10 Kasım 2019 Pazar

47- Muhammed suresi (Hubeyb öndeş meali)

Muhammed suresi

1- Gerçeği örtmüş ve Allah'ın yolundan çevirmiş olanların (evet!) onların eylemleri kaybolmuştur.

2- İnanmış, düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş ve Muhammed'e kısım kısım indirilene -ki o, onların RAB'lerinden (gelmiş) gerçektir.- inanmış olanlara [gelince] onların çirkinliklerini [kötülüklerini] tamamen örtüp yok etti ve onların kötü durumlarını düzeltti.

3- İşte şu [durum], gerçeği örtmüş olanların 'yalana' bağlı olmaları ve inanmış olanların RAB'lerinden (gelmiş) 'gerçeğe' bağlı olmaları sebebiyledir. İşte, Allah insanlar için, bunun gibi kendilerinin misallerini örneklendiriyor.

4- O halde, harp [savaş] kendi ağırlıklarını bırakana kadar¹, Gerçeği örtmüş olanlarla [savaşta]² karşı karşıya gelince artık boyunların vuruluşu vardır [infaz edin]³. Sonunda onlara ağır bastığınız [üstün geldiğiniz] zaman, bağı güçlendirin. Artık, [bağı güçlendirdikten] sonra, [esirleri] ister karşılıksız olarak, ister karşılıklı olarak bırakmak vardır.⁴ [Durum] işte budur. Şayet Allah tercih etseydi, mutlaka onlardan yardım alırdı, fakat sizi birbirinizle sınamak için [böyle yaptı]. Allah'ın yolunda öldürülmüş olanlara [gelince] artık onların eylemleri asla kaybolmayacaktır.

¹: Bu ifade, bu ayetin savaş alanında geçerli olduğunu gösteriyor. Savaş ağırlıklarını bırakınca, yani savaş halkı silahlarını bırakınca (İbni kuteybe: meani-l kur'an) savaş bitince bu Ayetteki savaşma ve esir alma hükmü bitiyor.

²: "karşı karşıya gelme" ifadesi "savaş" anlamındadır. (Zamahşeri: keşşaf) yani "savaş ortamında karşı karşıya gelince.." anlamındadır. 1. Dipnotta anlattığımız kısım ve diğer savaş/barış ayetleri (İsra 33, maide 32, bakara 190-194, Hac 39-40, bakara 256,) bunu doğruluyor.

³: Bu ifade tıpkı "Ey nefis! Sabır!" demek gibidir. (Ebu Ubeyde: mecaz-ul kur'an) bir başka açıklamaya göre "idribu-r rikabe darben=اضربوا الرقاب ضربا" yani "boyunlarına tam bir darbe olarak vurun!" anlamındadır. Fiil atılmıştır [hazf edilmiştir], mastar öne geçmiştir. (Zamahşeri: keşşaf) her anlamda da savaş içinde düşmanı infaz etmek emir edilmiştir. Arapçada, bir şeyin bir parçasını söyleyerek tümünü kasıt etmek dediğimiz bir olay vardır. (bakınız : belegat) mesela “el” diyerek kişinin gücü kasıt edilir. “boyun” diyerek, köle kasıt edilir (müfredat :رغب) “boyun vurmak” infaz etmek manasındadır. Boyun ile savaşçının tamamı kasıt edilir, vurmak ile de infaz etmek kasıt edilir. Bu yüzden ayeti “düşmanı infaz edin” şeklinde anlamak gerekir. Zaten o dönemde ok ve farklı savaş araçları kullanıldığını biliriz. (bkz: uhud savaşı, hayberin fethi)

Bazılarına göre, Ayetteki "rigab=رقاب" kelimesi "boyun" değil, "gözetme merkezi" anlamındadır. Kelimenin sözlük anlamından hareketle ve diğer ayetlerde "boyun" anlamında "a'nak=عناق" kelimesinin kullanılmasından hareketle (bkz: (17-29), (17-13), (8-12), (34-33), (38-33), (13-5), (26-4), (36-8), (40-71)) bu anlam verilebilir.

⁴: Fiiller gizlenmiştir. Cümle "en temennu ve imma en tefdu=أن تمنوا واما ان تفدو" yani "menn=منن etmeniz ya da isterseniz feda=فدا etmeniz [vardır]" anlamındadır. (Ferrâ :Meani-l kur'an, beydavi)

"menn=المن" ise, esirleri karşılık olmaksızın terk etmek/bırakmak, anlamındadır. (Ferrâ : Meanil kur'an, bahru-l muhit, Mukatil)

"Feda=فدا" ise, Karşılıklı esir alıp verme yoluyla müslüman esiri kurtarmaktır. Ya da bir mal karşılığı esiri bırakmaktır. (Ruh-ul beyan)

5-6- Onlara yol gösterecek, onların kötü durumlarını düzeltecek ve kendilerine kendisini tanıttığı cennete kendilerini girdirecektir.

7- Ey inanmış olanlar! Eğer, Allah'a yardım ederseniz¹, [Allah da] size yardım eder ve Ayaklarınızı sabitler [sizi güçlendirir].

¹: muzaf hazf edilmiştir, muzafun ileyh onun yerine geçmiştir. İlgili ayet "dinAllahi=دين الله" [Allah'ın dinine] veya "ibedAllahi=عباد الله" [Allah'ın kullarına] veya "ResûlAllahi=رسول الله" [Allah'ın Elçisi'ne] anlamındadır. Yani takdiren "Allah'ın dinine/Elçisi'ne/kullarına yardım ederseniz" anlamındadır.

Ya da İslam dinine, Elçiye ve yoksullara yardım etmek, yüceliği sebebiyle "Allah'a yardım" sayılmıştır. Bu tıpkı "..Sana biat eden kimseler, sadece Allah'a biat ediyor." (Fetih 10) ve "Elçiye gönülden itaat eden kimse, Allah'a gönülden itaat etmiştir." (Nisa 80) ayetine benzer. Elçiye itaat, Allah'a itaat olduğuna ve Elçiye biat, Allah'a biat olduğuna göre, bu Ayetteki "Allah'a yardım" ifadesi "Allah'ın Elçisi'ne yardım" anlamındadır.

8- Gerçeği örtmüş olanlara [gelince], onlar için yıkıma/çöküşe [karar verildi]¹ ve eylemleri kaybolup gitti.

¹: Takdiri bir nasb eden fiil sebebiyle "ta'sen=تعسا" kelimesi mensuptur. "kada ta'sen lehum=قضى تعسا لهم" takdirindedir. (Zamahşeri: keşşaf)

9- İşte şu, Allah'ın indirdiği [vahiy'den] onların hoşlanmamaları sebebiyledir. Artık, onların eylemleri boşa çıktı.

10- Yerde [yeryüzünde] hiç gezip de kendilerinden öncekilerin sonucunun nasıl olduğuna bakıp düşünmediler¹ mi? Allah, onların üzerine yıktı. Kâfirler[gerçeği örtenler] için onun [o sonucun/cezanın] benzeri vardır.

¹: (Müfredat: نظر)

11- İşte bu, inanmış olanların mevlasının [sahiplerinin] Allah olması ve kafirlerin [gerçeği örtenlerin] kendilerine herhangi bir mevlanın [sahibin] olmaması sebebiyledir.

12- Gerçekten Allah, inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanları alt taraflarından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Gerçeği örten kimseler ise, geçiniyor ve tıpkı sağmal hayvanların yemesi gibi yiyor. Ateş, onlar için bir duraktır.

13- Seni çıkarmış olan kentin[in halkın]dan kuvvettçe daha şiddetli olan kent[ler]den nicelerini helak ettik. Ardından kendileri için hiçbir yardımcı yoktu.

14-15- O halde, RAB'bin[tarafın]dan bir açık kanıt üzerinde olan kimse, kendi eyleminin çirkini [kötüsü] kendisine süslenmiş ve kendi keyiflerine uymuş kimse[ler], yani¹ Ateşte kalıcı olan ve kendisine kaynar su içirilip de bağırsaklarını parça parça eden kimse[ler] gibi midir? Korunup sakınanlara söz verilen cennetin örneği [şudur], içinde yosunlanmayan bir sudan ırmaklar, kendi yiyeceği hiç değişmeyen bir sütten ırmaklar, içenler için lezzetli bir içkiden ırmaklar ve arı-duru baldan ırmaklar vardır. Onlar [korunup sakınanlar] için, onda [cennette] her üründen ve RAB'lerinden bir bağışlanma vardır.

¹: 15. Ayetteki, "ke men=كمن" ifadesi, 14. Ayetteki "ke men=كمن" ifadesinden bedeldir.

16- Onlardan, sana kulak veren kimse[ler] vardır. Sonunda senin katından çıktıkları zaman, kendilerine bilgi verilmiş olanlara "Biraz önce ne dedi?" dediler. İşte onlar, Allah'ın kalplerinin üzerini damgaladığı ve kendi keyiflerine uymuş olan [kişilerdir].

17- Yol bulmuş olanlara [gelince], onları hidayet [doğruluk] bakımından artırdı ve onlara takvalarını [korunup sakınmalarını] verdi.

18- Artık, onlar ancak saat'in aniden kendilerine gelmesini bekliyorlar.¹ artık, onun [saatin] şartları gelmiştir. O halde, [saat] kendilerine geldiğinde, onların zikirleri [hatırlatmaları/öğüt almaları] nasıl olabilir ki?

¹: Soru edatı olan (هل) burada (ما) anlamındadır.

19- O halde, Allah'tan başka hiçbir Tanrı olmadığını bil. Allah, dönüp dolaşma yerinizi ve durağınızı bilirken, cezayı gerektiren işlerin için, inançlı erkekler ve inançlı kadınlar için bağışlanma dile.

20- İnanmış olanlar "Herhangi bir surenin kısım kısım indirilmesi gerekmez miydi?" diyorlar. Ardından, hükümlendirilmiş bir sure [topluca] indiği ve içinde savaş anıldığı zaman, kalplerinde bir hastalık bulunanları ölümden dolayı ona karşı aklı örtülmüşün/sarhoşun bakışı şeklinde sana bakarken görürsün. Yazık onlara!

21- [Emrimiz] gönülden itaat ve tanınan/güzel bir sözdür. O halde, emir kararlaştırıldığı zaman, Allah'a dürüst olsalardı, kesinlikle kendileri için daha iyi (hayırlı) olurdu.

22- Demek idareye/yönetime geçerseniz, yerde [dünyada] bozgun [terör, kaos, savaş] çıkarmanız ve Rahimleri (akrabalık bağını) parça parça etmeniz sizden beklenecek, [öyle] mi?

23- Allah'ın kendilerine lanet ettiği [rahmetinden engellediği] böylece sağır ettiği ve bakışlarını kör ettiği işte bunlardır.

24- O halde, onlar kur'an'ı derinlemesine düşünmüyorlar mı? Yoksa bir takım kalplerin üzerinde [kalplerin] kendi yanılgıları mı var?

25- Gerçek şu ki, rehberin kendilerine belli oluşundan sonra arkalarının üzerine geriye dönüş yapanlara (evet!) onlara şeytan, (kötülükleri) süslü gibi gösterdi ve onlara emeller verdi.

26- İşte şu, Allah'ın kısım kısım indirdiğinden hoşlanmayanlara onların "Bazı işlerde/emirlerde size gönülden itaat edeceğiz" demeleri sebebiyledir. Halbuki Allah, onların sırlarını biliyor.

27- O halde, melekler onların yüzlerine ve arkalarına vura vura onları vefat ettirdiği zaman nasıl [olacak halleri]?

28- İşte şu [durum], Allah'ı ceza verecek dereceye getiren¹ [şeylere] onların uymaları ve onun rızasından hoşlanmamaları sebebiyledir. Artık, onların eylemleri boşa çıktı.

¹: "sehata=سخط" akıbeti [cezayı] zorunlu kılan şiddetli öfke anlamındadır. (müfredat : سخط)

29- Yoksa, kalplerinde bir hastalık bulunanlar, kendilerinin kinlerini Allah'ın asla (ortaya) çıkarmayacağını mı sandılar?

30- Şayet tercih edersek, sana onları gösteririz de sen onları mutlaka simalarıyla tanırsın. Bir de onları sözün üslubundan mutlaka ama mutlaka tanırsın. Halbuki Allah, eylemlerinizi biliyor.

31- Sizden Cihad [çaba sarf] edenleri (mücahitleri) ve sabır edenleri biz bilene kadar sizi mutlaka ama mutlaka sınayacağız. Haberlerinizi de sınarız.

32- Gerçek şu ki, rehberin (Hidayetin) kendilerine belli oluşundan sonra gerçeği örtmüş, Allah'ın yolundan çevirmiş ve Elçi'yle cepheleşmiş olanlar Allah'a hiçbir açıdan asla zarar veremeyeceklerdir. [Allah] onların eylemlerini boşa çıkaracaktır.

33- Ey inanmış olanlar! Allah'a gönülden itaat edin, Elçiye gönülden itaat edin ve eylemlerinizi iptal etmeyin.

¹: "vav=و" harfi "yani" anlamında da olabilir. Bu durumda "...itaat edin yani eylemlerinizi boşa çıkarmayın" anlamında olabilir. Bu kullanıma örnek ayetler için Maide 33. Ayetin dipnotuna bakınız.

34- Gerçek şu ki, gerçeği örtmüş ve Allah'ın yolundan şiddetle geri çevirmiş sonra da gerçeği örten nankörler olarak ölmüş olanlara [gelince] Allah onları asla bağışlamayacaktır.

35- O halde, siz en üstün iken alçalmayın, barışa/teslimiyete davet etmeyin¹. Allah, sizinle birlikte ve eylemlerinize asla daralmayacak [eksiltmeyecektir].

¹: Enfal 61. Ayette "Onlar, barışa meyil ederlerse, barışa meyil et" denilmiştir. Yani barış teklifi, savaş açan düşman tarafından gelecektir. Müslümanlar, kendilerine savaş açan tarafa karşı alçalarak barış teklifi etmeyecektir, çünkü savaşı başlatanlar düşmanlardır. Bakara 190-194, Mümtehine 8, hac 39-40, bakara 256, İsra 33 ayetleri gereğince müslümanlar saldırı değil, savunma savaşı yapabilir. Savunma ve koruma savaşında düşmana karşı alçalarak barış teklifi etmek doğal olarak yasaklanmıştır. Bununla birlikte, savaş açan taraf barış teklifi ederse, Enfal 61 gereğini barış teklifi kabul edilmek zorundadır.

"barış" manasında olan "selm=سلم" kelimesi "silm=سلم" şeklinde de okunmuştur. (Beydavi) her iki okuyuş da "teslimiyet" ve "barış" anlamlarına gelebilir. (müfredat : سلم) Buna göre "onları teslim olmaya çağırmayın" şeklinde çeviri yapılabilir.

36- İlk (dünya) hayat, sadece bir oyun ve oyalanmadır. Eğer, inanıyor ve korunup sakınıyorsanız, ödülleriniz size verilir ve sizden mallarınızı istemez.

37- Eğer, sizden onları [mallarınızı] ister de [onları istemede] sonuna kadar giderse, cimrilik edersiniz ve kinlerinizi (ortaya) çıkarır.

38- İşte siz, öyle kimselersiniz ki, Allah'ın yolunda harcama (infak) yapmanız için çağrılırsınız da sizden kimisi cimrilik eder. Kim cimrilik ederse, [bilsin ki] sadece kendi canından yana cimrilik eder. Halbuki Allah zengindir; siz fakirsiniz. Eğer yüz çevirirseniz, sizden başka bir millet [sizinl]  değiştirmeyi [yerinize geçirmeyi] diler, sonra onlar sizin emsalleriniz olmazlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder