14 Eylül 2019 Cumartesi

20- Taha süresi (Hubeyb öndeş meali)


1- Ta, ha

2-3- kur'an'ı, sana sıkıntı çekmen için indirmedik. Ancak, çekinen/saygılı davranan kimselere bir hatırlatma olarak [indirdik].

4- Yeri [dünyayı] ve yüce gökleri yaratan kimse [tarafından] kısım kısım indirme olarak [indirdik]¹

¹: "tenzilen=تنزيلا" kelimesi, hazf edilmiş bir (نزلناه) a'milinin meful'u mutlakıdır. (Müşkül i'rab-ul kur'an) bu kelimenin, (تذكرة) kelimesinden bedel de olabilir. (keşşaf sahibi) buna göre aşağı yukarı aynı şekilde çevrilir.

Akla şu soru gelebilir:
"Gökleri ve yeri yaratan" derken, Allah üçüncü şahıs (o) olarak anlatıldığı halde neden devamında "indirdik" diyerek birinci şahıs çoğul (biz) olarak anlatılmıştır?
Bunun cevabı ise iltifat sanatıdır. Bu konuda yeterince detay daha önce (Alimran 183. ayetin dipnotuna bakınız) verilmişti.

5- Rahman, Arşı[yönetimi]¹ hükümranlığı altına aldı².

¹: "Arş =عرش" aslen "kürsü" demektir. Fakat bu kelime "yönetim, güç, saltanat, mülkiyet" manasında da kullanılmıştır. Örneğin "kralın Arşı" ile "kralın mülkü, saltanatı" kasıt edilmiştir. (müfredat : عرش, Fahreddin Razi) buradan anlıyoruz ki, Allah'ın Arşı ile kastedilen, onun mülkü, yani yönetimidir. Ayrıca, "Arş'a [taht'a] istiva etmek" ifadesi, kralın bir şeyi mülküne alması, kral olması anlamında kinaye olarak kullanılır. (keşşaf sahibi)

²: "ıstiva = استوى" fiili "ale =على" harfi cerr'i ile "istila etmek" yani "hükümranlığı altına almak" mânâsına gelir (müfredat :سوا) bu Ayette de aynı şekilde kullanıldığı için bu mana verildi.


6- Göklerde, yerde [tüm evrende], ikisinin arasında (içinde) ve yaş toprağın altında bulunanlar, onundur [rahman'ındır].

7- Sözde açık [yüksek sesli] olsan (da kapalı olsan da) kesinlikle o, sırrı ve daha saklı olanı biliyor.

8- Allah, kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayandır. En güzel isimler onundur.

9- Musa'nın olayı sana geldi mi?

10- Hani bir ateş görmüştü, ardından ailesine "Siz bekleyin, gerçekten ben açık seçik¹ olarak bir ateş gördüm. Umarım, size ondan [ateşten] bir kor getiririm veya onun karşısında bir yol bulurum" dedi.

11-14- Ona [ateşe] gelince, kendisine seslenildi: Ey Musa! Gerçekten ben (evet!) ben RAB'binim. Artık, ayakkabılarını¹ çıkar, gerçekten sen, kutsanmış vadi olan Tuva'dasın. Ben seni özel olarak seçtim. Artık, vahiy edilene kulak ver. Gerçekten ben, benden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah'ım. O halde bana kulluk et ve hatırlatmam(zikrim) için yönelişi (namazı) ayakta tut (gereğince uygula). 

¹: ayakkabıları çıkarmak, anlaşıldığı şekilde de yorumlanmıştır, bazıları ise "çoluk-çocuk, aile meşguliyetinden sıyrılıp çık" manasında açıklamıştır. Çünkü aileyi anlatmak için "nal=نعل" tabiri kullanılmıştır. (kurtubi)

15- Gerçekten saat (kıyamet), her bir canın kendi gayretiyle karşılık bulması için gelicidir. Onu [saatin gelişini] neredeyse belli edeceğim.¹

¹: "ehfahe=أخفيها" şeklinde de okunmuştur. Bu durumda izhar etmek [açığa çıkarmak] anlamındadır. (zamahşeri:keşşaf)
Bilimsel olarak evrenin bir sonu olduğunu ispatlayan pek çok teori mevcuttur. (bkz: büyük yırtılma, büyük çöküş) her halükarda evrenin bir son bulacağı ve kalıcı olmadığı kesindir. Ayette de belirtildiği üzere, Allah kıyametin gelişini neredeyse açıklamıştır, bugünkü bilim sayesinde de Allah'ın belli ettiğini görebiliyoruz.

Genellikle "neredeyse saklayacağım" manası verilmiştir. (zamahşeri:keşşaf) bu da doğrudur, ancak yine anlama gelmektedir. Çünkü "neredeyse saklayacağım" ifadesi, tamamen saklanmış olmayıp alametlerinin belli olduğunu göstermektedir. Ki bugün bilim sayesinde alametleri görüyoruz.

16- Ona [saate] inanmayan ve keyfine uyan kimseleri sakın seni ondan¹ çevirmesin. Aksi halde, düşerek mahvolursun.

¹: "Saat'e inançtan" veya "namazdan" manasındadır. (kadı beydavi, Zamahşeri:keşşaf)

17-18- Şu, sağ elindeki nedir¹ ey Musa? [Musa] "O, benim kendisine dayanıp kuvvet kazandığım ve koyunlarıma karşı kendisiyle engellediğim[yol gösterdiğim]² Asam'dır. Onda benim için diğer ihtiyaçlar da vardır" dedi.

¹: Allah, Musa'nın elindekinin ne olduğunu bilmektedir, ancak bu soruyu, ona yapacağı mucizeye dikkat çekmek için soruyor.

"Bu tıpkı, bir zırh ustasının sana demiri göstererek ''bu nedir?'' diye sorup, senin ona ''bir yığın demir'' demen ve aradan birkaç gün sonra zırh ustasının o demiri bir zırh yapıp ''bak, işte bu senin gördüğün demir yığını, onu nasıl mükemmel bir zırh yaptım!'' demesine benzer." (zamahşeri:keşşaf)

²: Buradaki (اهش) ifadesi (اهس) şeklinde de okunmuştur. (keşşaf sahibi) manası: koyunları yanlış tarafa gitmekten engellemektir (Ubabu-z zahir: هسس)

19- [Allah] "Onu at, Ey Musa!" dedi.

20- [Musa] onu attı, bir de ne görsün? O koşan bir yılan [olmuş]!

21- [Allah] "Onu yakala ve korkma. Onu, ilk/önceki şekline tekrar iade edeceğiz." dedi.

22-23- "Sana, en büyük ayetlerimizden göstermemiz için, elini, kanadına/koltuğuna sıkıştır, bir diğer ayet [mucize] olarak herhangi bir çirkinliği olmaksızın bembeyaz çıksın"

24- "Firavun'a git. Gerçekten o taştı!"

25- [Musa] "RAB'bim! Göğsümü benim için yay/genişlik ver." dedi.

26- "Emrimi/işimi kolaylaştır"

27- "Dilimden düğümü çöz"

28- "[Çöz ki] sözümü anlasınlar"

29- "Ailemden bana bir vezir [sorumluluğumu taşıyacak kimse] yap."

30- "Harun'u, yani kardeşimi..."

31- "Onunla [kardeşimle] sırtımı[kuvvetimi] güçlendir."

32- "Onu, emrimde/işimde ortak yap."

33-34- "Seni çokça tenzih edelim ve seni çokça anıp hatırlayalım diye [yap]"

35- "Gerçekten sen bizi [en başından beri] devamlı görendin."

36-40- [Allah] "İstediğin sana verilmiştir Ey Musa! Elbetteki, sana diğer seferinde de büyük iyilikte bulunmuştuk: hani vahiy edileni annene "Onu (Musa'yı) tabutun içine at, ardından onu denize¹ at, deniz onu sahile atsın, bana bir düşman ve ona (Musa'ya) bir düşman olan onu alsın" diye vahiy etmiştik. Sana benden bir sevgi atmıştım. Gözetimim altında bakımının yapılması için [bunu yaptım]². Bir vakit, kız kardeşin gidip-gelip ''onun (Musa'nın bakımına) kefil olacak bir kimseyi size göstereyim mi?'' demişti. Böylece, [annenin] gözü aydın olsun ve üzülmesin diye seni annene geri döndürmüştük. Sen, bir canı öldürmüştün, ardından seni dertten kurtarmış ve seni iyice fitnelemiş/sınamıştık. Senelerce, medyen halkının içinde kalmıştın sonra bir kader üzerine geldin ey Musa!" dedi.

¹: "yemm=يم" kelimesi Süryanice "yamma= ܝܡܐ" ve İbranice "yam= יָם" olarak "deniz, gölet, okyanus" manasındadır. (wictionary)

²: "Ve litusnea=ولتصنع" ifadesinin başındaki (و) harfi, idmar edilmiş [gizlenmiş] bir cümleye işaret edebilir. Cümle (....فعلت كذا) şeklinde de olabilir (keşşaf sahibi) çeviri buna göre yapıldı.

41-44- "Seni, kendi benliğim için iyice düzenledim.¹ Sen ve kardeşin, ayetlerim ile [mucizelerimle] gidin ve hatırlatmam (zikrim) konusunda gevşeklik-kusur² göstermeyin. İkiniz de Firavun'a gidin, gerçekten o taştı, ona yumuşak söz söyleyin, öğüt alması veya çekinmesi beklenir"

¹: "istina=اصطناع" bir şeyi ıslah etmekte aşırılıktır. (müfredat: صنع)

²: (Zamahşeri:keşşaf)

45- [Musa ve kardeşi] "RAB'bimiz! Gerçekten biz, onun üzerimize gelmesinden [bize zarar vermesinden] ve taşkınlık etmesinden korkuyoruz" dediler.

46-48- [Allah] "İkiniz korkmayın, gerçekten ben sizinle birlikteyim, işitiyorum ve görüyorum. Artık, ikiniz ona gelip ''gerçekten biz, RAB'binin iki elçisiyiz. O halde İsrail'in oğullarını bizimle birlikte gönder ve onlara azap etme. RAB'binden sana bir ayet getirmiştik. Esenlik, doğru yola bağlı olan kimselerin üzerine olsun. Gerçekten bize, azabın yalanlamış ve yüz çevirmiş kimselerin üzerine olduğu vahiy edilmişti.'' deyin." dedi.

49- [Firavun] "İkinizin RAB'bi kimdir ey Musa?" dedi.

50-[Musa] "RAB'bimiz her şeye yaratılışını veren sonra yol gösterendir." dedi.

51- [Firavun] "Önceki-öncü nesillerin acı durumu¹ nedir?" dedi.

¹: bu anlam, müfredatın verdiği anlamlara kıyasla verildi. (müfredat: بال)

52- [Musa] "Onun bilgisi, RAB'bimin katında, bir kitaptadır. RAB'bim şaşmaz ve unutmaz." dedi.

53- [RAB] yeri [yeryüzünü] sizin için dinlenmeye elverişli¹ yapan ve sizin için onda yollar açandır. Gökten bir su indirdi,² ardından onunla [o suyla] bitkilerden dağınık/çeşit çeşit, sınıflar halinde çıkardık.

¹:  "mihad=مهاد" ve "mehd=مهد" hazırlanan, basılan mekandır. Aslı, çocuk için hazırlanan [şeydir]. Hazırlamak ve bir şeye kolaylaştırmak anlamına da gelir. (müfredat: مهد maddesi, İbni faris:Mekayısi-l lugat : مهد maddesi). Verilen sözlüklerden anlaşıldığına göre kelime anlamı dünyanın şekliyle alakalı değildir. Sadece yerin düzenlenmesi ve bir bebeğe hazırlanan beşik misali dinlenmeye elverişli hale getirilmesi ile ilgilidir. Örneğin "Ona hazırladıkça hazırladım" (Müddessir 14) ayetinde "hazırladım" manasını veren "mehhedtu=مهدت" fiilidir. Buradan da anlaşılacağı üzere kelimenin şekil ile alakası yoktur.

²: Dünya ilk başta bir ateş kütlesi halinde olduğu yaşama elverişli bir halde değildi. Üzerinde bulunan su da canlılığı oluşturmaya yeterli değildi. Bundan dolayı suyun gökten (uzaydan) geldiğine dair bir teori mevcuttur. (bilgilerin doğruluğu şu kaynaklardan teyit edilebilir: Dr. Melik kara, yerkürenin ve atmosferin oluşumu, BBC- dergi okyanuslar nasıl oluştu?) ayetin kasıt ettiği olay bu olabilir.


54- Yeyin ve sağmal hayvanlarınızı otlatın. Kötülükten engelleyen aklın¹ sahipleri için gerçekten bunda mutlaka ayetler [mucizeler] vardır.

¹: ''nuhyet=نهية" kötülükten engelleyen akıldır. (müfredat : نهي)

55- Sizi, ondan [yerden] yarattık, sizi onun [yerin] içine geri iade ediyoruz ve diğer bir defasında sizi ondan [yerden] çıkarıyoruz.

56- Elbetteki, ona (Firavun'a) ayetlerimizin[mucizelerimizin] tamamını göstermiştik, (Firavun) yalanladı ve şiddetle karşı çıktı.

57- [Firavun] "bizi Yerimizden[bölgemizden] çıkarmak için mi sihrini getirdin ey Musa?" dedi.

58- "Onun benzeri bir sihri sana mutlaka getireceğiz. Bizimle senin aranda bir buluşma yeri; bizim ve senin kendisinden caymayacağımız seviyeli bir yer belirle."

59- [Musa] "Buluşma zamanınız, süs (bayram) günü ve insanların bir araya toplanacağı kuşluk vaktidir." dedi.

60- Firavun dönüp gitti, planını topladı sonra geldi.

61- Musa, onlara "Yazıklar olsun size! Allah'ın üzerinden bir yalan uydurmayın. Aksi halde, bir azapla sizi kökten kazır. Uyduran kimseler fırsatı kaçırmıştır." dedi.

62- aralarında kendi işlerini çekiştiler[tartıştılar] ve gizli konuşmalarını sır yaptılar.

63-64- "gerçekten, bu ikisi¹[Musa ve kardeşi] sihirleriyle sizi yerinizden [bölgenizden] çıkarmayı ve sizin en üstün açılmış yolunuzu [geleneğinizi, dininizi]² kaldırmayı isteyen iki sihirbazdır. Planınızı kararlaştırın sonra sıra halinde gelin. Üstünlüğü isteyen, bugün başarmıştır." dediler.

¹: Bu ifade normalde "ine hezeyni le sahirani=إن هذين لساحران" şeklinde olmalıydı, ki Ebu Amr'ın okuyuşu bu şekildedir (zamahşeri:keşşaf), ancak bu şekilde "in hezeni le sahirani=إن هذان لساحران" şeklinde okunması da doğrudur. Bu tıpkı "in zeydun lemuntalikun=إن زيد لمنطلق" [Zeyd, mutlaka gelicidir] ifadesinde olduğu gibidir.. (Zamahşeri: keşşaf) bu ifadede de "in" bulunmaktadır, ilgili Ayetteki gibi tekid lamı ile gelmiştir ama "zeyd" ismi "zeyden" şeklinde mensup gelmek yerine "zeydun" şeklinde gelmiştir.

Dili bilmeyenler ise bu ayette gramer hatası olduğunu iddia etmiştir, ancak üstte açıklandığı üzere geçersiz bir iddiadır.

²: (zad'ul mesir)

65- "Ey Musa! İster sen at; istersen ilk atanlar biz olalım" dediler.

66- [Musa] "Hayır, siz atın." dedi. (Onlar attıkları zaman) Bir anda onların ipleri ve Asaları, sihirlerinden (dolayı) hızlıca yürüyor olarak kendilerine hayali¹ bir şekilde göründü.

¹: (müfredat : خيل)

67- Ardından kendi benliğinde bir korku doğdu Musa'nın..

68-69- "Korkma! Gerçekten sen, en üstünsün. Sağ elindekini at, onların tasarladıklarını yutsun. Onların tasarımı, sadece bir sihirbazın planıdır ve sihirbaz, nereye gelirse gelsin, başarılı olmaz." dedik.

70- Derken, Sihirbazlar secde halinde (yere) atıldılar[kapandılar], "Harun ve Musa'nın RAB'bine inandık" dediler.

71- [Firavun] "Size izin vermemden önce mi ona inandınız? Kesinlikle o, gerçekten size sihri öğreten büyüğünüzdür. Artık, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazdan mutlaka keseceğim! Sizi hurma ağacının parçalarının içine saplayacağım¹! Azap bakımından hangimizin daha şiddetli olduğunu ve daha kalıcı olduğunu bileceksiniz!" dedi.

¹: Normalde bir yere asmak veya Çarmıha germek anlamı kasıt edilmiş olsaydı, burada "içine" ["fi=في"] değil; "üzerine" ["ale=على"] denilmesi gerekirdi. Tefsirler genelde "içine" ifadesinin "üzerine" manasında olduğunu düşünerek tevil etmiş olsa da, muhtemelen ayetin kastı, bu sihirbazların asılması değil de; kazığa saplama yöntemiyle idam edilmesi olmalıdır. Çünkü bu şekilde bir idam yöntemi M. Ö. 18. Yüzyıllara kadar görülmektedir. (Bkz: Wikipedia impalement) 
Musa peygamberin M. Ö. 13. Yüzyılda yaşadığı göz önüne alınırsa, o dönemde bu idam uygulanmış olabilir. Genelde "sallebe=صلّب" fiilinin bu ayette Çarmıha gerilme olarak anlaşılması sebebiyle ayetin tarihsel bir hata yaptığı iddia edilmektedir. Bu hata yanılgısı, ayetin yanlış anlaşılması sebebiyledir. 

72-73- [Sihirbazlar] "Açık kanıtlardan bize gelenlere ve bizi başlatmış [yaratmış] olana¹ karşı asla seni tercih etmeyeceğiz! Hadi hüküm edici olduğuna hükmet! Sen sadece bu dünya [ilk] hayatına hüküm edersin! Gerçekten biz, bizim için hatalarımızı ve bizi kendisine [RAB'bimize] karşı zorladığın sihirden dolayı bağışlaması için RAB'bimize inandık. Allah daha iyidir (hayırlıdır) ve daha kalıcıdır." dediler.

¹: Ayetteki (والذى فطرنا) cümlesi, (على ما جاءنا) cümlesine matuftur. Çeviri buna göre yapıldı. Buradaki (و)'ın, yemin amaçlı olması da mümkündür. (zamahşeri:keşşaf) buna göre ayetin bu kısmı "Bizi yaratan kimseye yemin olsun ki, açık Kanıtlardan bize gelen [şeylere] karşı, asla seni tercih etmeyeceğiz." şeklinde meal edilebilir.

74- Gerçek şu ki, kim suçlu olarak RAB'bine gelirse, ona kendisinde ölmeyeceği ve yaşamayacağı cehennem vardır.

75-76- Kimler ona [RAB'bine] düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş bir inançlı olarak gelirse, [bilsin ki] işte onlara yüksek dereceler yani içinde kalıcı oldukları, alt taraflarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. İşte bu, arınan kimselerin karşılığıdır.

77- Elbetteki, Musa'ya "Kullarımı gece yürüyüşüne çıkar, herhangi bir erişme/yakalanma korkusu olmadan ve çekinmeden onlar için denizde kuru bir yol aç." diye vahiy etmiştik.

78- Firavun ordusuyla onları takip etti, denizden [bir yerde] onları bürüyen (dalgalar), onları bürüdü.

79- Firavun, kendi milletini yoldan çıkardı ve yol göstermedi.

80- Ey İsrail'in oğulları! Sizi düşmanınızdan kurtarmıştık, Tur'un sağ yanından sizinle sözleştik ve üzerinize kısım kısım kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik.

81- Sizi rızıklandırdığımızın temiz olanlarından yeyin ve onda [rızıkta] taşkınlık yapmayın. Aksi halde, gazabım üzerinize konar. Artık, gazabım kimin üzerine konarsa o (çukura) yuvarlanıp helak olmuştur.

82- Gerçekten ben tevbe etmiş, inanmış, düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş sonra da yolu bulmuş kimseler için, mutlaka bir bağışlayanım.

83- Seni milletin konusunda acele ettiren nedir ey Musa?

84- [Musa] "Onlar işte şunlar izimin üzerindedir. Razı olman için sana doğru acele ettim RAB'bim." dedi.

85- [Allah] "Gerçekten biz, senin ardından halkını fitneledik[sınadık] ve samiriyeli¹ onları saptırdı."dedi.

¹: "es-samiriyyu=السامري" kelimesi isim değildir, sondaki "yu=يُّ" sebebiyle bu aidiyet bildirir. Tıpkı Türk milletine bağlı olan birinin arapçada "E-t turkiyyu=التركي" diye tarif edilmesi gibi. 

Misyonerler, Kur'an'ın bu ayette tarihsel bir hata yaptığını, Tevrat'ın hoşea 8. Bölümünde anlatılan Samiriyenin buzağı heykeli ile Musa dönemindeki olayı karıştırmış olduğunu iddia etmektedirler. Hatta onlara göre Samiriyeliler Musa döneminde yoktu. 
Fakat gözden kaçırılan nokta şudur: 
Tevrat 1. Krallar 16:24 bölümünde Samiriye tepesinin daha önceden "semer" [שֶׁ֖מֶר] olduğunu ve daha sonradan bu Samiriye adını aldığı belirtilir. Bu durumda, Musa peygamberin döneminde semer'e bağlı olan bir millet olabilir. Bu milletten Musa peygamberin milletine katılmış ve aralarında buzağı heykeli yapıp şirk koşmalarına sebep olmuş olabilir. Kur'an bu kişiyi semer'e bağlı olması sebebiyle "Samiriyeli" olarak tarif etmiş olabilir. 
"Peki kur'an neden 'semeriyyun=السمري' şeklinde tarif etmemiştir?" sorusu akla gelebilir. Bunun cevabı ise İbranice kelimelerin arapçada farklı olarak okunmasıyla alakalıdır. Örneğin İbranice "şalom" Arapça'ya "selam" şeklinde geçmektedir. Bunun dışında isimler bile farklı Lehçelerde farklı okunur. Örneğin "İsrail" İsmi "إسرائيل، إسرائل" olarak hatta okuyuşu değişecek tarzda "israel=إسرائل" olarak da okunabilir. 

İlaveten şunu da belirtmek gerekir:
Samiriyelilerin kaynağında Samiriyeliler İsrail oğullarının kökünü temsil etmektedir. Kur'an'ın tarihsel hata yaptığını iddia edenler, Samiriyelilerin kaynaklarını göz ardı ederek bu iddiada bulunmaktadır. 

86- Ardından Musa, milletine kızgın olarak, üzgün olarak döndü, "Ey milletim! RAB'biniz size çok güzel bir vaat olarak vaat etmedi mi hiç? Anlaşma (süresi) size uzun mu geldi? Yoksa RAB'binizden bir gazabın size konmasını mı istiyorsunuz? [bu yüzden mi] yapılan anlaşmama aykırı davrandınız?" dedi.

87- [Millet]  "Yapılan anlaşmana kendi imkanımızla aykırı davranmadık; fakat bize (o) milletin süsünden ağırlıklar yükletilmişti. Onları uzağa attık, işte samiriyeli de bunun gibi attı." dediler.

88- Ardından [Samiriyeli] kendilerine bir böğürmesi olan ceset bir buzağı çıkardı, "Bu, sizin Tanrınız ve Musa'nın Tanrısıdır. Ardından [Musa] unuttu." dedi.

89- [O ceset buzağının] kendilerine herhangi bir söz bakımından dönüş yapamadığını [cevap veremediğini] ve kendileri için herhangi bir zarara ve faydaya sahip olmadığını¹ hiç görmüyorlar mı?

¹: "yerciU=يرجعُ" ifadesi "yerceA=يرجعَ" şeklinde de okunmuştur (zamahşeri:keşşaf) çeviri bu okuyuşa göre yapıldı. Bu okuyuşa göre ''En yercea= أن يرجعَ'' anlamındadır, ''en=أن '' hazf edilmiştir.

90- Elbetteki Harun daha önceden  "Ey milletim! Bununla (bu ceset buzağıyla) fitnelendiniz[sınandınız]. Gerçekten RAB'biniz rahman olandır. Artık, bana uyun ve emrime gönülden itaat edin" demişti.

91- [Milleti] "Musa bize geri dönene kadar, ona [buzağıya] karşı ibadete kapananlar [olmaya] ara vermeyeceğiz!" demişlerdi.

92-93- [Musa] "Ey Harun! Onların yolu kaybettiklerini gördüğün zaman seni bana uymamaya sevk eden¹ neydi? Artık, emrime isyan mı ettin?" dedi.

¹:"men'a=منع" dilimize de "men etmek, alıkoymak" manasında geçmiştir. Ancak bunun "sevk etmek" manası da mevcuttur. Bazıları, ayetteki (الا تسجد) ifadesinde bulunan (لا) sebebiyle, bu manayı vermiştir. (müfredat : منع) bunu Hadid 29. Ayetteki (لا) gibi sıla kabul ederek, ayete (ما منعك أن تسجد) yani "seni secde etmekten men eden nedir?" manasını verenler mevcuttur. (keşşaf sahibi)

94- [Harun] "Ey annemin oğlu! Sakalımı ve başımı tutma. Gerçekten ben, ''İsrail'in oğullarının arasını ayırdın ve sözümü gözetmedin." demenden çekindim." dedi.

95- [Musa] "Senin derdin neydi ey Samiriyeli?" dedi.

96- [Samiriyeli] "Onların hiç görmediğini gördüm, ardından (o) elçinin izinden bir avuç avuçladım. Ardından, onu (avucuma aldığımı) değersiz bir şekilde attım. İşte, nefsim bana böylece süsledi." dedi.

97- [Musa] "O halde git. Artık, gerçekten senin için hayatta ''Dokunmak yok!" demen vardır. Gerçekten, senin için kendisine asla aykırı davranılmayacak bir vaat yeri-zamanı vardır. Gündüzleyin¹ kendisine ibadete kapanan [olduğun] Tanrına bak! Mutlaka onu yakacağız ve mutlaka onu un ufak ederek denize savuracağız." dedi.

¹: (müfredat : ظل)

98- Tanrınız, kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah'tır. Her şeyi bilgi bakımından kuşattı.

99- İşte, öne geçmiş olanların haberlerinden sana böylece anlatıyoruz. Sana, tarafımızdan bir hatırlatma verilmiştir.

100-101- Kimler ondan vazgeçmişse [bilsinler ki] kıyamet gününde, içinde kalıcı oldukları bir yükü kesinlikle onlar taşıyacaktır. Kıyamet gününde onlar için ne kötü bir taşıma vardır!

102-103- Sur'un içine üfleneceği ve suçluları mavi [gözü kör ve aydınlıksız¹] olarak ve kendi aralarında "Ancak on (gün) kaldınız" [diye] fısıldaşır bir halde sürüp toplayacağımız günü [an]!

¹: (müfredat : زرق)

104- Gidilen yol bakımından en seçkin olanları "Ancak bir gün kaldınız" derlerken ne demekte olduklarını biz daha iyi biliyoruz.

105-106- Sana dağlar hakkında soruyorlar. "RAB'bim onları un ufak ederek savurur, ardından [dağları] sıra sıra pürüzsüz halde bırakır." de.

107- Onlarda hiçbir eğrilik ve hiçbir tümsek görmezsin.

108- O gün, kendisine hiçbir eğrilik olmayan bir davetçiye uyarlar. Sesler, rahman için huşu bulur [kısılır] ve fısıltıdan başkasını duymazsın.

109- O gün, ancak Rahman'ın kendisine izin verdiği ve kendisini söz bakımından uygun bulduğu kimseye şefaat fayda verir.

110- [Rahman], Onların önlerindekilerini ve arkalarındakilerini biliyor. Onlar ise, onu bilgi bakımından kuşatamazlar.

111- Diri [ve] Kayyum[koruyan ve idare eden] için, yüzler [kişiler] baş eğdi. Herhangi bir zulmü taşıyan kimseler fırsatı kaçırmıştır.

112- Kim, bir inançlı olarak düzgün-iyi işlerden eylemde bulunduysa, hiçbir zulümden ve hiçbir haksızlıktan korkmaz.

113- İşte bunun gibi, onu anlaşılır-akıcı¹ bir kur'an olarak indirdik ve onda, vaatlerden [bir kısmını] halden hale çevirip açıkladık. Korunup sakınmaları veya (kur'an'ın) kendileri için bir hatırlatma oluşturması beklenir.

¹: "arabbiyyen=عربيا" konuşmanın anlaşılır-akıcı olan kısmıdır. (müfredat : عرب bkz: والعَرَبيُّ: الفصيح البيّن من الكلام) bir nevi "halk arasında konuştuğunuz gibi anlaşılmaz ve kuralsız bir dile sahip değil; anlaşılır ve düzgün bir dile sahip bir kur'an olarak indirdik" anlamındadır.

114- Hak [gerçek] hükümdar olan Allah yücedir. Sana olan vahyi tamamlanmadan önce kur'an'a (onu okumaya) acele etme. "RAB'bim! Beni bilgi bakımından arttır" de.

115- Elbetteki, daha önceden Adem'e anlaşma vermiştik, ardından unuttu. Ona ait herhangi bir kararlılık bulmadık.

116- Hani meleklere¹ "Adem'e secde edin." demiştik, hemen secde ettiler. Ancak, iblis [secde etmedi]. O, şiddetle karşı çıkmıştı.

¹: Kehf 50. Ayette iblis'in melek olduğu söylenir. Bu ayete ilk bakışta, iblis'in melek olduğu düşünülebilir.

Bu ayette tağlip sanatı gereğince, "melekler" denilerek hem Meleklere hem de iblis'e hitap edilmiştir. Mesela "haracU, illa fulaneten=خرجوا إلا فلانة" yani "[Erkekler] çıktılar, ancak falanca kadın [çıkmadı]" denilir. (keşşaf sahibi) iblis, meleklerin arasında bir tek cin olarak istisna edilebilir. Bu sebeple bu ayetten iblis'in melek olduğu sonucu çıkmaz.

117-119- Ardından, "Ey adem! Gerçekten bu, senin için ve eşin için bir düşmandır. Sakın ikinizi de cennetten çıkarmasın! Aksi halde mutsuz olursun. Gerçekten, senin için onda [cennette] acıkmamak ve çıplak olmamak vardır. Gerçekten sen, onda [cennette] susuzluk çekmez¹ ve (Güneşin) sıcağından yanmazsın" dedik.

¹: Başka ayetlerde (mesela zuhruf 71) cennette yiyecekler ve içecekler olduğu belirtilir. Cennette yiyecek ve içecek olmasıyla bu ayet arasında herhangi bir çelişki yoktur. İki şekilde açıklanabilir:

1- Burada bahsedilen cennet (bahçe) Adem'in dünyada bulunduğu bir bahçedir. Nitekim "cennet" kelimesi normal bahçe anlamında da kullanılıyor (Kehf 39, Sebe 15-16) Tevratta da ademin dünyada bir bahçede yaratıldığı (Tevrat: Yaratılış kitabı 1-2. Bölümleri) belirtildiğine ve bakara 30. Ayette "Yerde bir halife yapanım" ifadesine göre ademin bulunduğu cennet, dünyada bir bahçedir. Ademin bulunduğu cennette acıkmak ve susamak yoktur; ancak inançlılara vaat edilen cennette yiyecek vardır. (zuhruf 71) bu durumda herhangi bir çelişki olmadığı kesinleşmiş olur.

2- Vaat edilen cennetler aynı olsa bile "İstediğin her yiyecek ve içecek sana verileceği için orada açlık ve susuzluk yaşamazsın" anlamındadır.

120- Ardından, şeytan ona kötü düşünceler fısıldayıp "Ey Adem! Sana sürekli kalıcılığın ağacını ve eskimeyen bir krallığı göstereyim mi?" dedi.

121- Derken, o ikisi [Adem ve eşi], ondan [Ağaç'tan] yedi, çirkinlikleri[çirkin yerleri] kendileri için ortaya çıktı. Cennetin yaprağını, üzerlerine kapatmaya başladılar. Adem, RAB'bine isyan etti, böylece [hayatı] mahvoldu.

122- Sonra, RAB'bi onu [Adem'i] özel olarak seçti, ardından tevbesini kabul etti ve yol gösterdi.

123- [RAB'bi] "Topluca, birbirinize birer düşman olarak, [değersizleşir bir halde] ondan [cennetten] inin. Artık, benden bir doğru yol rehberi size kesinlikle gelir de kim benim doğru yol rehberime uyarsa artık yolu kaybetmez ve mutsuz olmaz." dedi.

124- Kim, hatırlatmamdan (zikrimden) vazgeçerse kesinlikle kendisine dar bir geçim vardır. Kendisini, kıyamet gününde kör olarak bir araya getiririz.

125- [o kimse] "RAB'bim! Beni neden kör olarak bir araya getirdin? Halbuki ben devamlı görendim." dedi.

126- [Allah] "İşte bunun gibi, ayetlerimiz [işaretlerimiz] sana geldi, sen onu unuttun [umursamadın]. İşte böylece, bugün unutuldun. "dedi


127- İşte, israf edenleri [haddi aşanları] ve RAB'binin ayetlerine [işaretlerine] hiç inanmayan kimselere bunun gibi karşılığını veriyoruz. Ahiretin [sonun] azabı ise, gerçekten daha şiddetli ve daha kalıcıdır

128- Yurtlarında gidip-geldikleri kendilerinden önceki olan nesillerden nicelerini helak ettik, [bu] kendilerine hiç yol göstermedi mi? Kesinlikle bunda, kötülükten engelleyen Aklın sahipleri için mutlaka ayetler [işaretler] vardır.

129- RAB'binden (olan) öne geçmiş bir kelime ve isimlendirilmiş bir süre sonu olmasaydı, (azap) mutlaka yakalarına yapışmıştı!

130- Onların söylediklerine sabır et ve RAB'bini, güneşin dikilmesinden(doğmasından) önce ve batışından önce övgüyle tenzih et. Gecenin saatlerinden [bir kısmında] ve gündüzün taraflarında tenzih et. Razı olman beklenir.

131- Onlardan [bazı] sınıflara -kendisinde, onları fitneleyelim[sınayalım] diye- geçimlik yaptığımız dünya [ilk] hayatının güzelliğine iki gözünü sakın dikme! RAB'binin rızkı, daha iyidir (hayırlıdır) ve daha kalıcıdır.

132- Ailene/halkına yönelişi (namazı) emir et ve ona (namaza) karşı sabırlı ol. Senden rızık istemiyoruz. Biz seni rızıklandırıyoruz. Sonuç takvanın(korunup sakınmanın)'dır.

133- "Ona, RAB'binden (farklı)¹ bir ayet [mucize] gelmesi gerekmez miydi?" dediler. Öncülerin-öncekilerin sayfalarında olanların açık kanıtı² kendilerine gelmedi mi?

¹: Mucizelerin geldiği, çeşitli ayetlerde vurgulandı. Bu sözü söyleyenler, İsra 91-93 ayetlerinde yazdığı üzere, daha büyük mucizeler istemektedir. En büyük mucize kur'an'dır.

²: önceki sayfalar, yani Tevrat, İncil, zebur ve Allah'ın vahiy ettiği tüm sayfaların ve kitapların açık kanıtı ile kasıt: kur'an'da yazanların onlar tarafından doğrulanmasıdır.

134- Onları ondan [elçi'den] önce herhangi bir azap ile kesinlikle biz helak etseydik, mutlaka "RAB'bimiz! Bize bir elçi göndermen gerekmez miydi? Böylece zillete düşmemizden ve rezil rüsva olmamızdan önce ayetlerine [mucizelerine] uyardık..." derlerdi.

135- "Herkes, gözetleyicidir. Artık siz de gözetleyin. Yakında, kimin (o) eşit doğru yolun dostları olduğunu ve kimin yol bulmuş olduğunu bileceksiniz." de.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder