkları için verdikleri zarardan dolayı savaş tazminatı ödemesi gerekir.

Bunun Muhammed 4. Ayette anlatılan esirlerin, vereceği "karşılık (fidye)" olduğu da söylenmiştir. Ancak bu yorum, günümüzde yapılan bir yorum olup geçmişte yapıldığına dair bir bilgi mevcut değildir.

³: "kendilerine sağlanan bu nimet sayesinde, gönüllü olarak içten gelerek bu karşılığı vermeleri" manasındadır (müfredat : يد)

30- (o) Yahudiler "Üzeyir, Allah'ın oğludur" dedi¹. Hristiyanlar "Mesih, Allah'ın oğludur" dedi. İşte bunlar, onların ağızlarıyla [uydurdukları²] sözleridir. Kendi [sözlerini]³, daha önceden gerçeği örtmüş olanların sözüne benzetiyorlar. Allah ile savaşmaya çalıştılar⁴. Nasıl da [Gerçeklerden yalanlara] ters çevriliyorlar?

¹: Tevratta, Üzeyirin Allah'ın olduğuna dair bir ayet yoktur. Ancak peygamberin zamanında bir takım Yahudilerin "Sen kıblemizi terk etmiş ve Üzeyirin Allah'ın oğlu olmadığını iddia etmişken, biz nasıl sana uyalım?" dediği söylenmiştir. (zad'ul mesir) Eğer, böyle bir iddiada bulunan yahudiler olmasaydı, mutlaka karşı çıkanlar olurdu. (اليهود) isminin başındaki (ال) takısı belirli olan kişileri kasıt etmek için kullanılmıştır. Yani belirli yahudiler böyle bir iddiada bulunmuştur.

²: "ağızları" sözü, kur'an'da genel olarak yalana işaret etmek amacıyla kullanılır (müfredat : فوه)

³: muzaf hazf edilmiştir, muzafun ileyh onun yerine geçmiştir. Cümle aslen (يضاهى قولهم) şeklindedir (keşşaf sahibi, kadı beydavi)

⁴: "ka'tele= قاتل" sözü, mufaale (karşılık yapılan eylem) babından bir fiildir. Bunun beddua manasında olduğu söylenmiştir ancak doğrusu bu kelimenin "Allah ile karşılık savaşacak hale geldiler" manasında olmasıdır (müfredat : قتل) tıpkı bakara 278. Ayette "...Allah ve Elçisi tarafından bir harp içinde bulunuyorsunuz..." ifadesine benzer. Maide 33. Ayette "Allah ve Elçisi ile harp etmeye çalışan" ifadesi de buna örnektir.

31- Din adamlarını ve Rahiplerini, Allah'tan beride RAB'ler edindiler¹. Meryemin oğlu Mesih'i de [Rab edindiler]. Kendileri ancak bir tek Tanrıya kulluk etmekle emir olundu. Ondan [o tek Tanrıdan] başka hiçbir Tanrı yoktur. Onların ortak yaptıklarından yücedir.

32- Ağızlarıyla [yalanlarıyla] Allah'ın aydınlığını [İslamiyeti] söndürmeyi istiyorlar. Allah, kendi aydınlığını (nurunu) tamamlamaktan başkasına şiddetle karşı çıkıyor.¹ Kâfirler hoşlanmasa bile...

33- O, müşrikler hoşlanmasa bile elçisini doğru yol rehberi (hidayet) ve hakkın diniyle ona dinin tamamını öğretmek¹ için gönderendir.

¹: "zahera ale=ظهر على" ifadesi "Onu öğrendi" anlamına gelir. İf'al formundan "ezhare ale=أظهر على" ifadesi ise "Ona öğretti" anlamına gelir. Bunun delili ise kur'an'da bu ifadenin kullanımıdır. Örneğin tahrim 3 "Allah ona (Nebi'ye) onu öğretti [وَاَظْهَرَهُ اللّٰهُ عَلَيْهِ]" kehf 20 "Eğer sizi öğrenirlerse [ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ]"

Genellikle "Galip getirmek" manasında anlaşılmış ve "ed-din=الدين" kelimesi Cins adı kabul edilerek "Dinler" anlamı verilmiştir. Bu durumda "Kendi dinini diğer dinlere üstün getirmek için" anlamı verilmiştir.

34- Ey inanmış olanlar! Gerçekten din adamlarından ve rahiplerden çoğunluğu, insanların mallarını mutlaka batıl olarak [haksız yollarla] yiyorlar ve Allah'ın yolundan çeviriyorlar. Altını ve gümüşü biriktirip saklayıp da Allah'ın yolunda onları [biriktirdiklerini] harcanmayanlara [gelince] onları can yakıcı bir azapla müjdele!


35- Onların [biriktirip sakladıklarının] üzeri cehennemin ateşinde kızdırılıp, bunlarla alınları, yanları ve sırtlarının dağlanacağı gün [azaba uğrarlar]¹ "Bu, kendi canınız için biriktirip sakladıklarınızdır. O halde Tadın biriktirip saklamakta olduğunuz (şeyleri) tadın!" [denilir]²

¹: "Gün" [يوم] kelimesi takdiri bir "azaba uğrarlar" fiilinin zarfıdır. (Halebi:duru-l mes'un)

²: hazf edilmiştir.

36- Gerçekten Allah'ın katında ayların sayısı, gökleri ve yeri [tüm evreni] yarattığı günde Allah'ın kitabındaki ay¹ olarak on ikidir. Onlardan dördü kutsaldır (haramdır). İşte bu, en doğru dindir. O halde onların [o ayların] içinde, kendi benliğinize/birbirinize zulüm etmeyin. [Müşriklerin] size topyekun bir halde saldırması gibi, siz de müşriklerle topyekun bir halde savaşın. Allah'ın korunup sakınanlarla birlikte olduğunu bilin.

¹: "şehran=شهرا" kelimesinin devamındaki ifadeler kendisinin sıfatı olması da mümkündür. (Halebi:duru-l mes'un) çeviri buna göre yapıldı.

37- [Kutsal ay'ı]¹ ertelemek, sadece 'küfürde [gerçeği örtmekte] bir artma'dır. Gerçeği örtmüş olanlar, Allah'ın haram ettiğinin sayısını denk getirip böylece Allah'ın haram ettiğini helal etmeleri için, onu [ertelemeyi] bir yıl olarak helal; onu [ertelemeyi] bir yıl olarak da haram sayarlarken, onunla [ertelemeyle] saptırılırlar. Kendi eylemlerinin kötüsü kendilerine süslendi. Allah, kafirler [gerçeği örtenler] milletine yol göstermez.

¹: "nesi=نسء" kelimesi, kutsal Ay'ı erteleme manasında kullanılır (müfredat : نسأ) önceki ayette ve tevbe 1-5 ayetlerinde yazdığı üzere, Kutsal Aylarda savaşmak yasaktır. Bazıları savaşmak için kutsal ay'ı erteliyordu. (Fahreddin Razi, kurtubi) ayet bunu yasaklamaktadır.

38- Ey inanmış olanlar! Size ne var ki, size "Allah'ın yolunda nefer [seferber] olun¹" denildiği zaman, yere ağır oldunuz [saplanıp kaldınız]? Ahirete [son hayata] karşılık dünyaya mı [ilk hayata mı] razı oldunuz? O halde [bilin ki] dünya hayatının faydası, ahirette[son hayatta] ancak pek azdır.

¹:"Allah yolunda" ifadesiyle kasıt edilen her ifade, kur'an'ın onay verdiği ve emir ettiği şeyleri kapsar. Kur'an'ın onay verdiği savaş, sadece savunma, koruma, zalim insanlara karşı mücadele, baskıyı yok etmek maksadıyla yapılan savaştır. (Bakara 190-195, Nisa 75, Haç 39) bunların dışında hiçbir şekilde savaşa müsaade yoktur. Savaş açanlar barış istiyorsa, bu durumda Barışı emir eder (Enfal 61,) savaş açmadığı sürece, müslüman olmayan kişilere dahi iyilik etmeye müsaade edilir. (Mumtehine 8,) bazılarının sandığının aksine; bu tarz ayetler durduk yere savaşmayı emir etmiyor

39- Eğer, seferber olmazsanız, Allah, her şeye imkanı olan iken size can yakıcı bir azap olarak azap eder, hariciniz bir halkı [sizinle] değiştirir ve hiçbir açıdan ona zarar veremezsiniz.

40- Eğer ona [elçi'y] yardım etmezseniz [bilin ki] gerçeği örtmüş olanlar onu çıkardığı vakit [Elçi] ikinin ikincisi iken, Allah ona yardım etmişti. O vakit o ikisi mağarada idi. O vakit [Elçi], dostuna "Üzülme, kesinlikle Allah beraberimizdedir." diyordu. Ardından Allah ona huzurunu indirdi, hiç görmediğiniz askerlerle onu güçlendirdi ve gerçeği örtmüş olanların kelimesini en aşağı yaptı. Hâlbuki Allah'ın kelimesi en yücedir. Allah, devamlı üstündür, hakimdir/hikmetlidir.

41- Hafif olarak¹ ve ağır olarak nefer [seferber] olun. Mallarınız ve canlarınız ile Allah'ın yolunda Cihad [çaba sarf] edin². İşte bu, -eğer bilmekte iseniz-, sizin için daha iyidir (hayırlıdır).

¹: bu ifadeler "hafif teçhizatlı ve ağır teçhizatlı", "güçlü ve zayıf", "gönüllü ve gönülsüz (her koşulda)", "zengin ve fakir" gibi pek çok şekilde yorumlamaya uygundur. (zad'ul mesir)

¹: "Cihad =جهاد" kelimesi "müdafaa'da[savunmada] düşmana karşı bütün gücünü harcamak" manasındadır (müfredat : جهد) ancak kelimenin kullanımından anlaşıldığı üzere Cihad savunma savaşıyla sınırlı olmayıp, her türlü çabayı kapsayan bir kelimedir. Örneğin zekat vermek, dini anlatmak, İnsanın nefsine karşı mücadele etmesi de "Cihad" olarak değerlendirilmiştir. Elçiye isnat edilen bir hadiste "Düşmanlarınızla Cihad ettiğiniz gibi arzularınızla Cihad edin" yazmaktadır. İsnat edilen bir başka hadiste "Elleriniz ve diliniz ile kafirlere karşı Cihad edin" yazmaktadır. (müfredat: جهد) bütün bunlar, verdiğimiz manayı doğruluyor.

42- Şayet, çok yakın bir geçici fayda ve orta yollu bir sefer olsaydı mutlaka sana uyarlardı; fakat, meşakkat[zor yolculuk] onlara uzak geldi. Allah, onların kesinlikle yalancılar olduğunu biliyorken, kendi benliklerini helak ederek "Şayet gücümüz yetseydi, mutlaka ve mutlaka sizinle beraber çıkardık." [diye] Allah'a ant edecekler.

43- Allah seni Affetti¹. Doğru kimseler sana açıkça belli olana ve sen yalancıları bilinceye kadar (beklemeden) niçin onlara izin verdin?

¹: sözün sahibi Allah olduğu için, bu ifade "affetsin" şeklinde dua olarak meal edilemez. Sözün sahibi Allah'tır ancak iltifat gereğince kendisini üçüncü şahıs olarak anlatmıştır.

44- Allah'a ve ahiret [son] gününe inananlar malları ve canları ile çaba sarf etmekte [Cihad konusunda]¹ senden izin istemezler. Allah, korunup sakınanları devamlı bilendir.

¹: "konu Cihad olduğu zaman sana sorma ihtiyacı bile hissetmez, üzerlerine düşeni yaparlar" manasındadır.

45- Sadece, Allah'a ve ahiret [son] gününe inanmayan ve kalpleri şüpheye kapılmış böylece kendileri de şüpheleri içinde gidip gelenler senden [Cihad konusunda] izin isterler.

46- Şayet (cihada) çıkmayı isteselerdi mutlaka onun için bir hazırlıkta bulunurlardı; fakat Allah onların gidişatından hoşlanmadı da onları meşgul etti. "oturanlarla beraber oturun" denildi.

47- Şayet, sizin içinizde[aranızda] (cihada) çıksalardı sizde ancak bir problemi artırırlardı. İçinizde, onlara kulak verenler varken, size fitne [sıkıntı] isteyerek aranızda (problem) koştururlardı. Allah, zalimleri devamlı bilendir.

48- Elbetteki önceden onlar hoşlanmıyor oldukları halde hak gelinceye ve Allah'ın işi açığa çıkıncaya kadar (o) Fitneyi aramışlardı ve sana işler çevirmişlerdi.

49- Onlardan "Bana izin ver ve fitneleme[belaya çekme]¹" diyen kimseler vardır. Dikkat! Onlar fitnenin [belanın] içine düştü. Kesinlikle cehennem, kâfirleri [gerçeği örten kimseleri] mutlaka  bir kuşatandır.

¹: "Beni istemediğim bir şeye zorlama, sonra sana baş kaldırır ve günahkar olurum" diyen Münafıkları anlatıyor. (zad'ul mesir)

50- Sana bir iyilik isabet etse, onlar [ikiyüzlüler] üzülür; sana bir felaket isabet ederse, "Biz önceden işimizi (tedbirimizi) almıştık" derler ve mutlu bir halde yüz çevirirler.

51- "Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla isabet etmez. O bizim mevlamızdır." de. Artık inançlılar sadece Allah'a güvenip dayansın (tevekkül etsin).

52- "Biz size Allah'ın kendi katından veya bizim ellerimizden bir azabı isabet ettirmesini gözetlerken, siz bize iki iyilikten biri dışında [bir şey] gözetleyemezsiniz¹. Artık gözetleyin, kesinlikle biz sizinle birlikte gözetleyenleriz." de.

¹:soru edatı olan (هل) burada (ما) anlamındadır. Devamında (إلا) edatı bunu gösteriyor.

53- "isteyerek veya istemeyerek harcama (infak) yapın (fark etmez!), sizden [infak] asla kabul edilmeyecek! Kesinlikle siz, hadlerini aşan bir millet oldunuz." de.

54- Harcamalarının kendilerinden kabul edilmesinden kendilerini engelleyen ancak Allah'ı[n varlığı] ve elçisini[n doğru olduğu] gerçeğini örtüp göz ardı etmeleri, yönelişe (namaza) ancak tembel bir halde gelmeleri ve ancak istemeyerek harcama (infak) yapıyor olmalarıdır.

55- O halde malları ve çocukları sana hoş gelmesin. Allah, bunlarla [malları ve çocukları ile] Sadece, onlara dünya [ilk] hayatının içinde azap etmeyi ve kendileri kâfirler [gerçeği örtenler] iken canlıların üzüntülü bir şekilde çıkmasını istiyor.

56- Kendilerinin mutlaka ama mutlaka sizden olduklarına [dai] Allah'a ant içiyorlar. Halbuki sizden değiller; fakat onlar çok korkan bir millettir.

57- Şayet, bir sığınma mekanı veya kaçacak yerler¹ veya bir delik bulsalardı koşa koşa oraya dönerlerdi.

¹' (Zamahşeri:keşşaf)

58- Onlardan, sadakalar hakkında seni ayıplayan kimseler vardır. Eğer onlardan [Sadakalardan] kendilerine verilirse razı olurlar; eğer onlardan [Sadakalardan] kendilerine hiç verilmezse bir bakarsın ki kızarlar.

59- Allah ve Elçisi kendilerine ne verdiyse ona razı olup "Allah bize yeter. Allah, kendi ikramından bize verecektir. Elçisi de öyle. Kesinlikle biz sadece Allah'a rağbet edenleriz." deselerdi…

60- Sadakalar Allah'tan bir farz olarak sadece fakirlerin, yoksulların, onun üzerine çalışanların[zekat görevlilerinin], kalpleri kaynaştırılacak kimselerin, boyunduruktakilerin[kölelikten kurtarılacakların]², borçluların, Allah'ın yolunun ve yolda kalanların hakkıdır. Allah devamlı bilendir, hakimdir/hikmetlidir.

²: özgürlük isteyen kölenin özgür bırakılması için Efendisine verilen para veya esir kimselerin bırakılması için verilen para veya doğrudan köleyi hürriyetine kavuşturmak için verilen para manasındadır. (müfredat : رقب, kurtubi, beydavi)

61- Onlardan, nebi'ye eziyet eden ve "o bir kulaktır[çok dinler ve sözü çok dinlenir]¹" diyenler vardır. "[O] Allah'a inanan, inançlılara güvenen² olarak sizin için bir hayrın kulağıdır. Sizden, inanmış olanlar için bir rahmettir." de. Allah'ın elçisi'ne eziyet edenler (evet!) onlara can yakıcı bir azap vardır.

¹: çok dinleyen ve sözü çok dinlenen manasındadır (müfredat : اذن) söyleyeni dinleyen ve hemen kabul eden manasında olduğu da söylenmiştir (kurtubi) bir nevi Münafıklar, peygamberin her teklifi kabul edeceğini iddia ediyorlar. Ancak devamında "hayrın kulağıdır" denilerek, sadece hayırlı şeyleri dinleyip kabul edeceği söyleniyor.

²: "iman =ايمان" kelimesi, Allah için kullanıldığında (ب) harfi cerr'i ile; inananlar için kullanıldığında (ل) harfi cerr'i ile kullanılmıştır. İnananlara karşı "güvenmek, tasdik etmek, dediklerine inanmak" manasındadır. Mesela Yusuf 17. Ayette, Yusuf'un kardeşleri, babalarına "sen bize inanacak/dediklerimizi tasdik edecek/bize güvenecek değilsin" manasında (ل) harfi cerr'i ile (و ما أنت بمؤمن لنا) demişlerdir.

62- sizi razı etmek için, Allah'a sizin için yemin ediyorlar. Hâlbuki -inançlı olsalardı- Allah ve elçisi onların razı etmelerine daha layıktır (haktır).

63- [Şunu] hiç bilmediler mi; kim Allah ve Elçisi ile sınırlaşırsa, kendisine kesinlikle içinde kalıcı olduğu cehennem ateşi vardır. İşte bu, büyük rezilliktir

64- Münafıklar [ikiyüzlüler] kalplerinde bulunanları haber veren bir surenin kendilerine [kısım kısım] ineceğinden çekiniyorlar. "Maskara edinmeye çalışın (bakalım!) Kesinlikle Allah, dikkat ettiğinizi (korktuğunuz şeyi) [ortaya] çıkarıcıdır" de.

65-66- Sorsan onlara mutlaka "Biz sadece dalmıştık ve eğleniyorduk." derler. "Allah ile, ayetleri [mucizeleri] ile ve elçisi ile mi alay ediyordunuz? Özür dilemeyin. inancınızın ardından gerçeği örtmüş oldunuz." de. Sizden bir takımı affetsek, (başka) bir takıma, suçlu olduklarından dolayı azap ederiz.

67- Münafık [ikiyüzlü] erkekler ve münafık [ikiyüzlü] kadınlar tanınmayanı [kötülüğü] emir ediyor; tanınanı [iyiliği] yasaklıyor ve ellerini kapatıyorlar [cimrilik yapıyorlar]  iken birbirlerindendirler. Allah'ı unuttular, [Allah da] onları unuttu [umursamadı]. Kesinlikle Münafıklar, hadlerini aşanların ta kendileridir.

68- Allah, münafık [ikiyüzlü] erkeklere, münafık [ikiyüzlü] kadınlara ve kafirlere içinde kalıcı oldukları cehennem ateşini söz verdi. O [cehennem] onlara yeter, Allah onları lanetledi [rahmetinden engelledi] ve onlar için sürekli bir azap vardır.

69- Sizden öncekilere [söz verdiği] gibi. Onlar kuvvet olarak sizden daha güçlü; mallar ve çocuklar bakımından çoktu, kendi paylarından faydalanmak istediler. Sizden öncekilerin, kendi paylarından faydalanmak istediği gibi, siz de kendi paylarınızdan faydalanmak istediniz. (yalanlamaya ve boş şeylere) dalmış olanlar gibi (yalanlamaya ve boş şeylere) daldınız. İşte onların eylemleri dünyada [ilk hayatta] ve ahirette [son hayatta] boşa çıkmıştır. İşte onlar, kaybedenlerin ta kendileridir.

70- Kendilerinden öncekilerin yani Nuh'un milletinin, Ad'ın, Semud'un, İbrahim'in milletinin, Medyen dostlarının (ashabı medyen) ve altı üstüne gelenlerin haberi kendilerine hiç gelmedi mi? Elçileri onlara açık kanıtlarla geldi. Ardından Allah, onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi canlarına zulmetmekteydiler.

71- İnançlı erkekler ve inançlı kadınlar, tanınanı [iyiliği] emretmekte; tanınmayandan [kötülükten] engellemekte; yönelişi (namaza) ayakta tutmakta, zekâtı vermekte, Allah'a ve elçisi'ne gönülden itaat etmekteyken birbirlerinin velileridir. İşte onlara (evet!) Allah onlara rahmet edecektir. Kesinlikle Allah devamlı üstündür, hakimdir/hikmetlidir.

72- Allah, inançlı erkeklere ve inançlı kadınlara, alt tarafından ırmaklar akan, kendilerinin içinde kalıcı oldukları cennetler ve Adn cennetlerinde güzel yurtlar söz verdi. Allah'tan bir Rıdvan [çokça razı oluş] ise en büyüğüdür. İşte bu, büyük kazanışın ta kendisidir.

73- Ey Nebi! [belirli] kafirlere ve münafıklara [ikiyüzlülere] karşı savunma yap¹[Cihad et]. Onlara karşı sert ol. Onların barınağı cehennemdir, Ne kötü bir dönüş yeridir.

¹: "Cihad =جهاد" kelimesi "müdafaa'da[savunmada] düşmana karşı bütün gücünü harcamak" manasındadır (müfredat : جهد) ancak kelimenin kullanımından anlaşıldığı üzere Cihad savunma savaşıyla sınırlı olmayıp, her türlü çabayı kapsayan bir kelimedir. Örneğin zekat vermek, dini anlatmak, İnsanın nefsine karşı mücadele etmesi de "Cihad" olarak değerlendirilmiştir. Elçiye isnat edilen bir hadiste "Düşmanlarınızla Cihad ettiğiniz gibi arzularınızla Cihad edin" yazmaktadır. İsnat edilen bir başka hadiste "Elleriniz ve diliniz ile Gerçeği örten kimselerle Cihad edin" yazmaktadır. (müfredat: جهد) bütün bunlar, verdiğimiz manayı doğruluyor.
Ayette "kâfirler" ve "Münafıklar [ikiyüzlüler]" sözü, belirlilik takısı ile gelmiştir. Tıpkı Alimran 173. Ayette "insanlar" sözünün (ال ) takısı ile belirli olup, bütün insanları kasıt etmemesi gibi.. Yani Cihad emri verilen kişiler belirli kişilerdir, bütün kişiler değildir. Bütün kişiler manasında olsa bile, Cihad duruma göre savunma savaş, duruma göre dil ile mücadele manasındadır. Bakara 190. ve Hac 39. Ayette Savaşa savunma amacıyla izin verildiğine göre savaş olacaksa sadece savaş açan kişilerle savaş olur. Diğerlerine karşı sözle mücadele yapılır.

74- (o) küfürlü sözü mutlaka söyledikleri ve İslamlarının ardından küfr ettikleri [gerçeği örttükleri] halde, demediklerine [dair] Allah'a ant içiyorlar. Hiç ulaşamadıkları(şeye)¹ kalkışmışlardı. Nefretleri ancak Allah ve elçisinin ikramından onları [inançlıları] zenginleştirmesinden dolayıdır. Eğer, tevbe ederlerse, kendileri için daha iyi (hayırlı) olur; eğer yüz çevirirlerse, Allah dünyada [ilk hayatta] ve ahirette [son hayatta] can yakıcı bir azap olarak onlara azap eder. Onların yerde [dünyada] herhangi bir veli ve de bir yardımcısı yoktur.

¹: Elçiye suikast girişimidir. (zad'ul mesir)

75- Onlardan, Allah'a "Eğer, ikramından bize verirsen, mutlaka ama mutlaka sadaka veririz ve mutlaka düzgün kimselerden oluruz" [diye] söz veren kimseler vardır.

76- Ardından [Allah] onlara ikramından verdiğinde, onunla [o ikramla] cimrilik ettiler ve ilgiyi kesenler olarak yüz çevirdiler.

77- Allah'a verdikleri sözlerinden dönmeleri ve yalan söylemekte olmalarından dolayı, onunla [Allah ile] karşılaşacakları güne kadar kalplerinin içinde bir nifak olarak onları sonuçlandırdık [cezalandırdık].

78- Allah'ın, onların sırlarını ve gizli konuşmalarını bilmekte olduğunu ve gayb'ları [tüm gizlilikleri] çokça bilen olduğunu hiç bilmediler mi?

79- İnançlılardan Sadakalar hakkında gönüllü olanları ve (sadaka konusunda) gücünün yettiğinden başkasını bulamayanları ayıplayan, ardından onlarla dalga geçenlere [gelince] Allah onları maskara etmiştir [ceza vermiştir]¹. Onlar için can yakıcı bir azap vardır.

¹: bakara 15. Ayetin dipnotuna bakınız

80- onlar için bağışlanma iste veya bağışlanma isteme, onlar için yetmiş defa bağışlanma istesen (yine de) Allah onları asla bağışlamayacak. İşte bu, Allah[ın varlığı] ve Elçisini[n doğru olduğu] gerçeğini örtüp göz ardı etmiş olmalarından dolayıdır. Allah, hadlerini aşanlar milletine yol göstermez.

81- Geride bırakılanlar, Allah'ın elçisinin gerisinde oturmalarından dolayı sevindiler. Malları ve canları ile Allah'ın yolunda Cihad [çaba sarf] etmekten hoşlanmadılar ve "(şu) sıcakta nefer [seferber] olmayın" dediler. "Cehennemin ateşi sıcaklık bakımından daha şiddetlidir. Şayet biliyor olsalardı.." de.

82- Artık [münafıklar] elde etmekte oldukları [şeyler] sebebiyle bir ceza olarak pek az gülsünler; pek çok ağlasınlar.

83- Eğer, Allah seni onlardan bir takıma geri döndürür de, senden, [savaşa] çıkmak için izin isterlerse, "Benimle beraber, ebediyen asla [savaşa] çıkamayacaksınız ve benimle beraber, herhangi bir düşmanla asla savaşmayacaksınız. Kesinlikle siz, ilk defasında oturmaya razı oldunuz. Artık geri kalanlarla birlikte oturun." de

84- Onlardan ölen herhangi bir kimseye ebediyen yönelme[dua etme/namaz kılma]!¹ ve onun [ölenin] kabri ile ilgilenme². Kesinlikle onlar, Allah[ın varlığı] ve Elçisini[n doğru olduğu] gerçeğini örtüp görmezden geldiler ve hadlerini aşanlar olarak öldüler.

¹: "Salle =صلي" fiili "ale=على" harfi cerr'i ile genellikle "dua ve arındırma" manasında kullanılır. Mesela "dua ve arındırma" manasında (صليت عليه) denir. (müfredat : صلا) ayette de bu harfi cerr'le kullanıldığı için "onlara dua etme" manası verildi. Ancak genel olarak "cenaze namazını kılma" olarak anlaşılmıştır. (kurtubi, kadı beydavi)

²: "kame= قام" fiili "durmak" manasında olduğu gibi, "yerine getirmek, yapmak" manasında da kullanılır (müfredat : قوم) bu ifade "kabirlerinin başında durma" şeklinde anlaşıldığı gibi "kabirlerini düzenlemeyle uğraşma" şeklinde de anlaşılmıştır (Fahreddin Razi).

85- Malları ve çocukları sana hoş gelmesin. Allah, bunlarla [malları ve çocukları ile] Sadece onlara dünya [ilk] hayatının içinde azap etmeyi ve kendileri kâfirler [gerçeği örtenler] iken canlıların üzüntülü bir şekilde çıkmasını istiyor.

86- "Allah'a inanın ve elçisi ile birlikte cihad [çaba sarf] edin." diye bir sure indirildiği zaman, onlardan [mal bakımından] genişlik [zenginlik] sahipleri senden izin isterler ve "Bizi bırak da oturanlarla beraber olalım" derler.

87- Geride kalan [kadınlarla¹] birlikte olmaya razı oldular ve kalplerine damga basıldı. Artık onlar anlamıyorlar.

¹: "havelif=خوالف" kelimesi geride kalan kadınları kasıt etmektedir (müfredat : خلف, zad'ul mesir) bu ayetten anlaşıldığı üzere, savaş emri kadınlara yönelik değildir. Yani kadına savaşma zorunluluğu yoktur.

88- Fakat elçi ve onunla birlikte inanmış olanlar malları ve canları ile Cihad [çaba sarf] ettiler. İşte onlara (evet!) iyiler (hayırlar) onlara aittir. İşte onlar başarılı olanların ta kendileridir.

89- Allah, onlara alt tarafından ırmaklar akan, içinde kalıcı oldukları cennetler hazırladı. İşte asıl büyük kazanış budur!

90- Araplardan özür beyan edenler¹ kendilerine izin verilmesi için geldiler; Allah'ı ve elçisini yalanlamış olanlar ise oturdular. Onlardan olup gerçeği örtmüş olanlara can yakıcı bir azap isabet edecektir.

¹: bu kelime "mu'zirune=معذرون [gerçekten özrü olduğu için özür beyan edenler]" ve "muazzirune=معذِّرون[özrü olmadığı halde özrü varmış gibi gösterenler]" olarak iki şekilde de okunmuştur. (müfredat: عذر, kadı beydavi)

91- [Güç bakımından] zayıflara, hastalara ve harcayacak (bir şey) bulamayanlara, Allah'a ve elçisi'ne samimi oldukları zaman herhangi bir darlık [günah] yoktur. Güzellik yapanlara hiçbir yol [sorumluluk] yoktur. Allah çok bağışlayandır, bir rahimdir.

92- [bir bineğe] binmeleri için sana gelip de sen "sizi kendisine bindirecek [binek] bulamıyorum" dediğin zaman infak edecekleri [bir şey] bulamadıklarından dolayı yüz çevirip, üzüntülü bir halde gözleri yaştan dolup taşanlara da [herhangi bir darlık/günah yoktur].

93- (o) yol [sorumluluk] sadece zengin oldukları halde senden izin isteyenlere vardır. Onlar Geride kalan [kadınlarla] birlikte olmaya razı oldular ve Allah kalplerine damga bastı. Artık onlar bilmiyorlar.

94- kendilerine [zengin olduğu halde geri kalanlara] döndüğünüzde, size özür beyan ederler,  "Özür beyan etmeyin. Biz size asla güvenmeyeceğiz. Allah sizin haberlerinizden bize bildirdi." de. Allah, eylemlerinizi görecek, elçisi de [görecek] Sonra gayb'ın[gizliliğin] ve şehadetin [açıkça görünenin] bilenine döndürüleceksiniz. Ardından, yapmakta olduklarınızı size haber verecek.

95- Kendilerine döndüğünüzde, kendilerinden ilgiyi kesmeniz [uğraşmamanız] için Allah'a sizin için ant içecekler. Artık onlardan ilgiyi kesin. Kesinlikle onlar bir kirliliktir (azaptır)¹ ve elde etmekte olduklarına bir karşılık olarak barınakları cehennemdir.

¹: kelime manevi, akli ve mizaci açıdan "kirlilik" manasında olsa da "azap" anlamında da kullanılmıştır. (müfredat : رجس)

96- Onlardan razı olmanız için size ant içiyorlar. Artık onlardan razı olursanız [bilin ki] Allah, hadlerini aşanlar milletinden razı olmaz.

97- Araplar küfür [gerçeği örtme] ve nifak [ikiyüzlülük] bakımından daha şiddetlidir; Allah'ın elçisi'ne indirdiğinin sınırlarını bilmemeye daha müsaittirler. Allah devamlı bilendir, hakimdir/hikmetlidir.

98- Araplar'dan olup harcamalarını (infaklarını) bir angarya kabul eden [bazı] kimseler vardır. Size belalar gözetliyorlar, çirkin bela sadece onlara [iner]. Allah devamlı işitendir, devamlı bilendir.

99- Araplar'dan olup Allah'a ve ahiret [son] gününe inanan ve harcamalarını (infaklarını) Allah'ın katında bir takım 'yaklaşmalar [vesilesi]' ve 'elçinin salavatı [duaları] sayan kimseler de vardır. Dikkat! Kesinlikle o [infakları], kendileri için bir yakınlık'tır. Allah onları rahmetinin içine girdirecektir. Kesinlikle Allah çok bağışlayandır, bir Rahimdir.

100- Hicret edenlerden (muhacirler'den), çokça yardım edenlerden (ensar'dan) ve onlara güzellikle bağlı olanlardan ilk öne geçenlere [gelince] Allah onlardan razı oldu ve onlar da ondan [Allah'tan] razı oldu. [Allah] onlara, alt tarafından ırmaklar akan, kendilerinin onda ebedi kalıcı oldukları cennetler hazırladı. İşte bu çok büyük bir kazanıştır.

101- Çevrenizdeki Araplardan ve şehir (medine) halkından münafık [ikiyüzlü] kimseler vardır. Nifak [ikiyüzlülük] üzerine ustalaştılar. Sen onları bilmiyorsun, biz onları biliyoruz. Onlara iki¹ defa azap edeceğiz, sonra çok büyük bir azaba döndürülecekler.

102- Diğerleri, cezayı gerektiren işlerini itiraf etti. Onlar düzgün eylemleri diğer kötü [eylemler] ile karıştırdılar. Allah'ın, onların tevbelerini kabul etmesi umulur. Kesinlikle Allah çok bağışlayandır, bir rahimdir.

103- Onların mallarından, kendisiyle onları temizleyeceğin ve arındıracağın bir sadaka¹ al ve onlara Salat et [dua et ve arındır]. Kesinlikle senin Salat'ın, onlar için bir huzurdur. Allah bir devamlı işitendir, bir devamlı bilendir.

¹: Tevbe 60. Ayete bakınız.

104- Allah'ın, kullarından tevbeyi kabul eden ve sadakaları alan olduğunu ve Allah'ın 'tevbeleri çokça kabul eden', bir Rahim olduğunu hiç bilmediler mi?

105- "Siz eylemde bulunun (bakalım!). Allah eyleminizi görecektir. Elçisi ve inançlılar da [görecektir]. Gayb'ın [görünmeyenin] ve şehadetin [açıkça görünenin] bilenine döndürüleceksiniz. Ardından [Allah], bulunmakta olduğunuz eylemleri size haber verecektir." de.

106- Diğerleri, Allah'ın emrine kalmıştır. Allah bir devamlı bilen, bir hakim/ hikmetli olarak ya onlara azap eder ya da onların tevbelerini kabul eder.

107- Zarar vermek, gerçeği örtmek, inançlıların arasını ayırmak ve önceden Allah ve elçisi ile harp etmiş kimseye gözetleme yeri hazırlamak için bir ibadethane edinmiş olanlar da [Allah'ın emrine kalmıştır].¹ "Ancak güzelliği istedik" [diye] Allah'a mutlaka ant içecekler. Halbuki Allah şahitlik ediyor ki kesinlikle onlar yalancılardır.

¹: Bu ifade, önceki ayette geçen "diğerleri" sözünün mahaline atıftır. (Beydavi)

108- Onun [o ibadethanenin] içinde ebediyen [namaza] durma. İlk günden takva[korunup sakınma] üzerine kurulan bir ibadethane, içinde [namaza] durmana mutlaka daha layıktır(haktır). Onun içinde, temizlenmeyi seven bir takım kişiler vardır. Allah, temizlenenleri seviyor.

109- O halde Allah'tan (gelen) bir takva [korunup sakınma] ve Rıdvan [çokça razı oluş] üzerine yapısını kuran kimse mi daha iyidir (hayırlıdır)? Yoksa çökecek bir uçurumun kenarına yapısını kurup da onunla cehennem ateşinin içine düşen kimse mi? Allah, zalimler milletine yol göstermez.

110- Kendilerinin yaptıkları yapı, kalplerinin içinde bir şüphe olmaya ara vermeyecektir. Ancak kalplerinin parçalanması durumunda [ara verecektir]. Allah devamlı bilendir, hakimdir/hikmetlidir.

111- Gerçekten, [inançlılar] Allah'ın yolunda[savunma, koruma ve zulme karşı]¹ savaşırlarken, Allah inançlılardan canlarını ve mallarını kendileri için cennet karşılığında satın almıştır. Artık onlar Tevrattaki, incildeki²ve kur'an'daki bir hak olarak kendisine verdiği bir söz olarak [bu yolda] öldürürler ve öldürülürler. Kendi anlaşmasına Allah'tan daha vefalı olan kimdir? Artık karşılıklı alıp verdiğiniz satışınız sebebiyle sevinin/müjdelenin. İşte bu, çok büyük kazanıştır.

¹: Allah yolunda savaş, Allah'ın kur'an'da onay verdiği savaştır. Kur'an'da da sadece savunma (bakara 190) insanları koruma (Nisa 75), Fitnenin [baskı ve şiddetin] yok olması ve insanların sadece Allah'a kul olması, başkalarının kulu, kölesi olmaması için savaşa müsaade vardır. (Bakara 190-193, Enfal 39-40)

²:
İncil | Matta 5: 10-12 "Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere! Çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır. Benim yüzümden insanlar size sövüp zulmettikleri, yalan yere size karşı her türlü kötü sözü söyledikleri zaman ne mutlu size! Sevinin, sevinçle coşun! Çünkü göklerdeki ödülünüz büyüktür. Sizden önce yaşayan peygamberlere de böyle zulmettiler... "

Matta 10:39 ''Canını kurtaran onu yitirecek. Canını benim uğruma yitiren ise onu kurtaracaktır."

Matta 19:29 "Benim adım uğruna evlerini, kardeşlerini, anne ya da babasını, çocuklarını ya da topraklarını bırakan herkes, bunların yüz katını elde edecek ve sonsuz yaşamı miras alacak."

112- [Onlar] tevbe edenlerdir, kulluk edenlerdir, [Allah'ı] övenlerdir, [bilgi için²] seyahat edenler/kendilerini tutanlardır, rüku edenlerdir, secde edenlerdir, tanınanı [iyiliği] emir edenlerdir, tanınmayanı [kötülüğü] yasaklayanlardır ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. (o) inançlıları müjdele!

¹:"seyahat edenler" manasında olan (السائحون) kelimesi "kulak, göz ve dil organlarını günahtan koruma" manasında bir "oruç" olarak açıklanmıştır. (müfredat : سيح) "normal oruç, hicret, bilgi için seyahat etme," gibi pek çok manada da anlaşılmıştır. (Zamahşeri:keşşaf, kurtubi)

113- Kızgın ateşin dostları olduklarının iyice belli olmasından sonra müşrikler için nebinin ve inanmış olanların bağışlanma istemesi -yakınlık sahipleri [akrabalar] olsalar bile- [doğru] olmaz.

114- İbrahim'in babası için bağışlanma istemesi ancak ona [babasına] söz verdiği bir vaad'dir. Ardından onun [babasının] Allah'a bir düşman olduğu ona [İbrahim'e] açıkça belli olunca, [İbrahim] ondan [babasından] uzak durdu. Gerçekten İbrahim çok acıyandı, ha'limdi.

115- Allah, herhangi bir millete, kendilerine yol gösterdikten sonra sakınacakları[şeyleri] kendilerine açıkça belli edene kadar, yolu kaybettirecek değildir. Kesinlikle Allah her şeyi devamlı bilendir.

116- Kesinlikle Allah göklerin ve yerin mülkü [yönetimi] kendisine ait olandır. Can veriyor ve can alıyor. Sizin için Allah'tan beride içbir veli(rehber) ve hiçbir yardımcı yoktur.

117- Elbetteki Allah; nebi'nin, hicret edenlerin (muhacirin) ve zorluk saatinde kendilerinden bir grubun kalplerinin neredeyse saptığı [bir zamandan] sonra ona bağlı olan ensarın[çokça yardım edenlerin] tevbelerini kabul etmiştir. Aynı zamanda onların [kalplerinin neredeyse saptığı o grubun] tevbelerini kabul etti. Kesinlikle o, onlara karşı Rauf'tur, Rahimdir.

118- Geride bırakılan o üç [kişinin] de [tevbesini kabul etti]. Öyle ki yer [dünya] genişliğiyle onlara dar geldiği, kendi benlikleri onlara dar geldiği ve Allah'tan kendisinden başka hiçbir kaçış yeri olmadığını düşündükleri zaman (bunu yaptı) sonra tevbe etmeleri için tevbelerini kabul etti. Gerçekten Allah, tevbeleri çokça kabul edendir, rahimdir.

119- Ey inanmış olanlar! Allah'a (karşı gelmekten) sakının ve dürüst kişilerle beraber olun.

120-121- Medine halkı ve çevresindeki araplardan kimselerin Allah elçisinden geride kalmak ve onun [elçinin] canından yüz çevirip kendi canlarına rağbet etmeleri [doğru] olmaz. İşte bu, Allah'ın yolunda isabet eden her susuzluğun, her yorgunluğun ve her açlığın ve gerçeği örtmekte aşırıya gidenleri şiddetlice öfkelendiren herhangi bir vatana ayak basmanın ve herhangi bir düşmandan (yana) bir başarıya sahip oluşun kendilerine ancak düzgün-iyi bir eylem olarak yazılmasından dolayıdır. Kesinlikle Allah, güzellik edenlerin ödülünü yok etmiyor. [Bu durum] bir de küçük ve büyük olarak infak ettikleri her sadaka, geçtikleri her vadi, kendileri içinancak Allah'ın kendilerine bulunmakta oldukları eylemleri sebebiyle en güzel şekilde karşılık vermesi için yazılmasından dolayıdır.

122- İnançlıların hepsinin seferber olmaları [doğru] olmaz. Artık onlardan olan her bir gruptan bir takımın, din konusunda uzmanlaşmak ve kendi milletlerini kendilerine döndükleri zaman -Kendilerinin dikkat etmeleri beklendiği için- uyarmaları gerekmez mi?

123 - Ey inanmış olanlar! [Belirli]¹ kafirlerden size yaklaşanlarla savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar. Allah'ın sabredenlerle beraber olduğunu bilin.

¹: "elkkuffar=الكفار" kelimesinin başındaki (ال) takısı belirli kişiler olduğunu gösteriyor. Kur'an'da sadece savunma (bakara 190, Haç 39), insanları koruma (Nisa 75), Fitnenin [baskı ve şiddetin] ve zulmün yok olması (bakara 190-193) için savaş emir edilmiştir. Onun haricinde dini farklı kişilere, savaş çıkarmadığı sürece iyilik etmeye ve adil davranmaya müsaade ettiği (Mumtehine 8.) kötülüğü iyilikle def etmeyi emir ettiği (Fussilet 34) barışa meyil eden düşmanın barış teklifini kabul etmeyi emir ettiğine (Enfal 61) göre buradaki kâfirler, savaş açanlardır.

124- Herhangi bir sure indirildiği zaman, onlardan "Bu, inanç bakımından hanginizi artırdı?" diyen kimseler vardır. Artık İnanmış olanlara gelince, onları inanç bakımından artırdı. Onlar sevinirler/müjdelenirler.

125- Kalplerinde bir hastalık bulunanlara [gelince] o [sure] onların kirliliklerine bir kirlilik [günah] olarak onları artırdı ve onlar kafir [gerçeği örten] olarak öldüler.


¹: (Mukatil bin Süleyman)

126- Onlar her yıl bir defa veya iki defa fitnelendiklerini[azaba uğradıklarını] sonra da öğüt almaz bir haldeyken, tevbe etmediklerini görmüyorlar mı?

127- Herhangi bir sure indirildiği zaman, "herhangi biri sizi görüyor mu?" (diye) birbirlerine bakarlar sonra da ayrılırlar. Onların anlamayan bir millet olmaları sebebiyle Allah onların kalplerini çevirdi.

128- Elbetteki size kendi canınızdan olan bir elçi gelmiştir. Sıkıntı yaşamanız ona zor gelir. Size çok düşkündür, inançlılara rauf'tur, rahimdir.

129- Artık yüz çevirdiler ise, "kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah bana yeter. [Allah] büyük arş'ın [hükümranlığın] RAB'bi iken, sadece ona güvenip dayandım) tevekkül ettim)" de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder