24 Ekim 2019 Perşembe

37- Saffat suresi (Hubeyb öndeş meali)

Saffat suresi

1-5- Sıra halinde sıralananlar; böylece sürdükçe sürenler; ardından hatırlatmayı (zikri) okuyup teşvik edenler delildir ki: gerçekten Tanrınız kesinlikle tektir, göklerin, yerin [tüm evrenin] ve ikisinin arasındakilerin (içindekilerin) RAB'bidir. Doğuların¹ da RAB'bidir.

¹: Güneşin yıl içerisinde dünyanın farklı noktalarından doğması kasıt edilmektedir.

6- Gerçekten biz, ilk/en yakın Göğü bir süs ile yani¹ parlayan yıldızlar ile süslü olarak gösterdik.²

¹: "parlayan yıldızlar" [كواكب] kelimesi "süs" [ذينة] kelimesinden bedeldir. Bu ifade "parlayan yıldızların süsü ile" manasında olarak "bi-ziynetil kevakib=بذينة الكواكب" şeklinde de okunmuştur (kurtubi, zad'ul mesir)

²: Ayette, "yarattı yerleştirdi, yaptı" manasında olan "halaka=خلق" veya "ceale=جعل" fiili kullanılmamış; "süsledi" manasında olan "zeyyene=زين" fiili kullanılmıştır. Bu fiilin kullanılması, yıldızların en yakın gökte bulunduğunu değil, en yakın gökte öyle bir görüntü verdiğini gösteriyor. Örneğin enam 43. Ayette "şeytan onlara bulunmakta oldukları eylemleri süslü olarak gösterdi" denir. "süslü olarak gösterdi" manasında yine "zeyyene =زين" fiili kullanılmıştır. Halbuki yaptıkları şey güzel değil, şeytan onlara bu eylemi süsledi yani güzel gibi gösterdi. Bir benzeri olarak bakara 212. Ayette "dünya hayatı kafirlere süslendi" denir. "süslendi" manasında "zuyyine =زين" fiili kullanılmıştır.
Yine "güzel gösterildi, aslen güzel olmadığı halde onlara öyle gösterildi" manasındadır.

Eğer kur'an, yıldızların en yakın gökte olduğunu söylüyor olsaydı, Nuh 15-16 ayetlerinde Güneş ve Ay'ın gökte (uzayda) bulunduğunu göstermek için "ceale=جعل" fiilini kullandığı gibi, bu ayette de "ceale=جعل" fiilini kullanırdı. Sadece kelime ayrımı bile bu kitabın o dönemde yaşayan sıradan bir insanın sözü olmadığını göstermektedir.

7- [Göğü], kaşarlanmış her bir şeytandan tam bir koruma olarak [koruduk]¹.

¹: "hıfzan=حفظا" kelimesi meful'u mutlaktır. Cümle çeviride yazıldığı gibi (حفظناها حفظا،) anlamındadır. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

8-9- [Şeytanlar] en yüce heyete (Melei- ala) kulak veremezler ve bir uzaklaştırma olarak her yandan kendilerine (alev) atılır. Onlar için devamlı bir azap vardır.

10- Ancak, bir kapış kapıp kaçan müstesna, artık delip geçen bir meteor onu takip eder.

11- O halde onlardan fetva iste: yaratma bakımından onlar mı daha güçlüdür? Yoksa yarattığımız kimse[ler] mi? Gerçekten biz, onları yapışkan-sabit bir çamurdan¹ yarattık.

¹: buradaki (من) harfi, çamurun tamamı ile değil, bir kısmıyla yaratıldığını gösteriyor. Bilimsel olarak da böyledir. Çamur (طين), su ve toprağın karışımıdır. Çamurda bulunan elementlerin bir bölümü insanda mevcuttur. Örneğin insanın %60'ı sudur çamur zaten sudan meydana gelir. %3'ü azottur, Azot toprakta da mevcuttur. Haricen, oksijen, fosfor, hidrojen, kalsiyum da insan ve toprakta ortak olarak mevcuttur. (TÜBİTAK: elementlerin doğadaki dönüşümü, kimyaca. Com: insan vücudundaki elementler, gencziraat. Com: toprak kimyası)

Belki de bu ifade, insanın özünün yani ilk canlının oluştuğu yeri kasıt ediyor da olabilir. Henüz ilk canlının nasıl oluştuğunu kesin olarak bilmiyoruz, bir takım hipotezler mevcuttur. Bu hipotezler arasında en uygun görüneni, ilk canlının okyanusların altındaki hidrotermal bacalardan oluştuğunu belirten bir hipotezdir. Ki bu hipotez nur 45. Ayetle bağdaşmaktadır. Bu ayette kasıt edilenin ne olduğunu bilim geliştikçe daha iyi anlayabiliriz.

12- Evet! Sen tuhaf buldun, onlar ise alay ediyorlar.

13- Kendilerine öğüt verildiğinde, öğüt almıyorlar.

14- Bir ayet [mucize] gördüklerinde alay etmeye çalışıyorlar.

15-17- "Bu, apaçık bir sihirden [etkilemeden] başkası değildir." diyorlar. "Öldüğümüz zaman, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Gerçekten biz mi yeniden diriltilmiş olacağız? Öncü-önceki atalarımız da mı [yeniden diriltilmiş olacak]?"

18- "Evet! Siz alçalmış bir haldeyken¹ [yeniden diriltilmiş olacaksınız]"

¹: "Vav=و" burada hazf edilmiş olan "tub'asun=تبعثون" fiilinden hal'dir. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

19- Artık o, sadece bir tek çığlıktır. Bir bakarsın ki onlar bakıp duruyorlar.

20- "Vay halimize! Bu, din (borç) günüdür." dediler.

21- Bu, kendisini yalanlamakta olduğunuz ayırma [gerçeği ve yalanı ortaya çıkarma] günüdür.

22-25- Zulüm etmiş olanları, onların eşlerini ve onların Allah'tan beride kulluk etmekte olduklarını bir araya toplayın da onları kızgın ateşin doğru yoluna yumuşakça iletin ve onları durdurun. Kesinlikle onlar, sorumludur. "Size ne var ki ,yardımlaşmıyorsunuz?" [denilir].

26- Evet! Onlar bugün teslim (Müslüman) olmayı isteyenlerdir.

27- Sorgulayarak birbirlerine döndüler.

28- "Gerçekten siz, bize sağdan (iyi taraftan) geliyordunuz" dediler.

29-32- (Diğerleri) "Aksine! Siz, (zaten) hiç inançlı olacak değildiniz. Size karşı bize ait hiçbir yetki yoktu. Hayır! Siz, saldırgan bir millettiniz. Artık, RAB'bimizin sözü bize karşı hak oldu [kesinleşti] Gerçekten biz, tadacağız. Bu halde¹ Sizi[n inancınızı/yaşamınızı] bozduk, gerçekten biz, bozuktuk." dediler.

¹: "Sizi[n inancınızı/yaşamınızı] bozduk" ifadesi "Siz (zaten) inançlı olacak değildiniz" sözüne bağlıdır. (Müşkül i'rab-ul kur'an) ayette sanki şöyle denilmiştir: "Siz zaten inançlı olacak değildiniz. Bu sebeple sizi[n inancınızı/yaşamınızı] bozduk"

33- Artık onlar, o gün azapta ortaktır.

34- İşte, gerçekten biz, suçlulara bunun gibi yaparız.

35- Gerçekten onlar, kendilerine "Allah'tan başka hiçbir Tanrı yoktur" denildiği zaman büyüklük taslamaktaydılar.

36- "Gerçekten biz, cinlenmiş/deli bir şair için mi cidden Tanrılarımızı bırakacağız?" diyorlar.

37- Hayır! O, hakkı [gerçeği] getirdi ve gönderilenleri doğruladı.

38- Gerçekten siz, can yakıcı azabı mutlaka tadıcısınız.

39- Bulunmakta olduğunuz eylemlerinizden başka karşılık bulamazsınız.

40- Ancak, Allah'ın [kendini ona] adamış kulları hariç [onlara daha fazlası vardır].

41-43- Naim'in cennetlerinde değerli kılınmışlar olarak kendileri için bilinen bir rızık; meyveler olanlar işte onlardır.

44- Karşılıklı yataklar üzerindedirler.

45-47- kendisinde bir bozukluk [rahatsızlık] olmayan, İçenlere lezzetin berrağı olan, bir pınardan kase, karşılarında dönüp dolaştırılır. Onlar, ondan [o pınardan] dolayı, sarhoş edilmezler.

48- Onların katlarında, göz kapağının güzel gözlü koruyucuları¹ [İffetli kadınlar] vardır.

¹: "Kasıratu-t tarfi=قاصرات الطرف" ifadesinin anlamı: kadınların İffetleri için gözlerini kapatmasından ibarettir. (müfredat: طرف)

49- Onlar, sanki korunmuş beyaz yumurta gibidir.

50- Ardından sorgulayarak birbirlerine döndüler.

51-53- Onlardan bir sözcü, "Gerçekten benim bir arkadaşım vardı, "Gerçekten sen, cidden (söylenenleri) doğrulayanlardan mısın? Öldüğümüzde, toprak ve kemik olduğumuzda mı? Cidden biz mi borçlanmış [karşılık bulmuş] olacağız?" derdi." dedi.

54- "Siz bakar mısınız?" dedi.

55- Derken dikilip baktı, ardından onu [arkadaşını] kızgın ateşin seviyesinde [orta noktasında] gördü.

56- "Tallahi [Allah'a yemin olsun ki] gerçekten neredeyse beni de mahvedecektin!" dedi.

57- "RAB'bimin nimeti olmasaydı, mutlaka (ateşe) hazır edilmişlerden olurdum"

58-59- "O halde ilk ölümümüz haricinde biz ölümlü değil miymişiz? Azap edilecekler değil miymişiz?"

60- Gerçekten bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.

61- O halde, eylemde bulunanlar bunun benzeri için eylemde bulunsun.

62- Misafirlik bakımından bu mu daha iyidir(hayırlıdır)? Yoksa zakkum ağacı mı?

63- Gerçekten biz, onu [o ağacı] zalimler için bir fitne [azap] yaptık.

64- Gerçekten o, kızgın ateşin aslından çıkan bir ağaçtır.

65- Onun salkımı, sanki şeytanların başları gibidir.

66- Artık, gerçekten onlar, mutlaka ondan yiyecekler. Karınlar ondan doldurulacaktır.

67- Sonra, onun üzerine gerçekten onlara kaynar sudan bir karışım vardır.

68- Sonra, gerçekten onların dönüş yeri mutlaka kızgın ateştir.

69- Gerçekten onlar kendi atalarını yolu kaybedenler olarak buldular.

70- Derken, kendileri onların [atalarının] izleri üzerine koşuyorlardı.

71- Elbetteki, kendilerinden önceki olan öncülerin çoğunluğu yolu kaybetmişti.

72- Elbetteki, onların içine (arasına) uyarıcıları göndermiştik.

73- O halde bakıp düşün: uyarılanların sonucu nasıl olmuştu?

74- Ancak, Allah'ın adanmış kulları hariç.

75- Elbetteki, Nuh bize seslenmişti. Gerçekten, ne güzel cevap verenler[iz]!

76- Onu ve ailesini/kendisine bağlı olanları çok büyük dertten kurtardık.

77- Onun soyunu kalıcı yaptık.

78- Diğerleri arasında, ona (iyi bir nam) bıraktık.

79- Alemlerin [varlıkların] içinde, Nuh'un üzerine esenlik olsun!

80- Gerçekten biz, güzellik [iyilik] edenlere bunun gibi karşılık veriyoruz.

81- Gerçekten o, inançlı kullarımızdandır.

82- Sonra, diğerlerini batırdık/boğduk.

83- Gerçekten, İbrahim onun takımındandır.

84- Hani o İbrahim] RAB'bine sağlıklı bir kalple gelmişti.

85-87- O vakit, babasına ve milletine "kulluk ettiğiniz [şeyler] nedir? Bir uydurma uğruna mı Allah'ın berisinde Tanrılar istiyorsunuz? Alemlerin RAB'bi hakkında düşünceniz nedir?" demişti.

88- Yıldızlar hakkında bir bakıp düşünme olarak iyice bakıp düşündü.

89- Ardından "gerçekten ben, [beden bakımından] sağlıksızım" dedi.

90- [Milleti] arkalarını dönüp kaçar bir halde ondan yüz çevirdi.

91-92- Ardından [İbrahim] onların Tanrılarına kurnazlık yaptı, "Yemiyor musunuz? Neyiniz var ki konuşmuyorsunuz?" dedi.

93- Onlara karşı sağ eliyle bir darbe olarak kurnazlık yaptı.

94- [Milleti] aceleyle ona geldi.

95- [İbrahim] "kendi yonttuğunuz [şeylere] mi kulluk ediyorsunuz?" dedi.

96- "Hâlbuki, sizi ve işlediğiniz [şeyleri] Allah yarattı"

97- [Milleti] "[İbrahim] için bir binayı bina edin de onu kızgın ateşe atın" dedi.

98- Böylece ona bir plan yapmayı istediler, ardından onları aşağı seviyeye getirdik.

99- [İbrahim] "Gerçekten ben, RAB'bimin [emrine] gidiciyim. Bana yol gösterecektir." dedi.

100- "RAB'bim, bana düzgün-iyi kişilerden (birini) bağışla."

101- Derken, onu halim bir oğlan çocuğu ile müjdeledik.

102- [Çocuk] onunla birlikte koşuşturmaya (çalışacak seviyeye) ulaşınca, [İbrahim] "Ey biricik oğlum! Gerçekten ben, uykuda seni kurban ettiğimi görüyorum. Artık bak düşün, görüşün nedir?" dedi. [çocuğu] "Ey babacığım! Sana emir edileni yap. İnşallah [Allah tercih ederse] beni sabırlılardan bulacaksın." dedi.

103-106- İkisi de teslim olunca¹ ve [İbrahim] onu [çocuğunu] iki yan [alın] üzerine yatırınca "Ey İbrahim! Rüyayı doğrulamış bulunuyorsun. Gerçekten biz, güzellik [iyilik] edenlere bunun gibi karşılığını veririz. Gerçekten bu, apaçık bir sınamadır" diye ona seslendik.

¹: "Teslim olunca ve [İbrahim] onu [çocuğunu] iki yan [alın] üzerine yatırınca" ifadesinin cevabı devamında geçen ifadelerdir. "Ona seslendik" manasında olan "venedeynehu=ونديناه" ifadesinin başındaki "ve=و" harfi "fe=ف" manasındadır. Yani cevap cümlesidir. Çünkü cevap cümlesi bazen "ve=و" harfi ile de gelir. (Fahreddin Razi Enfal 27)

107- Ardından ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik.

108- Diğerlerinin içinde, ona [ibrahime] (iyi bir nam) bıraktık.

109- İbrahim'in üzerine bir esenlik olsun.

110- Güzellik [iyilik] edenlere işte böyle karşılık veririz.

111- Gerçekten o, inançlı kullarımızdandır.

112- Onu, düzgün-iyi kişilerden bir Nebi olan İshak ile müjdeledik.

113- Ona ve İshak'a bereket verdik. O ikisinin soyundan güzellik [iyilik] eden var; apaçık kendi canına zalim olan var.

114- Elbetteki, Musa ve Harun'a büyük iyilikte bulunmuştuk.

115- O ikisini ve milletlerini büyük dertten kurtardık.

116- Onlara yardım ettik, böylece onlar galip gelenlerin ta kendileri oldular.

117- Açıklamak isteyen kitabı o ikisine verdik.

118- En sapasağlam doğru yola o ikisini yumuşakça ilettik.

119- Diğerlerinin içinde, o ikisine (iyi bir nam) bıraktık.

120- Musa ve Harun'un üzerine bir esenlik olsun.

121- Gerçekten biz, güzellik [iyilik] edenlere böyle karşılık veririz.

122- Gerçekten o ikisi, inançlı kullarımızdandır.

123- Gerçek şu ki İlyas gerçekten gönderilenlerdendir.

124-126- Bir vakit, milletine "(karşı gelmekten) sakınmıyor musunuz? Bal'e dua ediyor ve yaratıcı(tasarımcı)ların¹ en güzelini yani RAB'biniz ve öncü atalarınızın RAB'bi olan Allah'ı bırakıyor musunuz?" dedi.

¹: "Ha'ligiyn=خالقين" kelimesi, yoktan var etmek anlamında kullanılmamıştır. Bu fiil normal yaratmak/tasarlamak manasında insana nispet edilebilir. Örneğin, Allah, İsa peygamberi muhatap alarak "...Benim iznimle yaratıyordun..." (Maide 110) derken bu Ayetteki (خلق) fiili kullanılmıştır. Yaratma eylemi peygambere nispet edilmiştir. Bir başka ayette, müşrikler muhatap alınarak "...siz bir ifk[iftira/yalan] yaratıyorsunuz..." (ankebut 17) denilmiş ve yine yaratma manasında olan (خلق) fiili yine Allah'tan başkasına nispet edilmiştir. Buradan anlaşıldığı üzere, ilgili Ayetteki "yaratma" manasında olan (خلق) fiili "tasarlama" manasında olup, tasarlama yeteneği olan herkese nispet edilebilir. Bu ayette Allah, tüm tasarımcıları kıyas ederek kendisinin "en" olduğunu belirtmiştir.
"yoktan var etme" anlamında olan (بدع) fiili sadece Allah'a nispet edilir, insana nispet edilemez.

127-128- Derken, onu yalanladılar. Artık, Allah'ın adanmış kulları müstesna kesinlikle onlar, (azaba) hazır edilmişlerdendir.

129- Diğerlerinin içinde, ona (iyi bir nam) bıraktık.

130- İlyaslılara [İlyas'a uyanlara]¹ bir esenlik olsun.

¹: "İl-yasin=ال ياسين" ifadesinin "İlyas'a mensup olanlar/ona bağlı olanlar" anlamında olduğu söylenmiştir. bir başka kıraat'te "el-yasin=آل ياسين" yani "Yasin ailesi/halkı" anlamındadır. (kurtubi)

131- Gerçekten biz, güzellik [iyilik] edenlere böyle karşılık veririz.

132- Gerçekten o, inançlı kullarımızdandır.

133- Gerçek şu ki Lut, gerçekten gönderilenlerdendir.

134-135- Bir vakit onu ve ailesini/kendisine bağlı olanları topluca kurtardık. Ancak, (azapta) kalanlardan bir ihtiyar kadın hariç [onu kurtaramadık].

136- Sonra diğerlerini yıkıp yok ettik.

137-138- Gerçekten siz, sabahlarken ve geceleyin onların yanlarına gidip geliyorsunuz. Artık, akıl etmiyor musunuz?

139- Gerçek şu ki yunus, gerçekten gönderilenlerdendir.

140- Bir vakit, dolu gemiye kaçmıştı.

141- kur'a çekti, böylece elenenlerden oldu.

142- Ardından, (kendini) kınayıcı¹ bir haldeyken büyük balık onu yuttu.

¹: "kınanmış" manasında "meliym=مليم" şeklinde de okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf)

143-144- Şayet o, tesbih edenlerden olmasaydı, yönlendirmeye [yeniden dirilişe] kadar onun [balığın] karnında kalacaktı.

145- Ardından onu, sağlıksız bir halde iken çıplak alana (sahile) attık.

146- Onun yanında kabak bitkisinden bir ağaç yetiştirdik.

147- Onu [yunusu] yüz bin [kişi]'den daha fazlasına kadar¹ gönderdik.

¹: genellikle "yüz bin veya daha fazla kişiye gönderdik" şeklinde çeviri yapılmış olsa da, çeviri yapanların "veya" manası verdiği "ev=أو" edatı yerine göre "-e kadar, hatta, ve" anlamlarına gelir. (Kitabu-l Ayn Halil b. Ahmet: أو maddesi, kurtubi)

Mana itibariyle şu anlamdadır: yüz bin kişiye gönderdik, o yüz bin kişi daha da artıyordu.

148- Ardından, inandılar. Böylece onların bir süreye kadar geçinmesini sağladık.

149- O halde onlardan fetva [problemi çözme] iste: Kız çocukları Allah'ın; erkek çocukları kendilerinin mi?¹

¹: "Değersiz gördükleri kız çocukları Allah'a ait, ama değer verdikleri erkek çocukları kendilerine ait öyle mi?" anlamındadır. Kız olsun erkek olsun ölü olsun diri olsun evrende her şeyin Allah'a ait olduğu pek çok ayette defalarca kez vurgulandı. Ancak bu ayette eleştirilen nokta: onların değersiz gördükleri kız çocuklarını Allah'a yakıştırıp, değerli gördükleri erkek çocuklarını kendilerine yakıştırmalarıdır.

150- Yoksa, kendileri şahit iken melekleri dişiler olarak mı yarattık?

151-152- Dikkat! İftiralarından [bir kısmı olarak] mutlaka ama mutlaka "Allah doğurdu." diyecekler. Gerçekten onlar, mutlaka yalancıdır.

153- Erkek çocuklarına karşı kız çocuklarını mı özel olarak seçti?

154- Sizin için ne var? Nasıl hükmediyorsunuz?

155- Artık, öğüt almıyor musunuz?

156- Yoksa sizin için apaçık bir yetki-delil mi var?

157- O halde eğer dürüst idiyseniz, kitabınızı getirin.

158-160- Onunla [Allah ile] cinler arasında bir soy bağı yaptılar [olduğunu iddia ettiler]. Cinler, elbetteki [şunu] bilmişlerdi ki: -Allah'ın adanmış kulları müstesna- kesinlikle onlar mutlaka hazır edileceklerdir. Allah, onların yakıştırmasından münezzehtir.

161-163- Artık, gerçekten siz ve kulluk ettiğiniz [şeyler], ona karşı fitneleyecekler [yoldan çıkaracaklar]¹ değilsiniz. Ancak, kızgın ateşi[n azabını] çekecek olan kimseler hariç [onları yoldan çıkarırsınız].

¹: (müfredat : فتن)

164- "Bizden, kendisinin bilinen bir konumu-değeri olmayan [hiçbir şey] yoktur."

165- "Gerçekten biz, (o) saflar halinde dizilenlerin ta kendileriyiz."

166- "Gerçekten biz, mutlaka tenzih edenlerin ta kendileriyiz."

167-169- Gerçekten, onlar mutlaka ama mutlaka "Şayet, öncülerden-öncekilerden bir zikir (hatırlatma) bizim katımızda olsaydı, mutlaka Allah'ın adanmış kulları olurduk" diyorlardı.

170- Derken, onu örtüp göz ardı ettiler. O halde, yakında bilecekler.

171-172- Elbetteki, gönderilmiş kullarımız için kelimemiz öne geçti: kesinlikle onlar, mutlaka yardım edilmişlerdir.

173- Gerçekten, ordumuz mutlaka galip gelenlerin ta kendileridir.

174- Artık bir süreye kadar onlardan yüz çevir.

175- Onlara bak, yakında onlar da bakacaklar.

176- Artık, azabımızı acele mi istiyorlar?

177- [Azap] kendilerinin sahasına indiği zaman, artık uyarılanların sabahı ne kötüdür!

178- Artık, bir süreye kadar onlardan yüz çevir.

179- Bak, artık yakında bakacaklar.

180- İzzetin RAB'bi olan RAB'bin onların yakıştırmalarından münezzehtir.

181- Gönderilenlerin üzerine bir esenlik olsun.

182- Övgü, alemlerin [varlıkların] RAB'bi olan Allah'ındır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder