6 Kasım 2019 Çarşamba

43- zuhruf suresi (Hubeyb öndeş meali)

Zuhruf suresi

1- Ha, Mim.

2-3- Apaçık kitap işarettir ki, gerçekten biz onu açık-anlaşılır¹ bir kur'an yaptık. Akıl etmeniz beklenir.

¹: "arabbiyyen =عربيا" konuşmanın açık net-duru [anlaşılır] olan kısmı, anlamındadır. (müfredat: عرب bkz: والعَرَبيُّ: الفصيح البيّن من الكلام)


4- Gerçekten o, tarafımızdaki ana kitaptadır. Gerçekten bir yücedir, bir hakimdir/hikmetlidir.

5- Siz, İsrafçı [haddi aşan] bir millet oldunuz diye, bir uzaklaşma olarak [sizi ihmal edelim de]¹ size hatırlatmayı bırakalım mı?²

¹: Baştaki "fe=ف" harfi, atılmış [mahzuf] bir ifadeye bağlıdır. Cümle, çeviride verildiği gibi "e nuhmilukum fe nedribukum=أ نهملكم فنضربكم" takdirindedir. (Zamahşeri:keşşaf)

²: "Darb=ضرب" fiili "AN=عن" harfi cerr'i ile "terk etmek" anlamına gelir. Mesela "edrabtu anke=أضربت عنك" ve "darabtu anke=ضربت عنك" denilir. İkisi de "Senden uzaklaştım, seni terk ettim" anlamındadır. (Nehhas :i'rab-ul kur'an)

Bir başka açıklamaya göre "Sizden yana onu [zikri] tutalım, artık size hatırlatma yapmayalım" anlamındadır. (Ibni kuteybe: Garibu-l kur'an)

6- Öncekilerin-öncülerin içine (arasına) Nebi[cinsin]den kaç tane gönderdik.

7- Nebi[cinsin]den onlara ne [kadar kişi] geldiyse, onlar onu ancak maskara yapmaya çalışmaktaydılar.

8- Sert bir yakalayıp [cezalandırma] olarak onlardan daha şiddetlisini helak ettik. Öncülerin-öncekilerin örneği geçmişti.

9- Gerçekten onlara "Gökleri ve yeri [tüm evreni] kim yarattı?" desen, mutlaka ama mutlaka "onları üstün olan, sürekli bilen yarattı." diyecekler.

10- [O], yeri sizin için bir dinlenme alanı yapmış olandır. Onda, sizin için bir takım yollar meydana getirdi. Yol bulmanız beklenir.

11- [O], gökten bir ölçüyle kısım kısım bir su indirmiş olandır. Ardından, onunla [o suyla] ölü bir beldeyi yaydık¹ [dirilttik]. İşte bunun gibi çıkarılırsınız.

¹: İlk kısımda Allah üçüncü şahıs olarak anlatıldı, bu kısımda ise birinci şahıs çoğul olarak anlatıldı. Buna iltifat sanatı denilir.

12-14- [O], çiftlerin/sınıfların tümünü yarattı. Kendilerinin sırtına/üstüne geçmeniz [kontrolünüz altına almanız] için Gemilerden ve sağmal hayvanlardan sizin için binme¹ [imkanı] yaptı. Sonra kendilerinin sırtına/üstüne geçtiğiniz [kontrolünüz altına aldığınız] zaman, RAB'binizin nimetini hatırlayıp anmanız ve "Biz bunları (kendi amacımıza) yaklaştıracaklar değilken, bunları bizim için hizmete sunan münezzehtir! Gerçekten biz, mutlaka sadece RAB'bimize döneceğiz." demeniz için [yaptı].

¹: "Ma=ما" mastar veya ismi mevsuldür. (Nehhas: i'rab-ul kur'an) Mastar anlamına göre çeviri yapıldı. Eğer ismi mevsul kabul edersek "gemilerden ve sağmal hayvanlardan kendisine bineceğiniz [şeyler] yaptı" anlamında olur.

15- Kullarından bir parçayı ona [RAB'lerine] yakıştırdılar. Gerçekten insan, kesinlikle apaçık bir nankördür.

16- Yoksa, yarattıklarından kızları(kendisine çocuk) edindi ve oğulları size mi yakıştırdı?

17- Onların biri, Rahman'a bir misal olarak örneklendirdiği (kız çocuğu) ile müjdelendiği zaman, (öfkesini) yutkunur bir haldeyken yüzü kararmış bir hale gelir.

18- Davada apaçık olmadığı halde, güzellik/süs içinde yetiştirilen¹ kimseyi mi (RAB'lerine bir misal olarak örneklendirdiler)?

¹: "yetişen" anlamına gelecek şekilde "yenşeu=ينشأ" olarak da okumuştur. (Nehhas: i'rab-ul kur'an)

19- Rahman'ın kulları olan melekleri dişiler saydılar. Onların yaratılışlarına şahit mi oldular? Şahitlikleri (!) yazılacak ve sorgulanacaklar.

20- "Rahman tercih etseydi onlara kulluk etmezdik." dediler. İşte bunda, kendileri için hiçbir bilgi yoktur. Onlar, ancak saçmalıyorlar.

21- Yoksa, bundan önce kendilerine bir kitap verdik de onlar ona mı sarılmayı isteyenlerdir?

22- Hayır! "Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk. Gerçekten biz, onların eserleri/tercihleri üzerinde yol bulanlarız" dediler.

23- İşte bunun gibi, herhangi bir kente senden önce uyarıcı[cinsin]den ne gönderdiysek zengin şımarıkları ancak "gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk. Gerçekten biz, onların eserlerine/tercihlerine uyarız" dediler.

24- (Uyarıcı) "Size, Atalarınızı üzerinde bulduğunuz [şeyden] daha doğrusunu getirmiş olsam bile mi?" dedi. Onlar "Gerçekten biz, kendisiyle gönderildiğiniz [vahye] karşı Kafiriz [görmezden gelenleriz]" dediler.

25- Derken, kendilerinden intikam aldık. Artık, bak, yalanlayanların sonucu nasıl olmuş?

26-27- Hani İbrahim, babasına ve milletine "Gerçekten ben, kulluk ettiğiniz [şeylerden] beriyim. Ancak, beni başlatmış [yaratmış] olan hariç [ona yakınım]. Artık o, gerçekten bana yol gösterecektir." demişti.

28- Onu (o sözünü), onun [İbrahim'in] arkasın[dan gelen soyu] içinde kalıcı bir kelime yaptı. Onların geri dönmeleri beklenir.

29- Aksine, bunları ve atalarını, Hak [gerçek] ve apaçık bir Elçi kendilerine gelinceye kadar geçindirdim.

30- Hak [gerçek] kendilerine gelince, "Bu bir sihirdir. Gerçekten biz, buna karşı kafiriz [gerçeği örtenleriz]." dediler.

31- "Bu kur'an'ın, iki kentten olan büyük bir kişiye kısım kısım indirilmesi gerekmez miydi?" dediler.

32- Onlar, RAB'binin rahmetini mi bölüştürüyorlar? Biz, onların geçimliklerini dünya [ilk] hayatının içinde aralarında bölüştürdük. Birbirlerini işçi edinmeleri için, dereceler halinde birbirlerinin üstünde yükselttik. Hâlbuki RAB'binin Rahmeti, onların topladıklarından daha iyidir (hayırlıdır).

33-35- Şayet, insanlar (nankörlük üzerinde) bir tek ümmet olacak olmasaydı, Rahman'ı göz ardı edip nankörlük edenlerin mutlaka evlerine gümüşten tavanlar, üzerlerine çıkacakları merdivenler, evleri için kapılar, kendilerine yaslanacakları yataklar ve takılar yapardık. Gerçekten, işte şunlar kesinlikle dünya [ilk] hayatının geçimidir. Hâlbuki, RAB'binin katındaki ahiret [son], korunup sakınanlar içindir.

36- Kim, Rahman'ın hatırlatmasından yana körlük ederse, bir şeytanı ona kafadar yaparız¹. Artık, o [şeytan] ona bir yoldaş [olur].

¹: İltifat sanatı uygulanarak ilk başta "Rahman" üçüncü şahıs olarak anlatıldı, sonra üçüncü şahıstan birinci şahısa çekilerek "Biz" diye anlatıldı. Bu iltifat sanatıdır.

37- kesinlikle onlar, (o) yoldan engelliyorlar ve kendilerinin yol bulanlar olduklarını sanıyorlar.

38- [o kimse] sonunda bize geldiği zaman "Keşke, benimle senin aranda iki doğu uzaklığı olsaydı. Ne kötü yoldaş!" dedi.

39- Hani siz, zulüm etmiştiniz. Bugün, (bu sözleriniz) size asla fayda sağlamayacak. Gerçekten siz, azapta ortaksınız.

40- Artık, sen mi sağıra duyuracaksın? Veya Kör'e ve [en başından beri] apaçık bir kayboluşun içinde olan kimseye yol göstereceksin?

41- Artık, seni kesinlikle götürürsek [bil ki] kesinlikle biz onlardan intikam alıcıyız.

42- Veya onlara söz verdiğimizi sana kesinlikle gösterirsek, [bil ki] kesinlikle biz onların üzerinde iktidarız.

43- O halde, sana vahiy edilene sarılmaya çalış. Gerçekten sen, sapasağlam bir doğru yolun üzerindesin.

44- Gerçekten o, sana ve milletine bir hatırlatmadır. Yakında, sorgulanacaksınız.

45- Elçilerimiz'den olan senden önce göndermiş olduğumuz kim varsa [ilettikleri vahye]¹ sor: Rahman'dan beride, kendisine kulluk edilecek Tanrılar olduğunu belirtmiş miyiz?² 

¹: Bu ifadeyi, peygamberin miraç gecesinde görüştüğü peygamberlere sorması için verilen bir emir olduğunu söyleyenler olmuştur. Ancak bu iddia, kur'an'ın evrenselliğine aykırı bir iddiadır. Çünkü peygambere verilen emirler, dolaylı olarak Müslümanlara yöneliktir. Müslümanların da peygamberlere sorması mümkün olmadığına göre isabetli bir iddia değildir. Bu ifadede haliyle ''Kent'e sor''(Yusuf 82) ifadesinin ''Kent'in halkına sor'' manasında olması gibi bir hazf vardır. Yusuf 82. ayetteki ifade nasıl ''ves'el ehl-l karyeti=وَاسْأَلِ أَهْلَ  الْقَرْيَةَ'' manasında olup muzaf hazf ediliyorsa, bu ayette de ''ves'el kavle men erselne=وَاسْأَلْ قَوْل مَنْ أَرْسَلْنَا'' Yani ''gönderdiğimiz kimselerin kavline[ilettikleri söze] sor'' manasında bir muzafın hazfı vardır. 

²: ''e cealne= أَجَعَلْنَا'' ifadesindeki ''ceale=جَعَل'' fiili her iş için kullanılır. Bu ayette, fussilet 9. ayette olduğu gibi ''öyle olduğunu belirtmek'' manasında kullanılmıştır. İlk kısımda "Rahman" üçüncü şahıs olarak anlatıldı, sonra üçüncü şahıstan birinci şahısa çekilerek iltifat sanatı uygulandı. İltifat sanatı Türkçemizde de mevcuttur. 
Örneğin Mehmet Akif ersoy, şehitler için yazdığı bir şiirinde şöyle demektedir:

 "Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için bu toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdat inerek öpse o pâk alnı değer.”

 Akif ersoy, şiirin "uzanmış yatıyor..." kısmında şehitleri üçüncü şahıs olarak anlatırken, devamında "Ey bu topraklar uğruna toprağa düşmüş asker!" diyerek ikinci şahısa çekiyor. Bu iltifat sanatıdır. Kur'an'ın hemen hemen her suresinde vardır.



46- Elbetteki Musa'yı Firavun ve seçkinlerine açık kanıtlarla göndermiştik. Ardından "Gerçekten ben, Alemlerin [varlıkların] RAB'binin Elçisiyim" dedi.

47- Ardından [Musa] onlara Ayetlerimizi [mucizelerimizi] getirince ne beklersin? Onlar onlardan [o mucizeler'den] yana dalga geçiyorlar.

48- Onlara, herhangi bir ayet [mucize cinsin]den ne gösterirsek, ancak onun [o ayetin] kardeşinden¹ daha büyüğünü [gösteririz]. Onların (emrimize) dönmeleri beklendiği için, onları azap ile yakaladık.

¹: Her ayet [mucize] aynı kaynaktan yani Allah'tan geldiği için "kardeş" [اخا] olarak isimlendirilmiştir. (müfredat : اخا)

49- Onlar "Ey sihirbaz! Sana söz vermesi sebebiyle RAB'bine bizim için dua et. Gerçekten biz, cidden yolu bulanlarız." dediler.

50- Ardından, azabı kendilerinden açtığımız [kaldırdığımız] zaman ne beklersin? Onlar ters dönüyorlar. (sözlerinden dönüyorlar)

51-53- Firavun, milletinin içinde seslendi, "Ey milletim! Mısırın yönetimi ve alt tarafımdan akıp giden bu nehirler benim değil mi? Yoksa benim, bu alçak ve (kendisini) neredeyse açıklayamayan kimseden daha iyi [olduğumu] artık görmüyor musunuz?¹ O halde, altından bileziklerin kendisine atılması veya kendisiyle beraber yaklaşan meleklerin gelmesi gerekmez miydi?" dedi.

¹: "ene=أنا", "em=أم" ile "e fe le tubsirun=أفلا تبصرون" ifadesine atıftır. (zad'ul mesir)

54- Böylece [Firavun], milletini hafife aldı, ardından [milleti] ona [Firavun'a] gönülden itaat etti. Gerçekten onlar, hadlerini aşan bir milletti.

55- Ardından, onlar bizi[m Kullarımızı]¹ kızdırınca, onlardan intikam aldık. Böylece onları topluca boğduk/batırdık.

¹: "esif=آسف" kalpte intikam arzusunu hareketlendirmektir. (müfredat: آسف) Allah'ın kullarını kızdırmak, günahın büyüklüğü sebebiyle Allah'a izafe edilmiştir. Bu tıpkı, peygambere biat'in, Allah'a biat olması (Fetih 10) gibidir.

56- Böylece, onları sonrakiler/diğerleri için bir geçmiş ve bir misal haline getirdik.

57- Meryem'in oğlu bir misal olarak örneklendirildiği zaman, ne beklersin? Milletin ondan yana yaygara çıkarıyor¹.

¹: "yesuddu=يصُدّ" ve "yesiddu=يصِدّ" olarak iki şekilde de okunmuştur.(Nehhas: i'rab-ul kur'an) İlkine göre "uzaklaştılar" anlamında; ikincisine göre "yaygara çıkardılar" anlamındadır. (kurtubi)

58- Onlar "Tanrılarımız mı daha iyidir (hayırlıdır)? Yoksa o mu?" dediler. Bunu sana ancak bir tartışma için örneklendirdiler. Aksine! Onlar davalı bir millettir.

59- O, ancak kendisine nimet [iyilik] ettiğimiz bir kuldur. Onu, İsrail'in oğullarına bir misal yaptık.

60- Şayet tercih etseydik, sizden [bedel olarak] yeryüzünde [birilerinin] yerine geçen melekleri kesinlikle yapardık.

61- Gerçekten o, Saat (kıyamet) için mutlaka bir bilgidir. O halde, [saat'le] ilgili sakın şüpheli tartışmaya girmeyin ve bana bağlı olun. Bu, sapasağlam bir doğru yoldur.

62- Şeytan, sakın sizi çevirmesin. Gerçekten o, sizin için apaçık bir düşmandır.

63-64- İsa, açık kanıtlarla geldiği zaman "Gerçekten ben, size hikmet [akılla gerçeği tespit etme kabiliyeti] ile gelmiştim. Bir de hakkında ayrılığa düştüğünüzün bir kısmını size açıklamak için [gelmiştim]. O halde Allah'a (karşı gelmekten) sakının ve bana gönülden itaat edin. Gerçekten Allah, RAB'bimdir ve RAB'binizdir. O halde ona kulluk edin. Bu, sapasağlam bir doğru yoldur."

65- Derken, taraftarlar kendi aralarından ayrılığa düştüler. Artık, can yakıcı azaptan [dolayı] yazıklar olsun zulüm etmiş olanlara!

66- Onlar ancak kendileri farkında değilken Saat'in aniden kendilerinde gelmesini bekliyorlar.¹

¹: Soru anlamında olan "Hel=هل" burada "Ma=ما" anlamındadır. Çeviri buna göre yapıldı.

67- Samimi dostlar, bugün birbirlerine birer düşmandır. Ancak, korunup sakınanlar hariç [onlar düşman değildir].

68- Ey kullarım! Siz üzülecek değilken bugün size bir korku yoktur.

69- O [kullarım] ki, ayetlerimize [mucizelerimize] inandılar ve müslümanlar [gerçeğe teslim olanlar] idiler.

70- Siz ve eşleriniz, değerlendirilerek-güzelleştirilerek cennete girin!

71- Karşılarında, altından tabaklar ve küpler ile dolaşılır. Onun [cennetin] içinde, kendi canlarının arzuladığı ve gözlerinin lezzet aldığı [şeyler] vardır. Siz, onun içinde kalıcısınız.

72- İşte şu, bulunmakta olduğunuz eylemleriniz sebebiyle kendisine mirasçı yapıldığınız cennettir.

73- Kendisinden yiyeceğiniz pek çok meyve, sizin için onda [cennette] vardır.

74-75- Gerçek şu ki, suçlular, kendisinin içinde çaresiz bir haldeyken cehennem azabının içinde, kendileri hakkında (azaba) ara verilmez bir şekilde kalıcıdır.

76- Onlara zulüm etmedik; fakat onlar zalimlerin ta kendileri oldular.

77- "Ey malik (sahip)! RAB'bin bize karşı (ölüme) karar versin." [diye] seslendiler. O da "Gerçekten siz, kalacaksınız." dedi.

78- Elbetteki size Hakkı [gerçeği] getirmiştik; fakat çoğunuz Hakka [Gerçeğe] gönülsüzsünüz.

79- Yoksa, herhangi bir işi sağlama mı aldılar? O halde [bilsinler ki] kesinlikle biz, sağlama alanız.

80- Yoksa, onların sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Aksine! taraflarındaki Elçilerimiz yazıyor.

81-82- "Eğer, Rahman için bir çocuk var idiyse, o halde ona kulluk edenlerin ilki benim. Göklerin ve yerin RAB'bi, yani arş'ın [yönetimin] RAB'bi onların yakıştırmasından münezzehtir." de.

83- Artık, onları bırak da kendilerine söz verilen günleriyle kendileri karşılaşıncaya kadar dalsınlar ve oynasınlar.

84- O, gökte Tanrı olandır¹ ve yerde Tanrı olandır. O, hakimdir/hikmetlidir, devamlı bilendir.

¹: Enam 3. Ayetin dipnotuna bakınız. Bu ifade "gökte bulunan bir Tanrı'dır" anlamında değildir. "Gökte de Tanrı sayılarak kulluk edilendir, Yerde de Tanrı sayılarak kulluk edilendir." anlamındadır.

85- Göklerin ve yerin [tüm evrenin] ve ikisinin arasındakilerin (içindekilerin) yönetimi kendisine ait olan, Saatin (kıyametin) bilgisi kendisinin katında bulunan ve sadece kendisinin [emrine] geri döndürülecek olduğunuz ne kutludur!

86- Ondan [Allah'tan] beride [kendilerine]¹ dua ettikleri [şeyler] şefaate sahip olamazlar. Ancak Hakka [Gerçeğe] bilerek şahitlik eden kimse [şefaate sahip olur].

¹: ait zamiri atılmıştır [hazf edilmiştir] (Müşkül i'rab-ul kur'an)

87- Şayet, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, mutlaka ama mutlaka "Allah [yarattı]" diyecekler. O halde, nasıl oluyor da [gerçeklerden yalanlara] ters döndürülüyorlar?

88- Onun "Ey Rab'bim! Gerçekten bunlar, inanmayan bir millettir" dediğini de [Elçilerimiz yazıyor]¹.

¹: "kıylİ=قيلِ", "kıylE=قيلَ" ve "kıylU=قيلُ" olarak üç şekilde de okunmuştur. (zamahşeri: keşşaf) ikinci okuyuş tercih edildi. Bu okuyuşa göre -başka alternatifler bulunmakla birlikte- 80. Ayetteki "...Elçilerimiz yazıyor" ifadesine bağlıdır. (Nehhas: i'rab-ul kur'an)

89- Artık onlara hoşgörülü davran ve "Esenlik [olsun]" de. Yakında bilecekler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder